Her adımda arkalarına küçük taşları, kesek
parçalarını yuvarlayarak adam ve çocuk nefes nefese dağın zirvesine ulaştılar.
Yaramaz bir kedi gibi rüzgâr birkaç kez dolandı ikisinin de bacaklarının
etrafında, birkaç gelincik ve kara çıtlık sessizce selamladı suskun yolcuları.
Geriye dönüp geldikleri çığıra baktılar, uzaklarda kalan kutu gibi evlere,
yılan gibi kıvrılan yollara. Bulutlara daha yakındılar, insanlara uzak.
Rüzgârdan, yağmurdan, güneşten ve daha kim bilir
hangi sebeplerden üzeri aşınmış kocaman düz bir kaya parçası vardı birkaç adım
ötede. Bir çekirge sıçradı, bir kertenkele meçhule aktı hızlıca ayak
çıtırtılarından. Bir bunelek önce hücum etti gürültülü kanatlarıyla bu iki
yolcuya sonra uzaklaştı yakınlarından. Odasındaki halıya uzanır gibi çocuk
uzandı kayalara sırt üstü, sonra adam uzandı yanına. İkisi de ellerini başlarının
ardından bağlayarak yastık yaptı kendine. Arada bir kollarını, paçalarını,
saçlarını okşayan rüzgârda uzak okyanusların, ırmakların, ovaların, tarlaların,
bahçelerin, ormanların ve her çiçeğin, her mevsimin kokusu var gibiydi.
İkisinin de kalp atışları yavaşladı, kuş ve böcek
sesleri çoğaldı.
Adam, epeydir unutmuştu göğe bakmayı, unutmuştu
bulutların süzülüşünü. Bulutları bir şeylere benzetmeyi unutmuştu. Bir süre
izledikten sonra başını yana çevirmeden, ne kadar hızlı hareket ediyor bulutlar
değil mi, dedi. Çocuk kısa bir süre
sustu. Hayır, dedi onlar aslında hareket etmiyor. Dünya döndüğü için biz onları
hareket ediyor gibi görüyoruz.
O günden sonra bulutlar hep yerinde kaldı, dünya döndü adam için.