22 Haziran 2024 Cumartesi
herkesin aynasında başka bir resme, hakikate dönüşür kelimeler
5 Ocak 2024 Cuma
kırağı dergisi üzerine bir soruşturma - hüseyn kaya
konuşturan: turgay yıldırım
1. Kırağı dergisi niçin yayımlandı? Dönemi içerisinde hedefleri, iddiaları ve rolü neydi? Ve sizce bunların ne kadarını gerçekleştirebildi?
İlk sorunun cevabı yani derginin niçin yayımlandığı, benden ziyade derginin emekçisi isimlerde bilhassa Tayyip Atmaca'dadır diye düşünüyorum. Ben Kırağı dergisinin çıktığı yıllarda üniversite öğrencisiydim ve Tayyip Atmaca ile tanışmak seneler sonra nasip oldu. Bu soruda benim cevap verebileceğim derginin rolü ve gerçekleştirebildikleriyle sınırlı. Kırağı dergisi günümüz şiirinin bilhassa muhafazakar çevre içinde kurulu şiirin temel taşlarından biri diyebilirim. Dergide şiiri yahut şiire dair yazısı bulunan isimlere dikkatle bakıldığında günümüz şairlerinin ve hatta akademisyenlerinin, günümüz dergicilerinin çoğuna rastlamak mümkün olacaktır. Bu yönüyle Kırağı bu camiaya atılmış bir edebiyat tohumuydu diye düşünüyorum. Dergicilik ve yayıncılık anlayışıyla özgün bir duruşu vardı. Para ile satılmayan, okuruna posta pulu karşılığı gönderilen ve dönemin genç isimlerini mütevazı sayfalarında ağırlayan bir dergiydi Kırağı, köşe başını tutmuş büyük dergilere ürün gönderemeyen, gönderse de dönüş alamayan pek çok gencin ilk göz ağrısı, yolunu beklediği biricik dergisiydi. Yalnız dergi yayıncılığı değil kitap yayıncılığı da yaptı ve yine zamanın dar imkanlarıyla özgün kitaplar yayımladı.
Hedeflerinin ne kadarını gerçekleştirebildiği sorunuza gelecek olursak: Edebiyat dergileri çoğunlukla o dönemde bir mektep olabilmek amacını mutlaka taşırdı. İllaki Kırağı'nın da bu tarz bir niyeti vardır diye düşünüyorum ve bu mektepte ders gören çok isim oldu ancak son sınıfta açık liseye geçen günümüz lise öğrencileri gibi dergide yazan çoğu isim bu okuldan diploma almak yerine başka yerlerden diploma almaya yöneldiler. Belki bir süre daha devam etseydi Kırağı bu mektebin adı konulmuş olacaktı ama nasip olmadı. Bahsettiğim gibi o dönemde ücretsiz dergi yayımlamak ve okuruna bu dergiyi ulaştırmak bile büyük bir başarıydı.
2. Bir şiir dergisi olarak Kırağı’nın dayandığı ortak bir poetik tutum var mıydı yoksa dergi, şiire gönül veren her sanatçıya kapısı açık, çoğulcu bir sanat mahfili olmaya mı çalıştı?
Ortak poetik tutum ahlak ve gelenek boyutunda vardı. Hatta dergide, ismini mealen hatırlıyorum, Günümüz İslamcı Şairlerde Yenilik Adına Sapmalar başlıklı bir yazı da mevcuttu. Bu poetik olduğu kadar düşünsel bir tavırdı da aynı zamanda. Bunun dışında insanı, insani değerleri önceleyen bir tavrının olduğunu da biliyorum. Şiire gönül veren her sanatçıya, şiir üzerine sözü olan her kaleme sayfaları açıktı derginin ancak muhafazakar düşünceyi benimseyen kalemler daha yoğun olarak okuyor, ürün gönderiyordu diye düşünüyorum.
3. Edebiyatımızda taşra-merkez ilişkileri düşünüldüğünde Kırağı’nın yerini nasıl değerlendirirsiniz? Şiirin sözcülüğünü taşradan sürdürmek iddiası ve gayreti, o dönemin koşulları içerisinde nasıl bir anlam taşıyordu?
Edebiyatımızda "taşra" kendilerini "merkez" olarak nitelendiren grubun ortaya koyduğu yapay bir anlayış aslında. Yıllarca yayımlanmış yahut halen yayımlanmaya devam eden, kendisini "merkez"e koyan dergilere baktığımızda bu dergilere omuz veren isimlerin öncelikle "taşra" denilen bölgede var olduklarını görürüz. İkindi Yazıları, Kırağı, Sühan ve daha onlarca dergiyi, bu dergilerden filizlenen isimleri düşünelim, bir de büyük şehirlerde yayımlanan dergilerden tasını dolduran isimleri düşünelim...
Kırağı'nın yayımlandığı dönemde şiirin nabzı, edebiyatın nabzı büyük şehirlerdeki kurumsal dergiler kadar hatta daha canlı ve samimi Kırağı'da atıyordu. Elbette başka dergiler de vardı ama en kapsamlı olanı Kırağı idi.
Şu detay önemli idi: Bazen adresime başka şehirlerde yeni yayımlanmaya başlayan edebiyat dergileri gelirdi. Adresime nereden ulaştıklarını sorduğumda, Kırağı dergisinden, cevabını alırdım. Anadolu'da dergi ağabeyiydi de bu yönüyle Kırağı.
Kırağı, bir çılgınlık veya aşırı cesaret örneği değildi. Anadolu'da yayımlanan her dergi zaten özünde şiirin, denemenin, öykünün hülasa edebiyatın sözcülüğünü üstlenme düşüncesini de barındırır. Anadolu, diyerek daraltmayalım. Her edebiyat dergisi az çok "sözcülük" bilinciyle yayımlanmaya başlar.
4. Dergi kapatıldığında rolünü tamamlamış mıydı yoksa zorunlu sebeplerden ötürü erken bir veda mıydı yaşanan?
Derginin rolünü tamamladığını düşünmüyorum. Rolünü tamamlayarak kapanan dergiler çoğunlukla sayı bakımından üç haneli rakamlara ulaşmış dergilerdir. Zorunlu sebepler ve editör yorgunlukları bu tür dergilerin yayın hayatını bitirir. Zira derginin yükü dizgiden tashihe, poşetlenmesinden postaya verilmesine, bir en fazla birkaç kişi üzerinden yürür.
Kırağı'nın aslında yayına ara verip sonra bir süre daha yola devam etmesi sonraki dönemde yaşanacak vedanın zorunlu sebepler yüzünden olduğunun göstergesi diye düşünüyorum.
5. Sizce Kırağı dergisinden günümüz edebiyatına ve özellikle Türk şiirine kalanlar (isimler ve eserler) nelerdir? Bu yönüyle dergi sizin için ne ifade ediyor?
Hayli isim ve eser var aslında ancak bu isimlerin çoğu özgeçmişlerine Kırağı'yı dahil etmiyorlar günümüzde. Hatta Kırağı'nın bastığı şiir kitaplarını dahi zikretmeyen isimler biliyorum. Bu tavrı anlamak çok da mümkün değil.
Kırağı o zaman da önemli bir dergiydi benim için şimdi de çok önemli bir dergi. Zaman zaman açıp bakıyorum sayfalara. Samimiyet ve özgünlük, aradan geçen senelere rağmen yayımlandığı dönemki kadar canlı. Kırağı'dan sonra Kırağı'ya benzer dergiler çıktı ama hiçbirinde Kırağı'nın samimiyetini göremedim desem yeridir. Kendi yayımladığımız dergiler dışında "benim de dergimdi" diyebildiğim ender dergilerden Kırağı. Yine kendi dergilerimden sonra peş peşe şiirim yayımlanan ilk dergi. Her dergi ile duygusal bağ kurmak mümkün değil, belki gerek de yok buna ama benim için önemli bu bağ.
Turgay Yıldırım, Kırağı Dergisinin Sistematik Tahlili / Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı / Yüksek Lisans Tezi 2022
1 Aralık 2023 Cuma
kayıp söyleşi
Tarihi ve soran kişisi kayıtsız bu söyleşi ihtimal Sühan dergisinin son sayılarına doğru yapılmış. Nerede yayımlandığına, yayımlanacağına dair bir bilgi de yok. Dosyalar arasında bulunca buraya dahil etmek istedim.
Farklı açılardan
sorular yöneltmeden önce üstümde “farz-ı kifaye” gibi duran şu malum soruyu
sorayım da siz de rahatlayın ben de:
İlk sayılarında değişik edebi türde eserler yayınlayan Sühan; altıncı sayısından sonra çağdaş şiire kapılarını kapattı. Neden kapattı?
Sühan’ın şiir türüyle bir problemi yoktur olamaz da. Zaten yayın kadrosuna baktığımızda hemen hepsinin şiirle de uğraştığını görürüz. Şiir yayımlamayı bırakmak ile şiire karşı olmak farklı şeylerdir. Yedinci sayımızda ifade etmeye çalıştığımız kirli şiir, şair, kokusu yüzünden şiirden Sühan olarak uzak durmayı yeğledik; ama şiire hiçbir zaman sırtımızı dönmedik. Bizim dergide nesir yayımlayan arkadaşlar başka dergilerde şiir neşretmeye devam ettiler.
Bir insan neden dergi çıkarma ihtiyacı duyar? Sühan ne tür sancılar çekildikten sonra okuyucuya merhaba dedi?
On ve on birinci sayılarımızı kapanmış edebiyat dergilerinin
birinci ağızdan anlatılan hikayelerine ayırmıştık. İki sayı boyunca farklı zamanlarda
yurdumuzun farklı yerlerinde yayımlanan ve kapanmak zorunda kalan edebiyat
dergilerinin hikâyeleri anlatıldı. Her birinin
hikayesi, heyecanı farklı ama özde hepsinin kaderi aynı. Dergiler dost muhabbetlerinde doğar, bazen dostlukları bitirir. Ama gerçekte bir hayat belirtisi verme gayesi taşır dışarıya karşı. İster istemez bir iz de kalır ardımızda. Para kazanmayan ya da kazanamayan ama boşta da kalmak istemeyen okuryazar insanların yapabileceği en keyifli iştir dergicilik. Öteden beri söylenegelen dergiciliğin sıkıntıları, sancıları aslında yapılan işi başkaları nazarında kıymete bindirmek için abartılan küçük ve tatlı sıkıntılardır. Bir dergi çıkaranına külfet oluyorsa sancı çektiriyorsa onu kapatmasına kim mani olabilir ki. Kapatırsınız ve tüm sıkıntılar biter. Eğer şikâyetçiyseniz tabii.
Sühan elbette huzur içinde günlük güneşlik mekânlarda çıkarılan bir dergi değil. Yayın öncesi sancılar, sıkıntılardan çok dost muhabbetleri oldu ve muhabbetten Sühan hasıl oldu. Zaman zaman kırgınlıklar, sıkıntılar elbette yaşanıyor. Ancak bunun tabii olduğunu hepimiz biliyoruz ve aldırmıyoruz.
Sühan “şiir yayımlamayan dergi” diye tanımlanırken, son zamanlarda bu özelliğine “özel sayılar yapan edebiyat dergisi” niteliğini de ekledi. Ve bu özel sayıların konularından bazıları bana çok ilginç gelmiştir. Mesela yenge özel sayısı ve gâvur dostlarımız özel sayısı… Bunu neye göre seçiyorsunuz?
Müteahhitlerin gördükleri boş arsalara bakıp ne tür ev yapılabileceğini düşünüp hesap kitap etmesi gibi, bizlerde boş sohbetlerden dolu özel sayı konuları çıkarıyoruz. Sohbeti özel sayılarda tamamlıyoruz. Herkesin tamam demediği bir sayıya başlamıyoruz. Hayatın içinden seçtiğimiz küçük ayrıntıların aslında ne kadar mühim olduğunu tespite çalışıyoruz. Edebiyatı hayatın uzağında aramıyoruz. Biz fildişi kulelerden değil, apartman dairelerimizden, bahçeli evlerimizden yazıyoruz. Taklit etmeye çalışanlar da olmuyor değil tabii böyle bir ilk üslubu. Ama uyanık okuyucu durumun farkında.
Sühan Sivas’ta yayınlanan ve Türkiye geneline ulaşan bir dergi. “taşralı dergi” tanımlamasının zihninizi kurcalayıp, içinizi sıktığı oluyor mu? Daha doğrusu İstanbul’dan uzakta bir şehirde dergi çıkarmanın dezavantajı var mıdır?
Taşra kelimesi Sühan’ın lügatinde farklı çağrışımlarla doludur. Biz edebiyatın taşrasında olduğumuzu düşünmedik hiç, şayet merkez edebiyatsa. Taşra sizin merkezden ne anladığınıza bağlıdır. Bize batmayan, zihnimize hiçbir rahatsızlık vermeyen bir kelimedir taşra. İstanbul’da olmamak her açıdan güzel bir avantaj. Bunu orda çıkan dergilere ve bu dergilerin kadrolarına bakarak düşünüyoruz. Biz şehirleri değil, edebiyatı merkeze alıyoruz ve merkezde olduğumuza inanıyoruz.
Şiire yeni başlayanlara neler tavsiye edersiniz?
Henüz yolun başındayken ve adı kötüye çıkmamışken şiiri bırakıp daha cıvımamış türlere yönelmelerini tavsiye ederim. Eğer ısrarcı olan varsa da, türkü söyleyip gazel okumalarını, siyasete dalmalarını, mitinglere katılmalarını, panel, sempozyum ve benzeri etkinliklerle enerjilerini dizginlemelerini, blog hazırlamalarını, fanzin çıkarmalarını eğer çete kuramıyorlarsa bir çeteye üye olmalarını tavsiye ederim.
Sühan’a tekrar dönersek Sühan’ın dört yıl ve on altı sayıdır okurlarıyla uzun soluklu bir yürüyüşü var. Dört yıl yayınlanmak başarı mıdır kültür sanat dergileri için?
Dergicilikte önemli olan derginin yaşından çok, edebiyat
dünyasında bıraktığı izdir. Onlarca yıldır türlü kaynaklarla yayımına devam
eden ancak yenilik namına zerre miktar ilerleyemeyen birçok dergi var edebiyat
dünyasında. Hal böyle olunca bu dergilerin niçin çıktığı da ciddi bir problem
aslında. Sühan ilk yılından sonra sesini ve rengini bulmuş edebiyat dünyasında
apayrı bir yere oturmuş çoğu Türk Edebiyatı’nda ilkler arasında yer alması
gereken özel dosyalar hazırlamış reklama asla tenezzül etmemiş farklı bir
dergi. Sühan’ın asıl başarısı bu saydığımız özel vasıflarıdır.
Edebiyat dünyasında şiir ve ardından hikâye dergileri
çıkmaya başladı. Bir deneme dergisi halen yayımlanmadı. Sühan’ın memleketimizin
ilk deneme dergisi vasfına da layık olduğuna inanıyoruz.
Elbette temennimiz bu yürüyüşün ağır usul da olsa devam etmesi, bitmemesidir.
Sivas halkı
dergisinden haberdar mı?
Haberdar olması gerekiyor mu? Önce bu soruya cevap bulmak lazım. Sühan her şeyden önce bir edebiyat dergisi. Eğer bir şehir kültürü dergisi olsaydı, Sivas’ın dergimizi tanımasını ister ve dergimize destek vermesini umardık. Ancak bir edebiyat dergisi olarak buna hakkımız olduğunu düşünmüyoruz.
Son olarak Sühan’da kimler yazıyor?
Her sayı yeni isimler yazar kadromuza dahil oluyor. Ancak,
Recai Güllaptan, Berat Demirci, A.Turan Alkan, Adem Turan, Metin Önal
Mengüşoğlu, Halim Şafak, Şaban Abak, Nazım H. Polat, Mustafa Muharrem, Mehmet
Aycı, Sühan’a devamlı emek veren, Sühan’ı dergisi bilen her zaman kendilerine
müteşekkir olduğumuz isimlerdir.
16 Temmuz 2023 Pazar
mesnevi yazabilmeyi isterdim
konuşturan: cevat akkanat
Yaşadığımız dönemin şairleri ne düşünüyor acaba Divan şiiri hakkında diye şairlerimize Divan şiirini soracağız…İlkin Hüseyin Kaya’ya sorduk..
Köklü bir edebî birikimin üzerinde hayat sürüyoruz. Şairlerimiz için klasik şiirimiz bir hazine. Peki, bu hazinenin farkında mıyız? Yeterince istifade edebiliyor muyuz yoksa böyle bir derdin sahibi değil miyiz?
Edebiyat geleneğimizin temellerinden birisi olan Divan şiiri ile alakalı, bugünün şairlerine dünün şiirini soralım istedik. Yaşadığımız dönemin şairleri ne düşünüyor acaba Divan şiiri hakkında… İlkin Hüseyin Kaya’ya soruyoruz sorularımızı...
Divan şiiri sizin için ne anlam ifade ediyor?
Ana damar, okyanusa akan büyük ırmak, roman, hikâye, felsefe, sanat, din, iman, hayat, şiir…
Sizce Divan şiiri bugün sürdürülebilir mi? Niçin? Nasıl?
Şiir de diğer bütün sanatlar gibi hayatın içinden alır rengini. Tanzimat’tan beri kalbimiz, yüzümüz Batı’ya dönük; fakat yine de divan şiirinin coşkulu, lirik ve derin düşünce iklimi kısmî yeniliklerle devam ettirilebilir ve ettirilmelidir düşüncesindeyim. Bahsettiğim yeniliklerle şiir yazan onlarca büyük şairimiz var. Divan şiiri her şeyden önce Türk şiirinin ana damarlarından birini oluşturur. Divan şiirinden, halk şiirinden yani gelenekten beslenmeyen şiir köksüzdür ya da aşılamadır, gövdesiyle meyvesi benzemez birbirine.
Şiirinizde Divan şiirine mahsus hangi unsurlara yer verdiniz, yer vermek istersiniz?
Şiir, kasıt kabul etmeyen bir türdür. En azından benim yazdıklarım için bu durum böyle. Dolayısıyla, illa şu unsuru şiirime taşıyacağım, şeklinde bir kaygım olmadı fakat Divan şiiriyle bilhassa öğrencilik yıllarımda ilgilendim ve bu ilgi yazdıklarıma da sirayet etti. Gazeller, rubailer, kıtalar yazdım yirmi yaşımın ilk yarısına kadar.
Divan şiirimize ait mazmunları, konuları, edebî sanatları hatta nazım biçimlerini kullandım, kullanmaya da devam ediyorum. Mesnevi yazabilmeyi ya da bir divan tertip edebilmeyi isterdim mesela.
En son ne zaman Divan şiiri okudunuz?
Bir hafta olmamıştır. Kitaplığımda divanlar ve mesneviler daima ulaşabileceğim bir rafta durur, bazı gazeller kendisine mutlaka çağırır bir süre okumasam. Farkında olmadan ezberlediğim onlarca beyit, gazel vardır bu şekilde.
Kendinize yakın hissettiğiniz Divan şairi/şairleri var mı? Neden? Nasıl?
Fuzûlî ve Niyaz-i Mısrî’yi kendime daha yakın hissederim. Fuzuli’deki lirizm, Niyaz-i Mısri’deki dünya ve hayat anlayışı, coşkunluk kendimi onlara yakın hissetmem için gerekli sebepler galiba. Nesimi, Eşrefoğlu Rumi, Şeyh Galib, Esrar Dede, Nef'i, Naili, Neşati, Necati gibi isimlerle listeyi uzatmak mümkün.
Cevat Akkanat sordu
2012
Kaynak: https://www.dunyabizim.com/mercek-alti/mesnevi-yazabilmeyi-isterdim-h10361.html
13 Ağustos 2020 Perşembe
hüseyin kaya ile sühan dergisi ve dergicilik üzerine söyleşi
konuşturan: beria erva eriş, semanur abidan dalkıran
S.A.D: Cemal Süreyya “Şairin hayatı şiire dahil” diyor. Sühan da sizin hayatınızın bir parçası olduğunu düşünerek bize biraz Sühan’dan bahseder misiniz? Nerede, nasıl, ne zaman, kimlerle bu yolculuk için karar aldınız?
Dergi yayımlama hevesi tıpkı tiyatrocuların “sahne tozu yutmak” deyimi gibi hastalıktır, bulaşıcıdır biraz. Bir kez matbaa kokusuna, o heyecana şahit olmuşsanız o his ömür boyu bırakmaz peşini. Eski bir hastalık gibi avare kaldığınız her an hatırlatır kendisini. İki binli yılların başlarıydı. Öğrencilik yıllarımızda zaten dergi tecrübesi kazanmıştık. Artık her birimiz maaşlı olduğumuza göre daha kaliteli ve maddi bakımdan sıkıntıya düşmeden bir dergi yayımlayabiliriz diye düşündük. Türlü vesilelerle bir araya geldiğimiz okuyan yazan arkadaşlarla bu fikri geliştirdik ve neticede ortaya Sühan çıktı.
B.E.E:Sühan ismi Şeyh Galip Hüsnü Aşk’ına telmih mi? Bu ismi neden seçtiniz?
Eski edebiyatta sık sık zikredilen bir kelime sühan. Hatta sühan kasideleri, sühan redifli gazeller var. Dergi ismi aradığımız dönemde aklımıza gelen her kelimeyi not alıp paylaştık. Bir kış akşamı dergi kadrosunda da olan bir arkadaşla hem yürüyor hem de dergiye isim düşünüyor, konuşuyoruz. O sırada aklıma geldi, “sühan” olabilir mi, dedim. Kelimenin anlamını arkadaşların çoğu bilmiyordu. Hem edebiyattaki karşılığını hem de Hüsn ü Aşk’taki yerini öğrenince arkadaşlar kabul etti bu ismi. Başlangıçta edebiyat çevresinden bu ismi “arkaik” bulanlar oldu ama zamanla dergimiz benimsendi ve isim kabul gördü. Hatta edebiyat çevresinden bazı kalemlerin teveccühünü dergimiz daha ellerine ulaşmadan sırf ismi ile kazandı diyebilirim.
B.E.E: “Çıkarını düşünenlerin bir çoğu dergi çıkarır.” Hüseyin Akın siz sühanı hangi çıkarı gözeterek çıkardınız.
Herkesin bir dergi çıkarma amacı vardır şüphesiz ve bir “çıkar” adına dergi çıkaran yüzlerce ehl-i kaleme şahitlik etmiştir edebiyat tarihimiz. Sühan’ı farklı kılan da zaten “edebiyat”tan başka bir amaç ve çıkar peşinde olmaması idi. Okuyan, yazan insanlar bu samimiyeti gördükleri için dergide desteklerini esirgemediler. “Benim”, “bizim” değil Türk edebiyatının dergisi olma endişesiyle yayınlandı Sühan. En azından benim “çıkar” endişem olmadı. Dergiye omuz veren arkadaşlar arasında bu tür beklentileri olanlar varlığından ise son sayımızda haberdar oldum.
S.A.D: Özel sayılarınız çok ilginç geldi bize. Özellikle Yenge özel sayısı Şair, yazarlar ve dergi çıkaranlar için bu bağlamda eşleri bir engel midir? Kocaeli merkezli bir yayın olduğu için rahat olabilirsiniz.
Her derginin değilse bile Sühan gibi dergilerin ailelere getirdiği birtakım yükler mevcut. Dergici eşleri şayet edebiyata aşina değillerse sitem etmez, engel de olmaz ama çoğu zaman anlam veremez bu çabaya. Bizim anlayışımızla yayın yapan dergiler çoğu zaman evin küçük çocuğu gibidir. Yazı ve şiir, evet eşler için “kuma”dır biraz zira ömürden ömür isteyen, candan can isteyen bir yanı var yazmak fiilinin. Bu kanaat de yalnızca kendi yazı dünyam için geçerli. Yazmayı eğlenceye yahut bir çeşit gelir kaynağına dönüştürenler için bu dediklerim geçerli olmayabilir.
B.E.E: Hazır özel sayılara girmişken 10 ve 11. Sayı kapanan dergilerin hikâyelerine ayrılmış. Bu, dergi çıkarmayı düşünenler için bir vazgeçişe neden olabileceğini hiç düşündünüz mü?
Dergi çıkarmayı düşünenleri değil, geçmişte dergi çıkaranları düşünerek hazırlandı o sayılar. Bir vefa sayısı idi her ikisi de. Aslında tek sayı ile o dosya kapanacaktı ama ilgi gördü, ikincisini de hazırladık ve bu Türkiye'de “ilk” olma niteliği taşıyan bir düşünce. Diğer sayılarımızda da olduğu gibi sonradan bu düşünceyi kullanan, tekrar eden yayınlar çıktı piyasaya. Hem de Sühan’dan hiç bahsetmeden yaptılar bu işi bazıları. Sühan edebiyat tarihine notunu düştü bu sayılarla. Görmezden gelen yahut taklit edenler düşünsün hallerini.
Dergi çıkarma fikri öyle telkinle, konuşmayla, yahut akıl vermekle vazgeçilecek bir düşünce değil zannımca. Bir zihne dergi fikri düşmüşse dönüşü olmuyor onun, belki erteleniyor ama günün birinde mutlaka o dergi çıkıyor. İlk gençlik yıllarında çıkaramadığı dergiyi profesör olunca, vali olunca, belediye başkanı olunca çıkaran insanlar var bu ülkede.
S.A.D: 10 ve 11. Sayıları yayımlamadaki amacınız neydi?
Aslında az evvel verdim bu sorunun cevabını. Vefa sayısı idi. Belki dergi mezarlığında adı sanı bile bulunmayan merhumlar için bir taziye düşüncesi. Hissî bir sayı idi ve yazılar da hisli idi. Geçmişte dergi çıkaran arkadaşlarımıza, emekleriniz boşa gitmedi, mesajı da vardı bu düşüncenin altında. Bu sayılar için geride kalan dergiler adına “bir rahmet okuma çabası”, “hayırlı yâd ediş” de diyebiliriz.
B.E.E:10. Sayınızdaki” Aşinaya Aşina Bigâneye Bigâneyiz!” ve 11. sayı “Hitab-ı Aşkı Kim Anlar Kiminle Söyleşelim” başlıklarınızı oldukça manidar geldi bize. Bu bir sitem mi?
Evet, sitem vardı biraz. Düşünün, Türkiye’nin değil dünyanın en farklı edebiyat dergisini çıkarıyorsunuz ve hatta dünyanın dört bir yanına dergiyi gönderiyorsunuz. Abartı değil bu Asya’dan Amerika’ya, Balkanlar’a, Avrupa’ya gidiyordu dergi. Değil yayımlanmış, düşünülmemiş sayıları hazırlıyorsunuz ama kimi çevreler bu çabayı görmemek adına başını kuma sokuyor ve az evvel de dediğim gibi sizin sayılarınızdan ilham alarak çalışmalar yapıyorlar bir taraftan... Üstelik sizin çalışmalarınızı görmezden gelerek. Edebiyat camiasının maalesef böyle bir tabakası da var. Ne diyelim, “aşinaya aşina, biganeye biganeyiz”. Halen...
S.A.D: Turan Karataş taşra dergisi hikâyesini ‘’Kabuk Bağlamayan Yara’’ olarak sundu. Sizce Sühan hala kanayan bir yara mı?
Sühan dergi olarak bir yara değil. Onurla ömür defterim arasında muhafaza ettiğim bir hoş hatıra... Bir baki sedâ. Yara, olan kısmı arkadaşlıklar, dostluklar bağlamında yaptığım hatalar ama acısı yok onun da. İnsan tarafımız bu.
B.E.E: Dergi hikâyelerinin anlatıldığı yazıların başlıkları da hayli ilginç:
-Rüzgârın Kırdığı Dal: Burak
-Palandöken Hep Karla Kaplı Kalacak
-Susku Sustu Susalı
-Kırkikindi: Sona Eren Her Türkü Yanıktır.
Dergicilik bir romantiklik mi?
Elbette romantik. Akıllıca bir izahı var mı beş yıl boyunca ek ders ücretlerini geri gelmeyeceğini bile bile dergiye yatırmamın? Akıllıca bir izahı var mı -9 dereceyi bulan arızalı bir çift göz ile sabahlara kadar dergi tasarımı, tashihi yapmanın? Bayram günlerini, tatil günlerini hiçbir karşılık beklemeden birilerinin yazılarını tashih ile geçirmenin?..
Anadolu dergiciliği romantiktir. Mücadeleci ruh taşıyan dergiler dahi “yel değirmenleri”ne karşı “merkez”e karşı yapılmış Don Kişotluktur. Buralarda bir söz var “Oturduğun ahır sekisi, söylediğin İstanbul türküsü” derler. Elbette İstanbul türküsü söylemeye çalışan dergiler de var. Allah hidayet versin...
S.A. D :Yahya kemal :
Bir bitmeyecek şevk verirken beste,
Bir tel kopar âhenk ebediyyen kesilir..diyor Sühan'ın kapanması sizde bu hissi uyandırdı mı?
Hayatımda bir boşluk oluştuğu doğrudur. Her hafta kapıma bir çanta dergi, kitap getiren postacının kapımızı unuttuğu doğrudur. Susmak bilmeyen telefonların artık bayramda, kandilde dahi tenhalaştığı da doğrudur. “Altın altına gider, bakır bakıra doğru”. Kurduğumuz dostluklar, tanışıklıklar olumsuzlukları unutturacak nitelikte. Ahenk kesilmedi ama değişti... Hakiki dostlar, dostluklar kaldı geriye, bu yeterli.
B.E.E: Sühan ismini bize verirken evladını evlatlık veren bir ebeveynin hüznünü duydunuz mu?
Kelimeler kimsenin değil Allah’ındır ve emanettir hepimize. Yazdıklarım dahil şahsım adına ne varsa âlemde miri malıdır. Kaynak dahi verilmeden kullanılabilir. Bilakis mutlu oldum. Fuzûlî’nin, bu ismi tercihine dair bir rivayet var biliyorsunuz. İki manalı bir kelime fuzuli... Sühan da öyle. “Boş lakırtı” anlamı da var bu kelimenin. Ümidim güzel manası ile yayıncılığa devam etmeniz, lakin bizi de arada yad etmeniz. Bizi derken “Sühan”ı kastediyorum elbet.
S.A.D: Sorularımızı samimiyetle cevapladığınız için Mehmet Akif Ersoy Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi, Sühan dergisi adına sizlere teşekkür ederiz.
Dergi çıkardığım dönemlerde bile “yeni bir dergi” fikri beni hep heyecanlandırdı ve bu düşüncede olan arkadaşlarla gençlerle tecrübelerimi paylaşmaktan memnuniyet duydum. Her yeni dergi klasik söylemle yeni bir umut. Kim bilir aranızdan kimlerin dünyasında yeni kapılar aralanacak, kimlerin yıllar sonra bu hastalığı yeniden nüksedecek... Kimler bu dergiden aldığı heyecan ve şevkle edebiyat öğretmeni, şair, yazar olma sevdasına düşecek. Vefadarlığınız ve iyi niyetiniz için teşekkür ediyor, selamlarımı gönderiyorum. Güzel haberlerinizi, sayılarınızı ben de heyecanla bekliyorum.
mart 2016
26 Temmuz 2020 Pazar
hüseyin kaya ile mülakat
konuşturan: hatun uzunpınar, sivas anadolu lisesi öğrencisi.
1. Hatırlayabildiğiniz
kadarıyla nasıl bir çocuktunuz?
Çok bilmiş, büyüklerle gevezelik eden, oyun bilmeyen, oynadığında da hep kaybeden… Çok arkadaşı olan ama dostu olmayan, top oynayamayan, beden eğitimi ve müzik derslerini sevmeyen bir çocuktum hatırladığım kadarıyla. Büyüklerle sohbet etmeyi, onları dinlemeyi, meclislerinde bulunmayı severdim. Yaşıtlarımla pek anlaştığım söylenemezdi herhalde.
2. Lisedeyken
edebiyatla aranız nasıldı?
Edebiyata ilgim büyük oranda lisede başladı. Herkesten ve her şeyden çok edebiyatla aram iyi oldu o yıllarda.
3. Ailenizde
sizden başka edebiyatla uğraşan var mıydı?
Hayır, ne edebiyatla ne de sanatın başka herhangi bir dalıyla uğraşan olmadı ailemde.
4. Kendinize
örnek aldığınız birisi var mıydı?
Örnek almadan ziyade “olmak istediğim” kişiler vardı hem bizim edebiyatımızda hem de dünya edebiyatında. Lisede Necip Fazıl ve Sezai Karakoç’u ardından Tolstoy ve Exupery’yi çok sevdim. İlerleyen yıllarda Niyazi-i Mısri, Fuzuli, Şeyh Galip gibi isimler de bu listeye dahil oldu. Halen bu isimlere –belki üç beş tane daha ekleyebiliriz- saygım ve muhabbetim devam etmekte.
5. Neden
hikâye roman değil de, şiir?
Şiir diğer türlere nazaran daha içsel ve daha çok ferdi ilgilendiren bir yapı arz ediyor. Edebiyatın en yoğunlaştırılmış hali, özü belki. Roman, hikaye ya da diğer türlerin çoğunda dış dünyaya sizi taşıyan ve dışarı ile ilgili olmanız gerektiren unsurlar var sanki. Şiir için başkalarının dünyasına girmeniz, onları gözlemlemeniz, onları anlatmanız gerekmiyor. Size, siz yetiyorsunuz yani belki bu yüzden oldu. Ayrıca şair mi şiiri seçer yoksa şiir mi şairi seçer bu da düşünülmeli elbette.
Hikaye ve masal denemelerim de oldu ama şiirin farklı bir tarafı var ve izahı zor bunun.
6. Yazarken
nelerden ilham alırsınız?
Şiir arar ve bulur söyleyenini ve hiçbir zaman birbirine benzemez gelişi. O yüzden yorar, şaşırtır söyleyenini. Şiiri söylerken şair başkalarından önce kendisi yaşar onun heyecanını her sefer. Eğer alışkanlık haline gelmişse şiir söylemek ve hazırlıklıysanız zaten şiir sahihliğini, içselliğini yitiriyor demektir.
7. Sizce de
edebiyat hayatın içinde midir?
Edebiyat hayatın kendisidir ilgilenenler için. Hayatın dışında bir edebiyat elbette rüya, sayıklama ya da oyalanmadır. Belki yalanla meşgul olmaktır.
8. Türk ve
dünya edebiyatında örnek aldığınız yazarlar hangileridir?
Tolstoy, Rilke, Hesse, Andre Gide, Exupery dünya edebiyatından aklıma gelen isimler. Türk edebiyatından ise, Fuzuli, Şeyh Galip, Sümmani, Erzurumlu Emrah, Niyazı-i Mısri, Ziya Osman Saba, Sezai Karakoç gibi isimleri söylebilirim.
9. Yazacağınız
şiirleri kimlere ithaf ediyorsunuz?
(yazdığınız olmalı)
Benim için bütün şiirlerin ithafı sözün sahibine, onu söyletenedir. O’nu ima etmiyorsa da yine O’na ithaftır. Söz emanettir, emanet aldığınız bir şeyi başkasına ithaf etmek doğru değildir düşüncesindeyim.
10. Edebiyat
öğretmeni olduğunuz için mi yazar oldunuz, yoksa yazar olduğunuz için mi
edebiyat öğretmeni oldunuz?
İkincisi daha doğru. Edebiyat sevgisi beni edebiyat öğretmenliğine yönlendirdi. Umduğum gibi bir sistem ve ortamı hiçbir zaman bulamadım edebiyat öğretmenliğinde ama yine de yorulmadan yapabileceğim tek iş bu galiba.
11. “çekil gideyim
hayat” adlı kitabınızın nasıl oluştuğunu anlatır mısınız?
Çeşitli dergilerde yayımlanmış yaklaşık on yılın şiiri var o kitapta. Lise yıllarımdan beri bir kitabım olsun istemiştim; ama artık kitabım olmasa da olur, diye düşünmeye başladığım zamanlarda kitap yayımlandı. İyi mi oldu kötü mü halen karar verebilmiş değilim zihnimde. “Ne olmuşsa iyi olmuştur” diyerek geçiştiriyorum bu durumu.
12. Şiir yazarken ne
tür sorunlarla karşılaştınız?
Şiirin kendisi bir sorundur zaten.
Bu sorunu algılamakta yaşadığım sıkıntılardan belki bahsedebiliriz. Bu pek çoğumuzun ortak sorunu aslında. Kurulan ilişkiler samimi, ciddi ve sahih olmaktan öte hep çıkarlara dayalı. Tüccar ve “bizdense iyidir” mantığı dergilere, ders kitaplarına, üniversitelere kadar girmiş durumda. Temiz, sahih kişiler, ürünler bulmak çok zor. Nasıl gıda ortamında bir kirlilik varsa edebiyat şiir ortamında da aynı sağlıksız ve hormonlu ürünlerle tiplerle karşılaşmak mümkün. Bunları tanımak zararlarını görmek bazen çok zaman alıyor ve sağlığınız bozulabiliyor.
13. Yazdığınız
şiirlerin konusunu neye göre belirliyorsunuz?
O kendisini belirleyerek yazdırıyor zaten ben çok müdahale etmiyorum.
14.edebiyata karşı
siz de ilk ilgi ne zaman nasıl uyandı?
İlk gençlik yıllarımda.
15. Çalışkan bir
öğrenci miydiniz? Hangi dersleri sever, hangilerinden nefret ederdiniz?
Öğrencilik hayatınıza ilişkin anmak istediğiniz bir anınızı bizimle paylaşır
mısınız?
Tembel bir öğrenci değildim; ama çok çalışkan da değildim. Öğretmenlerimle aram hep iyi oldu ve ders, not dışındaki yönleriyle onlardan bir şeyler almaya çalıştım. Sanırım onlar da benim bu yönümü gördükleri için beni sevdiler. Tüm çıkar münasebetlerinden uzaktık yani birbirimize. O yüzden ben de öğrencilerimle benzer münasebetler kurmaya çalışıyorum. Notlardan, buçuklardan, küsuratlardan öte bir münasebet.
Liseye dair pek çok güzel hatıra var zihnimde ancak bunları yeri geldiğinde paylaşmak daha anlamlı sanırım.
16. Bugünkü
edebiyatımız hakkındaki yargınız nedir?
Durum iç acıcı görünmüyor zira ciddi bir dil problemi yaşıyoruz millet olarak. Beraberinde insanların hayat tarzları da elbette yazdıklarına siniyor. Hayatların parçalandığı, dünyaya, eğlenceye, gündelik telaşlara ömürlerin heba edildiği bir zamanda iyi ürünler, iyi şeyler görmek, görüyorum demek mümkün değil. Dışarısı, yani dış dünya olanca oburluğuyla bekliyor orada ama bana düşen kendi sorumluluklarım elbette. Yaşadığım sürece yavaş yavaş da olsa yazmam gerektiğine inanıyorum.
17. Edebiyatımızın
gelişmesi için neleri gerekli görüyorsunuz?
Suni müdahalelerle netice almak pek mümkün değil bu hususta. Toplumdaki her şey birbiriyle ilgili aslında. Edebiyatta gördüğümüz sıkıntılar müzikte de var, sinemada da var. Okullarda ve eğitim kurumlarında bazı tedbirler alınabilir belki ama bu yıllarda bile başlansa tedbirler alınmaya neticeye ulaşmak çok uzun sürecektir.
18. Son olarak
günümüz gençlerine ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?
Gençlik ve tavsiye… Zıt anlamlı kelimeler kadar uzak iki kelime aslında. Yine de düşünmelerini, okumalarını, dinlemelerini, yine düşünmelerini tavsiye ederim.
2009 nisansühan dergisi ve günümüz şiiri üzerine
konuşturan: birol biçer
1) Sühan
dergisi hakkında bize bilgi verebilir misiniz? Sivas’ta şiir adına ne gibi
çalışma ve faaliyetler mevcut?
Sühan dergisi yayın dünyasına veda edeli yaklaşık beş yıl
oluyor. İki bin üç yılında başlayan ve beş yıl süren bir ömrü oldu derginin. İlk
sene dergide her türden edebi ürüne yer verdik ancak bir süre sonra dergiye
gelen şiirlerden rahatsızlık duymaya başladık. Dergiyi ikinci yılından itibaren
“deneme” dergisine dönüştürdük ve özel sayılar yapmaya başladık. Daha önce
hiçbir derginin yapmadığı hayatın içinden konuları işledik. Yenge, dede,
oyuncak, istasyon, Sivas, kapanmış edebiyat dergileri, kar temalı özel sayılar
hazırladık. “Yenge” sayısında tüm yazarlarımız eşlerine ithaf edilmiş metinler
yazdılar. “Dede” sayısında her yazarımız kendi dedesini anlattı. Diğer
sayılarda da aynı mantıkla hazırlanmış, üzerinde yaşanmışlık izi barındıran
sahici metinlere yer verdik. Konuların hayatın içinden olması ve herkesin
yazabileceği türden olması sebebiyle farklı camialardan pek çok yazar Sühan
dergisine yazdıklarıyla katkıda bulundu. Reklamsız, şiirsiz ve resimsiz bir
edebiyat dergisiydi Sühan ve belki de edebiyatımızın “ilk” deneme dergisiydi.
Dergimiz her edebiyat dergisi gibi yayına başladı ve yayınını bitirdi ancak
diğer dergilerle hiçbir zaman benzetmedik Sühan’ı. Son sayımızı “Sühan” sayısı
olarak hazırladık ve ebediyen kepenkleri indirdik. Sühan yayımlandığı zamanın
ve şehrin çok ötesinde bir yayın çizgisi tutturdu ve dergicilik anlayışına
bambaşka yaklaşımlar getirdi. Bunu her geçen gün daha iyi gözlemleyebiliyoruz.
Sivas’taki şiir faaliyetleri ve çalışmaları konusunda aslında
Anadolu’nun diğer şehirlerinden farklı bir görünüm yok. Beş altı yıldır
düzenlenen Buruciye Şiir Akşamları başka illerden de şairlerin katılımıyla her
yıl tekrarlanıyor. Gençlerin yayımladıkları edebiyat dergilerinde, fanzinlerde
şiir halen en çok yayımlanan tür olmaya devam ediyor. Yalnız halk şiirinin
Sivas’ta diğer illere göre daha fazla rağbet gördüğünü ekleyebiliriz. Bilhassa
dernekler vasıtasıyla halk şairlerinin de pek çok faaliyeti var ilimizde.
2) Kimilerine
göre şiir son dönemlerde popülerleşmeye başladı, kimilerine göre ise şiire ilgi
gerçekte azaldı. Bu mecrayı yakından takip eden birisi olarak sizin kanaatiniz
nedir?
Şiirin her dönemde popülerleştirilen bir tarafı vardır ancak
şiirin “asıl” tarafı hiçbir zaman popüler olmadı ve olmayacak. Şiirin müzikler,
şarkılar eşliğinde, ya da başka unsurlara ilave edilerek halk arasında bir yer
edinmesi ezelden beri alışılagelen bir durum. Gerçek şiirin şairi de okuru da
parmakla gösterilecek kadar az olmuştur her dönemde. Toplumdaki ilgi “şiire”,
“şaire” değil her ikisinin de sunuluş biçiminedir.
3) Günümüzde
genel olarak şiirin geldiği noktayı nicelik ve nitelik olarak siz nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Şiir maya, öz itibariyle bin yıl önce neredeyse bu gün de
oradadır ancak dile indirgenirken durum değişir. Dilin kullanım imkânları
toplumsal olaylar ve değişikliklere bağlı olarak şairi de etkiler şüphesiz.
Alfabe değişikliği ile başlayan edebiyatımızın “yeni” şiirde süreci birkaç nesil
sonra gün yüzüne çıkmaya başladı. Yani dildeki kırılma şiiri sarstı
diyebilirim. Tabii toplumsal değişiklikler tüm dünyada olduğu gibi bizde de
edebiyatı, sanatı, şiiri farklı bir yöne doğru çevirdi sanki. Tüm bu
olumsuzluklar şiire yeni ve olumsuz bir yön vermiş gibi görünse de sahih şiirin
ve şairin talibi her dönemde birbirine yakın orandadır diye düşünüyorum.
4) Son
dönemlerde çeşitli şehirlerimizde düzenlenen şiir geceleri, şiir festivalleri,
şiir toplantıları gibi faaliyetlerin çoğaldığı gözleniyor? Bu şiire olan
ilginin canlandığı anlamına gelir mi sizce? Neden?
Büyük yayınevlerinin dahi şiir kitaplarını binbir naz ile ve
genellikle 250-500 adet basıldığını yıllardır duyuyoruz. Şiir gecelerinde
salonların dolması çok da doğru bir gösterge sayılmaz. Şiir toplumsal bir
eğlence, düşünce yahut hisleniş aracı olabileceğini sanmıyorum. Bu şiirin
fıtratına ters. Şiir geceleri senelerce şairlerin ve şairseverlerin
imkânlarıyla düzenlendi –şiirsever demiyorum- fakat son yıllarda belediyeler ve
ilgili bakanlık bu tür organizelere sahip çıkıyor. Halktan oluşan bir talep
neticesi tertip edilmiyor programlar. Çoğu zaman bazı kurumlardaki yetkin
edebiyat dostlarının çabalarıyla bu tür organizeler düzenleniyor. Bazen de
başka “kültürel” etkinlikler arasına serpiştiriliyor şiir geceleri. Tıpkı
şarkıcılar gibi bazı popüler şairler özellikle bu tür etkinliklere muhakkak
çağrılıyor. Herkes kendi vazifesini yerine getiriyor ve program bitiyor. Şiir
gecesi düzenlendiğinde dinlemeye gelen halk düzenlenmediğinde çok da merak
etmiyor niçin düzenlenmediğini.
Bu manzara çok da olumsuz değil aslında. Hatta olması gereken
şey bu. Aksini beklemek “şiir” algımızla ilgili olsa gerek.
Şiir gecelerinin şairleri bir araya getiren, onları
birbirleriyle tanıştıran, kaynaştıran güzel bir vesile olduğunu unutmamak
gerekir tabii. Şair ve şiir adına bu programlardan geriye kalan en büyük kazanç
da bu olsa gerek.
Bu tür programlar son yıllarda biraz daha amacına ulaşmaya
başladı ve şairlerden artık yalnızca şiirlerini seslendirmeleri istenmiyor.
Şairler belli konularda konuşuyor, tartışıyor, atölye çalışmaları yapıyor,
çıkarımlarda bulunuyor hatta okullarda, üniversitelerde öğrencilerle buluşup
kitap imzalıyor, şiir konuşuyor. Bu türden organizeler daha önemli bence.
5) Büyük
şehirlerin dışında, Anadolu’da şiir ve şairliğin durumunu nasıl
değerlendiriyorsunuz? Şiire olan ilgi yaygın mı? Şiir dergileri ne durumda?
Şiir mecrası olarak en etkin gördüğünüz faaliyet ve dergiler hangileri?
Örnekler verebilir misiniz?
Şiir çok da merkezde bulunmayı gerektiren bir uğraş değil
kanaatimce. Hatta kıyıda kalanların çabası var kılar şiiri. En azından benim
için bu böyle. Her dönemde ilgili ve heyecanlı gençler var. Hırslı olanlar da
var. Çocukların, gençlerin ilgisi çok da yaygın sayılmaz aslında ancak “göl
yerinden su eksik olmaz” derler bizde. Ne kurur bu damar ne de coşar…
Genel manada şiir dergilerinin durumu pek iç açıcı değil. Bu tür
yorumların ardından hemen “kime ve neye göre” soruları geliyor. Fuzuli, Şeyh
Galip, Karacoğlan, Sümmani, Necip Fazıl, Ahmet Haşim, Mehmet Akif, Sezai
Karakoç yetiştirmiş bir dile ve bu dilin kurduğu medeniyete göre…
Herhangi bir edebiyat dergisini elinize aldığınızda metinleri
okurken, bilhassa şiirleri, çoğu kez şairini merak etmiyorsunuz ve işin kötü yani
neredeyse tüm şiirleri aslında tek kişi yazıyor da farklı isimlerle farklı
dergilerde yayımlıyor gibi bir ses var şiirlerde. Belki “ses” sizlik demeliyim.
Onlarca dergi var ama yılda birkaç şiire ancak rastlayabiliyorum. Edebiyat
dergilerinin artık “etkin”liğine, seçiciliğine, mektep olma çabasına
inanmıyorum fakat Dergâh, Fayrap, Kurgan, Türk Edebiyatı, Kuyudaki Koro, Hece,
Kertenkele, Edep gibi dergileri önemsiyorum. Sayıyı artırmak mümkün…
Şiir adına faaliyet çok lakin şaibe ve samimiyetsizlik çoğunu
anlamsız kılıyor bu faaliyetleri.
bahar, 2013
23 Temmuz 2020 Perşembe
edebiyat öğretmeni, yazar hüseyin kaya ile röportaj
konuşturan:
neslihan yancı
-Merhaba
Hocam, öncelikle kendinizden biraz bahseder misiniz?
1975
doğumluyum. Sivaslıyım. 1993 yılından beri çeşitli dergilerde yazıyorum.
Üniversite yıllarımızda Rûzigâr ve iki binli yıllarda Sühan isimli edebiyat
dergilerini yayımladık arkadaşlarla. Yayımlanmış dört kitabım var. Edebiyat
öğretmeniyim aynı zamanda. On beş yıldır, mezunu olduğum Halil Rıfat Paşa
Anadolu lisesinde çalışıyorum.
-Küçüklükten
itibaren hayaliniz ne olmuştu? Okul hayatınızı anlatır mısınız?
Çocuklukta
kurulan hayaller çoğunlukla büyüklerin izlerini taşıyor. Bir dönem subay olmak
istemiştim, bir dönem pilot… Liseden itibaren edebiyat öğretmeni ve yazar, şair
olma hevesine kapıldım. Elbette edebiyat öğretmenlerimin etkisi büyük bu hevese
kapılmamda.
Okurken,
yazarken galiba bir yandan mesleğime doğru ilerliyordum o yıllarda. Lise son
sınıfta artık tek temennim vardı, o da edebiyat öğretmeni olmak. Üstelik
“yazan” bir edebiyat öğretmeni olmak.
-Hedefinize
ulaşırken çektiğiniz zorluklar neler olmuştur?
Her
alanda, her meslekte karşılaşılan sıkıntılar aslında. İmkânsızlıklar, dar
çevreler… En büyük sıkıntım galiba dost ve arkadaş çevresi edinmekti. Arkadaşım
çoktu ama okuyup yazan arkadaşlar değildi hiçbiri. Bu ihtiyacımı
öğretmenlerimle giderdim. Öğretmenlerimin bir kısmı aynı zamanda arkadaşımdı.
Yaz tatiline, şubat tatiline gittiği şehirlerden bana yeni kitaplar getiren
öğretmenlerim vardı. Çarşıda çay içmeye çağıran, kitaplığını benimle paylaşan
öğretmenlerim…
Üniversiteye
başladığımda, fakülteye benimle aynı endişelerle gelen arkadaşlarım oldu.
Fakültede de yeni hocalarımın teveccühü, teşviki sayesinde yazmaya şevkim
arttı.
Sivas’ta
yaşamak belki yazan, okuyan biri için o yıllarda sıkıntı olarak
değerlendirilebilir. Düzenlenen kültürel etkinlikler sınırlı, kitapçılar
sınırlı… Belki İstanbul’da olsam elini öpüp, sohbetini dinleyebileceğim
yazarların, şairlerin kitaplarına bile ulaşamıyorum bazen, durum öyle vahim
yani…
-Sevdiğiniz
mesleği mi yapmaktasınız başka bir meslek düşündünüz mü?
Evet,
az evvel de dedim ya… Klasik söylemle yeniden dünyaya gelsem yine öğretmen
olurdum. Yine şiir, deneme yazar, kendime kitaplardan bir dünya kurardım.
Öğretmenlik
dışında ne yapabilirdim, diye düşündüğüm vakitler de var elbet. Mesela
matbaacılık yapabileceğim bir meslek gibi görünüyor bana. Kitapçılık da öyle…
Belki size tuhaf gelecek ama çiftçilik, hayvancılık, marangozluk hoşuma giden
işler.
-Başarıya
ulaşmak için ne yapmamız gereklidir?
Sabır
ve dua kâfi lakin burada ben “başarı” kelimesine takıldım. Başarı nedir ki hiçbir
şeyin yerli yerinde kalmadığı bir dünyada? Tek başarı, insan olarak geldiğimiz
dünyada insan olarak yaşamak ve geldiğimiz gibi dönmek olsa gerek.
-Bana
ve benim gibi bu yola çıkmış gençlere tavsiyelerde bulunur musunuz?
Elbette.
Her ortamda, sürekli önünüze sürülen yazarlara ve eserlere daima bir şüphe
taşıyın. Okumaya klasiklerden başlayın. Zamanın süzgecinden günümüze kadar
gelebilmiş Doğu ve Batı klasiklerini ciddiye alın. Çok okuyun, çok yazın ama az
yayımlayın. Benzemeye çalıştığınız büyük şairler yazarlar olsun ama taklit
etmeyin, edebiyat dünyasındaki yerlerine, seslerine imrenin, özenin… Edepsiz
edebiyat olmaz, edip de olmaz. Yazarken ve okurken edep hassasiyetini koruyun.
Dünyada
yeterince çirkinlik var. Çirkinlikleri anlatmak yerine güzellikleri anlatmaya
yönelin. Çirkinlikler zamanla geçer, değişir, unutulur ama güzellikler bakidir.
Yazarken
kendinizi sıkmayın. Yazmak zor bir eylem. Canınızdan can, ruhunuzdan ruh
katmadığınız her cümle bir çeşit yalancılıktır. Kur’an’da olumsuz özellikleri çizilen
şairleri ve özelliklerini daima kalbinizde tutun ki onlara benzemeyesiniz.
Henüz
adım atmadığınız basamağı anlatmaya uğraşmak yerine üzerinde durduğunuz, geride
bıraktığınız basamağı anlatmaya çalışın.
-Yazı
yazarken hissettiğiniz duygular nelerdir?
Dünyada
iken yazmaya başlarım ama yazının bir yerlerinde mutlaka dünya ile irtibatımı
keserim. Bu trans hali değil ama o an yazdığım şeyler dışında her şey değerini
yitirir dünyada. Yazı bittikten sonra hem bir yorgunluk hem kısa bir sevinç
kalır geride. Her yazı öncesi ise bir gerginlik, daralma hissi…
-Türkiye’deki
edebiyatı nerede görüyorsunuz?
Git
gide laçkalaşan, cıvıyan, kirlenen bir yöne doğru ilerliyor. Samimiyet ve iyi
niyet uzaklaşıyor Türk edebiyatından. Genelleme yapmak istemem lakin mimarimiz,
müziğimiz nerede ise edebiyatımız da işte orada. Görebildiniz mi manzarayı siz
de.
-Edebiyat
sizin için ne ifade ediyor?
Dünyaya
ve hayata anlam verme çabası.
-Yazar
olmanızda sizi destekleyen kişi kimdir?
Lise
edebiyat hocam, Gönül Çubukçu, Mehmet Konukçu, üniversite hocalarım Nazım
Hikmet Polat, Bekir Oğuz Başaran. Sonraki yıllarda arkadaşlarım, ailem.
-Yazarlığın
size kattığı maneviyatlar nelerdir?
Sözün,
kelimelerin kutsal olduğuna iman ettim. En büyük katkısı bu.
-‘’Siyah-beyaz
vardır, gri yoktur.’’ Düşüncesine katılıyor musunuz?
Elbette.
Gri, siyahı da beyazı da değersizleştirir. Kendisi yoktur aslında varlığını
ödünç aldığı beyaz ve siyaha borçludur.
-Yazarlığa
merakınız kaç yaşlarda başladı?
Bunu
cevapladık sanırım.
-‘’Hüseyin
Kaya’yı üç kelimeyle anlatır mısınız?
Tembel,
yorgun, bıkkın.
kaynak:
https://gencyasa.wordpress.com
10
Mayıs, 2016
Mehmet
Gökhan Ay Anadolu Lisesi
Edebiyat
Kulübü
19 Temmuz 2020 Pazar
efsane dergi sühan yeniden çıkacak mı?
konuşturan:
yılmaz yılmaz
Sivas’tan
ses veren ve edebiyatın gündemine oturan birbirinden güzel özel sayıları ile
yürekleri fetheden, hiç şiir yayınlamayarak ilginç bir çıkış yapan efsane
deneme dergisi Sühan’ın süvarisi Hüseyin Kaya ile konuştuk. Kaya, yeni bir
dergi için göz kırpıyor. Hem Sühan’ı hem eğitim dünyasında yaptığı güzel işleri
sorduk.
Her
dönemde kendime yakın hissettiğim bazı dergiler var ve bu dergiler sayesinde
bahsettiğiniz hasretini az da olsa giderebilmek mümkün. Yeni bir dergi arzusu
dergiciliğe bulaşan herkeste klasik ifade ile tedavisi pek de mümkün olmayan
bir hastalıktır. Bazen aklıma bir kelime geliyor, bundan güzel dergi ismi olur,
diyerek not alıyorum bir kenara. Farklı bir font ya da kağıt gördüğümde ilk
aklıma gelen yine bu kağıt, bu font bir dergide nasıl durur, diye düşünmekten
kendimi alamıyorum.
Şu vakitler ufukta beliren bir dergi var yakın arkadaşlarla istişare halindeyiz
ancak ortaya çıkmadan bir şeyler söylemek de çok doğru değil.
Fakültedeki
derslerin daha zevkli geçtiğini söyleyebilirim. Üniversite öğrencileri lise
öğrencilerine göre daha rahat ve daha algıya açık. Fakültede dersler “ders”ten
ziyade bir etkileşim süreci olarak geçiyor. Lisedeki çocukları sınav ve
müfredat kıskacı olumsuz etkiliyor, hür düşünceden uzak tutuyor. Aynı kıskaç
içinde öğretmenlerin de hareket alanlarının daraldığını düşünüyorum. Hülasa,
üniversitede ders ve eğitim kelimelerinin altını daha rahat doldurabildiğime
inanıyorum.
Lisede hareket alanımızın dar olduğunu belirttim fakat üniversitede öncelikle
öğrencilerin seviye gruplarına göre uygulamalar, çalışmalar yapıyorum.
Dersi sevdirme hususunda ilk haftadan sonra ben devreden çıkıyorum, kitapları
okuyanlar okumayanlara şiddetle tavsiye ediyor, filmleri seyredenler
seyretmeyenlere tavsiye ediyorlar, yurtlarda, öğrenci evlerinde filmler,
kitaplar için ortamlar oluşturuyorlar. Neredeyse herkesin söyleyeceği üç beş
kelime oluyor yapılmasını istediğim faaliyetlerle ilgili.
Gençlere benim istediğim bir noktayı değil de kendi yükselebilecekleri
noktaları işaret ediyorum. Her hafta bir kitap ve yazarı üzerine hazırlık
yaparak geliyorlar derslere. Türk ve dünya edebiyatından yükte hafif pahada
ağır eserler seçiyoruz. Kitapların yanı sıra filmlerden, dergilerden
bahsettiğimiz dersler de oluyor. Sesli kitap, fanzin hazırlatıyorum mesela…
Derslerde film izletmenizin amacı nedir peki?
Filmleri derslerde izletmiyorum, öğrenciler kendi ortamlarında izliyorlar
filmleri ve derslerde bu filmlerin müzakeresini yapıyoruz. Çoğunlukla mesleki
alanda gençlerin etkileneceklerini düşündüğüm filmleri ve edebiyat
uyarlamalarını dâhil ediyorum listeye. Cennetin Rengi, Black, Reis Bey, Suç ve
Ceza, Sefiller, Ölü Ozanlar Derneği, Patch Adams gibi filmler… Kitapların
kapısını açamayan ya da tüm çabamıza rağmen sevmeyen öğrencilere en azından
böyle bir kapıyı da aralık bırakmış oluyorum bu yöntemle. Bazen filmler
kitaplardan daha etkili oluyor. Kitaplardan kaçanlar filmlere yakalanıyor
anlayacağınız.
Kınaladığınız, bu öğrenci gelecek vaat ediyor dediğiniz öğrenciler var mı? Bunlar için özel olarak bir şey yapıyor musunuz?
Her şubede birkaç öğrenci oluyor mutlaka. Bu gençler derslerden artakalan
vakitlerde mutlaka kitaplar, filmler, yazarlar, şairler, dergiler üzerine
muhabbetimiz oluyor. Dergilere, internet sitelerine yönlendirdiklerim oluyor.
Bazıları illa kendi dergilerini çıkarmak istiyor ve çıkarıyor. Onların da
ihtiyaç hissettikleri her durumda yanlarında olmaya gayret gösteriyorum.
Şiir akşamlarına değinmek istiyorum. En son Maraş şiir akşamlarına katıldınız. Bu etkinliklerden maksat hasıl oluyor mu? İlgi, hem katılımcılar hem dinleyiciler açısından, yeterli mi?
Bu tür programlardan ne beklediğinize bağlı biraz bu sorunun cevabı… Maksadınız
muhabbet ise bu türden programlarda kesinlikle maksat hasıl oluyor. Tanıştığım,
muhabbet etme imkânı bulabildiğim ağabeylerle, dostlarla çoğunlukla bu türden
programlar sayesinde bir araya geldik.
Dinleyiciler açısından da elbette kazançlı oluyor programlar. Şairlerle
tanışma, muhabbet etme, kitaplarını imzalatma imkânı buluyor onlar da. Her
şehirde şiire, edebiyata hevesli bir grup genç oluyor program sonrası çay içmek
için bekleyen. Onlarla tanışmak ve muhabbet etmek de ayrı bir güzellik.
Şiir akşamları olmalı mı, olmamalı mı yahut nasıl olmalı sorusunu pek çok
arkadaşla defalarca konuştuk, tartıştık. Hatta maksada hizmet etmediği
düşüncesiyle dört beş yıl uzak durdum şiir gecelerinden. Kalabalıkla şiire,
edebiyata… Sanata doğrudan hizmet edilemeyeceğini geç anladım biraz. Dostluk ve
muhabbetten fazla bir şey beklememek lazım hâsılı bu programlardan.
Şiir programlarının maksadını aştığı ya da maksadına hizmet etmediği durumlar
vardır elbet. Su-i emsal misal olmaz düsturunca o tür mevzulardan bahsetmek
istemem doğrusu.
Son olarak… Çekil Gideyim Hayat 2006’da çıktı. Yeni bir şiir kitabı için çok bekleyecek miyiz, var mı bir hazırlık?
Şiir hususunda tembelim. Yılda dört, beş şiir ancak tamamlayabiliyorum. 2013’te
inşallah küçük bir şiir kitabı daha yayımlamak nasip olur diye ümit ediyorum.
Teşekkür
ediyoruz, bekliyoruz efendim.
kaynak:
www.on5yirmi5.com
19
temmuz 2012
sühan dergisi hakkında hüseyin kaya ile mülakat
konuşturan:
selçuk küpçük
SÜHAN iki ayda
bir yayınlanan bir edebiyat dergisi ve Sivas’ta şair Hüseyin Kaya editörlüğünde
çıkıyor. Hüseyin Kaya Sivas’ın ve genel anlamda da dergi dünyamızın damarlarına
kan pompalıyor aslında. Geçmiş yıllarda farklı dergi tecrübelerine de sahip
olan Kaya’nın bir süre evvel Lamure Yayınlarından ilk şiir kitabı da çıktı.
SÜHAN ilk sayılarında şiir/edebiyat merkezli bir dergi iken ilerleyen
sayılarında salt deneme metinlerine yönelerek kendisine özgün bir yer edindi. Yeni
çıkan 15. sayısı da “İstasyon” temalı denemelerden oluşan bir dosya bütünlüğü
sunuyor. Bu anlamda Hüseyin Kaya ile dergisini ve duruşunu konuştuk. Özellikle
derginin şiirden uzaklaşma gerekçeleri bence yeni tartışmaları beraberinde
getirecek gibi gözüküyor.
Sühan içerik
anlamında bir dönüşüm yaşadı ve şiir/edebiyat dergisi iken salt deneme
dergiciliğine yaslanan bir yayın politikası sürüyor artık. Bu dönüşümün
gerekçeleri nelerdi?
Memlekette
metrekareye düşen şair sayısı her geçen gün artarken şiir sayısı ters bir
orantı ile azalıyor. Şiirde bir kırılma dönemi –fetret de diyebiliriz-
yaşadığımızı artık tartışmak bile lüzumsuz. Bu has şiirin tükendiği anlamına
elbette gelmiyor ancak güzel şiir çok az yazılıyor. Ayda yılda hakiki bir şiir
yayımlayabilmek için, sayfalar dolusu “meşk” kırıntılarını yayımlayamayacak
kadar kıymetlidir Sühan sayfaları. Bunun böyle olduğunu ancak derginin birinci
senesinden sonra anlayabildik.
Şiir yayımlamak ve
müteşairan ile uğraşmak hakikaten ömür törpüsü bir iş. Yazdıkları sanki çok
kıymetli metinlermiş gibi sayfa beğenmezler, sıra beğenmezler… Kafa ağrıtırlar
hasılı. Çoğu hastalıklı ve ne dediği belli olmayan metinler… açıkça söyleyecek
bir şeyi yoktur zaten çoğunun. Söyleyecek şey çok aslında ama mevzuu dışına
çıkmak istemiyorum. Zaten dergi çıkarmak sıkıntılı bir iş, bir de bunlara
katlanmamak için böyle kökten bir çözüm bulduk. Dergi zaten kapaksız, resimsiz,
reklamsız ve renksiz gibi vasıflar taşıyordu bazılarının gözünde, şiirsiz de
olsa olur, diye düşündük ve oldu.
Deneme kaçışı
olmayan bir tür. Şiir gibi geveleseniz de ortaya bir şeyler çıkmıyor ya da
bunun kıymetli şeyler olduğunu ima edip kendi kendinize havaya giremiyorsunuz.
Okur ile araya perde koyup da konuşmuyorsunuz yani. İşte bunlar ve bunlara
benzer birçok nedenler yüzünden Sühan’a şairler yalnızca nesir kapısından
girebiliyor.
Başlangıçta yine
farkına varmadığımız bir husus da kendiliğinden geldi sonraki süreçte.
Memlekette hikaye, öykü, şiir dergileri çıkmış şimdiye kadar ama “deneme”
dergisi bu güne değin var olmamış hiç. Neden bu Sühan olmasın, diye içimizden
geçti, halen de geçmekte. Sühan’a bu durum da farklı bir yol çizdi.
Sühan’ın çıkış
süreci nasıl yaşandı peki ?
Bizler az çok
gençlik yıllarımızda dergicilik işleriyle uğraşmış insanlarız. Ancak o yıllardaki
uğraşlar hep “heves” olarak kalır bilirsiniz. Birçok sebepten yaşını
doldurmadan sona erer bu dergiler. Artık büyümüştük az da olsa ama yine heyecan
vardı. Bunu bir şekilde gün yüzüne çıkarmak gerekiyordu yoksa onlarca “yitik
ağabey”lerin sonuna benzeyecekti sonumuz. Ömür tez geçiyor, hayat sürekli
üstümüze geliyordu. Boyun büküp dergahına odun taşıyacağımız ya da postuna
oturup kelamını dinleyeceğimiz büyüklerimiz ya uzaktı bizden ya da biz onlardan
uzaktaydık. Mevcut dergilerin neredeyse tamamı “çete” usulüyle çalışıyordu ve
verdiğiniz selam dahi “rüşvet” kabilinden değilse alınmıyordu. -Halen de
böyledir.- Bize ait bir hayat belirtisi olsun dedik. Durmak ihanettir dedik
kendi kendimize ve başladık. İlk sayıdan sonra sanki tüm şartlar Sühan için
hazırlanmış gibi devamı geldi… öyle de gidiyoruz.
Kapanmış
dergileri konu edinen dosyanız hariç hayatımızın içinde yer alan ama özgül
ağırlığını fark edemediğimiz oyuncak, yenge, istasyon gibi temaları merkez alan
dosyalar sundunuz. Sühan edebiyat dergiciliğimiz açısından kendisine özgün bir
yer aralayan deneme dergiciliği yaparken, aynı zamanda kalıcı dosya konuları
ile deneme yazarlarını ve yazacak olanları tahrik ediyor. Ben bunun şahsen hem
dergi, hem de yazarlar için kazanımlı bir süreç olduğunu gözlemliyorum. Bu
konuda neler söylemek istersin..
Otuz yaşıma
yaklaştığımda anladım ki aslında bize hep ters ya da uzun yolu göstermiş
birileri ve aynı kişiler sanki yalnız benim değil, şiirin, romanın, denemenin
hatta dergilerin önüne bir yol gösterici edasıyla geçmiş, nasıl bunları bir
uçurumdan aşağı yuvarlarım ya da hangi ormanın karanlıklarında kaybolmalarını
sağlarım gibi art niyetli düşüncelerin hesabını kitabını yapmış, biz de yıllar
yılı hep o hesap üzre yola devam etmişiz…
Edebiyatta bilhassa
şiirdeki asıl sıkıntı bu bence. Sühan olarak herkesin gözü önündeki konuyu
işaret ediyoruz ve herkes yazabiliyor bunu. Üfürmeden, uçmadan, ayakları yerde
yazıyor yazarlarımız ve dikkat çeken, kendini okutan, çoğalan, çoğaltan
metinler sayılar çıkıyor ortaya. İlginç değil mi yazarlarımızın gözleri,
görünmeyen bir kafdağının ardını süzmeye sonra anlatmaya çalışıyor, ama en
güzel manzarayı ayaklarıyla ezip geçiyorlar yıllar yılı farkında olmadan.
Sühan bence bu
noktada hacminden büyük bir iş başardı, başarıyor. Yazarlar dergide yazmasa
bile “yenge”, “dede”, “oyuncak”, “istasyon” temalarını taşıdılar bile
köşelerine sessiz sedasız. Benim için, dergimiz için çok önemli bu durum.
İkinci sayınızdan
itibaren meşhur Recai Güllaptan sürekli yazarınız oldu. Recai Güllaptan’ın
Sühan içerisindeki konumu, işlevi, anlamı nedir. Hatta yeni çıkan 15. sayınızda
asıl ismi ile yer aldı Bunu şunun için soruyorum: A. Turan bey günümüz Türk
şiirinin bitmişliğini savunan bir yazı yayınlamıştı. Sühan da sanırım bu vakte
denk düşen sayılarından itibaren şiirden uzaklaşarak hiç şiir yayınlamamaya
başlamıştı.
İkinci sayıya kadar
Recai üstat ile ve dolayısıyla A. Turan hocamız ile, aynı şehirde yaşıyor
olmamıza rağmen tanışmış değildim. Adını bilir, kitaplarını takip eder, uzaktan
da tanır idim ancak bir kez dahi ru be ru görüşmüşlüğümüz, muhabbet
etmişliğimiz yoktu. Sühan vesilesiyle üstada kendimi tanıtma fırsatım oldu
sonrası kendiliğinden geldi. Halen on yıl evvel kapısının çalmamış olmanın
pişmanlığını duyuyorum zaman zaman; lakin sohbet de “nasip” ile demek ki. Sühan
ve şahsım için, Recai Güllapdan da, A.Turan Hoca da büyük bir nimettir,
ağabeydir, üstattır. Bu iki isimden biri varsa dergide -kendi adıma söylüyorum-
sağıma soluma bakmadan karşıya bakabiliyorum. Recai üstadımız için derginin;
derginin “içinde” ifadesi uygun olmayabilir. O ağabeylik yapıyor, doğru bildiği
yönü işaret ve ima ediyor. Bunu yaparken de etkilemiş olmamak için çokça çaba
sarf ettiğinin farkındayım. Gördüğü olumsuzlukları da aynı şekilde
ifadelendiriyor. A.Turan Alkan’ın şiir ve şair hususundaki görüşleri her geçen
gün birileri tarafından daha benimseniyor ve farklı cümlelerle yeni bir “buluş”
gibi sürülüyor edebiyat dergilerine. O, çok zaman önce de “şairler ve şiir
aleyhinde” yine bir yazı yazdıydı ve “gençleri şiirden korumalıyız” bile
dediydi. Onu ve kast ettiği meseleleri anlamayan bilhassa şuaradan bazı zevat
esiyor, yağıyor gürlüyor, bir süre sonra bakıyorum üstat ile aynı şeyleri başka
cümlelerle orda burada yazıyor, röportajlarda söylüyor…
Ben kendisinin “şiir
ve şair” hususundaki görüşlerine sonuna kadar katılıyorum. Şiir kitabım çıkmış
olsa bile katılıyorum. Bu derin bir mevzuudur izahı sayfalar tutar, hem gerek
de yok, onca “okuma yazma” bilmeyen şaire ikinci bir hedef olmaya. A.Turan Bey
ima etmedi, söylemedi, istemedi ama beni etkilemiş olması hasebiyle dergi de
etkilemiş olmalı şairler ve şiir hususundaki görüşlerinden. -İsterseniz buna
etkilenme değil de hakikati görme, gösterme diyelim.- Sühan’da şiir neşrini
bıraktığımız andan itibaren dergi yükselişe geçti. Her dergide adını görüp
mutlu olan ve ne dediği anlaşılmayan tuhaf müteşair taifesi kendilerine bu
kapıdan ekmek çıkmayacağını anlayınca tası tarağı topladı ve başka kapılara
yöneldi. Bundan sonra Sühan için yeni bir okur ve yazar camiası oluştu. Demek
ki haklı üstat…
Tecrübe edenler iyi
bilir, bir edebiyat dergisinin editörünü en çok şairler(!) yıpratır, hatta bazı
dergileri batırmak, kapatmak için özel çaba harcar bu tür insanlar. Sayfa
beğenmezler, köşe beğenmezler, font beğenmezler, yanlarındaki önlerindeki
arkalarındaki isimlerden rahatsız olabilir ve zaman zaman küsebilirler olmadık
sebeplerden dolayı… Tüm sıkıntılar yetmiyormuş gibi dergi editörü bir de bu
türden sıkıntılar yaşar, ona bu sıkıntıları yaşatırlar. Şiir yayımlamayarak hem
bu sıkıntıları en az düzeyde yaşıyoruz…
Ben edebî
kamplaşmaların olmamasını dilesem de ne yazık ki pratikte böyle bir kırılma /
ayrışma mevcut. Sühan’ın son sayılarında benim de yakından tanıdığım ve
sosyalist düşünce geleneğinden gelen ve bugün kendisini anarşist olarak
tanımlayan şair/eleştirmen Halim Şafak da yer alıyor. Hatta bu durum biliyorsun
bir edebiyat grubunda tartışma konusu dahi olmuştu. Sen ne diyorsun bütün
bunlar karşısında..
Sühan aklıbaşında,
ayakları yerde bir dergidir. Horoz fıkrasını bilirsin, “ben polemiğe girmem,
işimi yaparım” demiş ya hani, o hesap bizimki de… ucuz ve lüzumsuz
kamplaşmalar, çeteleşmeler ve bunların bir bardak suda koparmaya çalıştığı
fırtınalar, komik tartışmalar çok gerimizde bizim. “Sühan” ismini birileri
arkaik bulsa da yirmi yıl sonrasının dergisini çıkarıyoruz biz burada. Bunu
zaman gösterecek.
Milli Gazete,
14.10.2006
16 Temmuz 2020 Perşembe
"divan şiiri" soruşturması
1. Divan şiiri sizin için ne anlam ifade ediyor?
Anadamar, okyanusa akan büyük ırmak, roman, hikaye, felsefe, sanat, din, iman, hayat, şiir…
2. Sizce Divan şiiri bugün sürdürülebilir mi? Niçin? Nasıl?
Şiir de diğer bütün sanatlar gibi hayatın içinden alır rengini.Tanzimattan beri kalbimiz, yüzümüz Batıya dönük; fakat yine de divan şiirinin coşkulu, lirik ve derin düşünce iklimi kısmi yeniliklerle devam ettirilebilir ve ettirilmelidir düşüncesindeyim. Bahsettiğim yeniliklerle şiir yazan onlarca büyük şairimiz var. Divan şiiri her şeyden önce Türk şiirinin ana damarlarından birini oluşturur. Divan şiirinden, halk şiirinden yani gelenekten beslenmeyen şiir köksüzdür ya da aşılamadır, gövdesiyle meyvesi benzemez birbirine.
3. Şiirinizde Divan şiirine mahsus hangi unsurlara yer verdiniz, yer vermek istersiniz?
Şiir, kasıt kabul etmeyen bir türdür. En azından benim yazdıklarım için bu durum böyle; dolayısıyla, illa şu unsuru şiirime taşıyacağım, şeklinde bir kaygım olmadı fakat divan şiiriyle bilhassa öğrencilik yıllarımda ilgilendim ve bu ilgi yazdıklarıma da sirayet etti. Gazeller, rubailer, kıtalar yazdım yirmi yaşımın ilk yarısına kadar.
Divan şiirimize ait mazmunları, konuları, edebi sanatları hatta nazım biçimlerini kullandım, kullanmaya da devam ediyorum. Mesnevi yazabilmeyi ya da bir divan tertip edebilmeyi isterdim mesela.
4. En son ne zaman Divan şiiri okudunuz?
Bir hafta olmamıştır… Kitaplığımda divanlar ve mesneviler daima ulaşabileceğim bir rafta durur, bazı gazeller kendisine mutlaka çağırır bir süre okumasam. Farkında olmadan ezberlediğim onlarca beyit, gazel vardır bu şekilde.
5. Kendinize yakın hissettiğiniz Divan şairi/şairleri var mı? Neden? Nasıl
Fuzûlî ve Niyaz-i Mısrî’yi kendime daha yakın hissederim. Fuzuli’deki lirizm, Niyaz-i Mısri’deki dünya ve hayat anlayışı, coşkunluk kendimi onlara yakın hissetmem için gerekli sebepler galiba. Nesimi, Eşrefoğlu Rumi, Şeyh Galib, Esrar Dede, Nef'i, Naili, Neşati, Necati gibi isimlerle listeyi uzatmak mümkün.
Teşekkür ederim. Muhabbetle...
Ben teşekkür ederim… selametle…
"kar" soruşturması
konuşturan: yılmaz yılmaz
Kar, bir geldi pir geldi. Türkiye bembeyaz… Herkes için ayrı bir anlam
ifade eder şüphesiz kar. Kar için çok güzel şiirler, öyküler ve denemeler
yazıldı. Romanlara geçti, isim oldu.
Bu karlı zamanlarda şair ve yazarlarımıza Kar tedailerini sorduk,
sizler için
Kar, sizin için
ne ifade ediyor?
Kar yağışı tıpkı güneş, ay tutulması ya da meteor yağmuru gibi bir
durum benim için. Yağmur da aynı güzellikte elbette fakat kardaki aheste hâl
sanki o an düştüğü her yere sirayet ediyor ve hayatı ahesteleştiriyor. Yağmur
yağarken koşar insanlar fakat kar yağarken kimse koşmaz mesela. Tıpkı şiir
gibi, müzik gibi ahengine kendimi kaptırdığım uzak diyarların, başka alemlerin
rüyası kar benim için. Kalbe değen bir mısra, ruhun kapılarını ardına kadar
aralayan bir nağme… Her an yaratılış durumunun, rahmetin, acizliğimizin,
sahipsiz olmayışımızın ayan beyan hatırlatılması sanki biraz.
Mevsim kış, kar varsa, oturup hangi şiiri/öyküyü/denemeyi okumak gerekir?
Elhan-ı Şita ve Dıranas’ın Kar adlı şiiri muhakkak kendini hatırlatır
bu havalarda. Sezai Karakoç’un Kar şiirini de unutmamak gerekir tabii. Çok sık
olmasa da Cahit Sıtkı’nın Kar ve Ben, Kar ve Hatıralar başlıklı şiirlerini de
hatırlatır, okurum. Bir de A. Turan ALKAN hocamızın “Kardır Yağan Üstümüze
Geceleri” ve Bir “Resimaltına Düşen Resimler” başlıklı yazısı karlı günlerde
kendine çağıran yazılardan.
Az kaldı unutuyordum, hani kar yağmadan önce kokusu gelir, çoğunlukla
ikindi üzeri hissedilir o koku. Öyle zamanlarda da “Havada Kar Sesi Var”
türküsü gelir dilime tüm coşkusuyla. Karlı Dağlar Karanlığın Kalktı mı, Kar
Yağar Bardan Bardan, Kar mı Yağmış şu Harput’un başına… sözleriyle başlayan
türküler daha başka karışır kana karlı havalarda.
Yaşadığınız yerde kar var mı? Nasıldır karlı bir memlekette hayat sürmek?
Eski kışlar kalmadı, cümlesi her kış büyüklerimiz tarafından tekrar
edilse de karın, soğuğun başşehrinde yaşıyoruz. Yılda birkaç gün de olsa
yolların arabalardan, insanlardan arındığını görmek ve bu yollarda bata çıka
yürümek büyük bir zevk benim için. Çay, çorba, soba, eş dost muhabbeti kışı
güzel memleketlerde başka bir mana kazanıyor sanki
Yazlarından ziyade kışlarını seviyorum bu şehrin. Denizi olmayan bir şehirde
yaşayabilirim ancak kışı “kış” olmayan, karın hiç değilse birkaç ay misafir
kalmadığı bir şehirde yaşamak istemem doğrusu.
kuşluk vakti dergisi şiir soruşturması
Genç
şair adayları nerede?
*Kimileri büyük şiirin, kimileri büyük şairin, kimileri de büyük dergi ve yayınevlerinin dizlerinin dibindedir muhtemelen. Muhakkak iki cami arasında şaşırıp kalanları da vardır.
Gençlerden
şiirde öne çıkan birileri var mı?
*Genç şair tanımlamasını netleştirmeliyiz evvela diye düşünüyorum. Zira ülkemizde 40 yaşlarındaki şairler dahi -zannımca gönüllerine bakılarak- halen “genç” şair sınıfında zikrediliyor.
Her şeyden önce seksen sonrası nesilde önce hayat anlayışında ve dilde yaşanan kırılmalar sanatı ve şiiri farklı bir yere sürükledi. Şiir, ulaştığı kıyıda yeni yeni kendini buluyor düşüncesindeyim. Şair adayı gençlerin çok fazla çaba sarf ettiklerini, meşk ettiklerini biliyorum ancak illa öne çıkan birilerinden ismen bahsetmek mümkün değil.
Gençlerin kendilerini öne çıkarabilmesi için
uygun ortam var mıdır?
*Gençlerin kendilerini öne çıkarabilmeleri için uygun ortam her geçen gün artıyor kanaatindeyim. Fotokopi dergilerden tutun internet dergiciliğine kadar pek çok zahmetsiz ortam var gençlerin yazdıklarını birbirleriyle paylaşabildikleri ve seslerin duyurabildikleri. Ayrıca Anadolu’nun birçok şehrinde, genç şairlere büyük kapıları işaret edecek ve onları hiçbir karşılık beklemeden gidecekleri kapının eşiğine kadar sırtında taşıyacak mütevazı dergiler, her dönemde olduğu gibi günümüzde de yayımlanmaya devam ediyor. Tüm bu söylediklerim büyük dergilerin genç şairlere kapılarının kapalı olduğu anlamına gelmiyor elbette. Son yıllarda büyük dergilerin neredeyse tamamı biraz icazet vermiş biraz da vakti gelince yetenek keşfetmiş olmak için genç şairlerin şiirlerini yayımlamaya gayret ediyorlar görebildiğim kadarıyla.