söyleşiler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
söyleşiler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ocak 2025 Perşembe

hüseyn kaya ile edebiyata dair

 konuşturan: ubeydullah öz

Hüseyn Kaya, 1975 yılında Sivas’ta doğmuş bir şair, yazar ve aynı zamanda yıllardır pek çok öğrenciye edebiyatı sevdiren bir öğretmen. Onunla ilk kez 2011’de Sivas Cumhuriyet Üniversitesinde tanıştım ve bu karşılaşma, hayatımda edebiyatın önemli bir yer edinmesine vesile oldu. Hüseyn Hocamın mihmandarlığında edebiyat dergiciliğine dostlarımızla adım attık ve hâlâ onun öğrettiklerinden feyz alarak bu yolda ilerliyoruz.

Hüseyn Kaya sadece şiir, deneme ve yer yer öyküleri ile değil, edebiyat dergiciliği konusundaki çalışmalarıyla da edebiyat dünyasında önemli izler bırakmış. 1995-1996 yıllarında arkadaşlarıyla yayımladığı Rûzigâr ve 2003-2008 yılları arasında yayımladığı ilk deneme dergimiz: Sühan. Özellikle Sühan dergisi, Türk edebiyatında yenilikçi dosya konularıyla öncü bir dergi oldu. Son sayısının üzerinden hayli zaman geçmesine rağmen konuşulmaya devam ediyor.

Uzun yıllar sonra Kurtarma Yazılısı ve Sessiz Rüya isimleri ile iki şiir kitabı yayımlayan kıymetli Hocam, hüzünle yoğrulmuş, kelimelere inançla dokunmuş, insanın hem kendine hem de hayata dair arayışlarını yansıtan bir sığınak. Benim için Hüseyn Kaya, hem kalemi hem de kişiliği ile kulluk bilinciyle inşa edilmesi gereken edebiyatın yaşayan örneği.

- Son kitabınıza "Kurtarma Yazılısı" adını verdiniz. Şiir yazmak sizin için bir sınav mı yoksa bir kurtuluş mu?

Aslında her ikisi de. Şiirin hayatın içinden damıtıldığını düşünecek olursak sınav yönü kaçınılmaz oluyor zaten. Bazı hâller şiire yansıyor ve o haller de illaki bir sınav barındırıyor içinde. Şiir kurtuluşa vesile oluyor mu, dersen kalıcı bir kurtuluştan bahsetmek mümkün değil. Şiir; aslında kıyıda bir sığınak, en çok da teselli. Yazarak kurtuluşa ulaşır mı insan, bunun cevabını bilemiyorum ancak kurtuluşa değilse bile kurtuluş mücadelesi verilebilecek bir yola taşıyabilir insanı yazmak.

- Sığınağınızda daima yanan hüzün tütsülerine sebep nedir hocam? Hüzün, sizin için bir estetik tercih mi, yoksa hayatın değişmez bir gerçeği mi?

Hüzün, keder, melal... Kimilerine göre eskimiş ve kullanılmaktan yıpranmış kelimeler bunlar. Yazmayı, sanatı hayatın değişen unsurlarına göre ayarlama çabasında olan ve yeni şeyler söylemeye çalışarak iz bırakılacağına inanların bakışı bu. İz bırakmak ya da yenilik özel bir gayretle elde edilebilecek şeyler değil oysa. Bin yılları geride bıraksak dahi insanın, insanlığın hikâyesi aynı, kalbi aynı. Hayat tarzına ve dünyaya bakışa göre konuşulacak bir konu.

Ölümü her an kalbimizde taşıdığımız, fanilik libasını sürüyerek dolaştığımız şu âlemde şayet arada bir de olsa hatırladığımız bir kalbimiz varsa hüzünden kaçmak zor. Hele de kendinize ait zamanlar ve mekânlar varsa hayatınızda hüzünden başka neye mihmandar olabilirsiniz ki? Yalnız hüznü vardır kalbi olanın diyen çiçek kalpli şaire rahmet olsun.

-şerhi gamdır okuduğum leylü nehâr bu bahtımdan

beytül ahzân imiş dünya bir ömür nalân geçiyor

Cevabınızla bu beyit geldi aklıma hocam. Şairi pek kıymetli bir büyüğümdür. Kendisini nasıl bilirsiniz?

Benim nasıl bildiğim çok da önemli değil beytin sahibini. Senin, sizlerin kanaati daha önemli. Beytin sahibi ile arada görüşüyoruz. Herkes gibi o da görüşememekten şikayetçi biliyorum. Daha çok görüşmeyi ben de istiyorum ama Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun. Belli bir yaştan sonra insan kendini dinlemesi bile lükse dönüşüyor. Keşke böyle yeni beyitler söylese, yayımlasa. Dünya bazılarına beytü’l ahzan bazılarına bağ-ı irem.  Her ikisi de sadece bir mazmun, mecaz değil.

- Hocam, beytin sahibine yani size dair bir isim karmaşası var. Hüseyin Kaya iken isminiz kitaplarınızda Hüseyn Kaya olarak kullanıyorsunuz. Bu küçücük i harfini kurban eden sebep nedir?

Bu konuda bir yazı bile yazmayı düşündüm zamanında, hayli uzun bir konu çünkü. Başlangıçta ve hatta ilk kitapta, Sühan dergisi yıllarında hiçbir sorun yoktu ismimle ilgili. Benimle aynı adı ve soyadı paylaşan bir öğrencim olmuştu geçmişte. Onun da adına Kemal ismini eklemiştik. İlerleyen yıllarda her köşeden bir Hüseyin Kaya çıkmaya başladı. Yalnız edebiyat dünyasında değil gündelik hayatta da büyük bir karmaşa başladı.  Hayatın diğer tarafındaki karmaşa en azından kimlik numarası ile azaltılabiliyor fakat edebiyat dünyasında bu karmaşanın çözümü yoktu. Hikâye göndermediğim dergilerden, dosya göndermediğim yayınevlerinden aranmaya kadar büyüdü mesele. Benim olmayan bir kitabı bana imza için getiren de oldu. Ortak arkadaşlar, büyüklerimiz; edebiyat dünyasına adım atan yeni adaşlarıma, adlarına küçük eklemeler yapmaları gerektiğini söylediler. Bizim bildiğimiz, tanıdığımız bir Hüseyin Kaya var zaten, dediler. Bazıları dikkate aldı bazıları da almadı bu öneriyi. Adımı bir yerlerde görmek, bir yerlere yazdırmak gibi çabalar benden uzaktı, bu yüzden çok da umursamadım. Neticede kendime has bir üslubumun olduğunu biliyorum, gerçek okur da bunun farkında. Yine de hiç değilse adımdan bir harfi atarak bir farklılık oluşsun istedim. Farklılık mı oluştu yoksa karmaşa daha da mı arttı bilemiyorum. Anlatmak, izahını yapmak yorucu bazı şeylerin. Kitaplarda ismimin yanlış yazıldığını düşünenler bile oluyor. Kitapların tümünü Hüseyn Kaya ismiyle yeniden basmak da çok mümkün görünmüyor ama zamanla karmaşanın yerini sükunete bırakacağını düşünüyorum. Çekil Gideyim Hayat adını taşıyan ilk kitabımda da düşünmüştüm adımı Hüseyn Kaya şeklinde yazmayı fakat o zamanlar Hüseyin Kaya bereketi yoktu ve bir anlamı olmayacaktı bu yazım şeklinin, kaldı öylece. Edebiyat dünyası zaten benzer karmaşalara alışık. Yeni bir mesele değil bu durum edebiyat dünyası için. Hem zaten ismimin aslı Hüseyn. Belki de aslına dönmesi gerekiyordu, bunlar vesile oldu.

 

- Hocam, Sühan'ı anmışken hem ondan hem de Rûzigâr'dan sormak isterim müsaadenizle. Bugün bile esintileri devam eden bu iki iz’in ilk adımlarının atıldığı yıllara dönüp o günlerin heyecanıyla bugüne neler söylemek istersiniz? Önce dünü ve bugünü ile Rûzigâr diyelim.

Rûzigâr, ilk göz ağrımızdı. Ekip dergisiydi, tamamen öğrenci emeğiydi ve büyük bir teşebbüstü bizim adımıza. Bir matbaadan içeriye ilk adımı bu dergi ile attık. Detaylı olmasa da tasarım tecrübeleri, tashihler, dağıtım, reklam alma gibi şeylerle bu dergide tanıştık. Çoğul konuşuyorum çünkü gerçekten bir ekip vardı ortada ve herkes kendi vazifesini en iyi biçimde yerine getirme çabasındaydı. Yirmi yaşıma yeni attığım dönemler. Bir yıl, on üç sayı devam ettirebildik dergiyi. Öğrenci dergisi olmasına rağmen ulusal ölçekte bir karşılık bulmuştu ve bizden çok önce yayın dünyasına adım atmış kalemler de dergide yer aldı. Uzaktan, yakından pek çok dost edindik bu sayede. Rûzigâr’da yayımladığım hikâyeler de şiirler de yalnızca orada kaldı. Kitaplara almadım, zaten hikâyeye daha sonra uzun bir ara verdim.

Edebiyat fakültesinde bizden önceki dönemlerde yalnızca bir dergi çıkmıştı: Kızılırmak. Hocalarımızın da katkıda bulunduğu bir dergiydi bu ve daha bilimsel bir havası vardı dönemine göre. Rûzigâr’dan sonra bölüm öğrencilerinin çıkardığı dergi sayısında ciddi bir artış oldu. Hiçbiri on üç sayıya kadar ulaşamadı ve bu yayınların bir kısmı günümüzde fanzin olarak nitelendiren dergiler sınıfındaydı. Sühan’ın bir sayısında hızlıca yazmıştım Rûzigâr’ın hikâyesini. Diğer arkadaşları da dinlemek lazım Rûzigâr’la ilgili fakat şimdiye kadar bir şeyler yazan olmadı.

Dergiyi birlikte omuzladığımız arkadaşların çoğu ile şimdilerde görüşmüyoruz, yazmaya devam eden çok az kişi kaldı dergi kadrosundan.

- Türk Edebiyatının ilk deneme dergisi Sühan! Çağdaşlarına ve kendinden sonraki dergilere büyük etkileri olan üstad-ı sühandan söz açalım.

Açalım açmasına ama Sühan hâlen kabuk bağlamamış bir yara benim için. Söz biraz uzayacak.

Rûzigâr, yarım bir şiir gibi kalmıştı kenarda. Dergiyi kapatma sebebimiz daha çok maddi sıkıntılardı. Öğretmenlikte beşinci seneyi devirmiştim, etrafımda da birlikte bir şeyler yapmaya hevesli yeni arkadaşlar vardı. En azından öyle zannediyordum. Rûzigâr kadrosundan henüz irtibatı kesmediğimiz isimlere yeni isimleri de ekleyerek yola koyulduk. En azından maddi sorunumuz olmazdı, maaşımız vardı. İlk sayıyı Kahramanmaraş’ta basmaya niyetlendim, olmadı. Sivas’ta bastığım ilk sayı içime sinmedi çünkü teknik bir arıza yaşamıştık. Düzelti yaptığımız dosya değil de ham dosya baskıya girmişti çalışmayı bitirip matbaadan ayrılınca. Matbaada çalışmak, Rûzigârlı yıllardan kalma bir alışkanlıktı. Özetle birkaç deneme faslı yaşadık Sühan’ın ilk sayısında. Ancak ikinci sayı ile dergi kıvamını buldu. Dergi, ilk sene çok fazla rağbet görmedi. Ebadı dışında sıradan bir taşra dergisiydi, ismi bile eleştirildi özel sohbetlerde. İlk seneden sonra şiir yayımlamayı bırakıp dosya konularına yönelince derginin önü açıldı. Özel sayılar geride kaldıkça derginin tarzı, tavrı netleşti. Dergi büyüdükçe küsen, geride kalan isimler de oldu, hâlen hayırla yâd edenler de hayli fazla sağ olsunlar.

Klasik dosya konularının, özel sayıların dışında bir dergicilik anlayışıyla yürüdü Sühan sonraki dört seneyi. Sühan’dan önce dergilerin dosya konuları genellikle ya isimler üzerine ya da edebî konular üzerine hazırlanıyordu. Yenge, dede, oyuncak, istasyon, gâvur dostlarımız, kapanan edebiyat dergilerinin hikâyeleri gibi daha önce bir edebiyat dergisinde rastlanılmayan konuları, yazarlarımız sağ olsunlar samimiyetle kaleme aldılar. Sühan’dan sonra bu tarz konularla ilgili dosya hazırlayan çok dergi oldu. Hatta bizim dosya konularımızdan kitap hazırlayanlar oldu. Sivas’ta yayımlanan bir dergiydik fakat Amerika’dan, Kırgızistan’dan, Kosova’dan, Almanya’dan abonelerimiz vardı. Reklamsız, şiirsiz, resimsiz kare ebadıyla yalnızca yazıdan ibaret, kendinden kapaklı ve tek renkli bir dergiydi Sühan. Geciktiği vakit mutlaka sorulur, aranırdı.

Derginin tavrı ve tarzı anlaşıldıktan sonra zaten nitelikli bir yazar kadrosu kendiliğinden dergiye destek oldu. İdeolojik olarak birbirine çok zıt kalemler Sühan’ın sayfalarında, üstelik telifsiz, yazdılar. Edebiyatın ayıran değil birleştiren bir yönü olduğunu tecrübe ettim Sühan’la ve çok güzel insanlarla tanıştım. Kendimi, ön yargılarımı, benimsediğim düşünceleri sorguladım farklı insanlarla tanıştıkça, sohbet ettikçe. Çok ilginç gelebilir okuyanlara, dergi kendi kendisini çevirebilen bir ekonomik güce de kavuştu son zamanlarda. Son sayıyı bastığımda dergi hesabında hâlen bir miktar para kalmıştı. Kalan para ile dergiye omuz verdiğini düşündüğüm il içinde ve il dışındaki dostlara üzerinde “Bu da geçer ya Hu” yazan birer gümüş yüzük yaptırıp gönderdim.

Beş yıl sürdü Sühan heyecanı ve hiçbir sayıda heyecanımı yitirmedim. Dosya konularıydı aslında dergiyi diri tutan. Beş yılın sonunda biraz yorulduğumu hissettim. Derginin hacim hayli artmıştı. Dizgi ve mizanpajdan başlayıp kargolamaya kadar içinde olduğum ve ter döktüğüm bir süreç. Omuzlarımda ve ellerimde ikişer çantayla dergiyi tek başıma postaya verdiğim sayılar da oldu. Postanede tanıştığımız ve bana yardımcı olan genç bir arkadaş var mesela. Orada dost olduk, gözleri parlıyordu. Kendisinin de yazdığını ama emin olamadığını söylemişti. Bir süre haberleştik, yazdıklarını gönderdi, eleştiri istedi. Bir sayıda yazısına da yer verdim. Bu delikanlı şimdi edebiyat dünyamızın sevilen çocuk yazarlarından biri. Buna benzer çok güzel anılar kaldı geride.

Galiba dokuzuncu sayıda gözlerimdeki sorunu da fark etmiştim. Dergiyi kapatmak istemedim işin açığı. Çok fazla açılmıştım ve tek başıma zor oluyordu artık yetişmek. Gözlerimdeki rahatsızlık her geçen gün ilerliyordu. Sühan’ı içimizden birileri devam ettirsin ve ben yalnızca yazayım, derdindeydim. Olmadı… Sühan’ı kapatıp daha küçük bir dergi ile devam etme kararı aldım. Hatta dönem gazetelerinde bununla ilgili bir beyanım da vardır lakin sonrasına belki kırgınlık, belki dargınlık, belki yorgunluk yeni dergiye müsaade etmedi. Son sayıda Sühan’ın kendisini dosya konusu yaptım. Sözü uzatmak istemiyorum, belki bir gün bunları da yazarım bir yerlerde. Dergiye dair biraz daha kapsamlı ipucu için okurlarımız Evren Karataş Ülger’in. Edebiyatın Kılcal Damarları: Taşrada Edebiyat Dergiciliği/Sivas Örneği: Sühan Dergisi başlıklı makaleyi ve Sühan’ın 18. sayısını okuyabilirler.

Bu soruya dair son olarak şunu da söyleyeyim, şu an Türkiye’nin birbirine çok uzak illerinde yayımlanan üç okul dergisine rastladım Sühan ismini taşıyan. Az önce söylediğim gibi kitap, dosya konusu esinlenmeleri vb. durumları da düşününce Sühan için bir dergiden fazlasıydı diyorum.

 

- Sen baba / sen bilirsin bu öykünün sonunu

diye başlıyor ve

ben / böyle yaşıyorum / yaşadığımı/böyle

ben böyle geçiyorum geçtiğim ateşlerden

dizeleriyle bitiyor Geçerken adlı şiiriniz. Şiir ve denemelerinizde baba figürü üzerinden güçlü bir duygusal bağ kuruyorsunuz. Aile, özellikle baba figürü, sizde nasıl bir anlam taşıyor?

Baba, hem bizim edebiyatımızda hem de dünya edebiyatında her dönemde yer bulan bir metafor. Batılı eserlerdeki yerini zaten çoğumuz biliyoruz. Baba; aslında anne kadar içli fakat bir o kadar da sessiz, sakin bir karşılığa sahip. Yıllar önce Fuzûlî’nin Leyla vü Mecnun’unu düşünürken aklıma gelmişti, Leyla ve Mecnun bu mesnevinin kahramanı tamam ya baba? Oğlunun perişan hâli için çare arayan, hor görülen, oğluna dua eden, hatta iyileşmesi için Kabe’ye götüren baba… Bu ve benzer hikâyelerde baba, öylesine bahsedilip geçen bir figür.  Yusuf ile Züleyha’da da Yakup’un durumu aynı değil mi? Tıpkı bu eserlerde olduğu gibi baba, babalık da hayatın kenarında, ciddi ve görülmeyen tarafında maalesef. Baba, anne, evlat, kardeş, abla gibi kavramlar da aşk kadar evrensel olmasına rağmen biraz geri planda kalıyor diye düşünüyorum. Elbette istisnalar var.

Yazı ya da şiirin uzlete bakan, bireyselliğe bakan bir yanı var fakat insanlığımızı, yarımlığımızı, yalnızlığımızı paylaştığımız ya da paylaşamadığımız ailelerimiz de bizim gerçeğimiz. Edebiyat, bu gerçeğin uzağında vücut buluyorsa zaten yapaydır. Saydığım unsurların varlığı kadar yokluğu da sinmeli yazılanlara. Şiir veya yazı, bir stadyuma gidip orada her şeyi unutarak eve dönmeye benzememeli. Bütün bu söylediklerimde yaşadığım coğrafyanın, yaşamaya çalıştığım hayatın da etkisi muhakkak var. İnsan, hiçbir zaman yalnızca kendisinden ibaret değildir.

Benim yazdıklarıma gelecek olursak düzyazıdaki “baba” daha dünyaya, aileye ait bir kullanımdı. Şiirde olanlar ise aslında naat denemeleriydi.

 

-Hocam, siz bana ve arkadaşlarıma 2011 yılından beri rehberlik ediyorsunuz; Rabbim razı olsun. Muhabbetinizle nice güzel işler yapmak nasip oldu ve yıllar sonra vardığımız Serazat Edebiyat adlı bu son durağımızda da pergelin ucu hâlâ işaret ettiğiniz noktada sabit.

Tür fark etmeksizin yazmak ya da edebiyat sahasında dolaşmak isteyen birinin, Mevlana’nın pergel metaforunca ayağını sağlam basması gereken nokta neresi olmalıdır? Edebiyat ne ile inşa olmalı ve nasıl olmalıdır?

Aslında o nokta birden fazla kelimeyi karşılıyor: edep, ahlak, vicdan, fıtrat, erdem, insanlık, kulluk… Bunların üzerinden ayağın biri kaldırıldığında insanın sözün şehvetine kapılması ve şirazeden çıkması çok kolay. Bir ayağın sabit durması özgürlüğe mâni değil mi, gibi bir soru gelebilir akıllara. Meşhur bir söz vardır mealen söyleyeyim, ipini koparması uçurtmanın özgürlüğü anlamına gelmez.

Sanatçı ya da şair her şeyden önce insandır. Şiir; kalbinin ve ruhunun farkında olan insan için vardır ve insanlığın, iyi insan olma sınırlarının dışında icra edilmez.

Belki her dönemde vardı benzer şikâyetler fakat zamanımızda şiirde bir eksen kayması da söz konusu. Güzel söz söylemek ile muallakta söz söylemek farklı şeyler. Çiçekten bahseden edebî bir metin okuduğunda her insan kendi çapına göre çiçeğe dair bir şeyler anlar. Kimi rengini görür kimi kokusunu duyar kimi yalnızca çiğdemi, laleyi anlar ama çiçektir konu. Çiçekten bahseden muallaktaki bir metinden ise şairi dışında kimse çiçeği görmez, düşünmez. Muallakta söz söylemek hayli kolay ve bu kolaylık da taraftarını çoğaltıyor bu anlayışın. Kolay olandan da uzak durulması gerektiğini düşünüyorum.

Şiirin, söz söylemenin bir bedeli vardır. İçsel bir bedel bu. Acısını duymadan, zahmetini çekmeden ortaya konulan her şey sıradandır.

Bunları söylerken günümüzde ya da geçmişte ortaya konulan ve benim düşüncelerimden farklı bir çerçevede oluşturulan çalışmaları da reddetmediğimi belirteyim. Herkesin kalbinde barındırdığı şeylere göre kendi türküsünü söylediği bir dünyada yaşıyoruz.

- Şiiri, gündelik hayatta gururu incinen kelimelerin gönlünü alma çabası olarak tanımlıyorsunuz. Yalnızca bundan mı ibarettir şiir sizin için?

Estetik noktasında evet, bundan ibaret gibi görünüyor ancak genel bir şiir tanımı çok da mümkün görünmüyor. Bahsettiğiniz tanım -aslında sadece tarif- kırklı yaşlara adım attığım dönemlerde biraz şekillenmeye başladı bende. Yazmadan, söylemeden önce kelimeleri tanımak, kelimelere inanmak, onların her birini bir şahıs olarak görmek ve öyle taşımak şiire… Kelimelerin her birinin aslında canlı birer şahıs hatta dinî terminolojiyle söyleyecek olursak melek olduğunu düşünüyorum. Anlam, his taşımakla görevli melekler kelimeler. Gündelik dilde kelimeleri var oluş amacından çok uzakta ve basit şeyler için kullanıyoruz. Mekanikleştiriyoruz, ruhlarını, çağrışımlarını unutarak geride bırakıyoruz. Hangi kelime hangi kelimenin yanında bulunmaktan hoşlanıyor, düşünmüyoruz bile. Bu yüzden hırpalanan, yorulan, anlamsızlaştırılan, daraltılan kelimelere şiirin bir teselli olduğuna inandım. Kelimelerin bulundukları yerden ve taşıdıkları anlamdan şikayetçi olmadığı bir dünya olmalı şiir.

Genel manada ise şair sayısı kadar değil, şiir sayısından bile fazladır şiir tanımı lakin yine de eksiktir bütün tanımlar. Tanım, biraz da sınırlamak, somutlaştırmak değil midir? Bu da şiirin yapısına ters bir yaklaşım.

- Ara sıra hikâye de yazıyorsunuz fakat aslında şiirden çok denemeniz var. Şiirin denemeyle bir kardeşliği var mı? Neden az şiir, az hikâye ve daha çok deneme yazıyorsunuz? İlerleyen yıllarda denemeci olarak anılıp şairliğinizin geride kalmasından endişe duyuyor musunuz?

Deneme evet, şiirin küçük kardeşi gibi geliyor bana. Şiirin kıskanmadığı bir tek tür belki de. Şiir, kendisinden başka bir türe meyledince sizden uzaklaşan bir ruha sahip. Tanpınar’ın şiirde sustuklarını roman ve hikâyelerinde anlatması gibi ben de şiirde sustuklarımı denemelerde anlattım, desem yeridir. Deneme de benim için içsel bir anlatı şekli.

Bahsettiğim yazı türü gerçek deneme. Denemeye dair okur, yayıncı hatta yazar zihninde bile bir karmaşa var. Deneme ödülleri veriliyor, kitap kapaklarına kocaman harflerle “deneme” yazılıyor fakat okumaya başladığımda bu eserleri denemeden ziyade sohbet olduğunu görüyorum çoğunun. Sahih denemelere ihtiyaç var edebiyatımızda.

Hikâye türü aslında bana biraz uzak. Çok önemli bir tür ve daha çok yazmak isterim fakat sanırım şiirden kopmak istemeyişimin ön yargısı beni uzak tutuyor bu türden ya da hikâye dili oluşturamamak endişesi mi taşıyorum, bilemiyorum. Belki de yine mesele mizaç. Yazmak istediğim hikâyeler var ve yılda bir tane de olsa yazabiliyorum. Şimdilik yeterli.

Lise yıllarımdayken sadece şiirle meşguldüm ve şair olmak istiyordum çocukça bir hevesle. Deneme yazmaya da otuzlu yaşlara doğru bir büyüğümün tavsiyesi üzerine başladım. Bizde iyi şairlerin nesirleri daha da iyidir, demişti. Şiir, dili terbiye eder bu da nesri olumlu manada etkiler, demişti. Önceleri soğuk geldi bana düzyazı. Denemeyi şiire doğru sürükledikçe ya da şiiri denemeye, düzyazının biraz daha sıcak gelmeye başladığını düşünmeye başladım.

Şair olarak mı anılmak isterim, denemeci olarak mı? Buna belki dergiciliği de eklemek lazım. Endişem yok bu konuda. Hiç anılmayacak olmak bile endişelendirmiyor beni.

-Yıllarca şiir kitabı yayımlamadınız fakat 2024 yılında iki şiir kitabınız birden yayımlandı. Bunca yıllık hasret nedendi ve neden hasret 2024 yılında son buldu?

Çok yazan ve yazdıklarım illa yayımlansın, görünsün, okunsun çabasında biri değilim. Herkesin evinde, kitaplığında yazdıklarımın bulunmasını da istemem doğrusu. Şiirin, yazının mahrem bir tarafı olduğuna inanıyorum. Yazdıklarım kaybolmasın, okumak isteyen ulaşsın yeterli benim için. Kitap ya da deneme, şiir, hikâye yayımlarken ilk adımı atan ben olmadım hiçbir zaman. Kitaplarımın tümün mutlaka bir arkadaşın, dostun, ağabeyin vesilesi ile basıldı. Hâlihazırda kitaplara girmeyen metinlerden birkaç dosya çıkar fakat birilerinin istemesi ya da vesile olması gerekiyor bunun için. Bu da süreci uzatıyor. Buna tembellik de denilebilir.

2022 başlarında bir yayınevi için şiir dosyası hazırlamam istenmişti. Sessiz Rüya ismini verdiğim dosyayı gönderdim fakat araya deprem dahil çok şey girdi ve dosya kaldı. Daha sonra senin vesilenle Kurtarma Yazılısı’nı hazırladım. Kurtarma Yazılısı çıkmıştı ki Sessiz Rüya da basıldı. Son yılların şiirleri Kurtarma Yazılısı’nda yer aldı, ilk dönem şiirlerinden kitaplara almadığım gazeller de Sessiz Rüya da.

Sonraki dosyalar ne zaman çıkar, nereden çıkar ben de bilemiyorum.

Bu güzel muhabbet için çok teşekkür ederim hocam. İnşallah nice güzel eserlerde buluşmak duasıyla.

Ben de vefan ve bazı şeyleri söyleme fırsatı sunduğun için sana teşekkür ediyorum. Dergiye omuz veren, dergiyi takip eden arkadaşlara selam ediyorum. 

 kaynak: serazat dergisi, sayı:8, yıl: 2024, ekim kasım aralık.

22 Haziran 2024 Cumartesi

herkesin aynasında başka bir resme, hakikate dönüşür kelimeler

 konuşturan: eslemsena yol, melis hazal demir, nursima kayıran

1) "Aldığımız nefesten, sesimizin renginden, kalbimizin ritminden, yüzümüzün tebessümünden, bakışlarımızın dilinden bize ait bir şeyler siner yaşadığımız odaya.“ diyerek oda kavramını yaşama alanından çıkarıp bu kavrama derinlik kattığınızı fark ediyoruz. Odalarımıza bu derinliği katacak neyin ya da nelerin olmasını tavsiye edersiniz?
Oda, hem sığınak hem barınak bizler için. Tek başımıza kaldığımız, dünyayı dışarıda bıraktığımız yer. Uyuduğumuz, hayale daldığımız, okuduğumuz, yazdığımız, türkü söylediğimiz, ağladığımız, güldüğümüz yer. Tüm bu eylemleri illaki başka mekanlarda sergiliyoruz ama odamız bizim mahremimiz ve kendimiz. Özel bir çaba gerektirmez aslında bir odaya düzen vermek. Odamız bize göre şekil alır. Günler, haftalar sürse de farkında olmadan zihnimizin şeklini alır. Kitaplar varsa odanızda bir süre sonra en sevdiğiniz kitaplar biraz daha kolay ulaşılabilir bir yerlere taşınır. Sevdiğiniz nesneler, eşyalar yine gözünüzün önünde olacak şekilde yerini alır. Bu, doğal bir süreç ve müdahale ile de olacak şey değil sanırım. Yalnızca oda için de geçerli değil aslında bunlar. Oda sadece bir bölümü her şeyin ancak daha bize özel bir bölüm. 

2) Kitabınızda şairin ilhamının yara olduğunu ifade etmişsiniz. Sizin şiirlerinizi yazdıran yara nedir?
Doğrudan doğruya tek bir yaradan bahsetmek mümkün değil aslında ancak “dünya yarası” ya da “yaşamak yarası” gibi kelimelerle genellemek mümkün bunu. Yarayı bilmek, acısını duymak canlı olduğunuzun bir belirtisi ve canlı iseniz, dünyada iseniz illaki kimi iyileşmeye yüz tutan kimi iyileşmeyen kimi giderek büyüyen yaralarınız mutlaka olacaktır. İnsan, tek yönlü bir yaratık değil. Bu yüzden tek yaradan bahsetmek de mümkün değil.

3) "Herkesin aynasından başka bir resme hakikate dönüşür kelimeler." Bu cümle kelimenin anlam alanını kişiselleştiren bir özgürlük gibi geldi bana. Size bazı kelimeleri söylesem imge dünyanızda hangi resme dönüştüğünü söyler misiniz?
Kelimeler şunlar: Şiir, Gazze, anne, kalem, ayrılık
Bir önceki sorunuzla ilginç bir bağlantısı da var bu sorunuzun. “Kelime”nin anlamsal olarak kökeninin “yara” ile bağlantısı olduğunu söyler köken bilimciler. Bu bağlamda verdiğiniz her kelimenin yara ile bağlantısı da beraber geldi aklıma. 
Şiir: Her zaman söylediğim gibi: Gündelik hayatta gururu incinen kelimelerin gönlünü alma çabası.
Gazze: Sloganlardan, meydanlardan çok daha öte ve büyük bir yara.
Anne: Hayatın şiiri.
Kalem: Sırdaş, parmak, iz.
Ayrılık: İnsan.

4) Sivas soğuk havası ile tanınan şehirlerimizden biridir malumunuz. Kitabınızda "Mevsim ne olursa olsun üşüye üşüye büyürüz, üşüye üşüye yaş alırız yeryüzünde." diyerek mevsimlere ve üşümeye farklı bir bakış açısı getirmişsiniz. Sizce yüzyılımız hangi mevsimde ve niçin üşüyoruz?
Kendimizi ait hissetmediğimiz mekanlar üşütür bizi. Dünyayı sıcak bulanlar da vardır illaki. Yaşadığı çağdan memnun olan, yaşadığı çağın bahar olduğunu düşünen aklıselim kimse var mıdır geçmişte bilemiyorum. Evet, kışı yaşıyoruz bu çağda ancak yüz sene önce yaşamış olsaydık daha mı az üşürdük bilemiyorum. Söz konusu üşümenin çağdan öte yeryüzü ile bağı var. Dünya soğuk bir yer, en azından benim için. 

5) Aktif olarak eğitim camiasının içinde olduğunuzu biliyoruz, öğretmenliğin şiirlerinize bir katkısı oldu mu?
Olmadı, demek zor, ne kadar olduğunu söylemek de imkânsız. “Kurtarma Yazılısı” adında bir şiirim vardı mesela. Öğretmen olmasam şiirin adı bu olmazdı sanırım. Mezun ettiğim öğrencilerim hatırlatıyor bazen zamanın ne kadar çabuk geçtiğini ve bu da bir şekilde dünyaya bakışıma yansıyor, oradan düşünceye ve belki şiire de ulaşıyor ama bunu tek etken olarak somutlamak çok da doğru olmaz kanaatindeyim. 

6) Şiirinizde geçen aşk imgeleri ve aşk çağrışımları bizleri çok etkiledi. Ve anlıyoruz ki günümüzdeki aşk anlayışı ile sizin aşk anlayışınız arasında farklılıklar var. Sizce bu farklılıklar nelerdir? Bu kavramı bizlere açıklar mısınız?
Aşk; önemli, derin ve uzun bir konu. Üstelik çok fazla hırpalanmış, yorulmuş, üzerine astar atılmış sonra yeniden boyanmış, şekilden şekle sokulmuş bir kelime. Üzerine konuşulabilir, felsefesi yapılabilir. Romanlar, şiirler, mesneviler, filmler, şarkılar için ana damar çoğunlukla. Bu durum da bize gösteriyor ki aşk; kişilere, çağlara, yaşa hatta topluma göre de farklı anlamlar kazanan bir his. Elbette bu kelimenin bütün dillerde ve çağlarda insan gönlüne çizdiği bir resim vardır ancak o resmin ötesinde bir his olduğu aşikâr. 
Aşk; çok da anlatılabilecek, konuşulabilecek, anlamlandırılabilecek bir şey değil. Aşka çok benzeyen başka bir şey var mı diye sorarsanız, ölüm derim. İkisi de insanı dünyadan uzaklaştırır bir bakıma. İkisiyle de dünyada tanışırsınız ama ikisi de dünyaya ait şeyler değildir. Her ikisine de yakalanmanın, tutulmanın yaşı herkes için farklıdır. Aşk da ölüm de bir dünyada öldürürken sizi başka bir dünyada hayata yollar. 
Yalnızca aşk değil bütün kavramların içi yaşanılan çağa ve insanların zihnine göre dolar ya da boşalır. Aşk, onur, ev, evlat… Yani aşka, aşkın anlamına özel bir değişkenlik değil günümüzdeki farklılık. 

kaynak:
hasbihal edebiyat seçkisi, yıl:1, sayı:1, mayıs 2024

5 Ocak 2024 Cuma

kırağı dergisi üzerine bir soruşturma - hüseyn kaya

 


konuşturan: turgay yıldırım


1. Kırağı dergisi niçin yayımlandı? Dönemi içerisinde hedefleri, iddiaları ve rolü neydi? Ve sizce bunların ne kadarını gerçekleştirebildi?

İlk sorunun cevabı yani derginin niçin yayımlandığı, benden ziyade derginin emekçisi isimlerde bilhassa Tayyip Atmaca'dadır diye düşünüyorum. Ben Kırağı dergisinin çıktığı yıllarda üniversite öğrencisiydim ve Tayyip Atmaca ile tanışmak seneler sonra nasip oldu. Bu soruda benim cevap verebileceğim derginin rolü ve gerçekleştirebildikleriyle sınırlı. Kırağı dergisi günümüz şiirinin bilhassa muhafazakar çevre içinde kurulu şiirin temel taşlarından biri diyebilirim. Dergide şiiri yahut şiire dair yazısı bulunan isimlere dikkatle bakıldığında günümüz şairlerinin ve hatta akademisyenlerinin, günümüz dergicilerinin çoğuna rastlamak mümkün olacaktır. Bu yönüyle Kırağı bu camiaya atılmış bir edebiyat tohumuydu diye düşünüyorum. Dergicilik ve yayıncılık anlayışıyla özgün bir duruşu vardı. Para ile satılmayan, okuruna posta pulu karşılığı gönderilen ve dönemin genç isimlerini mütevazı sayfalarında ağırlayan bir dergiydi Kırağı, köşe başını tutmuş büyük dergilere ürün gönderemeyen, gönderse de dönüş alamayan pek çok gencin ilk göz ağrısı, yolunu beklediği biricik dergisiydi. Yalnız dergi yayıncılığı değil kitap yayıncılığı da yaptı ve yine zamanın dar imkanlarıyla özgün kitaplar yayımladı.

Hedeflerinin ne kadarını gerçekleştirebildiği sorunuza gelecek olursak: Edebiyat dergileri çoğunlukla o dönemde bir mektep olabilmek amacını mutlaka taşırdı. İllaki Kırağı'nın da bu tarz bir niyeti vardır diye düşünüyorum ve bu mektepte ders gören çok isim oldu ancak son sınıfta açık liseye geçen günümüz lise öğrencileri gibi dergide yazan çoğu isim bu okuldan diploma almak yerine başka yerlerden diploma almaya yöneldiler. Belki bir süre daha devam etseydi Kırağı bu mektebin adı konulmuş olacaktı ama nasip olmadı. Bahsettiğim gibi o dönemde ücretsiz dergi yayımlamak ve okuruna bu dergiyi ulaştırmak bile büyük bir başarıydı.

2. Bir şiir dergisi olarak Kırağı’nın dayandığı ortak bir poetik tutum var mıydı yoksa dergi, şiire gönül veren her sanatçıya kapısı açık, çoğulcu bir sanat mahfili olmaya mı çalıştı?

Ortak poetik tutum ahlak ve gelenek boyutunda vardı. Hatta dergide, ismini mealen hatırlıyorum, Günümüz İslamcı Şairlerde Yenilik Adına Sapmalar başlıklı bir yazı da mevcuttu. Bu poetik olduğu kadar düşünsel bir tavırdı da aynı zamanda. Bunun dışında insanı, insani değerleri önceleyen bir tavrının olduğunu da biliyorum. Şiire gönül veren her sanatçıya, şiir üzerine sözü olan her kaleme sayfaları açıktı derginin ancak muhafazakar düşünceyi benimseyen kalemler daha yoğun olarak okuyor, ürün gönderiyordu diye düşünüyorum.

3. Edebiyatımızda taşra-merkez ilişkileri düşünüldüğünde Kırağı’nın yerini nasıl değerlendirirsiniz? Şiirin sözcülüğünü taşradan sürdürmek iddiası ve gayreti, o dönemin koşulları içerisinde nasıl bir anlam taşıyordu?

Edebiyatımızda "taşra" kendilerini "merkez" olarak nitelendiren grubun ortaya koyduğu yapay bir anlayış aslında. Yıllarca yayımlanmış yahut halen yayımlanmaya devam eden, kendisini "merkez"e koyan dergilere baktığımızda bu dergilere omuz veren isimlerin öncelikle "taşra" denilen bölgede var olduklarını görürüz. İkindi Yazıları, Kırağı, Sühan ve daha onlarca dergiyi, bu dergilerden filizlenen isimleri düşünelim, bir de büyük şehirlerde yayımlanan dergilerden tasını dolduran isimleri düşünelim...

Kırağı'nın yayımlandığı dönemde şiirin nabzı, edebiyatın nabzı büyük şehirlerdeki kurumsal dergiler kadar hatta daha canlı ve samimi Kırağı'da atıyordu. Elbette başka dergiler de vardı ama en kapsamlı olanı Kırağı idi.

Şu detay önemli idi: Bazen adresime başka şehirlerde yeni yayımlanmaya başlayan edebiyat dergileri gelirdi. Adresime nereden ulaştıklarını sorduğumda, Kırağı dergisinden, cevabını alırdım. Anadolu'da dergi ağabeyiydi de bu yönüyle Kırağı.

Kırağı, bir çılgınlık veya aşırı cesaret örneği değildi. Anadolu'da yayımlanan her dergi zaten özünde şiirin, denemenin, öykünün hülasa edebiyatın sözcülüğünü üstlenme düşüncesini de barındırır. Anadolu, diyerek daraltmayalım. Her edebiyat dergisi az çok "sözcülük" bilinciyle yayımlanmaya başlar.

4. Dergi kapatıldığında rolünü tamamlamış mıydı yoksa zorunlu sebeplerden ötürü erken bir veda mıydı yaşanan?

Derginin rolünü tamamladığını düşünmüyorum. Rolünü tamamlayarak kapanan dergiler çoğunlukla sayı bakımından üç haneli rakamlara ulaşmış dergilerdir. Zorunlu sebepler ve editör yorgunlukları bu tür dergilerin yayın hayatını bitirir. Zira derginin yükü dizgiden tashihe, poşetlenmesinden postaya verilmesine, bir en fazla birkaç kişi üzerinden yürür.

Kırağı'nın aslında yayına ara verip sonra bir süre daha yola devam etmesi sonraki dönemde yaşanacak vedanın zorunlu sebepler yüzünden olduğunun göstergesi diye düşünüyorum.

5. Sizce Kırağı dergisinden günümüz edebiyatına ve özellikle Türk şiirine kalanlar (isimler ve eserler) nelerdir? Bu yönüyle dergi sizin için ne ifade ediyor?

Hayli isim ve eser var aslında ancak bu isimlerin çoğu özgeçmişlerine Kırağı'yı dahil etmiyorlar günümüzde. Hatta Kırağı'nın bastığı şiir kitaplarını dahi zikretmeyen isimler biliyorum. Bu tavrı anlamak çok da mümkün değil.

Kırağı o zaman da önemli bir dergiydi benim için şimdi de çok önemli bir dergi. Zaman zaman açıp bakıyorum sayfalara. Samimiyet ve özgünlük, aradan geçen senelere rağmen yayımlandığı dönemki kadar canlı. Kırağı'dan sonra Kırağı'ya benzer dergiler çıktı ama hiçbirinde Kırağı'nın samimiyetini göremedim desem yeridir. Kendi yayımladığımız dergiler dışında "benim de dergimdi" diyebildiğim ender dergilerden Kırağı. Yine kendi dergilerimden sonra peş peşe şiirim yayımlanan ilk dergi. Her dergi ile duygusal bağ kurmak mümkün değil, belki gerek de yok buna ama benim için önemli bu bağ.


Turgay Yıldırım, Kırağı Dergisinin Sistematik Tahlili / Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı / Yüksek Lisans Tezi 2022

1 Aralık 2023 Cuma

kayıp söyleşi

Tarihi ve soran kişisi kayıtsız bu söyleşi ihtimal Sühan dergisinin son sayılarına doğru yapılmış. Nerede yayımlandığına, yayımlanacağına dair bir bilgi de yok. Dosyalar arasında bulunca buraya dahil etmek istedim.

Farklı açılardan sorular yöneltmeden önce üstümde “farz-ı kifaye” gibi duran şu malum soruyu sorayım da siz de rahatlayın ben de:

İlk sayılarında değişik edebi türde eserler yayınlayan Sühan; altıncı sayısından sonra çağdaş şiire kapılarını kapattı. Neden kapattı? 

Sühan’ın şiir türüyle bir problemi yoktur olamaz da. Zaten yayın kadrosuna baktığımızda hemen hepsinin şiirle de uğraştığını görürüz. Şiir yayımlamayı bırakmak ile şiire karşı olmak farklı şeylerdir. Yedinci sayımızda ifade etmeye çalıştığımız kirli şiir, şair, kokusu yüzünden şiirden Sühan olarak uzak durmayı yeğledik; ama şiire hiçbir zaman sırtımızı dönmedik. Bizim dergide nesir yayımlayan arkadaşlar başka dergilerde şiir neşretmeye devam ettiler. 

Bir insan neden dergi çıkarma ihtiyacı duyar? Sühan ne tür sancılar çekildikten sonra okuyucuya merhaba dedi?

On ve on birinci sayılarımızı kapanmış edebiyat dergilerinin birinci ağızdan anlatılan hikayelerine ayırmıştık. İki sayı boyunca farklı zamanlarda yurdumuzun farklı yerlerinde yayımlanan ve kapanmak zorunda kalan edebiyat dergilerinin hikâyeleri anlatıldı. Her birinin

hikayesi, heyecanı farklı ama özde hepsinin kaderi aynı. Dergiler dost muhabbetlerinde doğar, bazen dostlukları bitirir. Ama gerçekte bir hayat belirtisi verme gayesi taşır dışarıya karşı. İster istemez bir iz de kalır ardımızda. Para kazanmayan ya da kazanamayan ama boşta da kalmak istemeyen okuryazar insanların yapabileceği en keyifli iştir dergicilik. Öteden beri söylenegelen dergiciliğin sıkıntıları, sancıları aslında yapılan işi başkaları nazarında kıymete bindirmek için abartılan küçük ve tatlı sıkıntılardır. Bir dergi çıkaranına külfet oluyorsa sancı çektiriyorsa onu kapatmasına kim mani olabilir ki. Kapatırsınız ve tüm sıkıntılar biter. Eğer şikâyetçiyseniz tabii.

Sühan elbette huzur içinde günlük güneşlik mekânlarda çıkarılan bir dergi değil. Yayın öncesi sancılar, sıkıntılardan çok dost muhabbetleri oldu ve muhabbetten Sühan hasıl oldu. Zaman zaman kırgınlıklar, sıkıntılar elbette yaşanıyor. Ancak bunun tabii olduğunu hepimiz biliyoruz ve aldırmıyoruz.

Sühan “şiir yayımlamayan dergi” diye tanımlanırken, son zamanlarda bu özelliğine “özel sayılar yapan edebiyat dergisi” niteliğini de ekledi. Ve bu özel sayıların konularından bazıları bana çok ilginç gelmiştir. Mesela yenge özel sayısı ve gâvur dostlarımız özel sayısı… Bunu neye göre seçiyorsunuz?

Müteahhitlerin gördükleri boş arsalara bakıp ne tür ev yapılabileceğini düşünüp hesap kitap etmesi gibi, bizlerde boş sohbetlerden dolu özel sayı konuları çıkarıyoruz. Sohbeti özel sayılarda tamamlıyoruz. Herkesin tamam demediği bir sayıya başlamıyoruz. Hayatın içinden seçtiğimiz küçük ayrıntıların aslında ne kadar mühim olduğunu tespite çalışıyoruz.  Edebiyatı hayatın uzağında aramıyoruz. Biz fildişi kulelerden değil, apartman dairelerimizden, bahçeli evlerimizden yazıyoruz. Taklit etmeye çalışanlar da olmuyor değil tabii böyle bir ilk üslubu. Ama uyanık okuyucu durumun farkında.

Sühan Sivas’ta yayınlanan ve Türkiye geneline ulaşan bir dergi. “taşralı dergi” tanımlamasının zihninizi kurcalayıp, içinizi sıktığı oluyor mu? Daha doğrusu İstanbul’dan uzakta bir şehirde dergi çıkarmanın dezavantajı var mıdır?

Taşra kelimesi Sühan’ın lügatinde farklı çağrışımlarla doludur. Biz edebiyatın taşrasında olduğumuzu düşünmedik hiç, şayet merkez edebiyatsa. Taşra sizin merkezden ne anladığınıza bağlıdır. Bize batmayan, zihnimize hiçbir rahatsızlık vermeyen bir kelimedir taşra. İstanbul’da olmamak her açıdan güzel bir avantaj. Bunu orda çıkan dergilere ve bu dergilerin kadrolarına bakarak düşünüyoruz. Biz şehirleri değil, edebiyatı merkeze alıyoruz ve merkezde olduğumuza inanıyoruz.  

Şiire yeni başlayanlara neler tavsiye edersiniz?

Henüz yolun başındayken ve adı kötüye çıkmamışken şiiri bırakıp daha cıvımamış türlere yönelmelerini tavsiye ederim. Eğer ısrarcı olan varsa da, türkü söyleyip gazel okumalarını, siyasete dalmalarını, mitinglere katılmalarını, panel, sempozyum ve benzeri etkinliklerle enerjilerini dizginlemelerini, blog hazırlamalarını, fanzin çıkarmalarını eğer çete kuramıyorlarsa bir çeteye üye olmalarını tavsiye ederim.

Sühan’a tekrar dönersek Sühan’ın dört yıl ve on altı sayıdır okurlarıyla uzun soluklu bir yürüyüşü var. Dört yıl yayınlanmak başarı mıdır kültür sanat dergileri için?

Dergicilikte önemli olan derginin yaşından çok, edebiyat dünyasında bıraktığı izdir. Onlarca yıldır türlü kaynaklarla yayımına devam eden ancak yenilik namına zerre miktar ilerleyemeyen birçok dergi var edebiyat dünyasında. Hal böyle olunca bu dergilerin niçin çıktığı da ciddi bir problem aslında. Sühan ilk yılından sonra sesini ve rengini bulmuş edebiyat dünyasında apayrı bir yere oturmuş çoğu Türk Edebiyatı’nda ilkler arasında yer alması gereken özel dosyalar hazırlamış reklama asla tenezzül etmemiş farklı bir dergi. Sühan’ın asıl başarısı bu saydığımız özel vasıflarıdır.

Edebiyat dünyasında şiir ve ardından hikâye dergileri çıkmaya başladı. Bir deneme dergisi halen yayımlanmadı. Sühan’ın memleketimizin ilk deneme dergisi vasfına da layık olduğuna inanıyoruz.

Elbette temennimiz bu yürüyüşün ağır usul da olsa devam etmesi, bitmemesidir.

Sivas halkı dergisinden haberdar mı?

Haberdar olması gerekiyor mu? Önce bu soruya cevap bulmak lazım. Sühan her şeyden önce bir edebiyat dergisi. Eğer bir şehir kültürü dergisi olsaydı, Sivas’ın dergimizi tanımasını ister ve dergimize destek vermesini umardık. Ancak bir edebiyat dergisi olarak buna hakkımız olduğunu düşünmüyoruz.

Son olarak Sühan’da kimler yazıyor?

Her sayı yeni isimler yazar kadromuza dahil oluyor. Ancak, Recai Güllaptan, Berat Demirci, A.Turan Alkan, Adem Turan, Metin Önal Mengüşoğlu, Halim Şafak, Şaban Abak, Nazım H. Polat, Mustafa Muharrem, Mehmet Aycı, Sühan’a devamlı emek veren, Sühan’ı dergisi bilen her zaman kendilerine müteşekkir olduğumuz isimlerdir.

16 Temmuz 2023 Pazar

mesnevi yazabilmeyi isterdim



konuşturan: cevat akkanat

Yaşadığımız dönemin şairleri ne düşünüyor acaba Divan şiiri hakkında diye şairlerimize Divan şiirini soracağız…İlkin Hüseyin Kaya’ya sorduk..

Köklü bir edebî birikimin üzerinde hayat sürüyoruz. Şairlerimiz için klasik şiirimiz bir hazine. Peki, bu hazinenin farkında mıyız? Yeterince istifade edebiliyor muyuz yoksa böyle bir derdin sahibi değil miyiz?

Edebiyat geleneğimizin temellerinden birisi olan Divan şiiri ile alakalı, bugünün şairlerine dünün şiirini soralım istedik. Yaşadığımız dönemin şairleri ne düşünüyor acaba Divan şiiri hakkında… İlkin Hüseyin Kaya’ya soruyoruz sorularımızı...


Divan şiiri sizin için ne anlam ifade ediyor?


Ana damar, okyanusa akan büyük ırmak, roman, hikâye, felsefe, sanat, din, iman, hayat, şiir…

Sizce Divan şiiri bugün sürdürülebilir mi? Niçin? Nasıl?

Şiir de diğer bütün sanatlar gibi hayatın içinden alır rengini. Tanzimat’tan beri kalbimiz, yüzümüz Batı’ya dönük; fakat yine de divan şiirinin coşkulu, lirik ve derin düşünce iklimi kısmî yeniliklerle devam ettirilebilir ve ettirilmelidir düşüncesindeyim. Bahsettiğim yeniliklerle şiir yazan onlarca büyük şairimiz var. Divan şiiri her şeyden önce Türk şiirinin ana damarlarından birini oluşturur. Divan şiirinden, halk şiirinden yani gelenekten beslenmeyen şiir köksüzdür ya da aşılamadır, gövdesiyle meyvesi benzemez birbirine.

Şiirinizde Divan şiirine mahsus hangi unsurlara yer verdiniz, yer vermek istersiniz?

Şiir, kasıt kabul etmeyen bir türdür. En azından benim yazdıklarım için bu durum böyle. Dolayısıyla, illa şu unsuru şiirime taşıyacağım, şeklinde bir kaygım olmadı fakat Divan şiiriyle bilhassa öğrencilik yıllarımda ilgilendim ve bu ilgi yazdıklarıma da sirayet etti. Gazeller, rubailer, kıtalar yazdım yirmi yaşımın ilk yarısına kadar.

Divan şiirimize ait mazmunları, konuları, edebî sanatları hatta nazım biçimlerini kullandım, kullanmaya da devam ediyorum. Mesnevi yazabilmeyi ya da bir divan tertip edebilmeyi isterdim mesela.

En son ne zaman Divan şiiri okudunuz?

Bir hafta olmamıştır. Kitaplığımda divanlar ve mesneviler daima ulaşabileceğim bir rafta durur, bazı gazeller kendisine mutlaka çağırır bir süre okumasam. Farkında olmadan ezberlediğim onlarca beyit, gazel vardır bu şekilde.

Kendinize yakın hissettiğiniz Divan şairi/şairleri var mı? Neden? Nasıl?

Fuzûlî ve Niyaz-i Mısrî’yi kendime daha yakın hissederim. Fuzuli’deki lirizm, Niyaz-i Mısri’deki dünya ve hayat anlayışı, coşkunluk kendimi onlara yakın hissetmem için gerekli sebepler galiba. Nesimi, Eşrefoğlu Rumi, Şeyh Galib, Esrar Dede, Nef'i, Naili, Neşati, Necati gibi isimlerle listeyi uzatmak mümkün.



Cevat Akkanat sordu

2012

Kaynak: https://www.dunyabizim.com/mercek-alti/mesnevi-yazabilmeyi-isterdim-h10361.html

13 Ağustos 2020 Perşembe

hüseyin kaya ile sühan dergisi ve dergicilik üzerine söyleşi

konuşturan: beria erva eriş, semanur abidan dalkıran

S.A.D:   Cemal Süreyya  “Şairin hayatı şiire dahil”  diyor. Sühan da sizin hayatınızın bir parçası olduğunu düşünerek bize biraz Sühan’dan bahseder misiniz? Nerede, nasıl, ne zaman, kimlerle bu yolculuk için karar aldınız?

Dergi yayımlama hevesi tıpkı tiyatrocuların “sahne tozu yutmak” deyimi gibi hastalıktır, bulaşıcıdır biraz. Bir kez matbaa kokusuna, o heyecana şahit olmuşsanız o his ömür boyu bırakmaz peşini. Eski bir hastalık gibi avare kaldığınız her an hatırlatır kendisini. İki binli yılların başlarıydı. Öğrencilik yıllarımızda zaten dergi tecrübesi kazanmıştık.  Artık her birimiz maaşlı olduğumuza göre daha kaliteli ve maddi bakımdan sıkıntıya düşmeden bir dergi yayımlayabiliriz diye düşündük.  Türlü vesilelerle bir araya geldiğimiz okuyan yazan arkadaşlarla bu fikri geliştirdik ve neticede ortaya Sühan çıktı.

B.E.E:Sühan ismi Şeyh Galip Hüsnü Aşk’ına telmih mi? Bu ismi neden seçtiniz?

Eski edebiyatta sık sık zikredilen bir kelime sühan. Hatta sühan kasideleri, sühan redifli gazeller var. Dergi ismi aradığımız dönemde aklımıza gelen her kelimeyi not alıp paylaştık. Bir kış akşamı dergi kadrosunda da olan bir arkadaşla hem yürüyor hem de dergiye isim düşünüyor, konuşuyoruz. O sırada aklıma geldi, “sühan” olabilir mi, dedim. Kelimenin anlamını arkadaşların çoğu bilmiyordu.  Hem edebiyattaki karşılığını hem de Hüsn ü Aşk’taki yerini öğrenince arkadaşlar kabul etti bu ismi. Başlangıçta edebiyat çevresinden bu ismi “arkaik” bulanlar oldu ama zamanla dergimiz benimsendi ve isim kabul gördü. Hatta edebiyat çevresinden bazı kalemlerin teveccühünü dergimiz  daha ellerine ulaşmadan sırf ismi ile kazandı diyebilirim.

B.E.E: “Çıkarını düşünenlerin bir çoğu dergi çıkarır.”  Hüseyin Akın siz sühanı hangi çıkarı gözeterek çıkardınız.

Herkesin bir dergi çıkarma amacı vardır şüphesiz ve bir “çıkar” adına dergi çıkaran yüzlerce ehl-i kaleme şahitlik etmiştir edebiyat tarihimiz. Sühan’ı farklı kılan da zaten “edebiyat”tan başka bir amaç ve çıkar peşinde olmaması idi. Okuyan, yazan insanlar bu samimiyeti gördükleri için dergide desteklerini esirgemediler. “Benim”, “bizim” değil Türk edebiyatının dergisi olma endişesiyle yayınlandı Sühan.  En azından benim “çıkar” endişem olmadı. Dergiye omuz veren arkadaşlar arasında bu tür beklentileri olanlar varlığından ise son sayımızda haberdar oldum.

S.A.D: Özel sayılarınız çok ilginç geldi bize. Özellikle Yenge özel sayısı Şair, yazarlar ve dergi çıkaranlar için bu bağlamda eşleri bir engel midir? Kocaeli merkezli bir yayın olduğu için rahat olabilirsiniz.

Her derginin değilse bile Sühan gibi dergilerin ailelere getirdiği birtakım yükler mevcut. Dergici eşleri şayet edebiyata aşina değillerse sitem etmez, engel de olmaz ama çoğu zaman anlam veremez bu çabaya. Bizim anlayışımızla yayın yapan dergiler çoğu zaman evin küçük çocuğu gibidir. Yazı ve şiir, evet eşler için “kuma”dır biraz zira ömürden ömür isteyen, candan can isteyen bir yanı var yazmak fiilinin. Bu kanaat de yalnızca kendi yazı dünyam için geçerli.  Yazmayı eğlenceye yahut bir çeşit gelir kaynağına dönüştürenler için bu dediklerim geçerli olmayabilir.

B.E.E: Hazır özel sayılara girmişken 10 ve 11. Sayı kapanan dergilerin hikâyelerine ayrılmış. Bu, dergi çıkarmayı düşünenler için bir vazgeçişe neden olabileceğini hiç düşündünüz mü?

Dergi çıkarmayı düşünenleri değil, geçmişte dergi çıkaranları düşünerek hazırlandı o sayılar. Bir vefa sayısı idi her ikisi de. Aslında tek sayı ile o dosya kapanacaktı ama ilgi gördü, ikincisini de hazırladık ve bu Türkiye'de “ilk” olma niteliği taşıyan bir düşünce. Diğer sayılarımızda da olduğu gibi sonradan bu düşünceyi kullanan, tekrar eden yayınlar çıktı piyasaya. Hem de Sühan’dan hiç bahsetmeden yaptılar bu işi bazıları.  Sühan edebiyat tarihine notunu düştü bu sayılarla. Görmezden gelen yahut taklit edenler düşünsün hallerini.

Dergi çıkarma fikri öyle telkinle, konuşmayla, yahut akıl vermekle vazgeçilecek bir düşünce değil zannımca. Bir zihne dergi fikri düşmüşse dönüşü olmuyor onun, belki erteleniyor ama günün birinde mutlaka o dergi çıkıyor. İlk gençlik yıllarında çıkaramadığı dergiyi profesör olunca, vali olunca, belediye başkanı olunca çıkaran insanlar var bu ülkede.

S.A.D: 10 ve 11. Sayıları yayımlamadaki amacınız neydi?

Aslında az evvel verdim bu sorunun cevabını. Vefa sayısı idi. Belki dergi mezarlığında adı sanı bile bulunmayan merhumlar için bir taziye düşüncesi.  Hissî bir sayı idi ve yazılar da hisli idi. Geçmişte dergi çıkaran arkadaşlarımıza, emekleriniz boşa gitmedi, mesajı da vardı bu düşüncenin altında. Bu sayılar için geride kalan dergiler adına “bir rahmet okuma çabası”, “hayırlı yâd ediş” de diyebiliriz.

B.E.E:10. Sayınızdaki” Aşinaya Aşina Bigâneye Bigâneyiz!”   ve 11. sayı “Hitab-ı Aşkı Kim Anlar Kiminle Söyleşelim” başlıklarınızı oldukça manidar geldi bize. Bu bir sitem mi? 

Evet, sitem vardı biraz. Düşünün, Türkiye’nin değil dünyanın en farklı edebiyat dergisini çıkarıyorsunuz ve hatta dünyanın dört bir yanına dergiyi gönderiyorsunuz. Abartı değil bu Asya’dan Amerika’ya, Balkanlar’a, Avrupa’ya gidiyordu dergi.  Değil yayımlanmış, düşünülmemiş sayıları hazırlıyorsunuz ama kimi çevreler bu çabayı görmemek adına başını kuma sokuyor ve az evvel de dediğim gibi sizin sayılarınızdan ilham alarak çalışmalar yapıyorlar bir taraftan... Üstelik sizin çalışmalarınızı görmezden gelerek. Edebiyat camiasının maalesef böyle bir  tabakası da var. Ne diyelim, “aşinaya aşina, biganeye biganeyiz”. Halen...

S.A.D: Turan Karataş taşra dergisi hikâyesini ‘’Kabuk Bağlamayan Yara’’ olarak sundu. Sizce Sühan hala kanayan bir yara mı?

Sühan dergi olarak bir yara değil. Onurla ömür defterim arasında muhafaza ettiğim bir hoş hatıra... Bir baki sedâ. Yara, olan kısmı arkadaşlıklar, dostluklar bağlamında yaptığım hatalar ama acısı yok onun da. İnsan tarafımız bu.

B.E.E: Dergi hikâyelerinin anlatıldığı yazıların başlıkları da hayli ilginç:

-Rüzgârın Kırdığı Dal: Burak

-Palandöken Hep Karla Kaplı Kalacak

-Susku Sustu Susalı

-Kırkikindi: Sona Eren Her Türkü Yanıktır.

Dergicilik bir romantiklik mi?

Elbette romantik. Akıllıca bir izahı var mı beş yıl boyunca ek ders ücretlerini geri gelmeyeceğini bile bile dergiye yatırmamın? Akıllıca bir izahı var mı -9 dereceyi bulan arızalı bir çift göz ile sabahlara kadar dergi tasarımı, tashihi yapmanın?  Bayram günlerini, tatil günlerini hiçbir karşılık beklemeden birilerinin yazılarını tashih ile geçirmenin?..

Anadolu dergiciliği romantiktir. Mücadeleci ruh taşıyan dergiler dahi  “yel değirmenleri”ne karşı “merkez”e karşı yapılmış Don Kişotluktur.  Buralarda bir söz var “Oturduğun ahır sekisi, söylediğin İstanbul türküsü” derler.  Elbette İstanbul türküsü söylemeye çalışan dergiler de var. Allah hidayet versin...

S.A. D :Yahya kemal :

Bir bitmeyecek şevk verirken beste,

Bir tel kopar âhenk ebediyyen kesilir..diyor  Sühan'ın kapanması sizde  bu hissi uyandırdı mı?

Hayatımda bir boşluk oluştuğu doğrudur. Her hafta kapıma bir çanta dergi, kitap getiren postacının kapımızı unuttuğu doğrudur. Susmak bilmeyen telefonların artık bayramda, kandilde dahi tenhalaştığı da doğrudur. “Altın altına gider, bakır bakıra doğru”. Kurduğumuz dostluklar, tanışıklıklar olumsuzlukları unutturacak nitelikte. Ahenk kesilmedi ama değişti... Hakiki dostlar, dostluklar kaldı geriye, bu yeterli.

B.E.E: Sühan ismini bize verirken evladını evlatlık veren bir ebeveynin hüznünü duydunuz mu?

Kelimeler kimsenin değil Allah’ındır ve emanettir hepimize. Yazdıklarım dahil şahsım adına ne varsa âlemde miri malıdır. Kaynak dahi verilmeden kullanılabilir. Bilakis mutlu oldum. Fuzûlî’nin, bu ismi tercihine dair bir rivayet var biliyorsunuz. İki manalı bir kelime fuzuli... Sühan da öyle.  “Boş lakırtı” anlamı da var bu kelimenin. Ümidim güzel manası ile yayıncılığa devam etmeniz, lakin bizi de arada yad etmeniz. Bizi derken “Sühan”ı kastediyorum elbet.

S.A.D: Sorularımızı samimiyetle cevapladığınız için Mehmet Akif Ersoy Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi, Sühan dergisi adına sizlere teşekkür ederiz.

Dergi çıkardığım dönemlerde bile “yeni bir dergi” fikri beni hep heyecanlandırdı ve bu düşüncede olan arkadaşlarla gençlerle tecrübelerimi paylaşmaktan memnuniyet duydum. Her yeni dergi klasik söylemle yeni bir umut. Kim bilir aranızdan kimlerin dünyasında yeni kapılar aralanacak, kimlerin yıllar sonra bu hastalığı yeniden nüksedecek... Kimler bu dergiden aldığı heyecan ve şevkle edebiyat öğretmeni, şair, yazar olma sevdasına düşecek. Vefadarlığınız ve iyi niyetiniz için teşekkür ediyor, selamlarımı gönderiyorum. Güzel haberlerinizi, sayılarınızı ben de heyecanla bekliyorum.

mart 2016

26 Temmuz 2020 Pazar

hüseyin kaya ile mülakat

konuşturan: hatun uzunpınar, sivas anadolu lisesi öğrencisi.

1. Hatırlayabildiğiniz kadarıyla nasıl bir çocuktunuz?

Çok bilmiş, büyüklerle gevezelik eden, oyun bilmeyen, oynadığında da hep kaybeden… Çok arkadaşı olan ama dostu olmayan, top oynayamayan, beden eğitimi ve müzik derslerini sevmeyen bir çocuktum hatırladığım kadarıyla. Büyüklerle sohbet etmeyi, onları dinlemeyi, meclislerinde bulunmayı severdim. Yaşıtlarımla pek anlaştığım söylenemezdi herhalde.

 

2. Lisedeyken edebiyatla aranız nasıldı?

Edebiyata ilgim büyük oranda lisede başladı. Herkesten ve her şeyden çok edebiyatla aram iyi oldu o yıllarda.

3. Ailenizde sizden başka edebiyatla uğraşan var mıydı?

Hayır, ne edebiyatla ne de sanatın başka herhangi bir dalıyla uğraşan olmadı ailemde.

4. Kendinize örnek aldığınız birisi var mıydı?

Örnek almadan ziyade “olmak istediğim” kişiler vardı hem bizim edebiyatımızda hem de dünya edebiyatında. Lisede Necip Fazıl ve Sezai Karakoç’u ardından Tolstoy ve Exupery’yi çok sevdim. İlerleyen yıllarda Niyazi-i Mısri, Fuzuli, Şeyh Galip gibi isimler de bu listeye dahil oldu. Halen bu isimlere –belki üç beş tane daha ekleyebiliriz- saygım ve muhabbetim devam etmekte.

5. Neden hikâye roman değil de, şiir?

Şiir diğer türlere nazaran daha içsel ve daha çok ferdi ilgilendiren bir yapı arz ediyor. Edebiyatın en yoğunlaştırılmış hali, özü belki. Roman, hikaye ya da diğer türlerin çoğunda dış dünyaya sizi taşıyan ve dışarı ile ilgili olmanız gerektiren unsurlar var sanki. Şiir için başkalarının dünyasına girmeniz, onları gözlemlemeniz, onları anlatmanız gerekmiyor. Size, siz yetiyorsunuz yani belki bu yüzden oldu. Ayrıca şair mi şiiri seçer yoksa şiir mi şairi seçer bu da düşünülmeli elbette.

Hikaye ve masal denemelerim de oldu ama şiirin farklı bir tarafı var ve izahı zor bunun.

6. Yazarken nelerden ilham alırsınız?

Şiir arar ve bulur söyleyenini ve hiçbir zaman birbirine benzemez gelişi. O yüzden yorar, şaşırtır söyleyenini. Şiiri söylerken şair başkalarından önce kendisi yaşar onun heyecanını her sefer. Eğer alışkanlık haline gelmişse şiir söylemek ve hazırlıklıysanız zaten şiir sahihliğini, içselliğini yitiriyor demektir.

7. Sizce de edebiyat hayatın içinde midir?

Edebiyat hayatın kendisidir ilgilenenler için. Hayatın dışında bir edebiyat elbette rüya, sayıklama ya da oyalanmadır. Belki yalanla meşgul olmaktır.

8. Türk ve dünya edebiyatında örnek aldığınız yazarlar hangileridir?

Tolstoy, Rilke, Hesse, Andre Gide, Exupery dünya edebiyatından aklıma gelen isimler. Türk edebiyatından ise, Fuzuli, Şeyh Galip, Sümmani, Erzurumlu Emrah, Niyazı-i Mısri, Ziya Osman Saba, Sezai Karakoç gibi isimleri söylebilirim.

 

9. Yazacağınız şiirleri kimlere ithaf ediyorsunuz?

(yazdığınız olmalı)

Benim için bütün şiirlerin ithafı sözün sahibine, onu söyletenedir. O’nu ima etmiyorsa da yine O’na ithaftır. Söz emanettir, emanet aldığınız bir şeyi başkasına ithaf etmek doğru değildir düşüncesindeyim.

10. Edebiyat öğretmeni olduğunuz için mi yazar oldunuz, yoksa yazar olduğunuz için mi edebiyat öğretmeni oldunuz?

İkincisi daha doğru. Edebiyat sevgisi beni edebiyat öğretmenliğine yönlendirdi. Umduğum gibi bir sistem ve ortamı hiçbir zaman bulamadım edebiyat öğretmenliğinde ama yine de yorulmadan yapabileceğim tek iş bu galiba.

 

11. “çekil gideyim hayat” adlı kitabınızın nasıl oluştuğunu anlatır mısınız?

Çeşitli dergilerde yayımlanmış yaklaşık on yılın şiiri var o kitapta. Lise yıllarımdan beri bir kitabım olsun istemiştim; ama artık kitabım olmasa da olur, diye düşünmeye başladığım zamanlarda kitap yayımlandı. İyi mi oldu kötü mü halen karar verebilmiş değilim zihnimde. “Ne olmuşsa iyi olmuştur” diyerek geçiştiriyorum bu durumu.

 

12. Şiir yazarken ne tür sorunlarla karşılaştınız?

Şiirin kendisi bir sorundur zaten.

Bu sorunu algılamakta yaşadığım sıkıntılardan belki bahsedebiliriz. Bu pek çoğumuzun ortak sorunu aslında. Kurulan ilişkiler samimi, ciddi ve sahih olmaktan öte hep çıkarlara dayalı. Tüccar ve “bizdense iyidir” mantığı dergilere, ders kitaplarına, üniversitelere kadar girmiş durumda. Temiz, sahih kişiler, ürünler bulmak çok zor. Nasıl gıda ortamında bir kirlilik varsa edebiyat şiir ortamında da aynı sağlıksız ve hormonlu ürünlerle tiplerle karşılaşmak mümkün. Bunları tanımak zararlarını görmek bazen çok zaman alıyor ve sağlığınız bozulabiliyor.

 

13. Yazdığınız şiirlerin konusunu neye göre belirliyorsunuz?

O kendisini belirleyerek yazdırıyor zaten ben çok müdahale etmiyorum.

 

14.edebiyata karşı siz de ilk ilgi ne zaman nasıl uyandı?

İlk gençlik yıllarımda.

 

15. Çalışkan bir öğrenci miydiniz? Hangi dersleri sever, hangilerinden nefret ederdiniz? Öğrencilik hayatınıza ilişkin anmak istediğiniz bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?

Tembel bir öğrenci değildim; ama çok çalışkan da değildim. Öğretmenlerimle aram hep iyi oldu ve ders, not dışındaki yönleriyle onlardan bir şeyler almaya çalıştım. Sanırım onlar da benim bu yönümü gördükleri için beni sevdiler. Tüm çıkar münasebetlerinden uzaktık yani birbirimize. O yüzden ben de öğrencilerimle benzer münasebetler kurmaya çalışıyorum. Notlardan, buçuklardan, küsuratlardan öte bir münasebet.

Liseye dair pek çok güzel hatıra var zihnimde ancak bunları yeri geldiğinde paylaşmak daha anlamlı sanırım.

 

16. Bugünkü edebiyatımız hakkındaki yargınız nedir?

Durum iç acıcı görünmüyor zira ciddi bir dil problemi yaşıyoruz millet olarak. Beraberinde insanların hayat tarzları da elbette yazdıklarına siniyor. Hayatların parçalandığı, dünyaya, eğlenceye, gündelik telaşlara ömürlerin heba edildiği bir zamanda iyi ürünler, iyi şeyler görmek, görüyorum demek mümkün değil. Dışarısı, yani dış dünya olanca oburluğuyla bekliyor orada ama bana düşen kendi sorumluluklarım elbette. Yaşadığım sürece yavaş yavaş da olsa yazmam gerektiğine inanıyorum.

17. Edebiyatımızın gelişmesi için neleri gerekli görüyorsunuz?

 

Suni müdahalelerle netice almak pek mümkün değil bu hususta. Toplumdaki her şey birbiriyle ilgili aslında. Edebiyatta gördüğümüz sıkıntılar müzikte de var, sinemada da var. Okullarda ve eğitim kurumlarında bazı tedbirler alınabilir belki ama bu yıllarda bile başlansa tedbirler alınmaya neticeye ulaşmak çok uzun sürecektir.

 

18. Son olarak günümüz gençlerine ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?

Gençlik ve tavsiye… Zıt anlamlı kelimeler kadar uzak iki kelime aslında. Yine de düşünmelerini, okumalarını, dinlemelerini, yine düşünmelerini tavsiye ederim.

2009 nisan