Bazı kelimeler vardır, telaffuz ederken hatta aklımıza geldiğinde dahi bir sızı oluşturan kalbimizde yahut bir ürperti duyuran bedenimizde. Anlamından ziyade çağrışımları, yaşanmışlığı, bizdeki karşılığının ağırlığıdır bu kelimeleri bizim için farklı kılan. Ya saklanır her şey o kelimeyi hatırlar hatırlamaz yahut hücuma geçer mazi sığınağını terk edip anılar. Yara, böyle bir kelimedir ve biz yeryüzünde dolaştıkça, nefes alıp verdikçe anlamı sürekli değişir; sızısı, resmi başkalaşır dünyamızda. Yara; yaşamanın, içinden geçtiğimiz zamanın ve hikayenin mecazıdır, kökü ruhumuzun derinliklerinde dolaşmış bir yumaktır. Bizimle büyür, değişir, eskir ve yürür bizimle yaralarımız.
Kimi geçer kimi kalır yaranın. Kimi konuşur, konuşturur sahibini ele verir kimi gizlenir, lal eder sahibini saklanır karanlığında hatıraların. Kimi yaralar kendiliğinden oluşur yüzümüzde, dilimizde, tenimizde, kimileri aşinalardan yadigardır kimileri biganelerden. Bazı yaraların merhemi olsa da bazıları merhem kabul etmez, bazı yaralar gül gibi taşınsa da sinede bazıları mahremdir kalbin en derin yerinde. Bazı yaralar tuza müpteladır bazıları dağlanmadan dönmez iyileşmeye. Çocuğun, gencin, yaşlının, zenginin, fakirin, gurbettekinin, sıladakinin herkesin bir yarası olduğu gibi var olan, can taşıyan hatta var olan her şeyin de bir yarası vardır aslında. Duvar yaralanır, gül yaralanır. Var olmanın nişanesi, yaşamanın belirtisidir yara. Yaşamak bir yaradır tenimizin üzerinde kabuk bağlamayan ve dünya yaralanmaların diyarıdır herkes, her şey için.
Öyle nazenin öyle naif bir beden ve kalptir ki insanoğluna bahşedilen; yaranın, yaraların sağanağında tamamlarız ömrümüzü saklansak bile kendimizin duldasına. Diz kapağımızda, elimizde, kolumuzda, ruhumuzda, kalbimizde yaralarla yürürüz dünya çölünde. Kapananları, uykuya yatanları, iyileşenleri illaki vardır yaraların ancak yara gider yeri gitmez. Yararının nasıl hafızamızda bir yeri varsa, yaranın da hafızası vardır ve unutmadığı gibi unutturmaz kendisine vatan seçtiği hiçbir yeri. Köklerinden yeşeren ağaçlar gibi istila eder bir kez kendisine kapısını açan her bahçeyi.
Şiirler, şarkılar, hikayeler, mesneviler, filmler, romanlar hep bir yaranın şerhi, hep bir yaranın dilidir kendisini söyleten. Yaradır şairin ilhamı, neyzenin nefesi. Yaradır bir "ah"a yükleyerek bütün acıyı, âşığa unutturan kelimeleri. Geçmişin kalbimize, ruhumuza çizdiği haritadır yara, yalnız ehli görür ve anlar onun dilini. Aynı olmasa da benzer yarayı taşıyanlar aşinadır birbirine başka başka ülkelerde, başka asırlarda yaşamış olsalar bile.
Ey tabib elden gelirse yaremi gel emleme
Yâr elinden gelmedir bu yareyi merhemleme
(Seyranî)
Dışarıdan bakıldığında sezilmese, bilinmese de her yara bir anıdır ve her yara bir hikâyedir küçücük dünyamızda çiçeklenmiş. Yaraya alışmak, yaşama alışmaktır ve yarayı durmadan kanatmak, hayattan kaçıp kendi dünyamıza sığınmaktır biraz da zira yara, sahibini yabancılaştırır her şeye, kendisine bile. Nereye, neyle açılmış olursa olsun yara bir hatırlatıştır, sınır çizgisidir hakikatle aramıza çekilmiş.
Biz yaramızı, yaralarımızı seçmeyiz çoğu zaman; bir anlık dalgınlık yahut küçük bir hata veya tedbirsizlik sonucu yara gelir ve bulur bizi. Yara hep vardır, bizi bulmadan önce de. Faniliğin bizimle konuştuğu dildir, hayatın kalbimize çize çize işlediği kelimenin harfleridir yara.
Dört harfli ve iki heceli bir kelime olsa da yara, içimizdeki lügatte anlamını sürekli tazeler, yeniler, çoğaltır. Kimi yaraların Lokman'da dahi yokken merhemi, kiminin merhemi kiminin yarasında derç edilmiştir. Bazen yâr, yaradır yârsızlığın bir yara olması gibi. Bazen dost bazen dostsuzluk yaradır yalnızlığın aynasında. Ayrılık bir yaradır mesela ezelden işlenmiş ruhumuza dünyevi vuslatların merhem olmadığı. Hasret de bir yaradır en mutlu anlarda bile kıymıktan kanatlarıyla kana bulayan içimizi. Gurbet, yaradır büyüğüyle küçüğüyle. Anlamak ve bilmek de yaradır; bilmemenin kalbimizi kanatarak attığı düğümden daha çok sızlatır içimizde bir yerleri. Sahipsizlik, yalnızlık, ümitsizlik, çaresizlik, yoksulluk, varsıllık yaradır sessizce en derinimize uzatan köklerini. Gitmek de yaradır, gidememek de. Söz de yaradır, sükût da ve zaman, zannettiğimizin aksine ilacı değildir iyileşmeyen yaraların, bizzat sebebidir. Zaman; kalbimizin, tenimizin üzerinde yürüyen ve dokunduğu, değdiği her şeyi çizen, yaralayan cam kırığı. Ölüm, kurtuluş olsa da görünen, görünmeyen bütün yaralardan; geride kalanlar için bir yaradır mezar taşlarında kanayan.
Merhem dediğimiz, derman sandığımız, yaramıza sardığımız hiçbir şey, hiçbir yarayı iyileştirmez üzerini kapatsa, acısını dindirse de. Çünkü yara dünyadır, dünyadandır. Merhem yalnızca tesellisi, ümididir yaranın.
Hep şikayet etsek de yaralarımızdan, yaraların sızısından çoğu yara, sarıldıkça değil sevildikçe güzelleşir ve teslim oldukça azaltır sızısını. Yarasını bağrında taşıyanın, bağrına basanın merhemle kalmaz işi.
Yaralarımız kadar yaşarız yeryüzünde. Yaralarımızdan döküldükçe dünyaya benliğimiz, ömrümüz kendi hakikatini kazanır. Yarası olmayanın, yarasını bulmayanın ömrü yüktür kalbinde, omuzlarında.
Yüz yerde yüz yaram var
El sanır sağ gezerim
(Elazığ Türküsü)
Herkesten, kendinden dahi sakladığın yaraların gözyaşına sığınarak dinliyorsun batan güneşin ilahisini. Diline hücum eden sözleri söylemeye takatin kalmadı. Dağladığın yaralar, sıradağlar gibi uzanıyor kısacık ömründe, ruhunun vadilerinde. Tuz dökülen yaraların kurtlanmayacağını, dağlanan yaraların kapansa da iyi olmayacağını biliyorsun oysa. Dağların, ağaçların, kuşların, çiçeklerin dahi yaralarını görüyor, sızılarını duyuyorsun. Kaç yaralı ceylan varsa masallarda vurulmuş, kalbi kalbinde atıyor. Bir yaralı keklik çırpınsa bir türküde kanı senin yaprağına damlıyor. Anlıyorsun yarasız yaşanmadığını, dolaşılmadığını dünya ormanında.
İyileşmeyecek yaraları bahçene, toprağına davet eden sendin. Ölmek için değil yaşamak için izin verdin ruhunda göğeren yaralara. Sendin elindeki merhemden saklayan yarasını. Taşlar, dikenler, çalılar arasından karanlıklarda yuvarladığın ruhunda; zehirli oklara, hançerlere sunduğun kalbinde oluşan kabukları kavlatarak çağırıyorsun artık aydınlığın adını. Yara kapanırsa unutmaktan korkuyorsun unutmaman gerekeni. Tanımadığın yaraların acısından tanıdığın acıların yarasına sığınıyorsun. Yakaramıyorsun, dilin yaralı; ellerini açamıyorsun, avuçların yaralı, başını kaldırıp da göğe bakamıyorsun, yüzün yaralı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder