Ne atlaslarda, ansiklopedilerde yeri var ne kartpostallarda, posterlerde resmi. Sınırları nereden başlar, nerede biter, belli değil. Bayrağı, tarihi var mı; bilemeyiz. Hayal mi, rüya mı, gerçek mi? Bu soruların cevabı bile belirsiz zihnimizde. Yaşarken kıymetini çok anlayamadığımız, sınırlarının ardına düşer düşmez özlediğimiz, aradığımız ülke; çocukluk ülkesi.
Yasalardan, öğretilmişlerden uzak; gözün gördüğünden aklın aldığından azade sonsuzluk alemi… Çocukluğunun ülkesinden hepten uzaklaşanın, o ülkenin lisanını tümüyle unutanın, oraya dair anılarını diri tutmayanın, o ülkenin şarkılarını kalbinden çıkaranın hatırlayacak neyi kalır ki dünyada?
***
Nereliyim ben? Çocukluğumdanım. Falanca ülkeden olduğum gibi çocukluk ülkesindenim ben.
Exupery
Bir yaz yağmurudur çocukluk; hangi zamanda, nerede yaşanmış olursa olsun. Fark ettirmeden ıslatır da bizi ömür boyu kurumaz elbisemiz, saçlarımız, kalbimiz. Bir kuşluk düşüdür çocukluk; biter ve bir ömür hatırlatır kendi gerçekliğini. Bir ömür izini sürer, hayra yorarız çocukluk düşünü; yürüdüğümüz yollarda, hayatın her evresinde yeniden tabir eder, yorumlatırız. Zamanla anlarız ki herkesin gördüğü bir rüyadır bu ve aynı düşü gören başka çocukların, çocuklarımızın gözlerinde ararız kendi rüyamızı, buluruz da… Gün gelir yalnız kendi çocukluğumuzu değil, çocuklarımızın dahi çocukluğunu özleriz. Neyi özler ki özlemeyen çocukluk günlerini, neyi arar ki aramayan çocukluk masumiyetini?
Kimileri kendisinin hâlâ büyümediğine inanır, inanmak ister; kimileri ara sıra da olsa çocukça düşünebildiğini, yaşayabildiğini zanneder. Kimileri için zaman zaman uğranıp gezilen temiz anılar müzesidir çocukluk diyarı; kimileri için tozlanmaya bırakılmış suskun, acı fotoğraflar albümü.
***
Zaman atının sırtına binip hızla yanımızdan uzaklaşan, bizi faniliğin ortasına terk edip giden, ayrılmak zorunda kaldığımız şeylerin ilki ve en değerlisidir çocukluk. Onun uzaklaşmasıyla uzaklaşır renkli kalemlerimizden, ağız göz çizdiğimiz güneşler, bulutlar, çiçekler. Onun uzaklaşmasıyla kurumaya yüz tutar bahçemizdeki iğde, saksımızdaki çiçek. Onun bizi terk etmesiyle kapı önlerinde kalır kediler. Onun uzaklaşmasıyla ellerimiz, yüzümüz büyür, kanatlarımız önce küçülür, sonra kaybolur. Giderken çocukluğumuz; çiçekten bir iz bırakır zihnimizde, kalbimizde bakıp bakıp kendisini hatırlayacağımız, yeniden çocuk olmayı arzulayacağımız. Biz onda kalsak da onunla kalsak da bende yaşıyorsun, bende yaşayacaksın, desek de takvimlerin, aynaların, dünyanın yüzümüze çarptığı gerçekler, masalların gerçekliğinin önüne geçer çoğu kez.
Bazen bir koku, bir tat, bir yerlerde rastladığımız eski bir çalar saat; bazen eski bir kitap, bir şarkı, cıvıltısı caddeye taşan bir okul bahçesi, sabahın erken vakitlerinde duyduğumuz bir kuşun sesi çocukluğumuzla aramızdaki mesafeyi hatırlatmaya yeter. Bir de eski resimler vardır, ansızın bir kitabın arasından karşımıza çıkan, bir akraba ziyaretinde önümüze konulan. Çocukluk günlerinden kalma her eşya, her fotoğraf bir sihirli kapıdır bizi geçmiş zamanlar yurduna, çocukluğumuzun huzurlu adasına götüren.
***
Çocuk kalbimdeki kuş
Benim çocukluğumsun
(Mustafa Ruhi Şirin)
Ne yalanlığı, faniliği vardır dünyanın çocukluğumuzda ne de zamanın baş döndüren hızı. Dünü ve yarını olmadan, arkaya bakmadan, yarını düşünmeden, bulunduğu vakti kabullenmek, elinde ve kalbinde olanla yetinerek yaşamaktır çocukluk, sonsuz bir âlemde. Güneşin tebessümüne inanırız, yıldızların sayılabileceğine, meleklerin biz uykudayken yüzümüze tebessümler çizeceğine. Kuşların dilini anlayıp ağaçlarla konuşabileceğimize inanırız bu demlerde.
Gün dolanır, ay dolanır. Heyecanla beklenen bayramlar, mevsimler bir bir geçer içimizden, yanımızdan. Uçuşur yapraklar takvimlerden. Hiçbir yere uzanamayan kollarımız, minicik boyumuz uzar; sesimizin ve gökyüzünün rengi değişir. Eskimeye başlar tenimiz de dünyadaki her şey gibi. Daha evvel hep aynı yuvarlakta dönen, sonsuzluğu kovalayan akrep ve yelkovan artık sayılarla ilerler. Zamansızlıktan zamana, sonsuzluktan dünyaya atılır kalbimiz bir kum saatinden usul usul dökülen taneler gibi. Dünlerle avunur, yarınların endişesiyle titrer kalbimiz. Telaffuz edemediğimiz, anlamını bilemediğimiz kelime kalmaz sözlüklerde. Öğreniriz dünyanın dilini, unutarak çocukluk ülkesinin lisanını.
***
Hayatımızın hangi döneminde olursak olalım; hepimizin içinde kısık sesle söylenen bir ninni, hepimizin kalbinde fısıldanarak tekrar edilen masal tekerlemesidir çocukluk.
Esasında yaşamaktan yorulduğumuzu hissettiğimiz an başlarız çocukluk cennetinden uzaklaşmaya. Tanımaktan, anlamaktan, anlatmaya çalışmaktan usandığımızda, heyecanı bittiğinde yeni başlayacak günün, bayramlar yitirdiğinde neşesini, yağmura tutulmaktan korkmaya başladığımızda çoktan dünyasına adım atmışızdır büyüklerin. Heyecan biter, keşif biter, bütün kainatla olan aşinalık kendisini yabancılığa bırakır. Yeni bir dil öğrenir dilimiz, yeni bir lügat konulur önümüze sayfaları ince. Tatlı bir rüyadan hüzünlü bir rüyaya düşer yolumuz. Büyür ve akıllanırız. Taburcu olmuş bir hastanın, geride kalmış bir yolculuğun, çoktan geçilmiş bir yaz mevsiminin yorgunluğudur gözlerimizden okunan. Acemisi olduğumuz bir dünyada yürür ayaklarımız, bakar gözlerimiz, dokunur ellerimiz heyecansız ve sevgisiz.
Yetiştirilecek işler, verilecek sınavlar, beklenen tatiller arasında çoktan unutmuşuzdur çocukluğumuzu da farkına bile varmayız çoğu zaman bu hakikatin. Sorulmadan konuşmayan, her şeyi bilen, hiç bir şeyi merak etmeyen, sebepsiz ağlayamayan, sevinemeyen bir canlıya dönüşürüz kalabalık dünyada, telaşlı ve yorgun.
Kapı pervazlarına kurşun kalemlerle aldığımız boy ölçülerimiz, yağmurlu günlerde beklerken babanın, ağabeyin, ablanın dönüşünü eve pencereye yansıyan siluetimiz gibi silinir, kaybolur. Artık masallara, rüyalara, yalanlara değil de bir yalana kanarız: dünyaya. Ne sevebiliriz çocukluğumuzda sevdiğimiz kadar bir kimseyi ne de kimseler sever bizi çocukluğumuzda sevildiğimiz gibi.
***
Nerdesin çocukluğum,
Küçüklüğüm nerdesin?
(Cevdet Kudret)
Onlarca yıl yaşarız, onlarca mevsimi geride bırakırız yeniden çocukluğumuza, çocukluğumuzun ülkesine erişebilmek adına. Yaşadıkça anlarız, çocukluğumuzdur dünyadaki cennetimiz ve anlarız önce çocuklar adım atar cennetin kapısından. Çocuk geldiğimiz dünyaya, çocuk gibi veda edebilmek için terleriz yokuşlarda, uçurum kıyılarında, sarp kayalıklarda. Koşa koşa içine daldığımız dertler, tasalar, gamlar, kasavetler yaraladığında kalbimizi dünya çölünde, en çok çocukluk adasındaki aydınlık mevsimleri özler, o günlerin hatırasına tutunuruz.
Çocukluk; kimimizin en kısa ve en güzel rüyası, kimimizin ömür boyu süren gerçeği, kimilerimizin ise çoktan geride kalmış hüzünlü hikayesi... Ruhumuzun, kalbimizin kayıp kıtası çocukluk; hepimizin yaşadığı, hepimizin içinde bir parçası yaşayan görkemli ülke.
ekim 22