22 Haziran 2024 Cumartesi

herkesin aynasında başka bir resme, hakikate dönüşür kelimeler

 konuşturan: eslemsena yol, melis hazal demir, nursima kayıran

1) "Aldığımız nefesten, sesimizin renginden, kalbimizin ritminden, yüzümüzün tebessümünden, bakışlarımızın dilinden bize ait bir şeyler siner yaşadığımız odaya.“ diyerek oda kavramını yaşama alanından çıkarıp bu kavrama derinlik kattığınızı fark ediyoruz. Odalarımıza bu derinliği katacak neyin ya da nelerin olmasını tavsiye edersiniz?
Oda, hem sığınak hem barınak bizler için. Tek başımıza kaldığımız, dünyayı dışarıda bıraktığımız yer. Uyuduğumuz, hayale daldığımız, okuduğumuz, yazdığımız, türkü söylediğimiz, ağladığımız, güldüğümüz yer. Tüm bu eylemleri illaki başka mekanlarda sergiliyoruz ama odamız bizim mahremimiz ve kendimiz. Özel bir çaba gerektirmez aslında bir odaya düzen vermek. Odamız bize göre şekil alır. Günler, haftalar sürse de farkında olmadan zihnimizin şeklini alır. Kitaplar varsa odanızda bir süre sonra en sevdiğiniz kitaplar biraz daha kolay ulaşılabilir bir yerlere taşınır. Sevdiğiniz nesneler, eşyalar yine gözünüzün önünde olacak şekilde yerini alır. Bu, doğal bir süreç ve müdahale ile de olacak şey değil sanırım. Yalnızca oda için de geçerli değil aslında bunlar. Oda sadece bir bölümü her şeyin ancak daha bize özel bir bölüm. 

2) Kitabınızda şairin ilhamının yara olduğunu ifade etmişsiniz. Sizin şiirlerinizi yazdıran yara nedir?
Doğrudan doğruya tek bir yaradan bahsetmek mümkün değil aslında ancak “dünya yarası” ya da “yaşamak yarası” gibi kelimelerle genellemek mümkün bunu. Yarayı bilmek, acısını duymak canlı olduğunuzun bir belirtisi ve canlı iseniz, dünyada iseniz illaki kimi iyileşmeye yüz tutan kimi iyileşmeyen kimi giderek büyüyen yaralarınız mutlaka olacaktır. İnsan, tek yönlü bir yaratık değil. Bu yüzden tek yaradan bahsetmek de mümkün değil.

3) "Herkesin aynasından başka bir resme hakikate dönüşür kelimeler." Bu cümle kelimenin anlam alanını kişiselleştiren bir özgürlük gibi geldi bana. Size bazı kelimeleri söylesem imge dünyanızda hangi resme dönüştüğünü söyler misiniz?
Kelimeler şunlar: Şiir, Gazze, anne, kalem, ayrılık
Bir önceki sorunuzla ilginç bir bağlantısı da var bu sorunuzun. “Kelime”nin anlamsal olarak kökeninin “yara” ile bağlantısı olduğunu söyler köken bilimciler. Bu bağlamda verdiğiniz her kelimenin yara ile bağlantısı da beraber geldi aklıma. 
Şiir: Her zaman söylediğim gibi: Gündelik hayatta gururu incinen kelimelerin gönlünü alma çabası.
Gazze: Sloganlardan, meydanlardan çok daha öte ve büyük bir yara.
Anne: Hayatın şiiri.
Kalem: Sırdaş, parmak, iz.
Ayrılık: İnsan.

4) Sivas soğuk havası ile tanınan şehirlerimizden biridir malumunuz. Kitabınızda "Mevsim ne olursa olsun üşüye üşüye büyürüz, üşüye üşüye yaş alırız yeryüzünde." diyerek mevsimlere ve üşümeye farklı bir bakış açısı getirmişsiniz. Sizce yüzyılımız hangi mevsimde ve niçin üşüyoruz?
Kendimizi ait hissetmediğimiz mekanlar üşütür bizi. Dünyayı sıcak bulanlar da vardır illaki. Yaşadığı çağdan memnun olan, yaşadığı çağın bahar olduğunu düşünen aklıselim kimse var mıdır geçmişte bilemiyorum. Evet, kışı yaşıyoruz bu çağda ancak yüz sene önce yaşamış olsaydık daha mı az üşürdük bilemiyorum. Söz konusu üşümenin çağdan öte yeryüzü ile bağı var. Dünya soğuk bir yer, en azından benim için. 

5) Aktif olarak eğitim camiasının içinde olduğunuzu biliyoruz, öğretmenliğin şiirlerinize bir katkısı oldu mu?
Olmadı, demek zor, ne kadar olduğunu söylemek de imkânsız. “Kurtarma Yazılısı” adında bir şiirim vardı mesela. Öğretmen olmasam şiirin adı bu olmazdı sanırım. Mezun ettiğim öğrencilerim hatırlatıyor bazen zamanın ne kadar çabuk geçtiğini ve bu da bir şekilde dünyaya bakışıma yansıyor, oradan düşünceye ve belki şiire de ulaşıyor ama bunu tek etken olarak somutlamak çok da doğru olmaz kanaatindeyim. 

6) Şiirinizde geçen aşk imgeleri ve aşk çağrışımları bizleri çok etkiledi. Ve anlıyoruz ki günümüzdeki aşk anlayışı ile sizin aşk anlayışınız arasında farklılıklar var. Sizce bu farklılıklar nelerdir? Bu kavramı bizlere açıklar mısınız?
Aşk; önemli, derin ve uzun bir konu. Üstelik çok fazla hırpalanmış, yorulmuş, üzerine astar atılmış sonra yeniden boyanmış, şekilden şekle sokulmuş bir kelime. Üzerine konuşulabilir, felsefesi yapılabilir. Romanlar, şiirler, mesneviler, filmler, şarkılar için ana damar çoğunlukla. Bu durum da bize gösteriyor ki aşk; kişilere, çağlara, yaşa hatta topluma göre de farklı anlamlar kazanan bir his. Elbette bu kelimenin bütün dillerde ve çağlarda insan gönlüne çizdiği bir resim vardır ancak o resmin ötesinde bir his olduğu aşikâr. 
Aşk; çok da anlatılabilecek, konuşulabilecek, anlamlandırılabilecek bir şey değil. Aşka çok benzeyen başka bir şey var mı diye sorarsanız, ölüm derim. İkisi de insanı dünyadan uzaklaştırır bir bakıma. İkisiyle de dünyada tanışırsınız ama ikisi de dünyaya ait şeyler değildir. Her ikisine de yakalanmanın, tutulmanın yaşı herkes için farklıdır. Aşk da ölüm de bir dünyada öldürürken sizi başka bir dünyada hayata yollar. 
Yalnızca aşk değil bütün kavramların içi yaşanılan çağa ve insanların zihnine göre dolar ya da boşalır. Aşk, onur, ev, evlat… Yani aşka, aşkın anlamına özel bir değişkenlik değil günümüzdeki farklılık. 

kaynak:
hasbihal edebiyat seçkisi, yıl:1, sayı:1, mayıs 2024