hüseyn kaya
Uzak bir dağ başında, bilmediği bir zamanda küçücük bir
kalbin karanlığını terk ederek, ılık bir bahar günü merhaba demişti dünyaya
küçük ve cılız gövdesiyle. Evveliyatını hatırlamıyordu. Ne kendisine ne de
gözlerini açtığı dünyaya dair bir şeyler biliyordu. Telaşlı ve ürkek
bakışlarla, dokunuşlarla günlerce kendini, etrafını tanımaya çalıştı. Hayatla
yeni kucaklaşan küçücük bir meşe palamuduydu. Önce güneşi bildi, sonra
geceyi ve gündüzü… İlk selamı ürkerek tutunduğu toprağa verdi, sonra
damarlarında dolaşan suya… Rüzgârla, yağmurla ve doluyla tanıştı kısa zaman
içinde. Dünyaya gözlerini üzerinde açtığı toprağı tanıdıkça daha güvenle uzattı
ayaklarını yere. Yaşamanın sevinciyle gelişti boy attı kısa zamanda. Üstünden
geçen bulutları gördü, ayaklarının altında toprağın, böceklerin hışırtısını
duydu. Sevdi dünyayı, bulutları, sabahlara kadar seyrettiği yıldızları ve
hayata, dünyaya verdi kendini.
Her
gün güneşi aynı heyecanla bekledi, her yağmur yağdığında aynı mutlulukla uzattı
yapraklarını su damlacıklarına, her rüzgarı incecik bedeninde hissetti. Dünya
ve etrafındaki her şey yalnızca kendisi için var edilmiş gibiydi.
***
Bir
güz sabahı üşüyerek uyandı gecenin koynundan. Büyüyen kalbi yavaşlamış gibiydi.
Güneşi hissetmek için vücudunda, günlerce çırpındı; fakat ne kadar güneşe
uzattıysa da başını ısınamadı bir türlü. Bahar boyunca sevinçle yapraklarını
uzattığı yağmur taneleri hızını artırmıştı ve rüzgar tüm gövdesini titretmeye
yetiyordu bilhassa akşam üstleri. Uzun bir uyku sarıp sarmaladı palamudun
incecik gövdesini. Birkaç hafta yalnızca üzerindeki çiğ tanelerinin güzelliğin
görmek için uyandıysa da sabahları, lapa lapa gökten inen ilk karla kendini
uykunun kollarına bıraktı. Beyaz bir yorgan gibi dört yanını kapladı kar bahara
kadar.
Uzun ve güzel rüyalar
gördü kış boyu küçük palamut kardan yorganının altında. Uzaklarda, başka
topraklarda kendisine benzeyen kardeşlerini gördü, kuş seslerini andıran çocuk
çığlıklarını ilk kez rüyasında duydu.
Kışın nasıl geride
kaldığının farkına bile varmadı bahar geldiğinde. Uzun bir uykunun
mahmurluğuyla açtı gözlerini dünyaya. Kendisi dâhil her şeyi başkalaşmış gördü.
Sanki dağlar biraz alçalmış kayalar ufalmış gibiydi. Usulca ayaklarına baktı
bayağı yukarda kalmıştı başı. Üstelik etrafında sürekli kelebekler, kuşlar
uçuşuyor; kuşların bir kısmı kollarına konmaya çalışıyor fakat hemen uçup
gidiyorlardı. Zira incecik kolları kırılacak gibi oluyordu kocaman kuşların
ağırlığından. Yine de bir kuşun koluna konması garip bir mutluluk verdi ona.
Artık
acemisi değildi dünyanın ve hayatın. Baharın güzelliğini tüm bedeninde
hissediyor, yaprak yaprak gövdesini yeşile büründürüyor, hep daha yukarılara
uzanmak, bulutlara yaklaşmak istiyordu küçücük gövdesiyle. Yağmurun nerden
geldiğini, karın nasıl yeryüzüne indiğini, bulutların nasıl sürüklendiğini,
kuşların nasıl uçtuğun merak ediyordu. Biraz da yalnızlık çekiyordu kimseyle
konuşamamaktan. Arada bir dalları arasından geçen rüzgar da olmasa iyice
yapayalnız hissedecekti kendisini kocaman dünyada çünkü etrafındaki küçük
bitkiler, çiçekler gün geçtikçe daha da aşağıda kalıyordu ve ancak bağırarak
seslerini duyurabiliyorlardı ona. Çabucak büyümenin en büyük sıkıntısı bu
olmalıydı; yalnızlık…
Güz o yıl çabuk geldi.
Önce otlar sarardı sonra çiçekler… Her sabah gövdesinden yere dökülen
yaprakları saydı bir süre. Son yaprak da kendisini terk ettiğinde ne kadar
yorucu bir baharı ve yazı geride bıraktığını düşünerek esnedi ve yine daldı
aylar sürecek uykusuna.
Güneş doğdu, battı; mevsimler döndü, yıllar birbirinin peşinde sürüklendi.
Artık saymaz oldu geride bıraktığı mevsimleri çünkü iyiden iyiye alışmıştı
dünyaya. Üstelik son birkaç yıldır yapraklar arasından başlarını uzatan küçücük
yemişleri, şapkalı çocuklar gibi savruluyorlardı sağa sola. Boyu uzadığı için
artık etrafını çok daha iyi görebiliyor, dallarında sayısız kuşları da misafir
edebiliyordu. Onca uzaklığına rağmen şehirlere, bazı vakitler gölgesi altına
gelip piknik yapan insanlar bile oluyordu. Uzun kış mevsimlerinde gördüğü
rüyaları yaşıyor başında dönen kuşların şarkıları, zaman zaman duyduğu çocuk
kahkahaları onun da başını döndürüyordu.
***
Yıllar
yılları kovaladı. Boyu uzadıkça uzadı ve gövdesi kalınlaştıkça kalınlaştı.
Ayakları yerde başı bulutlarda kocaman bir palamut ağacı olmuştu artık. Yazın
sıcağını tüm gövdesinde hissetti yıllarca, kışın soğuğuna bıraktı kendini uzun
kışlar boyunca. Dallarındaki kuş yuvalarına başka bir özen gösterdi, altında
dinlenen yolculara hışırdayan yapraklarla şarkılar söyledi. Dallarına salıncak
kuran çocukların çığlıklarıyla içi göçtü ve daha derinlerine uzattı köklerini
toprağın. Etrafına saçıldı, uzaklara dağıldı küçücük yemişleri. Etrafında
onlarca küçük palamudun hayat dolu renklerini gördü, içinde bir annenin
sevincini duydu. Küçük fidanların heyecanlarını telaşlarını görmek onun için
bambaşka bir duyguydu.
***
Kaç
yıl geride bıraktı bilemedi, kaç kez kar kapladı koca gövdesini sayamadı.
Yıllar geride kaldıkça baharlarda uyanmak daha bir zahmetli ve zor gelir oldu
ona. Kocaman bir gövdeyi uyandırmaya yetmez oldu güneşin, rüzgarın tesiri.
Küçük bir palamut ormanına dönmüştü etrafı. Gözünün görebildiği her yerde
kendisinden bir parça, bir renk görüyordu.
Dallarından bir kısmı son birkaç bahardır yeşermemişti ve içindeki garip sızı
da bir türlü terk etmiyordu gövdesini. Kuruyan dallarına bakıp üzülüyor ve
artık uyanamayacak olmanın endişesiyle uzun uzun bakıyordu etrafına, dağlara,
gökyüzüne, yıldızlara, bulutlara. Yağmuru son kez tutar gibi tutuyordu
yapraklarıyla, rüzgarı aynı endişeyle kucaklıyordu uzun uzun… Toprak usul usul kayıyordu
ayaklarının altından sanki.
O güz onun son kez uyuyuşu oldu gerçekten de. Bir daha asla dönmemek üzere,
kendisinden yüzlerce parçayı bırakarak o yere, ayrıldı bu çok sevdiği dünyadan.
***
Uzun
bir aradan sonra, bilmediği bir zamanda, küçücük bir kalbin hızla çarpan hafif
sesiyle açtı gözlerini başka bir âleme. Güzel bir defter olduğunun farkında
değildi ilk zamanlar. Her şeyin acemisiydi, anlayamadı bir süre nerede
olduğunu. Üzerine eğilmiş masum bir çift göz gördü ilkin, sonra kalemle
tanıştı, kalemi bir yerlerden hatırlıyor gibiydi. Harfleri, kelimeleri
paylaşmayı ve sır tutmayı öğrendi tez zamanda. Dallarında kuşları misafir
etmiyordu artık; ancak bazen ılık bir gözyaşı düşüyordu yaprakları arasına
bazen sevinç dolu cümleler yazılıyordu. Ona her derdini anlatan ve onu gözü
gibi saklayan bir dosta sahip olmanın huzurunu her gün hissetti sayfalarında.
Yılları, haftaları günleri ezberledi. Haftalar, aylar sonra tüm sayfaları
mutluluğun, kederin, yalnızlığın ümidin bin bir rengi ile süslenip de bir
kitaplığın tenhasında saklandığında küçük bir hüzün duydu önce. Yalnız
kalacağını düşündü bir an. Kederi çok kısa sürdü çünkü hiçbir sayfası boş
değildi ve her sayfasında koca bir gün saklıyordu, üstelik yanı başında kendisi
gibi birkaç defter daha vardı. Eski defterlerin kardeşi olduğunu anladığında
kitaplarla da çoktan dost olmuştu. Defter, ne kadar çabalasa da önceki hayatına
dair hiçbir şey hatırlamıyordu fakat kitaplardan biri uzun uzun anlattı ona
kendi hikâyesini ve bütün kitapların, defterlerin hikâyesini.
Bazen
kardeşlerine, dostlarına hissettirmeden uzak dağ başlarını özlese de,
rüyalarında meşe palamutlarıyla dolu uzak dağlarda gezinse de kalbi kelimelerle
dolu eski bir defterdi o artık.
az
edebiyat, kış 2010 (masal özel sayısı)