19 Temmuz 2020 Pazar

hayal defteri

hüseyn kaya

Uzak bir dağ başında, bilmediği bir zamanda küçücük bir kalbin karanlığını terk ederek, ılık bir bahar günü merhaba demişti dünyaya küçük ve cılız gövdesiyle. Evveliyatını hatırlamıyordu. Ne kendisine ne de gözlerini açtığı dünyaya dair bir şeyler biliyordu. Telaşlı ve ürkek bakışlarla, dokunuşlarla günlerce kendini, etrafını tanımaya çalıştı. Hayatla yeni kucaklaşan küçücük bir meşe palamuduydu. Önce güneşi bildi, sonra geceyi ve gündüzü… İlk selamı ürkerek tutunduğu toprağa verdi, sonra damarlarında dolaşan suya… Rüzgârla, yağmurla ve doluyla tanıştı kısa zaman içinde. Dünyaya gözlerini üzerinde açtığı toprağı tanıdıkça daha güvenle uzattı ayaklarını yere. Yaşamanın sevinciyle gelişti boy attı kısa zamanda. Üstünden geçen bulutları gördü, ayaklarının altında toprağın, böceklerin hışırtısını duydu. Sevdi dünyayı, bulutları, sabahlara kadar seyrettiği yıldızları ve hayata, dünyaya verdi kendini.

Her gün güneşi aynı heyecanla bekledi, her yağmur yağdığında aynı mutlulukla uzattı yapraklarını su damlacıklarına, her rüzgarı incecik bedeninde hissetti. Dünya ve etrafındaki her şey yalnızca kendisi için var edilmiş gibiydi.

                                                                ***

Bir güz sabahı üşüyerek uyandı gecenin koynundan. Büyüyen kalbi yavaşlamış gibiydi. Güneşi hissetmek için vücudunda, günlerce çırpındı; fakat ne kadar güneşe uzattıysa da başını ısınamadı bir türlü. Bahar boyunca sevinçle yapraklarını uzattığı yağmur taneleri hızını artırmıştı ve rüzgar tüm gövdesini titretmeye yetiyordu bilhassa akşam üstleri. Uzun bir uyku sarıp sarmaladı palamudun incecik gövdesini. Birkaç hafta yalnızca üzerindeki çiğ tanelerinin güzelliğin görmek için uyandıysa da sabahları, lapa lapa gökten inen ilk karla kendini uykunun kollarına bıraktı. Beyaz bir yorgan gibi dört yanını kapladı kar bahara kadar.
            Uzun ve güzel rüyalar gördü kış boyu küçük palamut kardan yorganının altında. Uzaklarda, başka topraklarda kendisine benzeyen kardeşlerini gördü, kuş seslerini andıran çocuk çığlıklarını ilk kez rüyasında duydu.
            Kışın nasıl geride kaldığının farkına bile varmadı bahar geldiğinde. Uzun bir uykunun mahmurluğuyla açtı gözlerini dünyaya. Kendisi dâhil her şeyi başkalaşmış gördü. Sanki dağlar biraz alçalmış kayalar ufalmış gibiydi. Usulca ayaklarına baktı bayağı yukarda kalmıştı başı. Üstelik etrafında sürekli kelebekler, kuşlar uçuşuyor; kuşların bir kısmı kollarına konmaya çalışıyor fakat hemen uçup gidiyorlardı. Zira incecik kolları kırılacak gibi oluyordu kocaman kuşların ağırlığından. Yine de bir kuşun koluna konması garip bir mutluluk verdi ona.

Artık acemisi değildi dünyanın ve hayatın. Baharın güzelliğini tüm bedeninde hissediyor, yaprak yaprak gövdesini yeşile büründürüyor, hep daha yukarılara uzanmak, bulutlara yaklaşmak istiyordu küçücük gövdesiyle. Yağmurun nerden geldiğini, karın nasıl yeryüzüne indiğini, bulutların nasıl sürüklendiğini, kuşların nasıl uçtuğun merak ediyordu. Biraz da yalnızlık çekiyordu kimseyle konuşamamaktan. Arada bir dalları arasından geçen rüzgar da olmasa iyice yapayalnız hissedecekti kendisini kocaman dünyada çünkü etrafındaki küçük bitkiler, çiçekler gün geçtikçe daha da aşağıda kalıyordu ve ancak bağırarak seslerini duyurabiliyorlardı ona. Çabucak büyümenin en büyük sıkıntısı bu olmalıydı; yalnızlık…
            Güz o yıl çabuk geldi. Önce otlar sarardı sonra çiçekler… Her sabah gövdesinden yere dökülen yaprakları saydı bir süre. Son yaprak da kendisini terk ettiğinde ne kadar yorucu bir baharı ve yazı geride bıraktığını düşünerek esnedi ve yine daldı aylar sürecek uykusuna.
Güneş doğdu, battı; mevsimler döndü, yıllar birbirinin peşinde sürüklendi. Artık saymaz oldu geride bıraktığı mevsimleri çünkü iyiden iyiye alışmıştı dünyaya. Üstelik son birkaç yıldır yapraklar arasından başlarını uzatan küçücük yemişleri, şapkalı çocuklar gibi savruluyorlardı sağa sola. Boyu uzadığı için artık etrafını çok daha iyi görebiliyor, dallarında sayısız kuşları da misafir edebiliyordu. Onca uzaklığına rağmen şehirlere, bazı vakitler gölgesi altına gelip piknik yapan insanlar bile oluyordu. Uzun kış mevsimlerinde gördüğü rüyaları yaşıyor başında dönen kuşların şarkıları, zaman zaman duyduğu çocuk kahkahaları onun da başını döndürüyordu.

                                                                ***

Yıllar yılları kovaladı. Boyu uzadıkça uzadı ve gövdesi kalınlaştıkça kalınlaştı. Ayakları yerde başı bulutlarda kocaman bir palamut ağacı olmuştu artık. Yazın sıcağını tüm gövdesinde hissetti yıllarca, kışın soğuğuna bıraktı kendini uzun kışlar boyunca. Dallarındaki kuş yuvalarına başka bir özen gösterdi, altında dinlenen yolculara hışırdayan yapraklarla şarkılar söyledi. Dallarına salıncak kuran çocukların çığlıklarıyla içi göçtü ve daha derinlerine uzattı köklerini toprağın. Etrafına saçıldı, uzaklara dağıldı küçücük yemişleri. Etrafında onlarca küçük palamudun hayat dolu renklerini gördü, içinde bir annenin sevincini duydu. Küçük fidanların heyecanlarını telaşlarını görmek onun için bambaşka bir duyguydu.

***

Kaç yıl geride bıraktı bilemedi, kaç kez kar kapladı koca gövdesini sayamadı. Yıllar geride kaldıkça baharlarda uyanmak daha bir zahmetli ve zor gelir oldu ona. Kocaman bir gövdeyi uyandırmaya yetmez oldu güneşin, rüzgarın tesiri. Küçük bir palamut ormanına dönmüştü etrafı. Gözünün görebildiği her yerde kendisinden bir parça, bir renk görüyordu.
Dallarından bir kısmı son birkaç bahardır yeşermemişti ve içindeki garip sızı da bir türlü terk etmiyordu gövdesini. Kuruyan dallarına bakıp üzülüyor ve artık uyanamayacak olmanın endişesiyle uzun uzun bakıyordu etrafına, dağlara, gökyüzüne, yıldızlara, bulutlara. Yağmuru son kez tutar gibi tutuyordu yapraklarıyla, rüzgarı aynı endişeyle kucaklıyordu uzun uzun… Toprak usul usul kayıyordu ayaklarının altından sanki.
O güz onun son kez uyuyuşu oldu gerçekten de. Bir daha asla dönmemek üzere, kendisinden yüzlerce parçayı bırakarak o yere, ayrıldı bu çok sevdiği dünyadan.

                                                            ***

Uzun bir aradan sonra, bilmediği bir zamanda, küçücük bir kalbin hızla çarpan hafif sesiyle açtı gözlerini başka bir âleme. Güzel bir defter olduğunun farkında değildi ilk zamanlar. Her şeyin acemisiydi, anlayamadı bir süre nerede olduğunu. Üzerine eğilmiş masum bir çift göz gördü ilkin, sonra kalemle tanıştı, kalemi bir yerlerden hatırlıyor gibiydi. Harfleri, kelimeleri paylaşmayı ve sır tutmayı öğrendi tez zamanda. Dallarında kuşları misafir etmiyordu artık; ancak bazen ılık bir gözyaşı düşüyordu yaprakları arasına bazen sevinç dolu cümleler yazılıyordu. Ona her derdini anlatan ve onu gözü gibi saklayan bir dosta sahip olmanın huzurunu her gün hissetti sayfalarında. Yılları, haftaları günleri ezberledi. Haftalar, aylar sonra tüm sayfaları mutluluğun, kederin, yalnızlığın ümidin bin bir rengi ile süslenip de bir kitaplığın tenhasında saklandığında küçük bir hüzün duydu önce. Yalnız kalacağını düşündü bir an. Kederi çok kısa sürdü çünkü hiçbir sayfası boş değildi ve her sayfasında koca bir gün saklıyordu, üstelik yanı başında kendisi gibi birkaç defter daha vardı. Eski defterlerin kardeşi olduğunu anladığında kitaplarla da çoktan dost olmuştu. Defter, ne kadar çabalasa da önceki hayatına dair hiçbir şey hatırlamıyordu fakat kitaplardan biri uzun uzun anlattı ona kendi hikâyesini ve bütün kitapların, defterlerin hikâyesini.
            Bazen kardeşlerine,  dostlarına hissettirmeden uzak dağ başlarını özlese de, rüyalarında meşe palamutlarıyla dolu uzak dağlarda gezinse de kalbi kelimelerle dolu eski bir defterdi o artık.

az edebiyat, kış 2010 (masal özel sayısı)

 


Hiç yorum yok: