Pek çok şeyi olduğu gibi yürümeyi de unutturdu
bizlere hayatın hızı. Bir akşamüzeri yahut bir sabah vakti, hiçbir yere yetişme
çabası içerisinde olmadan bahşedilen her günün yeni bir gün, yürünen her yolun
yeni bir yol olduğunun farkına vara vara; baktığımız gökyüzünün dünkü gökyüzü,
uzaktaki dağların dünkü dağlar olmadığını düşüne düşüne attığımız adımlar,
yerini telaşlı ve aceleci bir sürüklenişe bırakalı çok oluyor. Caddeler, yollar
boğulsa da insan seliyle yürüyüşlerimiz yalnızca bir yerden başka bir yere
taşıma çabası gövdemizi, yalnızca yakalama çabası kaçtığına inandığımız zamanı.
Kilitli bir oda kapısı yürümek, anahtarını nereye koyduğumuzu unuttuğumuz.
Belki de yürümeyi unutturmadı dünyanın hızı
bize, her şeyi ezberlettiği gibi ezberletti. Bebekken kocaman bir cesaretle
düşe kalka attığımız küçücük ilk adımları unuttuk ezberledikçe yürümeyi. Çocuklar
gibi yürümeyi unuttuk. Görmez olduk yürüdükçe kıpırdadığını dünyanın
ayaklarımız altında. Unuttuk hiçbir şeye tutunmadan, hiç kimseden yardım
almadan; sağa sola, geriye öne bakmadan bir kelebeğin, bir kedinin ardından
yürümeyi. Düşmeyi de unuttuk doğrulmayı da ve unuttuk her adımda kendi
mayamızdan bir şeye, kendimize dokunur gibi basarak toprağın bağrına yürümeyi.
Kendi
içine yürümek ve saatler boyu kimselere rastlamamak...
İşte
erişilmesi gereken şey bizler için.
(Rainer Maria Rilke)
Susarak içimize doğru ve dinleyerek hiçliği,
sessizliği attığımız adımlar, çocukluğumuz gibi kaldı uzaklarda. Her sabah
hayatın, dünyanın acemisi olduğumuz hissinin yerini; dünlerden kalan bayat
işlere teslim etmek bağımlılığına kaptırdık. Yürümek artık yük ayaklarımıza; bedenlerimiz,
ümitlerimiz, hayallerimiz gibi ağır bir yük. Kafesinden çıkmak istemeyen evcil,
ürkek bir kuş gibi benliğimiz. Yürümekten korkuyoruz, yürürken unutmaktan
dünyayı, yürürken geç kalmaktan dünyaya, yürürken kaybolmaktan içimizin
sokaklarında korkuyoruz. Bir şiirin gelip kalbimizin ucuna konmasından, bir
şarkının dilimize takılmasından, bir duanın, ayetin içimizi aydınlatmasından,
yanından geçtiğimiz bir ağacın selamını duymaktan, bir karınca sürüsü ile
tanışmaktan, kuşların neşesini, çiçeklerin davetini duymaktan yahut ansızın
yağmura, fırtınaya yakalanmaktan korkuyoruz. Yanlış istasyonlarda, yanlış
duraklarda bekleyerek erteliyoruz yürümenin sunduğu hürriyeti. Esiriyiz
durmanın, beklemenin, kalabalıklar arasında iki ayağımız üzerinde sürüklenmenin,
yürüyememenin.
Oysa yürümek, insanoğluna bahşedilen nimetlerin
en büyüğü. Bütün dertlerin, acıların en büyük ilacı. Yalnız geldiğimiz dünyada
aslında hep yalnız olduğumuzun hatırlatıcısı. İnsanın, kainatın ve kalbinin
ahengine eşlik edebilmesi için verilmiş bir iksir.
Yürümek, fıtri bir lisanı anlamak, o lisanın
manasına boyanmak biraz da. Bu lisanı hecelerken fark ederiz; bulutlar yürür,
dağlar yürür; yıldızlar, ırmaklar, rüzgâr yürür. Ağaçta dal, çiçekte yaprak
yürür. Kalpte hasret, damarda kan, yanakta gözyaşı yürür. Gecede ay, gündüzde
gün yürür. Karanlık aydınlığa, kış yaza yürür. Tohum toprağa, toprak bahara…
Hep aynı yerde durduğunu sandığımız ağaçlar dahi yürür hem göğe hem yere hem
çiçeği hem meyveye. Bildiğimiz bütün harfleri, kelimeleri, cümleleri
unuttuğumuz, değil konuşmak düşünmekten bile uzağa düştüğümüz yerde başlar
yürümenin gerçeği.
Zorlamadan
mesafeyi,
Yolları
sıkmadan yürü!
(Arif Nihat Asya)
Her ne kadar kuşlara bulutlara imrensek de içten
içe, insanın kanatları ayaklarıdır. Duvarların, tavanın, ayak bastığımız yerin,
etrafımızdaki nesnelerin ve hareketsiz her şeyin prangalarından kurtulmaktır
adım atmak bir ileriye. Terk ederken her şeyi, kendine yönelmek; ayrılırken her
şeyden kendine yaklaşmaktır yürümek ve kaç yıl yaşarsak yaşayalım dünyada
aslında adımlarımızın yönü, izi kadar nasibimizi almışızdır hayattan.
Tıpkı sesimiz, konuşmamız, sevinçlerimiz,
hüzünlerimiz gibi yürüyüşümüz de bize hastır ve bize dair çok şey söyler
etrafımıza zira insan yürüyüşünde gizlidir biraz da. Hızlı ya da yavaş, ahenkli
yahut ahenksiz, ürkek veya emin her yürüme tarzı bir ruh halinin aynasıdır dışa
yansıyan. Adımlarımız parmak izlerimiz, avuç içlerimizdeki çizgiler gibidir
okumayı bilenler için.
Yürümek; kalbi çıkararak dünya kafesinden
toprağa bırakmak, zihnin surlarını
yıkmak, düşünceleri yıkamaktır. Dünya telaşsının dolaşık bir yumağa çevirdiği
kalp ve düşünceler ancak suskun atılan adımlarla çözülür. Suskun adımlarla
yırtılır gözümüzdeki perde. Alnımızın ortasını her gün döven çekiç, her sabah
gözümüzü açtığımızda içine düştüğümüz iğneli fıçı ancak adımlarla uzağımıza
düşer. Doğrudur içimizi titreten şiirlerin, yürürken gönlüne düştüğü şairlerin.
Adım attıkça geride kalır dünya nereye, nerede
yürürsek yürüyelim. Adım attıkça geride kalır ve küçülür bütün büyük
sıkıntılar, kederler. Yürüyerek çözülür
bağı dilimizin, dizimizin. Yürüyene açar bağrını geçit vermeyen dağlar,
kayalıklar. Zannedilenin aksine dünyada iz bırakmak için değil dünyanın
içimizdeki izini silmek verilmiştir yürümek nimeti en çok. Yürüyene sırrını
ifşa eder kainat. Yürüdükçe dökülür kalbimizden, ruhumuzdan, parmaklarımızdan
ağrı, yürüdükçe yenilenir toprağımız. Belki de bu yüzden hastalar yürüye yürüye
varır sağlığa, mahpuslar volta ata ata eritir dört duvar arasında katılaşan zamanı.
Bu
dehr-i fenada düşme figane
Bir
fenasız gülsitane var yürü
(Erzurumlu Emrah)
Zamansızlığın ve mekânsızlığın sınırlarını
zorlamaktır tek başımıza çıktığımız her yürüyüş, hep içinde dönüp durduğumuz
daireden firar ederek bilinmeyen bir yola düşmektir ki aslında yol da yoktur
ortada. Durmak kolaydır, yürümek zor. Durmak çürümektir, yürümek yenilenmek.
Yürümek türlü türlü, yürümek başka başka. Her şeyi öteleyerek, erteleyerek çıkarıp dünya gömleğini sırtımızdan yürümek… Ağaçlar, taşlar, çalılar içinde yürümek; yolda, kaldırımda, sahilde yürümek; dağda, ovada yürümek ve bir kalpte yürümek. Gece yürümek, gündüz yürümek, baharda, kışta, güneşte yürümek. Bir kitabın sayfalarında, bir şiirin mısralarında yürümek. Kelimelere sığmayan dualarla, gözyaşlarını savura savura, hıçkırıklara boğula boğula yürümek. Sıradanlığın, ezberlerin ayakkabılarını çıkararak hatırlamak için yürümek, unutmak için yürümek, bulmak için yürümek, kaybetmek için yürümek… Uykudan uyanarak bilmediği bir âleme düşmüş gibi yürümek. Yürüyemeyenin rüyası, hastanın duası, yürüyebilenin farkına varmadığı hazine yürümek, mağlupların, kaybedenlerin, yıkılanların düşenlerin âsası. Bir ırmağı takip ederek, bir yıldıza bakarak yürümek, rüzgârlara bırakıp ellerimizi, gölgemizi dahi terk ederek yürümek. Yürümek yola teslim etmektir ayakları ve cümle varlığı.
kasım, 2020