Neresinde
olursak olalım dünyanın, hangi mevsime, hangi iklime adım atarsak atalım;
gittiğimiz her yerde onları, onlardan birini görmek arzusu var kalbimizde hep.
Onlarsız dünya ıssız, onlarsız eksik bir şeyler yeryüzünde. Çorak bir dağ
başında, bir akarsu kenarında, yükselen binalar arasında, metropollerde yahut
köylerde, istasyonlarda, terminallerde, yol kenarlarında hep onları arar
gözlerimiz ve gördüğümüzde onlardan birini; kalbimiz şenlenir, ruhumuz huzura
teslim olur. Bulunduğumuz yeri onlar benimsetir ve onlar alıştırır bizi yeni
mekanlarımıza ağır usul. Hayatta olduğumuzun sağlamasını onların varlığıyla
yaparız farkında olmadan. Bir mecaz var dünyadaki hikayemizde onların hikayesi ile
kesişen. Ezelî bir aşinalık var onları bize yakın kılan. Bir şey var bizlere
ağaçları sevdiren, onlarla hemhal eden.
Yılın
dört mevsimi gözümüz üzerlerinde aslında ağaçların. Mevsimleri onları izleyerek
takip ederiz, yılların çabucak geçtiğini ya aynaya ya onlara bakarak hatırlarız
en çok. Kışın sert geçeceğini, baharın erken geleceğini onları seyrederek
anlarız. Parkta yahut dağ başında onların gölgesinde huzur buluruz en çok,
bunaltıcı yaz sıcaklarında. Bir dostu, arkadaşı sabırla saatlerce ayakta
beklemeyi de onlardan öğrenmişizdir, yağmurda ıslanmayı, rüzgârda cezbe ile
salınmayı, ırmaklara doğru ellerimizi, ayaklarımızı uzatıp kapılmayı da…
Kalem
tutan küçücük ellerimizle önce ağaç çizmeyi öğreniriz. Çocukluğa ait bütün
resim defterlerinin bir sayfasında mutlaka yer alır yeşil, şen yahut sararmış
yapraklarıyla hüzünlü ağaçlar. Anneden,
babadan, kardeşten, yardan, yârandan başka en çok onlara sarıldığımızda dolar
kollarımız, çarpar kalbimiz. Çocukluk ülkesinin başkentidir ağaç dipleri, ağaç
dalları. Çocukluk ülkesinin tahtıdır, ağaç dallarına kurulmuş salıncaklar. Bu
yüzden olsa gerek ağaç görünce ona dokunmak istemeyen, mutlu olmayan çocuk yok
gibidir yeryüzünde.
En
çok ağaca benzer insan da hüznüyle, neşesiyle, yalnızlığıyla, kalabalığıyla,
gençliğiyle yahut ihtiyarlığıyla. Tıpkı bizler gibi onların da isimleri var:
elma, söğüt, ardıç, gürgen, meşe… Onların da her iklimde yaşayamayanı, her
toprağa kök salamayanı var, soğuğa dayanamayanı yahut sıcağa tahammül edemeyeni
var. Tıpkı bizler gibi onlar da benzer yaşadıkları memleketlere, onların da
ruhuna karışır kök saldıkları derinlerin, el açtıkları göğün rengi. En çok
ağaca benzer insan zira onların da meyve vereni, vermeyeni var; çiçek açanı,
açmayanı var. Onların da en küçük bir rüzgârda savrulanı, en deli fırtınalara
meydan okuyanı, kendisine sığınanlara sahip çıkanları var. Bizler gibi içi
dertten oyulmuş olanı da var kısacık güneşli günlere kapılarak yapraklarını gün
ışığına uzatanları da.
Kaldırım
ortasında yürümeyi unutmuş ve öylece kalakalmış bir insan gibidir şehirlerde
bir kısmı ağaçların, yanından geçenlerden bir selam beklerler, hatırı sorulsun
isterler. Parklarda suskun bilgeler gibi köklerini derinlere salarken bir
kısmı, konuşurlar, dertleşirler belki de kendi aralarında ve derdine ortak
olurlar parklarda maziyi yad eden, namaz vakti bekleyen, evine sığamayan
ihtiyarların. Dağ başlarında yahut sakinleri çoktan göçmüş köylerde, ırmak
kenarlarında yahut unutulmuş mezarlarda kuşların mihmandarı, bulutların
kardeşi, gövdesini kemiren kurdun dahi dostudur ağaçlar.
İnsanlara
benzer ağaçlar da. Mesela iri dallarıyla etrafı kuşatmış kocaman bir ağaç
yanında bodur kalan, boy atmayan cılız bir ağaç varsa büyük ağaçtan korktuğuna,
o yüzden büyüyemediğine inanılır. Kendi kendine sebepsiz kurumaya başlayan,
içten çürüyen bir meyve ağacı varsa, küstüğü düşünülür hayata, etrafına.
Gövdesinde şayet yara varsa ağacın, çamurla sıvanır, sarılır tıpkı insan
gövdesi sarılır gibi. Öleceğini anlayan ağaçların vakitsiz çiçek açtığı
söylenir bir de. Dilekler onlara fısıldanır, yalnızlıklar onlara anlatılır ve
meyvesi varsa taşlanır yoksa korkutulur meyve vermesi için. Korkar da…
Evet
ağaçlar da korkar; kol kavuşmaz kocaman gövdelerine, her şeye, herkese
verdikleri güvene rağmen. En çok insandan, kendisine en çok benzeyenden korkar
da yine de sakınmaz gövdesini, esirgemez dallarını, meyvesini, gölgesini
insanlardan.
Ressamlar,
şairler, bestekarlar, bilgeler, dervişler harf harf okur ağacın dallarındaki,
yapraklarındaki, gövdesindeki hakikati.
Her
ağaç bir başka bir bilgeliğin hocası. Kimi sabrı fısıldıyor benliğimize kimi
nahifliği, kimi sükuneti fısıldıyor bize kimi cesareti, gücü, kuvveti, görkemi.
Işığa, aydınlığa doğru başımızı çevirmeyi, bir yere ait olmayı, bir mekânı yurt
edinmeyi, oraya kök salmayı, orada bir dünya kurmayı, cömertliği, sükuneti,
derinliği ağaçlardan öğreniyoruz gayriihtiyari. Belki de bu yüzden yeni her
evin önüne birkaç fidan dikiyoruz, yeni her binanın etrafını önce fidanlarla
süslüyoruz.
Ağaçlar gibiyiz bizler de yeryüzünde. Korkuyu, acıyı, sevgiyi hissettikçe yaşadıkça kök salıyoruz toprağımıza, yapraklarımız çiçek açıyor. Dallarımızda kuşlar, gölgemizde çocuklar hayal gibi, rüya gibi, varla yok arası.
gün gelir insan anlayıverir
tek başına yaşlanan bir ağaç olduğunu
(Ayten Mutlu)
Ağaçlarla
başlıyor hikayemiz, ağaçların hikayesi bizden çok önce başlamış olsa da. Ağaç;
yoldaşımız, yazısı yazımızla yazılanımız. Ağaç; faniliğimizin aynası, hayat
yolculuğumuzun sessiz hatırlatıcısı. Yalnız bahçelerde, parklarda, ormanlarda
yaşamıyor ağaçlar. Ninnilere, türkülere, ağıtlara, masallara kadar dalları
uzanıyor ağaçların; sözlerimize, hayallerimize, rüyalarımıza düşüyor
yaprakları.
Ağaçlarla
başlıyor ve sürüyor hikayemiz. Ağaçtan bir beşiğe konuyoruz dünyaya gelir
gelmez, ağaçtan tavanları olan bir evde. Yeni yeni yürümeye başladığımızda
ağaçtan bir çıkrığa tutunuyoruz minicik ellerimizle. Ağaçtan bir kaşıkla
içiyoruz çorbamızı ağaç yer masalarına uzanarak. Evlerimiz ağaçtan,
merdivenlerimiz, mescitlerimiz ağaçtan, sandalyemiz, masamız ağaçtan. Ocakta
aşımız ağaçla pişiyor, ağaçla kaynıyor suyumuz. Yazın gölgesinde serinlediğimiz
ağaç, kışın yanarak ısıtıyor yuvalarımızı. Ağaçtan kalemlerle, defterlerle
geçiyor çocukluğumuz ağaç sıralarda, masalarda, karatahta önlerinde. Ağaçtan
sazımız, sözümüze can katıyor, ahenk veriyor. Yolun sonuna gelip de tutmaz
olduğunda dizlerimiz, yine ağaç yoldaşımız oluyor bir baston olup titreyen
ellerimizde. Dünyadaki son yolculuğumuza uğurlanırken ağaçtan yapılmış daracık
bir kutuya konuluyoruz. Bahçemize, bostanımıza, yol kenarlarına diktiğimiz
ağaçlar diziliyor üzerimize, sonsuz uykuya uğurlanırken bedenimiz ve
mezarımızın üzerine dikilen bir kuru tahtaya yazılıyor ismimiz.
Ağaçlarla
bitiyor hikayemiz. Dikili bir ağacımız olsun için arşınladığımız yeryüzünde
hepimizin dikili bir ağacı oluyor sonunda hikayemizin. Bir mecaz var dünyadaki
hikayemizde onların hikayesi ile kesişen. Ezelî bir aşinalık var onları bize
yakın kılan. Bir şey var bizlere ağaçları sevdiren, onlarla hemhal eden.
kasım, 22
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder