hüseyn kaya
Gün boyu kavuran, bunaltan güneş henüz batmaya durmuştu. Rüzgâr yoktu, bulut yoktu. Akşam olmadan evine dönme çabasındaki yorgun ve aceleci insanların telaşına gökyüzünde kuşlar eşlik ediyordu. Benim de etrafımdaki insanlardan farkım yoktu ve hızlı adımlarla yolun karşısına geçmeye niyetlenmiştim ki onu gördüm. Ucunda durduğum kaldırımın biraz daha aşağısında ayağının birini yola atıyor, diğer adımını atacak gibi oluyor, ardından yeniden kaldırıma çıkıyordu. Yetmiş yaşında ya var ya yoktu. Pazen çiçekli kumaştan yapılmış rengarenk elbisesi ve üzerinde hâkî yeleğiyle onu fark etmemek, görmemek imkansızdı. Yanlış zamanda, yanlış mekânda çalınan bir eski zaman türküsü gibiydi her hâliyle, yardıma ihtiyacı vardı. Karşıya geçmekten vazgeçtim ve yanına yaklaştım. Başındaki beyaz tülbentini, kahverengiye yakın başka bir tülbentle muntazam biçimde bağlamıştı. Onca sıcağa rağmen ayağında çok da eski olmayan lastik mestler vardı. Köyden ya da kasabadan misafirliğe gelmiş gibi bir tavrı vardı. Oldukça zayıf bedenini taşımakta hiç zorluk çekmiyor, yaşına göre hayli hızlı hareket ediyordu. Yanında durduğumun farkında bile değildi, gözleri yolun karşısına odaklanmıştı. Karşıya mı geçeceksin teyze, dedim. Yarım bir bakışla gözünü yoldan ayırmadan ve biraz da mahcup, iki elini dua eder gibi kaldırdı, gelip geçen araçları kahırla işaret ederek:
-Şunlardan fırsat bulabilirsem, dedi. Bu esnada kınalı iki dağınık perçemi elleriyle tülbentinin altına itti, yolun karşısına geçmek için birkaç kez daha teşebbüste bulundu.
-Ben de karşıya geçeceğim, dedim. Bekle birlikte geçeriz. Çaresiz bir teslimiyetle yanıma düştü ve hızlıca geçtik karşıya geçtik. İlk kez görüyormuş gibi binalara, ağaçlara bakıyordu. Yolun üst tarafına, alt tarafına bakıyordu. Endişesini fark edince gideceği yeri sordum. Bir yandan etrafı inceleyerek:
-Yanlış geldim herhal, dedi. Sığır yolağına gidecektim.
Hayri Sığırcı Caddesi’ne eskiden Sığır Yolağı dendiğini şehrin yaşlılarından duymuştum. Şehrin ne kadar büyüdüğünü anlatırken eski bir filmi anlatır gibi sayarlardı: Sığır yolağı, kanlı bahçe, pünzürük deresi… Sığır yolağının tam da başladığı yerdeydik.
-Burası sığır yolağının ucu teyze, dedim. Doğru yerdeyiz. Sen gideceğin yeri biliyorsan söyle, tarif edeyim.
-Yanlış gelmişim, dedi sesinin tonunu düşürerek. Evler başka, yollar başka… Sığır yolağını biliyorum ben. Burası ora değil.
Sığır yolağında nereyi aradığını, gideceği yeri sordum. Pür dikkat etrafı süzmeye devam ediyordu.
-Burada bir hamam olacak, orayı bulursam gerisini hatırlarım, dedi kendinden emin bir tavırla.
- O zaman yürüyelim aşağıya doğru, dedim. Doğru yoldayız.
Birkaç adım atmıştık ki yürümeyi bıraktı ve yüzüme bakarak beni daha önce hiç görmediğini, hangi köyden, kimlerden olduğumu sordu. Köyümü söyledim, kendime dair birkaç cümle daha ilave ederek. Cevap vermeden boşluğa bakarak yeniden yürümeye başladı tedirgin bir eda ile. Ben de ona sordum köyünü. Divriğili olduğunu ve orada yaşadığını, adının Fadime olduğunu, kız kardeşini görmeye Sivas’a geldiğini söyledi. Tam konuşması bitmişti ki akşam ezanı başladı. Cami çok yakınımızdaydı. Müezzin ezanı hızlı okuyordu. Ramazan akşamlarını hatırladım birdenbire. Segâh olmalıydı bu makamın adı. Zihnim başka şeylere yönelmek üzereyken yıllar önce kapanan ve şimdilerde harabeyi andıran hamamın önüne geldiğimizi fark ettim. Kısa yolculuk nihayet bitmişti. Fadime teyze şimdi sokağı hatırlar ve evini tanır diye düşünüyordum. Artık vazifem sona erecek ben de zaten çok uzakta olmayan eski mahalleme gidecektim. Babamla belki yolda karşılaşacaktım, akşam namazından dönüyor olacaktı.
-Fadime teyze, burası işte burası hamam, dedim yorgun, metruk binayı göstererek. Az ilerde Postacı Camisi var. Şimdi nereye gideceğini çıkarabilir misin, diye sordum.
Fadime teyze başka bir ülkeye gelmiş gibi bakmaya devam ediyordu sağa sola. Az evvelki dinginlik yüzünden kaybolmuştu.
-Karanlık basıyor, dedi. Ben hâlen bacımın evine varamadım. Bura hamam değil ki… Bu evler kimin bilmiyorum.
Bir yandan isimler sayıyordu gideceği mahallede oturan, kız kardeşinin komşusu olan. O vakte kadar anlamamıştım durumu. Yürümesinde, konuşmasında, tavırlarında bir tuhaflık sezmemiştim ihtiyar kadının. En az otuz sene öncesini anlatıyordu bir çocuk masumiyetiyle. Fadime teyzenin tedirginliği bana da geçmişti artık ve hızla yayılıyordu içimde. Kapı önünde gördüğüm insanlara teyzeyi tanıyıp tanımadıklarını sormaya başladım. Yoldan gelip geçenleri durdurup onlara sordum. Balkonlarda oturanlara sordum. Kimse, hiç kimse tanımıyordu onu. Yakınlarda oturan Divriğili birilerini olup olmadığını soruyordum bir yandan. Fadime teyze sakinlemiş bana bakıyordu. Az önceki telaşından eser kalmamış gibi bakıyordu. Kaygının bütün yükünü sırtından atmış gibi bakıyordu. İnsanlarla ne konuştuğumu, onlara ne sorduğumu anlamıyor gibi yalnızca bakıyordu. Hayri Sığırcı Caddesi’ne sığır yolağı demesinden, şaşkınlığından bir şeyler anlamalıydım en başta. Artık Fadime teyzeyi kız kardeşine teslim edemeyeceğimi düşünmeye başlamıştım ki eski mahallemizdeki bakkal geldi aklıma. O da Divriğiliydi. İnsanlara yardım etmeyi seven biriydi. Belki Fadime teyzeyi tanır ya da tanıdığı insanlara sorardı. Fadime teyze suskundu.
-Gidelim teyze, dedim. Tanıdığım Divriğili biri var, iyi insandır. O seni kız kardeşine ulaştırır.
Kısa süren yol boyunca yalnızca ben konuştum. Fadime teyze hep sustu. Her adımda biraz daha yorulduğunu seziyordum. Sorularıma cevap vermiyor, etrafa da bakmıyor yalnızca yanımda yürüyordu. Belki onun da umudu kalmamıştı kız kardeşinin evini bulacağımıza dair, akşam karanlığı sanki her şeyi değiştirmişti. Akşam karanlığı umudumuzun üzerine çökmüştü. Bakkala ulaştığımızda durumu anlattım. Şayet yardımcı olamayacaksa muhtara, karakola haber verebileceğimi söyledim.
-Endişe etme, dedi bakkal. Ben biraz sonra ulaştırırım onu gideceği yere. Sorar soruştururum, madem hemşerin dedin getirdin…
Fadime teyzeye veda ederken bir görevi yerine getirememenin, yarım bırakmanın ağır yükü büyüyordu içimde. Bir yandan başka ne yapabilirdim ki, diye düşünüyor bocalayan vicdanıma teselli arıyordum. Fadime teyzenin akşam macerasının nasıl biteceğine dair endişeli sorular sıraya girmiş hücum ediyordu zihnime.
Dışarıya çıktığımda bir filmin, bir hikâyenin içinden çıkıp yeniden hayatıma dönmüş gibiydim. Yaklaşık yarım saatliğine başka bir dünyaya gidip gelmiş gibiydim. Bir rüyadan uyanmış gibiydim. Şimdi içine adım attığım zaman ve dünya mı gerçekti yoksa Fadime teyzenin yaşadığı dünya ve zamanı mı? Fadime teyzenin tedirginliğinden sonra yorgunluğu da usul usul yayılmaya başlamıştı içimde.
yaz, 2025