çekil gideyim hayat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
çekil gideyim hayat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Temmuz 2020 Salı

masalın bittiği yer

hüseyn kaya

senin de acın sinsin ter kokan muskalara

ve andıkça ağlayan bir yara gibi ağrı

ömrünün eşiğinde kurusun kan izleri

dilinin dönmediği düşlere yor hayatı

 

az gittiğim kadar git uz gittiğim kadar git

sen de tutul geçerken ağudan ırmaklara

tutunduğun dallara erisin avuçların

dökülürken kalbinin ıssız odalarına

 

bilme beni

akıyor iki gözüm önüme

bu imiş unutulan yeminin kefareti





27 Temmuz 2020 Pazartesi

acı dağı

hüseyn kaya

sana bir kere daha acılar adıyorum

bu sızılı

bu kanlı sunağında kalbimin

daha dönmeyesin yar

daha dönüp de beni

dağımda bulmayasın

daha dolayıp beni o yalan sürgününe

karanlık denizlerde

bahanem olmayasın

 

solgun bir al gül gibi

bıraktım eşiğine

daha istemem geri

gözüm önüme aksın

burasında

böylece

yarım kalsın bu masal

kalsın omuzlarımda

kalsın bu acı dağı

daha istemem geri

gözüm önüme aksın

al

yazgıma boyadım

verdiğin

bu hayatı


26 Temmuz 2020 Pazar

hüseyin kaya ile mülakat

konuşturan: hatun uzunpınar, sivas anadolu lisesi öğrencisi.

1. Hatırlayabildiğiniz kadarıyla nasıl bir çocuktunuz?

Çok bilmiş, büyüklerle gevezelik eden, oyun bilmeyen, oynadığında da hep kaybeden… Çok arkadaşı olan ama dostu olmayan, top oynayamayan, beden eğitimi ve müzik derslerini sevmeyen bir çocuktum hatırladığım kadarıyla. Büyüklerle sohbet etmeyi, onları dinlemeyi, meclislerinde bulunmayı severdim. Yaşıtlarımla pek anlaştığım söylenemezdi herhalde.

 

2. Lisedeyken edebiyatla aranız nasıldı?

Edebiyata ilgim büyük oranda lisede başladı. Herkesten ve her şeyden çok edebiyatla aram iyi oldu o yıllarda.

3. Ailenizde sizden başka edebiyatla uğraşan var mıydı?

Hayır, ne edebiyatla ne de sanatın başka herhangi bir dalıyla uğraşan olmadı ailemde.

4. Kendinize örnek aldığınız birisi var mıydı?

Örnek almadan ziyade “olmak istediğim” kişiler vardı hem bizim edebiyatımızda hem de dünya edebiyatında. Lisede Necip Fazıl ve Sezai Karakoç’u ardından Tolstoy ve Exupery’yi çok sevdim. İlerleyen yıllarda Niyazi-i Mısri, Fuzuli, Şeyh Galip gibi isimler de bu listeye dahil oldu. Halen bu isimlere –belki üç beş tane daha ekleyebiliriz- saygım ve muhabbetim devam etmekte.

5. Neden hikâye roman değil de, şiir?

Şiir diğer türlere nazaran daha içsel ve daha çok ferdi ilgilendiren bir yapı arz ediyor. Edebiyatın en yoğunlaştırılmış hali, özü belki. Roman, hikaye ya da diğer türlerin çoğunda dış dünyaya sizi taşıyan ve dışarı ile ilgili olmanız gerektiren unsurlar var sanki. Şiir için başkalarının dünyasına girmeniz, onları gözlemlemeniz, onları anlatmanız gerekmiyor. Size, siz yetiyorsunuz yani belki bu yüzden oldu. Ayrıca şair mi şiiri seçer yoksa şiir mi şairi seçer bu da düşünülmeli elbette.

Hikaye ve masal denemelerim de oldu ama şiirin farklı bir tarafı var ve izahı zor bunun.

6. Yazarken nelerden ilham alırsınız?

Şiir arar ve bulur söyleyenini ve hiçbir zaman birbirine benzemez gelişi. O yüzden yorar, şaşırtır söyleyenini. Şiiri söylerken şair başkalarından önce kendisi yaşar onun heyecanını her sefer. Eğer alışkanlık haline gelmişse şiir söylemek ve hazırlıklıysanız zaten şiir sahihliğini, içselliğini yitiriyor demektir.

7. Sizce de edebiyat hayatın içinde midir?

Edebiyat hayatın kendisidir ilgilenenler için. Hayatın dışında bir edebiyat elbette rüya, sayıklama ya da oyalanmadır. Belki yalanla meşgul olmaktır.

8. Türk ve dünya edebiyatında örnek aldığınız yazarlar hangileridir?

Tolstoy, Rilke, Hesse, Andre Gide, Exupery dünya edebiyatından aklıma gelen isimler. Türk edebiyatından ise, Fuzuli, Şeyh Galip, Sümmani, Erzurumlu Emrah, Niyazı-i Mısri, Ziya Osman Saba, Sezai Karakoç gibi isimleri söylebilirim.

 

9. Yazacağınız şiirleri kimlere ithaf ediyorsunuz?

(yazdığınız olmalı)

Benim için bütün şiirlerin ithafı sözün sahibine, onu söyletenedir. O’nu ima etmiyorsa da yine O’na ithaftır. Söz emanettir, emanet aldığınız bir şeyi başkasına ithaf etmek doğru değildir düşüncesindeyim.

10. Edebiyat öğretmeni olduğunuz için mi yazar oldunuz, yoksa yazar olduğunuz için mi edebiyat öğretmeni oldunuz?

İkincisi daha doğru. Edebiyat sevgisi beni edebiyat öğretmenliğine yönlendirdi. Umduğum gibi bir sistem ve ortamı hiçbir zaman bulamadım edebiyat öğretmenliğinde ama yine de yorulmadan yapabileceğim tek iş bu galiba.

 

11. “çekil gideyim hayat” adlı kitabınızın nasıl oluştuğunu anlatır mısınız?

Çeşitli dergilerde yayımlanmış yaklaşık on yılın şiiri var o kitapta. Lise yıllarımdan beri bir kitabım olsun istemiştim; ama artık kitabım olmasa da olur, diye düşünmeye başladığım zamanlarda kitap yayımlandı. İyi mi oldu kötü mü halen karar verebilmiş değilim zihnimde. “Ne olmuşsa iyi olmuştur” diyerek geçiştiriyorum bu durumu.

 

12. Şiir yazarken ne tür sorunlarla karşılaştınız?

Şiirin kendisi bir sorundur zaten.

Bu sorunu algılamakta yaşadığım sıkıntılardan belki bahsedebiliriz. Bu pek çoğumuzun ortak sorunu aslında. Kurulan ilişkiler samimi, ciddi ve sahih olmaktan öte hep çıkarlara dayalı. Tüccar ve “bizdense iyidir” mantığı dergilere, ders kitaplarına, üniversitelere kadar girmiş durumda. Temiz, sahih kişiler, ürünler bulmak çok zor. Nasıl gıda ortamında bir kirlilik varsa edebiyat şiir ortamında da aynı sağlıksız ve hormonlu ürünlerle tiplerle karşılaşmak mümkün. Bunları tanımak zararlarını görmek bazen çok zaman alıyor ve sağlığınız bozulabiliyor.

 

13. Yazdığınız şiirlerin konusunu neye göre belirliyorsunuz?

O kendisini belirleyerek yazdırıyor zaten ben çok müdahale etmiyorum.

 

14.edebiyata karşı siz de ilk ilgi ne zaman nasıl uyandı?

İlk gençlik yıllarımda.

 

15. Çalışkan bir öğrenci miydiniz? Hangi dersleri sever, hangilerinden nefret ederdiniz? Öğrencilik hayatınıza ilişkin anmak istediğiniz bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?

Tembel bir öğrenci değildim; ama çok çalışkan da değildim. Öğretmenlerimle aram hep iyi oldu ve ders, not dışındaki yönleriyle onlardan bir şeyler almaya çalıştım. Sanırım onlar da benim bu yönümü gördükleri için beni sevdiler. Tüm çıkar münasebetlerinden uzaktık yani birbirimize. O yüzden ben de öğrencilerimle benzer münasebetler kurmaya çalışıyorum. Notlardan, buçuklardan, küsuratlardan öte bir münasebet.

Liseye dair pek çok güzel hatıra var zihnimde ancak bunları yeri geldiğinde paylaşmak daha anlamlı sanırım.

 

16. Bugünkü edebiyatımız hakkındaki yargınız nedir?

Durum iç acıcı görünmüyor zira ciddi bir dil problemi yaşıyoruz millet olarak. Beraberinde insanların hayat tarzları da elbette yazdıklarına siniyor. Hayatların parçalandığı, dünyaya, eğlenceye, gündelik telaşlara ömürlerin heba edildiği bir zamanda iyi ürünler, iyi şeyler görmek, görüyorum demek mümkün değil. Dışarısı, yani dış dünya olanca oburluğuyla bekliyor orada ama bana düşen kendi sorumluluklarım elbette. Yaşadığım sürece yavaş yavaş da olsa yazmam gerektiğine inanıyorum.

17. Edebiyatımızın gelişmesi için neleri gerekli görüyorsunuz?

 

Suni müdahalelerle netice almak pek mümkün değil bu hususta. Toplumdaki her şey birbiriyle ilgili aslında. Edebiyatta gördüğümüz sıkıntılar müzikte de var, sinemada da var. Okullarda ve eğitim kurumlarında bazı tedbirler alınabilir belki ama bu yıllarda bile başlansa tedbirler alınmaya neticeye ulaşmak çok uzun sürecektir.

 

18. Son olarak günümüz gençlerine ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?

Gençlik ve tavsiye… Zıt anlamlı kelimeler kadar uzak iki kelime aslında. Yine de düşünmelerini, okumalarını, dinlemelerini, yine düşünmelerini tavsiye ederim.

2009 nisan

dua

hüseyn kaya

 

senin yoksulluğuna durmadı ömrüm daha

daha fukarasıyım göğe bakan yüzümün

buldum değil aradım olsun için yürüdüm

kuş uçmaz kervan geçmez kuytusunda ömrümün

 

dilimde ve yazgımda gizlediğim işaret

senin yarım sözündür benimse yarım yanım

doladım saçlarının karasına günümü

ben göğünde bir bile yıldızı olmayanım

 

külüme tutundukça yeniden yanıyorum

yeniden tutunayım rabbim bir yol ver bana

denizi geçenlerin adımları duadır

ve şiir kanayanın yüregi de bir dua


kaza namazı

hüseyn kaya

 

ben yine gelemedim ve yine döndü dünya

döndü dünya yüzünü nasırlaşan yüzüme

yanlış zamana açan mahcup çiçekler gibi

tutundum titreyerek bana bakmayan güne

 

bahanem bile yok ki biliyorsun halimi

şimdi ne desem sana kelimeler de senin

sulara saçlarını çözen söğütler gibi

eğiliyor kalbim de üstüne rahmetinin


19 Temmuz 2020 Pazar

göç şiirleri

recep şükrü göngör

 

Hazret-i peygamber Tiaf’te ellerini açıp dua ediyor: “Sen beni kime bırakıyorsun.”

Hüseyin Kaya’nın şiir kitabı bu hadisle başlıyor.

Şiirimizin ana besin kaynağı geleneğimizdir, yani dini müktesebatlarımızdır. Dinimiz ve edebiyatımız birleşerek şiirimize, öykümüze, romanımıza ve diğer sanatlarımıza kaynaklık etmiştir. Asr-ı saadet dediğimiz altın nesil dönemi, Cumhuriyet dönemi şairlerimizin hemen çoğunu etkilemiştir. Asaf Halet’ten, Arif Nihat’a; Mehmet Çınarlı’dan, Hilmi Yavuz’a… Hüseyin Kaya bu halkanın sürdürücüsü şairlerdendir.

Masal dinleyerek büyüyen bir kıtanın çocuğu şair “bir varmış, bir yokmuş” girizgahına uyarak başlıyor söze. İnsan doğar, büyür: bir varmış. Ölür, kabre konur: bir yokmuş. Bu sözler bizi yol/yolcu kavramlarına çıkarıyor.

Hüzün Kıssası şiiri, Mustafa İslamoğlu’nun Yasin şiiriyle parelellik arzediyor. Kaya, edebiyat geleneğimize uyarak hz. Peygamberle başlıyor söze. Hamdele selvele üsulüne gönderme yapıyor.

Hicret bütün zamanlarda yaşanan en kutsal yolculuktur. Kaya şiirlerinde bu yolculuğa oldukça çok yer veriyor.

“Çekil Gideyim Hayat” şiirlerinde gidiş imgesi öne çıkıyor: hicret, nehir, kıyı, son, geçerken, yolcunun ilahisi… “nereye istersen savur şimdiden geri/ hem yolum hem yolcu”

Birkaç şiirinde babayı anlatıyor. Kaya’nın şiirinde baba önemli unsurlardan biridir.

“bittiğinde bu dua nasıl olsa biter gün” “ve şiir kanayan yüreği de bir dua” mısralarında görüldüğü gibi şair duayı yüce bir makam olarak ele alıyor.

Yer yer tekrar edilen mısralar yeni kuşağın önemli şairlerinden Cafer Keklikçi’yi anımsatıyor. “bittiğim yerde bitsin bitir bitsin bu sızı” “tükendi tükendi tükendi bil fitilim”

Yoğun/ ağır bir melankoli göze çarpıyor. Hayattan bıkkınlık, dünyayı terk etme isteği… “geldim işte sonuna ben bu kan ırmağının.”

Sezai Karakoç etkisi yoğun şekilde görülüyor: “ben senin aldatığın kadar aldandım aşka”, “ben sende gördüm suna/ bir yaralı tay için/ bir ömür ağlamayı”, “mecnun etme dağ var içimde”

Kaya’nın özgün mısralarının tadına doyulmazlığına bir örnek: “aşk ile bağlıyorum kanayan gözlerimi”, “bir yara taşır gibi/ taşıyarak ömrümü”, “kapına sürüdüğüm en son yüz yangınlardan/ kalbinin muhaciri/ yorgun bir nebi gibi/ al beni”, “ve bir ömür ağladım ağladım varlığımı”

Birinci bölüm gibi, ikinci bölüm de gelenek/ dinle ilgili alıntıyla başlıyor. İlk bölüm Taif duasıyla başlıyor, ikinci bölüm hazreti peygamberin ölümü beklediği sırada kızına söylediği “ağlama kızım baban bir daha hiç acı çekmeyecektir” sözüyle başlıyor.

“yüreğimi yarım bir ayet gibi bırakma”

Yakup peygamberi bir metafor olarak kullanıyor, çünkü Yakup hüznü temsil eder. “çölümü ve yolumu taşıyarak içimde/ bu hayatı acıyı mil çekip gözlerime/ yine de yürürüm”, “yakub’a kokmayan yusuf’um şimden geri”, “şimdi her şey ağlıyor inip inip kalbime”

İkinci bölüm şiirlerinde halk hikayelerine vurgu var: “incilini yakan bir keşiş gibi”, “bir tayın gözyaşları kalbime buharlaşır”, “bir beytülahzan gibi kapansam ellerine”

Kaya, hayali bir sevgiliye sesleniyor. Gerçek olamayacak bir sevgiliye sesleniyor. Divan edebiyatındaki sevgili imgesinden daha mistik, daha hayali bir sevgiliye. “bir gemi kalbimde arar ülkeni”, “dönersin yalnızca ellerin gelir”

“Gözlerinden Vurulan” adlı şiiri Kaya’nın şiirleri içinde en dikkate değer şiiridir. Yaşlı bir adamla/dedeyle çocuğu/torunu anlatıyor. Hayatın içinden bir dünyayı anlattığı için daha sıcak geliyor.

Çölle başlayan “Çekil Gideyim Hayat” kitabı masalla bitiyor. “az gittiğim kadar uz gittiğim kadar git.”

“Çekil Gideyim Hayat” kitabı bir yolculuk kitabıdır. Varlık ve varlık ötesiyle muhatap şairin yürürken konuşmalarıdır. Mukaddes çağrışımlarla başlayan yolculuk hikayelerle, türkülerle sürerken masal gibi bir dünyaya çıkıyor kafile. Bir ülke ki, son istasyonu yok. Hep yolculuk ve yol hali sürüyor.
Çekil Gideyim Hayat

Hüseyin Kaya

Lamure yayınları

İstanbul/2006

 

 

kaynak: şiiri özlüyorum dergisi


13 Temmuz 2020 Pazartesi

pınarlara anlattığım bir düşsün şimdi

incilini yakan bir keşiş gibi

mısralar ağlayarak acıya dair

gönderdim yangınıma

ilkönce gözlerini

şimdi hangi yola düşsem

ayaklarım dolaşır

hangi yele tutunsam da

uzansam saçlarına

bir tayın gözyaşları kalbime buharlaşır

 

git

ya da bu yalana dolarsan dola beni

bak

gözlerim yok artık

bak nasıl dökülüyor ellerim toprağıma

kayarken son damarım dişlerim arasından

söyleme geldiğini

 

şimdi hangi çöle düşsem

bakışlarım kumlaşır

unutsam gökyüzünü

bir beytülahzan gibi kapansam ellerine

korkarım sevdiceğim bu acı masallaşır

 

incilini yakan bir keşiş gibi

ayetler ağlayarak acıya dair

gönderdim yangınıma

ilkönce gözlerini


yolcunun ilahisi

ı

bu ten sunak mı suna

bu aşkın korkusuna

hüznü azık mı verdin

kalbinin yolcusuna

 

sen benim kalbimi bilmezsin suna

doktorlar hiç bilmez

babam da

bilmezsin hangi nehrin içime dolduğunu

deli taylar misali koşarken gözlerinde

aslında zavallı bir bakarkör olduğumu

sen benim kalbimi bilmezsin suna

 

ağrımadan geçemedim ben bu hayatı

geçemedim özenmeden kuşlara ceylanlara

bilseydim içimde bu atıldığım kuyuya

bilseydim kervanların uğramayacağını

bağlanırdım bir yakub’un ak düşmüş saçlarına

 

sen mağrur esirleri bilmezsin suna

hayatı bir yük gibi boşanarak sırtından

içindeki en yüksek dağa kaçanları da

bilmezsin bu ağzımı kan eden ilahiyi

içimden katar katar geçen intiharlara

her akşam ninni diye söylediğimi

 

çekilirken sessizce kalbimin doğusuna

doğrudur yıldızlara bakarak ağladığım

ruhumu çok uzakta bir deniz kıyısında

gözlerinden yaralı ak bir gemi sandığım

doğrudur güneşsiz ateşsiz ısınarak

yağmursuz ıslandığım

 

yine de yürürüm

çölümü ve yolumu taşıyarak içimde

bu hayatı acıyı mil çekip gözlerime

yine de yürürüm

 

gün gelir göğümde sessiz bir yıldız gibi

kalbimin çamuruna yeniden bürünürüm

ki benim kalbimi bilmezsin suna

 

suna bu yol bu hüzün

yakar kül etmez közün

vuslat da firkat olur

düşer aynama yüzün

 

ıı

senden sonra içimde tek hüzün kaldı suna

her şey geçti masaldı her şey masaldı suna

 

daha yaşamak deme sevmek sevilmek deme

ne’m kaldı bağlayacak yüzündeki perçeme

 

bir bulut gibi sessiz gittin ve kaldı kalan

şimdi nasıl sunulur söyle sana adanan

 

ya döndür geri gelsin döndür gelsin gideni

ya da sen gel ağula aşk bildiğinle beni

 

sen gittiğinden beri bitmez güzdeyim suna

dökülsün yapraklarım ben o sözdeyim suna

 


gün akşamlıdır

kuşluk vaktine and olsun

ve kararıp durgunlaştığı zaman geceye and olsun ki

rabbin seni bırakmadı

rabbin sana darılmadı

duha ı-ıı-ııı

 

bittiğinde bu dua nasıl olsa biter gün

nasıl olsa varılmış bir son bana verdiğin

yüzüm yok yüzüm hüzün ve öyle uzak yüzün

çölünde bittim işte bu eski bilmecenin

 

bittiğinde bu dua nasıl olsa biter gün

kapanır varlığımın varlığının yarası

bitmiyor bitti ömrüm bitmiyor bitti ömrüm

bir nefes bir tek nefes ikimizin arası


hüseyn kaya


muğber

geldim işte sonuna ben bu kan ırmağının

ben bu kan ırmağında yıkadım gençliğimi

çağırmıyorum daha adını aydınlığın

yürüdükçe uzayan bir yolsun bildim seni

 

bittiğim yerde bitsin bitir bitsin bu sızı

daha yalan sabahlar isteyecek değilim

yandı ömrüm bu acı saranın ışığıyla

tükendi  tükendi  tükendi bil fitilim

12 Temmuz 2020 Pazar

hüzün kıssası

hüseyn kaya


geçer dedin

bekledim

önce çiğdemler açtı

sonra mor menekşeler

geçer dedin

bekledim

ilk değildi hüznünle sınayışın ilk değil

ilk değildi gölgemi bıraktığım sulara

hayatın mültecisi bir kalbi taşımaktan

ömrümü vatanına sürüyüşüm ilk değil

 

böyle yitirdim işte

yitirdiğimi

böyle

ve

ne öldüm vebadan

ne de üç elma düş

bu hüzün kıssasının ortasındayım yine

ortasındayım sana akmayan nehirlerin

daha kervanlar çekmez bu çölden bu acıyı

gel

demem

gelme

demem

gül bilmişim ömrüme

vurduğun bu yarayı


hüzün bahçesi

recep şükrü güngör

 

Şiir serüvenini bildiğimiz şairlerin kitapları bana ayrı bir tat verir. Mısraları nasıl kurduğunu, nelerin tesiri ile yazdığını bilir ve şiiri ona göre anlarım, anlamaya çalışırım.

Hüseyin Kaya da o şairlerimden biridir. Şiir yolculuğu Ruzigar dergisi ile başladı. O zamanlar Sivas edebiyat fakültesinde öğrenci idik. Ben de ilk öykümü Ruzigar dergisinde yayınlamıştım.

Hüseyin Kaya ilk önce aruzla gazeller yazdı. Daha sonra aruzu bırakıp serbest tarzda ama aruzluymuş hissi veren beyitlerle gazel formunda şiirler yazdı. Üçüncü aşamada ise tamamen serbest ölçülü, beyit görünümünden sıyrılmış, dörtlük, yedilik, onluk formlarda şiirler kaleme aldı.

Kaya, biçimsel değişiklik yaşadı ama temel konu (duygu, ana duygu, ana düşünce, ana fikir, mesaj) dan ayrılmadı. Onun tutumu Mustafa Kutlu’yu hatırlatır. Mustafa Kutlu’nun değişmeyen konusu yoksulluktur. Hüseyin Kaya’nın konusu ise hüzündür. İlk şiir kitabının adı Çekil Gideyim Hayat. İkinci şiir kitabı ise Melal Bahçesi. Şiirleri zaten hüzünlüdür. Hep hüzünlü. Kitaplarının adları da öyle.

Neden hep hüzün anlatır şair?

Sanatçı neyi yaşar, neyi idrak ederse onu anlatır. Hüseyin Kaya, tanıdığım günden beri hüzünle yaşadı. Önceleri devletten, yönetimden, sistemden, devlet adamlarından, toplumsal dezenformasyondan, ahlaksızlıktan şikâyet ederdi. Sonraları gözlerinde başlayan ağrı onu başka bir hüzne döndürdü. Bu durum ona bir iç konuşmada kazandırdı.

Melal Bahçesi için şairin iç konuşmaları, hesaplaşmaları desek yeridir.

Hüseyin Kaya, yavaş yavaş gözlerini kaybediyor. Dünyaya kapanıyor. Şimdilerde yurt dışından getirttiği lensle hayata tutuyor. Lensi çıkardığında dünya ona kararıyor. Gözlerinin yavaş yavaş görme yetisini yitirdiği dönemde çıkardığı şiir kitabına verdiği ad manidardır: Çekil Gideyim Hayat. Hayatın gözlerinden uzaklaştığını gördükçe hastalığa hayıflanmadı, hayatla hesaplaştı. Hatta ölümü istediğini açıktan söylemese de imge ile hayattan çekilmek istediğini belirtti.

Melal Bahçesi, Yusuf suresinde geçen “ben hüznümü, kederimi ancak Allah’a şikayet ederim.” Ayeti ile açıyor kapağını.

Şair, kitabın ikinci şiiri “dünya”da “yine de bakıyorsun içine gözlerimin/bakar gibi perdeli bir camın arkasına/oysa çoktan kayboldum içinde bu gölgenin/ve karıştı ruhumun beyazı karasına” dizeleri gözlerinin halini ele veriyor. Hayatı ile şiiri arasında derin bir bağ kuruyor. Kitaba Yusuf suresinden bir ayetle başlaması şairin mümin duruşunu ortaya koyuyor. Melal Bahçesi kitabında ailenizle okuyamayacağınız bir dize yok. Bütün şiirleri eşinizle, anne babanızla okuyabilir, hüzünlenebilirsiniz. Sadece hüzün değil elbette. Çağ eleştirisi, nesil eleştirisi ve gelecekten ümit söze getirilmiştir.

Melal bahçesi kitabını iki sözcük özetliyor: İç, göz. Şair gözlerini kaybettikçe içe dönüyor. Gerçek hayatta da böyle. Buna ne diyorduk? Büyülü gerçekçilik değil mi? Hüseyin Kaya, büyülü gerçekçi olduğunu kabul etmez belki. Ama şiirlerinde o var. Epeyce var. “ben kaldım zaman geçti düştüm senin gözünden” dizelerinde büyüleyicilik yok mu? Şairin gözleri yok mu? Her ikisi de var. Üslup da var. Sözü süsleyerek söyleme yani sanatlı söyleme de var. şairden de bu beklenir zaten.

Dünyanın türlü halleri, kalleşlikleri olmaz Hüseyin Kaya’da. Çünkü o dürüst ve samimi adamdır. Sahtekârlıklara bulaşmamıştır. Onun için dizelerinde de hayatında ne varsa o var. Gördükleri, yaşadıkları, duydukları, hissettikleri… Hayat var kısacası. Şairin içinde yeşeren hayat yeni hayat var.

Şekil yönünden bakalım biraz da. Kitap iki bölüme ayrılmış. İkinci bölüm de Yusuf suresinden bir ayetle açılıyor: “Ve üzüntüsünden gözleri ağardı. Artık üzüntüsünü içinde saklıyordu.”

Kimi şiirleri dörtlüklerle ve ölçülü yazıyor, kimi şiirleri de ölçüsüz serbest nazım biçiminde yazıyor. Her ikisinde de başarılı. Her iki tarzda da usta.

Şairin en beğendiğim tavrı manayı şekle, şekli manaya feda etmemesi. Her ikisini de ahenkli bir şekilde dengelemesi. Bu her şaire nasip olmaz.

Hüseyin Kaya’nın Melal Bahçesi aynı zamanda sehli mümteni tarzının da  yeni şiirimizde temsilcisi sayılabilir. Yukarıda sözünü ettiğim gözleriyle ilgili mevzu daha iyi anlaşılsın diye kitabın son şiirini alıntılayarak noktalıyorum.

GÖZLERİNDEN VURULAN

Çocuklar parka gitti belki de hiç dönmezler
Dedeleri balkondan görse de baksa bari
Ah ben de bakabilsem koşup da peşlerinden
Kaldırım ortasında sessiz bir ağaç gibi

 

Ben yine kaldım burda onlar da öyle gitti
Penceremin önünde karardı tek güneşim
Daha hiçbir aynadan görmeyecekler beni
Solmuş iki gül şimdi gözlerim… ah gözlerim

 

kaynak: risale haber

 

http://www.risalehaber.com/huzun-bahcesi-183795h.htm

 


11 Temmuz 2020 Cumartesi

hüzünlü ve samimi bir şair: hüseyin kaya

ali sözer
kaynak: yoldüşleri dergisi, s. 2, muş, 2007.

Şiir her devirde yeninin temsilcisidir, adıdır. Her söylenen şiir bir yeniliği müjdeler. Bu yenilikler çeşit çeşittir. Şairin biri çıkar yeni bir hayal sunar âleme, bir diğeri mübalağada bir yenilik yapar, bir diğeri de kelimelerle yeni bir dünya kurar, yeni anlamlar kazandırır onlara. Şiir cephesinde bu hep böyle devam etmiştir. Asırlardır şairler bakir mazmunlar peşinde koşmuşlardır. Fakat baştan beri söylediğimiz “yenilik” gelenekten kopmuş, farklı olmak adına bütün kuralları yıkmış olan yenilik değildir. Nitekim Fuzuli bu konuyu “mazmun ne garip olmalı ne de bayağı olmalı” şeklinde yorumlanabilecek, özetlenebilecek ifadeleriyle Farsça Divanı’nın önsözünde belirtmiştir. Bu yüzden eskinin gölgesinde kalmadan ve köklerini de eskiden koparmadan söylenen şiir daima yenidir.

Hüseyin Kaya’nın ilk şiir kitabı olan Çekil Gideyim Hayat, kitaplığımıza dahil olan en yeni şiir kitabı. Yukarıda, girişte ifade ettiğimiz doğrultuda Kaya’nın kitabını değerlendirmeye çalışalım.

Kaya’nın kitabı iki bölümden oluşuyor: Hüzünler Evi ve Kervanlardan Saklanan. Kitapta toplam otuz şiir var. Kitabın her iki bölümü de Hz. Muhammed (sav)’in birer sözüyle başlıyor: İlki, Sen beni kime bırakıyorsun; ikincisi, Ağlama kızım baban bir daha hiç acı çekmeyecek, ifadesi. Bu iki söz sizi hassas mısralardan oluşan şiirlerin beklediğini müjdeliyor. Kitap ilk şiirinden son şiirine kadar kalbinize hitap ediyor. Bu yüzdendir ki şiirler birden fazla anlamlı denilebilir. Hangi ucundan tutmuşsanız o imgeyi veya mısraı o yolda ilerliyorsunuz.

Kaya’nın şiirini birkaç cümlede özetlemek çok zor. Çünkü onun şiiri birkaç yönlü ve şiirini sevimli kılan da bu sanırım. Bu yüzdendir ki örnekler sunarak ve çeşitli cihetlerden ele alarak Kaya’nın şiiri hakkında belirli bir tablo çizmeye çalışacağız.

Kitaptaki şiirlerde ilk göze çarpan unsur şiir dilinin güzelliği. Kaya günümüz şairlerinin aksine herkesin kullandığı, bildiği kelimeleri tercih ediyor. Kitapta baştan sona garipseyeceğiniz, “bu buraya yakışmamış” diyeceğiniz kelimeler yok. Oysa günümüz şairlerinin birçoğu yeni bir kelime bulmak, kullanmak adına şiiri kirletmeyi bile göze alıyor. Tılsım adlı şiirden örneklediğimiz aşağıdaki mısralar kitaptaki o güzelim mısralardan sadece birkaçı:

“bana da bir tılsım sun sırrı için hayatın
gözlerimin içinde raks eylesin yıldızlar
kuşlar omuzlarımdan şakısın sözlerini
anne gibi eğilsin toprağıma bulutlar”

 

Yukarıda da söylediğimiz gibi şair herkesin kelimelerini yine herkesin bildiği şekilde kullanıyor. Bu sebepten ötürü şiirler doğal bir dille yazılmış olmanın yanında lirikliği de elde etmiş oluyor. Aşağıya aldığımız mısralar oldukça akıcı bir özelliğe sahip:


“mızrağının ucunu çevirme yüreğimden
çevirme dönmem geri gidecek nerem kaldı
ne yanmayan bir gemim
ne tayfam
ne havarim
bir kez oğlum de bana
baba denizden geldim”

Şiirlerde göze ilk göze çarpan işlenilmiş, özenilmiş mısralar. Bütün mısralar, bütün şiirler için aynı hükmü versek yanılmış olmayız sanırım. Şiir dili olarak kitabın bir bütünlük içerdiğini söylerken Kaya’nın şiirlerinin artık belli bir mecrada ilerlediğini de söylemiş oluruz.

Şiirlerdeki dilin işlenilmişliğinden bahsetmiştik. Bu işlenilmişliği çeşitli cihetlerden ele alabiliriz ki, yukarıda ifade ettiğimiz temiz dil ve akıcılık bunların ikisidir. Bunlardan başka şiirlere ahenkli bir özellik sağlayan kelime tekrarları, Türkçeye has bir özellik olan ikilemeler şiirlerde şuurlu bir şekilde kullanılmış. Öyle ki Kaya’nın şiirlerinin başat özelliğini bu tekrarların oluşturduğunu söyleyebiliriz. Çöl adlı ilk şiirde:

“….
bir hicrana emanet yele düşmüş ömrüme
bundan sonra bir bahar gelse ne gelmese ne

 

olsa ne olmasa ne bu masalın sonrası
hep aynı çöl ruhumdan cennetime dökülen”

“çekil gideyim hayat çekil gideyim senden”
mısralarındaki gibi bizleri karşılayan tekrarlar sayfalar ilerledikçe değişerek ve çeşitlenerek karşımıza çıkıyor. İşte o tekrarlardan birkaç misal:


“geçer dedin
bekledim
önce çiğdemler açtı
sonra mor menekşeler
geçer dedin
bekledim
ilk değil di hüznünle sınayışın ilk değil
ilk değildi gölgemi bıraktığın sulara
hayatın mültecisi bir kalbi taşımaktan
ömrümü vatanına sürüyüşüm ilk değil”

“sana bir kere daha acılar adıyorum
bu sızılı
bu kanlı sunağında kalbimin
daha dönmeyesin yar
daha dönüp de beni
dağımda bulmayasın
daha dolayıp beni o yalan sürgününe
karanlık denizlerde
bahanem olmayasın”

 

“al
nereye istersen savur şimdiden geri
hem yolum hem yolcuyum
hem dağım hem dağlanan
hem tufanım hem gemi”

 

“aşkla ağuladın beni
aşkla
lal olayım yar dedim
lal olayım”

Misalleri çoğaltmak mümkün. Bütün şiirlerde tutarlı bir şekilde bu yol tutulmuş. Asırlardır unutulmamış şiirler noktasında bir inceleme yapıldığı takdirde o şiirlerin iyi bir dille yazıldığı fark edilecektir. Bu iyi dilin ölçüsü de dilin geniş imkânlarını doğru ve estetiğe uygun bir şekilde kullanmaktan geçmektedir.

Hüseyin Kaya’nın dil noktasında başvurduğu bir diğer yöntem de sesteş ve anlamdaş kelimeleri kullanmak. Bu usulle şair şiirinde değişik anlamlara yer açmış oluyor. Şiiri ilk okuduğunuz da değişik çağrışımlar beliriyor ve gittikçe belirginleşiyor anlamlar.

Yukarıda söylediklerimiz Kaya’nın şiirini çağdaşlarından ayıran bir taraf. Özellikle günümüz şairlerinden birçoğunun çağrışım maksadıyla kelimeyi “/” işaretiyle bölerek yaptıklarından oldukça farklı Kaya’nın şiirindeki çağrışım yöntemleri. Günümüzde “/” işaretiyle bölünen kelimelerin anlamı olsun veya olmasın ilk bölümün bir kelime olması yeterli oluyor. Oysa ikinci bölüm anlamsız bir şekilde mısrada mevcudiyeti sürdürmüş oluyor. Garip olan şu ki hiçbir eleştirmen çıkıp da bunu eleştirmiyor. Sükût ikrardan gelir ifadesi kabilinden diğer şairler de bunu yapmaya kalkışıyor.

Şair dil sarrafıdır derler. Herhalde bu sözden maksat şairlerin dil noktasındaki vukufiyetleri ve dili çeşitli imkânlarıyla birlikte kullanışlarıdır. Nitekim eski Arap dili gramercileri dil noktasında şairlerin söyleyişlerini kesin delil kabul etmekteydiler. Örneklerin çoğu şairlerin beyitlerinden oluşmaktaydı.

Çağrışımlı kelimeler konusunu bu kadar açtıktan sonra şimdi şairden birkaç örnek verelim:


“çözülmüyor kollarım acının bedeninden
surların önündeyim
suların arkasında”

 

“bitti işte ömrümü çelen çalan bu büyü”

“hem dağım hem dağlanan”

Bu örnekte dağ kelimesi iki anlamlıdır ve dağlanan kelimesi aracılığıyla asıl anlam belirginleşmektedir. Bir başka örnek olan:
            “tükendi tükendi tükendi bil fitilim”
mısraındaki bil fitil- kelimeleri ilk bakışta bil-fiil kelimesine benzetiliyor. Nitekim yaygın olan kelime bil-fiil’dir. Daha sonra şairin söz oyunu fark ediliyor.

Şimdiye kadar bahsettiklerimiz şairin şiir dili çerçevesindeydi. Oysa bu şiirde zengin bir anlam dünyası var ve okudukça derinleşiyor bu anlamlar. Bu derinleşen anlamlar da şairin gelenekten damıttığı mısralar sayesinde gerçekleşiyor. Kaya’nın şiiri geleneği yeniden canlandırıyor her mısrada. Asırların birikimi ve geniş bir coğrafyaya ait doğu kültürü onun şiirinde tekrar ekilip biçiliyor. Nihayetinde bizlere güzel şiirler sunulmuş oluyor.

İlk olarak kitabın bölümlerini oluşturan Hüzünler Evi külbe-i ahzan terkibinin sadeleştirilmiş hali. Fuzuli’yi hatırlatan bu isimlendirme bu bölümdeki şiirlerle birlikte daha geniş bir zaman ve mekânı ihata ediyor. Çöl, Hüzün Kıssası, Acı Dağı, Hicret, Tılsım, Dua, Küsuf, Fasl-ı Hazan gibi şiir adları daha baştan size bir fikir veriyor ve sizi o hassas âleme doğru yolculuğa çıkarıyor.

İkinci bölümün adı olan Kervanlardan Saklanan terkibinde de Yusuf (as)’ın kıssası akla geliyor. Fakat bunun dışında anlamlara da göz kırpıyor bu isimlendirme. Bu bölümdeki Yolcunun İlahisi, Sabırtaşı, Lal, Yetim Şiir ve Gözlerinden Vurulan gibi şiir isimleri de oldukça anlamlı. Bu yönüyle Kaya’nın kitabı kendine has bir bütünlük içinde fakat şiirler tek başına da oldukça manidar ve müstakilmiş gibi duruyor. Hem bütünün bir parçası hem de bütünden ayrı birer bölüm her şiir.

Şairin kelime dünyası da oldukça zengin ve her bir kelime okuru farklı âlemlere götürüyor. Çöl, hicran, hüzün, ağu, acı, ağrı, suskun menekşe, ateş, elem, tufan, kanayan yürek, yara, anasız kuzu, kan ırmağı, küsuf, külbe-i ahzan, beytü’l-hazan, sızı, göz yaşı ve daha nice kelime onun şiirlerindeki hüzün ırmağının birer aynası:


            “mor dağlara saldığın suskun menekşelerin
            ve dağımda patlayan kızıl güllerin için
            ve en çok senin için hep en çok senin için
            ben seni ağlayarak gideceğim ülkemden”

 

Şiirlerde hüzne dair kelimelerin çokluğunun yanında baharı müjdeleyen kelimeler de yok değil hani. Çiğdem, menekşe, gül, papatya, mor dağlar, iğde, akasya, yeşeren baharlar, nehir, deniz, Kafdağı gibi nice kelimeler var mısraları renkli kılan.

Şiirleri belirli bir mecraya götüren bu kelime yığınlarının yanında şairin o anki durumunu anlatıverdiği deyim ve atasözleri kullanılmış. Misal olarak:

“al
yazgıma boyadım
verdiğin
bu hayatı”

“kuş uçmaz kervan geçmez kuytusunda ömrümün”
mısralarını gösterebiliriz. Bunun yanına masal âlemini hatırlatan ifadeleri de eklemek gerek:


“ne öldüm vebadan
ne de üç elma düştü
bu hüzün kıssasının ortasındayım yine”

 

“bir bulut acıyı ağlar içimde
bir gemi kalbimde arar ülkeni
mecnun etme beni dağ var içimde
kaç Kafdağı canım sarar ülkeni
bir bulut acıyı ağlar içimde”

 

Bütün bunların yanında Kaya’nın şiiri bir kültür şiiri, onun şiirini anlamak için geçmiş asırları bilmek gerekiyor. Yapmış olduğu göndermeleri, telmihleri, irsal-i meselleri anlamak gerekiyor. Tabi bunların dışında günümüzü de iyi gözlemlemek gerektiğini eklemeliyiz. Zira onun şiiri ilk olarak günümüzü anlatıyor.

Yukarıda şairin kelimelerinden bahsetmiştik. O kelimelere birkaç ek daha yapalım: Cibril, nebi, ayet vs. Bu noktada şunu söyleyebiliriz ki Kaya’nın şiiri bütün olarak Kur’ani bir şiir. Onun:


“al
nereye istersen savur şimdiden geri
hem yolum hem yolcuyum
hem dağım hem dağlanan
hem tufanım hem gemi”

mısralarında Nuh (as) ve tufan kıssası vardır, az kelimeyle öz bir anlatıma başvurulmuştur. Yine:

“söyle Yahya
kum diliyle söyle bana
başı kesik bir bedevi neyi görür düşünde
hangi ismi sayıklar kan kokan dudakları
Yahya Allah aşkına
durdur içimde hüzün koşan atları”

mısralarında Yahya (as.)’ın kıssasından hareketle bizleri sorguluyor şair. Onun mısralarında geçenler sadece bunlar değil:

“çevirme dönmem geri gidecek nerem kaldı
ne yanmayan bir gemim
ne tayfam
ne havarim
bir kez oğlum de bana”

mısralarında hem Hz. İsa hem de Tarık bin Ziyat var. Bir başka mısrada:

“yaralı ve yamalı yüzümün şahidi ol
çöldeyim
Hüseyinim
ahım ulaşmaz sana”

derken bizi Kerbela’ya götürüyor ki o topraklar bu gün bile bir hüzün yumağını sarmağa devam ediyor. Şair devam ediyor:

“mavi göğün altını anlatma bana
karanlık kuyularda
yiten yusuf’u anlat”

diyerek meşhur kıssanın kuyu cephesini verirken bir diğer şiirde:
            “yakub’una kokmayan yusuf’um şimden geri”
diyerek kıssanın başka bir yönüne değinir. Tabi her şairin yaptığı gibi bu unsurları kendi süzgecinden geçirerek, farklı bir yönünü bularak yapıyor şair.

Kaya’nın şiirindeki kültür unsurları sadece bu kıssalar ve geçmişteki olaylar değil tabi ki. Divan şiirinden de büyük yansımalar var onun şiirine ki yukarıdaki her bir kıssa zaten divan şiirinin ana kaynaklarını oluşturmaktadır. Bu yönüyle şair geleneği devam ettirmiş oluyor.

Fuzuli asırları aşıp gelen ter u taze bir şairimiz. O her zaman sevildi ve sevilmeye devam ediyor. İşte bu sebepledir ki Kaya, Fuzuli’nin:

“Hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdür muttasıl
Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su”

beytini hatırlatarak şu mısraları söylüyor:

“beni ayaklarına
akmayan şiirlere
sızılı bir dağ gibi
kanatıp
gitmeseydin”

Kaya’nın şiiri tek kaynaktan beslenen bir şiir değil. Yerel kültürden dini kültüre, divan edebiyatından halk edebiyatına kadar geniş bir saha onun kaynağını oluşturuyor. Özellikle şiir dilindeki duruluğu yaşamış olduğu yerin ağız özelliklerine ve bölgenin halk şiirinin merkez noktalarından biri olmasına bağlayabiliriz. O şiirlerinde Mecnun’a da yer vermiş Suna’ya da:

“bu ten sunak mı suna
bu aşkın korkusuna
hüznü azık mı verdin
kalbinin yolcusuna”

dörtlüğü bu halk kültürü etkisine sadece bir örnek.

Sonuç olarak Kaya’nın gizemli bir şiiri var. Bu gizem onun şiirini çeşitli kültür öğeleriyle süslemesinde ve kendi çevresinde gelişen olayları gizli bir dil ile aktarabilmesinde yatmaktadır. Onu yakından tanıyanlar şiirini anlamada bir merhale önde olacaklardır. Fakat bu onun şiirinin onu tanımayanlar tarafından anlaşılmayacağı anlamına gelmesin ki şiirin şahsileşmeden geniş anlamlar içermesi daha güzel bir olgudur. Onun Acı Dağı şiirindeki :

“solgun bir al gül gibi
bıraktım eşiğine
daha istemem geri
gözüm önüme aksın
….
yarım kalsın bu masal
kalsın omuzlarımda
kalsın bu acı dağı
daha istemem geri
gözüm önüme aksın”

ifadeler ve Masalın Bittiği Yer adlı şiirindeki:

“beni bilme
akıyor iki gözüm önüme”

ifadeleri kendi acısını samimi bir biçimde anlatan mısralar. Fakat bu mısralar daha çok farklı anlamlara gebe ve her okur kendinden bir unsur bulacaktır bu şiirlerde. Bu yönüyle Hüseyin Kaya samimi, içtenlikli bir şair. Onun şiirleri bazen bir ırmak gibi coşturuyor insanı bazen de bir çöl kadar sessiz sakin bir coğrafyaya götürüyor ve bütün bunlarla kalbimizi yıkıyor, temizliyor.

Sözü bu merhaleye getirene kadar çeşitli şiirlerden onlarca alıntı yaptık, bu örnekleri harmanlayıp sunduk. Ancak anlattıklarımız Kaya’nın şiirinin çok az bir bölümünü tarif edebilir ve anlatabilir. Zira onun şiiri okudukça derinleşen bir derya. Bu sebeple biz bu kadarıyla yetiniyoruz. Yazıyı bitirirken kitaptan sizler için kısa fakat güzel bir şiiri tam olarak verelim:

gözlerinden vurulan

 çocuklar parka gitti belki de hiç dönmezler

dedeleri balkondan dönse de baksa bari
ah ben de bakabilsem koşup da peşlerinden
kaldırım ortasında sessiz bir ağaç gibi


ben yine kaldım burda onlar da öyle gitti
penceremin önünde karardı tek güneşim
daha hiçbir aynadan görmeyecekler beni
solmuş iki gül şimdi; gözlerim…
âh gözlerim

 


10 Temmuz 2020 Cuma

"yaşamak ve yazmak" üzerine

Dergi çıkaranlar bilir, çıkardığınız dergi kapanır kapanmaz büyük bir sükut başlar etrafınızda. Arayan soran azalır, birer ikişer derginize mukabil gönderilen dergiler kesilir, yeni çıkan kitaplar gayri gelmez olur kapınıza.  Elbette vefadar bir avuç edebiyat sevdalısını bunu genelleme dışında tutmak gerekir.

Sühan dergisi kapandıktan sonra kimbilir benden evvel kaç kişinin tecrübe ettiği ve benden sonra da kaç kişinin daha yaşayacağı bu sessizliği önceki hafta elime ulaşan kitaplar bozdu. Sekiz sene evvelki o heyecanı yeniden yaşadım adresime gönderilen kitaplarla.

Gelen kitaplar arasında okumaya başladığım ilk kitap Nurettin Durman tarafından hazırlanmış bir söyleşi kitabı. Doksanlı yılların sonlarına doğru Düşçınarı dergisi ile uzaktan tanıdığım, 2000’li yılların başında edebiyat etkinlikleri sayesinde yüzyüze tanıştığımız kıymetli bir ağabeyimiz şair Nurettin Durman. İlk şiir kitabım Çekil Gideyim Hayat’ın 2006’da Lamure yayınlarından çıkmasına da kendisi vesile olmuştu.

Nurettin Durman elli yazara bazı sorular yönelterek oluşturmuş Yazmak ve Yaşamak adlı kitabını. Yazarlar doğum tarihlerine göre yer alıyor kitapta. Eskiden bu tür sıralama ile hazırlanmış kitaplarda son sayfalarda yer alırdık, şimdilerde ortalara yaklaşmış Nurettin ağabeyin bizlere ayırdığı sayfalar. Yaşlanıyoruz galiba.

Neredeyse katıldığım her programda yazmaya hevesli gençlerin sorduğu yahut soramadığı şeyler Nurettin ağabeyin şair ve yazarlara yönelttiği sorular. Kitap bu yönüyle yazmaya hevesli gençlerin müracaat edebileceği, kendilerine yol ve yön tayin edebileceği samimi bir kaynak niteliği taşıyor. Akademik soğukluktan uzak, dergi yapaylığından azade, tamamen gönül emeği bir kitap Yazmak ve Yaşamak. Nurettin Durman, kitabın “sunu” bölümünde çalışmasının bir belge niteliği taşıdığını belirtiyor ve amacının “sürükleyici bir hikaye” yahut “güzel bir deneme” havasında bir kitap oluşturmak olduğunu dile getiriyor.

Yazarların çocukluk dönemlerine, yazmaya nasıl ve nerede başladıklarına, kendilerini yazmaya teşvik eden isimlere, okuduklarıilkkitap, şiir, hikaye ve dergiye, yayımlanan ilk ürün ardından hissettikleri duygulara ve yazı çabalarına dair benzer soruların yer aldığı kitap esasında kapsamlı bir soruşturma dosyası havasında. Her yazarın birer küçük fotoğrafı ve kısa biyografisinin ardından kitapta Nurettin Durman’ın sorularına yazarların, şairlerin verdikleri cevaplar yer alıyor. Kitapta sorulara cevap veren en yaşlı yazarı 1963 doğumlu Süleyman Çelik ağabey, en genç yazarı ise 1991 doğumlu Aykut Nasip Kelebek kardeşimiz. Kitap, en azından genç arkadaşları biraz daha yakından tanıma fırsatı vermesi bakımından da önem taşıyor.

Seksen kuşağının sınırları çizildi, iki bin kuşağı ise teknolojinin kendilerine bahşettiği ortamları da kullanarak gençliğin de verdiği zindelikle kendi seslerini duyurabilme çabası içerisinde. Doksanlı yıllarda yazmaya başlayan bizim kuşak için esasında çok şey ifade ediyor bu kitap. Elbette tümü için geçerli bir genelleme değil ancak ağabeylerimizin ağabeylik etmek yerine kendi adlarını sağlama alma ve mürit toplama endişesi, gençlerin yapmacık, aceleci ve kendinden emin pervasız halleri arasına sıkışmış talihsiz bir dönem esasında doksan kuşağı. Nurettin ağabeyin sorduğu sorulara verilen cevaplar ise edebiyatımızda henüz sınırları çizilememiş bu üç dönemin taslağını oluşturmaya da yardımcı bir görünüm arz ediyor.

Nurettin Durman’ın kitabın önsözünde de belirtttiği üzere çalışma Türkiye Çocukluk Tarihi niteliği de taşıyor edebiyatçıların sorulara verdikleri cevaplar dikkate alındığında.

Belki de ezelden beri edebiyat camiamızda var olan bir sıkıntı; çeteleşme, gruplaşma, hizipleşme emareleri… Nurettin Ağabey bazı yazar ve şairlerin kendisine yöneltilen soruları cevaplamak istemediklerini de belirtiyor kitabın önsözünde.  Sanırım az evvel söylediğim sıkıntı ile ilgili bir tavır bu.  “Aşinâya aşinâ, bîgâneye bîgâne olmak” düsturu, en çok bizim camia için geçerli bir hakikat.

Az Kitap yayıncılık tarafından basılan kitap kapak ve sayfa mizanpajı ile de son dönemde alışık olmadığımız bir ciddiyet ve sadelik taşıyor. 1960-70 yılları arasında basılmış kitapların artık klasikleşen albenisi hakim kitabın duruşuna.

Hülasa, Yazmak ve Yaşamak bilhassa yazmaya hevesli genç öğrenciler için keşfedilmeyi bekleyen kıymetli bir çalışma.

 

 

 

YAZMAK VE YAŞAMAK

Çocukluk, İlk Gençlik, Yazmak ve Yazar Olmak Üzerine Söyleşiler

Nurettin Durman, Az Kitap, 2016.

sivas postası, mayıs 2016


hemilâ

belki de saçlarında unuturum hayatı

omuzlarım alışır belki de kafdağına

hemila gök düşüyor

hemila çöl büyüyor

yüreğimi yarım bir ayet gibi bırakma

 

şimdi her gece düşümde kar yağıyor dağlara

biliyorum gözlerim daha seğirmeyecek

göğüme göçmen kuşlar göndermesen de olur

nasıl olsa çöl yeşerten gözlerini melekler

vebalı bir şairin dilinden dinleyecek

 

bir tarafım yanmadan yürümez mi bu gemi

hüznü bir bayrak gibi çekmesem gözlerime

adın bir liman olup tutmaz mı ellerimden

hemila bu gök beni

ağlatır demedim mi

 

beni ayaklarına

akmayan şiirlere

sızılı bir dağ gibi

kanatıp

gitmeseydin


1996

9 Temmuz 2020 Perşembe

hayatın bilgece yorumu: çekil gideyim hayat

fatma esti
kaynak: berceste dergisi, s.65, kasım, 2007.

    Attila İlhan, bir şiirinde der ki: sevmek kimi zaman rezilce korkuludur/insan bir akşamüstü ansızın yorulur/tutsak ustura ağzında yaşamaktan. Kesin bir gerçektir hayatın çoğu insan için korkulu bir tutsaklık olduğu. Hükmünü acımasızca kullanan, ezen, kaygı veren, değiştiren bir tutsaklık. Bu anlamda Hüseyin KAYA’nın ilk şiir kitabı hayatın hükmünü hiçe sayan, kurallarını geçersiz kılan, hüznü ve kaygıyı bilgece bir hamleyle görkemli bir zenginliğe çeviren bir kitaptır.

    Lamure yayınlarından çıkan ÇEKİL GİDEYİM HAYAT, kapak resmiyle de ilginç bir kitap. Ön kapakta bulunan çizgilerle dolu bir ağaç gövdesi ters bir simetriyle arka kapağa da yerleştirilmiş. Bu kapak resminin ne denli isabetli bir seçim olduğunu anlamak için şiirleri okumak yeterli.

    Kitaptaki şiirler Hüzünler Evi ve Kervanlardan Saklanan adlı iki bölümde toplanmış. Birinci bölümde on sekiz, ikinci bölümde on iki şiir bulunuyor. Her iki bölüme de adını veren başlıkların altında Hz. Muhammed’in sözlerine yer verilmiş ki bu sözlerin seçiminde de ince duyarlık kendini gösteriyor.

    Kitabın tanıtım şiiri olarak seçilen ÇÖL şiiri zaten şairin bütün birikimini bir çırpıda özetliyor. Yoğun bir duygusallık, hüzün ve melankoli kitaptaki tüm şiirlerde olduğu gibi bu şiirde de açıkça hissediliyor. Yılgın bir yüreği sürükleyen şair; hayatı sanki bir engel, bir ayak bağı olarak görüyor. Hayatın yükünden kurtulmak güçlü bir istek şeklinde açığa çıkıyor.

yeniden yaşasaydım dediğim bir günüm yok

çekil gideyim hayat çekil gideyim senden

    Fakat, şair hayatın öyle içindedir ki bu içindelik onu sıradan insanlardan ayırır. Zaten ona ayak bağı olan hayatı terk etmek istemektedir şair. Belki açıkça görülmeyen bir mücadelenin tam ortasındadır.

hem yolum hem yolcuyum

hem dağım hem dağlanan

hem tufanım hem gemi

   O nedenle bağlanmak istediği hayattan daha anlamlı, daha kalıcı bir yerdir:
    beni hayata değil
    beni kendine bağla

Hayatın onca karmaşasının ortasında bu kaygılı kargaşadan kurtulmak istemektedir:
    ayağımın altından kayıp giden hayata
    verme beni bir daha

    Şair hayatla ilgili belki de en büyük en acı aldanışını ustaca anlatıyor. Bu aldanış aslında her insanın çoğu zaman farkında olmadan yaşadığı bir durumdur. Hüseyin KAYA’nın dizeleri pek çok insanın hikâyesini barındırıyor.
    ben sandım ki kısadır geçer hayat dediğin
    heyhat ömrüm içindi sıralı sıradağlar.

    Hayatın sunduklarını bir derviş edasıyla taşıyan şair, gündelik hayat kaygılarından kurtulmanın rahatlığını yaşıyor. Evet! Aldandığı, kırıldığı ve acı çektiği doğrudur. Ama bu aldanış hayat karşısında şaire bir üstünlük kazandırmıştır aynı zamanda. O, hayatın ağır sınavlarını bertaraf etmiş olgun bir yürekle seslenmektedir şimdi:
    kandım
    bir daha kanmam
    kanmam artık rengine
    sen kayıp gitmiyorsun ellerim arasından
    seni ben atıyorum kendimden ötelere
    seni ben
    ey yaşamak

    Saklanan kitabın ikinci bölümünün adıdır. Bilindiği gibi kervanlar ticareti sağlayan katarlardır. Yani değerli eşyaları alıcılara ulaştırır. O halde şairin kervanlardan bile saklayacak kadar değerli neyi olabilir. Tabiki, hiçbir maddi imkânla kazanamayacağı yaşanmışlıkları ve bu yaşanmışlıklardan beslenen şiiri.
    şimdi öyle bir ömrün ortasındayım
    bu yürek unutulmuş bir duanın yetimi
    ve yetimi bu şiir büyük ıssızlığımın

    Hayatın çetin sınavlarından kalbi duyarlılığını kaybetmeden çıkan şair için kazanımları elbette kervanlardan saklanacak kadar değerlidir. Çünkü her tecrübe için ağır bedeller ödemiştir.
    bir tarafım yanmadan yürümez mi bu gemi
    hüznü bir bayrak gibi çekmesem gözlerime

    İkinci bölümde yer alan kıyısız denizin küçük masalı adlı şiir, okuru ruh ülkesinin engin coğrafyasına çekecek hoş bir sürpriz özelliği de taşıyor.
    Aslında pek çok insan şairin yaşadıklarını yaşamaktadır. Ama pek az insan hayatı okuyup kendi yorumunu oluşturabilir. Bu anlamda Çekil Gideyim Hayat şairin ruh hasadını serdiği harmandır.


hüseyin kaya ile sühan ve sivas'a dair

Konuşturan: Osman Çelik Sivas Postası Gazetesi, Ekim, 2009

1-     Hüseyin Bey elbette sizi tanıyan çoktur ama biz sizi tanımayanlar için soralım hayat hikâyenizi?

 

 Sivaslıyım ve 1975 doğumluyum. En uzunu birkaç ay süren kısa ayrılıklar dışında hep Sivas’ta yaşadım. Önceki yıllarda Sühan ve Rûzigâr namdar iki dergi tecrübesi yaşadım. Ayrıca başka illerde yayımlanan bazı edebiyat dergilerine de yayıncılık anlamında yardımcı oldum, olmaya devam ediyorum. 1996 yılında yayımlanan bir şiir kitabım var. Kırağı, İnsan Saati, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, Süveyda, Az, Semerkand, Dergâh, Dize, Sühan, Rûzigâr, Yitik Düşler gibi dergilerde çalışmalarımı yayımladım. Edebiyat öğretmeniyim.

 

2-     “Dergi çıkarıp, onu yaşatmak için uğraşan bir insanın ya deli, ya da hayalperest olması lazım” derdi bir yazar dostum. Siz bunlardan hangi kategoriye giriyorsunuz?

 

 İki kategoriye de girdiğimi düşünmüyorum. Bu hayata bakış tarzımızla alakalı biraz. Derdi, dergi olan insanlar deli, hayalperest de bir gün nasıl olsa bırakıp gidecekleri eşyaların mekânların peşinden koşan ömür tüketen insanlar pek mi akıllı?

 

3-     “Günler zamanın koynuna indi” ve “Sühan” ile tanıştı bir cümle insan. Ama ne tanışma. Alışık olmadığımız bir yürüyüş vardı Sühan’da. Geçmiş zamanlardan gelen bir “ukte” gibi, sarıp sarmaladı nicelerini. Edebiyatın dik duruş bildirisiydi sanki. İnsanlara, ilk başta ne söylemek için, yazı cephesine yöneldiniz?

 

 Sühan aslında baştan beri birilerine bir şeyler söyleme, anlatma endişesinden ziyade, bizim yazı ile hayata tutunabilme ve gündelik hayatta yitmeme endişemizden vücut buldu. Yani merkeze şahsi kaygılarımızı ve samimiyetimizi koyduk, sanat ve edebiyat ikinci planda idi. Yeterli donanımımız olsaydı dergi çıkarmak yerine film çekmeyi de düşünebilirdik. Bu yüzden ilk sayılar hep “biz” i anlatmakla ve “biz”e benzeyen insanlara ulaşabilmek çabasıyla geride kaldı. Kaç kişi olduğumuzu, nerede olduğumuzu ve neler yapabileceğimizi görebilecek aşamaya geldiğimizde özel sayılara yöneldik.

Hülasa niyetimiz insanlara bir şeyler söylemek değil, dil yordamıyla var olabilmek çabasıydı.

 

4-     İlginç bir durumdu, “dede, yenge…” gibi sıra dışı yaklaşımları ele almanız. Nasıl olgunlaştı bunlar? Eğer Sühan Yaşasaydı –ki yaşayamaz, bizim memleketimizde, mutlaka yürüyen tekerin önüne taş koyarlar- daha hangi özel dosyaları ele alacaktınız?

 

 Her sayının konusu birkaç sayı önceden kendiliğinden beliriyordu. Özel sayılara başladıktan bir zaman sonra adeta dünyaya özel sayılar gözlüğü ile bakmaya başladım. Arkadaşlar da benim gibi düşünüyor, yaşıyordu. Aklımıza gelen konuları not alıyor, yazarlarımızın bir kısmı ile görüşüyor çoğunluğu uygundur dedikten sonra özel sayı konusunu ilan ediyorduk.

Yenge sayısını dengelemesi için bir Herif ya da Bizim Adam sayısını çok düşündüm. Hatta Fadime Özkan Hanım, o sayının editörü olacaktı ve bazı girişimlerde bulundu ancak bir zaman sonra kendisi gazete değiştirdi ve daha yoğun bir çalışma ortamına girdi Sühan da artık ağır usul yolun sonuna yaklaşmıştı o sayımız öylece kaldı. Oysa üç beş yazı gelmiş pek çok yazarımızın eşi de bu sayıda yazmayı kabul etmişti.

Herif ya da Bizim Adam sayısının haricinde bir de Baba sayısı yapabilmeyi de arzu ederdim. Hatta bu konuyu ilan da etmiştik sayılarımızdan birinde ancak nasip olmadı hazırlayabilmek. Yine bu sayımız için yazı gönderen üç beş isme de borçlu kaldık sanırım.

Pek çok özel sayı konumuz daha vardı kendi aramızda konuştuğumuz ya da bir kenara not aldığım. Kim bilir belki bir gün başka bir dergiye nasip olur bu konular.

 

 5-Şehrimiz ve Şehrimiz yazarı, çizeri, düşünürü omuz verdi mi yükünüze?

 

Şehrimiz yazarı, çizeri ve düşünürü omuz verdi dergimize sağ olsunlar. Başta Ahmet Turan hocamız olmak üzre neredeyse eli kalem tutan tüm büyüklerimiz yardımlarını esirgemediler. Sağ olsunlar. Şehrimizin verdiği omuz hususunda tereddütlerim var tabii. Biliyorsunuz şehrimiz omuz vermek kadar omuz vurmakta da yeteneklidir. En azından omuz veren olmadıysa da omuz vurmaya cesaret eden de olmadı. Şehrimiz de sağ olsun.

 

5-     “Çekil Gideyim Hayat”. Nereye mutlak yolculuk özlemi. Simurg Anka’yı arayan kuşlar misali, ne zaman sonlanacağını sanıyorsunuz arayışlarınızın?

 

Başta da söylediğim gibi yazmak hayattan ayrı ve uzak bir uğraş değil. Hepimiz yaşadığımız, yaşatıldığımız sürece her yenilenen dünyanın içinden her an yenilenerek geçiyoruz. Her sabah yeni günün acemisi olarak açıyoruz gözlerimizi dünyaya. Hal böyle iken bir şeylerin bitmesi, durması, nihayete ermesi mümkün görünmüyor pek.

 

6-     Biraz köşenize çekilmiş durumdasınız sanırım. Yoksa siz de “Sivas’ta yaşayıp da Sivas’ı terk edenlerden” misiniz?

 

Baştan beri köşemden hiç ayrılmadım zaten ancak bazen dergi beraberinde bir hareketlilik de getirmek zorundaydı o dönemde. Sürekli birileriyle irtibat içinde olmak gerekiyordu ve öyle de oldu. Şimdi dergi bitti yine köşemdeyim. Bu yazıdan uzak kaldığım anlamına gelmemeli elbette. Her dergide yazmak yerine yazılarımı bir dergide, şiirlerimi de başka bir dergide yayımlıyorum. Okuma ve yazma hususunda, dergisiz geride bıraktığım bir yılın, dergi ile geride bıraktığım beş yıldan daha bereketli geçtiğini fark ettim geçenlerde. 

Birileri Sivas’ı mı terk ediyor yoksa Sivas birilerini mi terk ediyor bilemem lakin kıyıda her zaman selamet vardır diye düşünüyorum ve şehrin kenarından yürüyorum. Meydan orada kalsın.

 

7-     Genellikle dergiler kapanırken hep bir geri dönüş ümidi ile veda ederler okurlarına ancak Sühan gemileri yaktığını ilan etmişti son sayısında. Adı Sühan olmasa da ilerde başka bir dergi çıkarmayı düşünüyor musunuz ve ne gibi çalışmalarla meşgulsünüz son zamanlarda?

 

Sühan kapılarını ebediyen kapadı ve kapanmış dergiler cennetine gitti. Öyle olması gerekiyordu. Adı dergi olmasa da yeni projeler elbette demlenmekte zihnimde. Bir yandan da uygun vakit ve zemin bekliyorum elbet. Şimdilerde, 2010 yılının baharında kitaplaştırmayı düşündüğüm düzyazılar yazmaktayım. Şiir; her daim yanımda zaten.


hüseyin kaya anlattı...

konuşturan: nurettin durman

 

Hüseyin Kaya Sivas’ta yaşıyor.

Öğretmen.

Sühan dergisini çıkardı. Sühan dergisinde uzun süre şiire yer vermedi sayfalarında. Halbuki dergiye yazı verenlerin yüzde 98’i (yanılmıyorsam) şair kişiliğiyle tanınmış isimlerdi. Nedense ona göre iyi şiirler yazılmıyordu, kendisi Sühan’ını matbaaya vermek için çabalarken. Tabii kendisi de şair olarak tanınıyordu ama dergisinde şiire yer yoktu. Çekil Gideyim Hayat, çıkardığı şiir kitabına isim oldu. Şimdi görünüyor yavaştan yavaştan dergilerde şiirleriyle. O arada iyi bir şiir kitabı da çıkarmıştı şiirsizlik var sandığı piyasada. Halbuki edebiyat dünyası bazen görünmez gibi işler yapar ama sonrasında o yapılmış işlerin iyi işler olduğu ortaya çıkmış olur. Öyle bir şey işte… Âlemse devran eder.

Yazmak yazılmışsa ne yapılsa boşunadır. Hikâyecinin dediği gibi: “Yazmasaydım çıldıracaktım. Kalemi elime aldım…” Böyledir yani.

Hüseyin Kaya ile bir Viranşehir gezimiz vardır.

Muhabbetin ve dostluğun tanış olduğu, pekiştiği bir gezi.

Diyarbakır Havaalanı’nın önünden Müştehir Karakaya ile şehre doğru bir yürüyüşleri vardır.

Velhasıl bir soruda dergisizlik üzerine olmalıdır elbet…

 

Çocukluğunuz nasıl geçti?

 

Çocukluğumun bir kısmı köyde geçti. Belki de bu yüzden iki cami arasında kalan bînamaz gibi ne köy çocuğu oldum ne de şehirli bir çocuk gibi geçirebildim çocukluğumu. Yalnız bir çocukluktu yani yaşadığım. Akşamları mesaiye kaldığı için geç gelen, hafta sonları da çalışmak zorunda kalan babam bize çok vakit ayıramadı o yıllarda. Tek şansım çocukluğumun hep bahçeli evlerde geçmesi oldu sanırım. Okumayı öğrendikten sonra arkadaş ihtiyacı da hissetmedim zaten. Ders kitaplarındaki örnek metinlerle başlayan okuma hevesim bir zaman sonra kitapların eşiğine bıraktı beni. Televizyonun çok uzun zaman sonra girdiği evimizde kitaplardan ve radyo tiyatrolarından ibaret küçük bir dünyam vardı.

 

Hülasa içine kapanık ve yalnız bir çocukluktu yaşadığım. Hep köyü; kuzuların peşinde koştuğum, gözelerden su içtiğim yerleri özlerdim, iyi hatırlıyorum.

 

Yazmaya ve okumaya dair teşvik edenler var mıydı?

 

Evet, yazıyla, okumayla ilgilendiğimi bilen hocalarım, büyüklerim, arkadaşlarım hep önümü açma endişesi taşıdılar bunu hep fark ettim. Bilhassa lisede edebiyat öğretmenlerim Gönül Çubukçu ve Mehmet Konukçu; üniversite hocalarımdan Bekir Oğuzbaşaran ve Nazım Hikmet Polat öğrencileri olduğum demlerde her anlamda bana “hoca”lık ettiler diyebilirim.

 

Yine üniversite yıllarımda öğrencisi olduğum iki edebiyat fakültesinde de sınıf arkadaşlarım edebî faaliyet anlamında “yapalım” dediğim her faaliyette yanımda bulundular. Orta yaşlara doğru ise Ahmet Turan Hoca, sağ olsun, teşviklerini ve desteklerini esirgemedi. Tüm bunlar yazmaya ve okumaya olan hevesimi ve sonraki dönemde bağımı pekiştirdi elbette.

 

Lise öğrencisi iken Sait  Hocamızın yalnızca iki sayı çıkarabildiği “Kıvılcım” isimli dergi, adımı sayfalarında gördüğüm ilk dergidir. Her iki sayısında da birer şiirim vardı derginin. Dergi 1992 ve 93 yıllarında çıkmıştı.

 

Okuduğum ilk kitap Balina Avcıları idi. Şiir adına okuduğum ilk şiir üstadın “Kaldırımlar” şiiriydi. Sur, okuduğum ilk dergiydi. İlk diyebileceğim bir gazete ve yazı hatırlamıyorum maalesef.

 

Şiir yazdınız ve yayınladınız. Neler hissettiniz?

 

Bazı sabahlar bilhassa bahar sabahları insan sokağa çıkar da sonsuz bir hayat sevinci dolar ya içine, öyleydi sanırım ilk şiirimi dergi sayfalarında gördüğümde. Çocuksu ve saf…  Şiir kitabımı elime aldığımda da aynı çocuksu heyecanı yaşadım. Dünyada olduğumu, elimde tuttuğum kitabın dünyada benden çok kalacağını düşündüm.

 

Yazar olmak için bir çabanız oldu mu, neler yaptınız yazar olmak için?

 

Bilhassa ilk gençlik yıllarımda bir hırs vardı bir şeyler olabilmek, bir yerlere gelebilmek adına. Ancak zamanla gördüm ki yazarlık, basamakların en yukarısında daima ulaşmak için çalışılacak bir yer, bir meslek ya da kişilik değil. Yazmak, hayatın neresinde olursanız olun, yanı başınızda sizinle yürüyen ve yüzüne baktıkça, size tebessüm ettikçe sizi mutlu kılan bir yoldaş. Ya da uzun bir yolu yalnız başınıza yürürken kendi kendinize söylediğiniz, içlendiğiniz, mutlu olduğunuz bir türkü… Tüm bunlar yazarlığın, kişinin derununda kendiliğinden açan bir çiçek olduğu anlamına gelmez elbette. Çıkardığım dergiler, yazdığım dergiler, okuduğum kitaplar, katıldığım programlar hep bir gayret ve emek değil mi bu yolda sarf edilmiş. Her şey meşk ile bu dünyada. Yazmak da öyle galiba…

 

Bir de dergi çıkarıp o kadar teferruatla uğraştıktan sonra dergiyi kapattınız. Dergisizlik özlemi çekiyor musunuz? Nasıl bir şey dergisiz kalmak?

 

Her zaman değil; ama zaman zaman oluyor özlem. Bizim çıkardığımız dergilerde hep bir duygusal taraf vardır, biliyorsunuz. Biz dergi çıkarırken âşık olduğumuz zamanlardakine yakın heyecanlar, hevesler, ümitler büyütürüz içimize. Çoğu zaman çocuğumuza gösterdiğimiz şefkat ve özeni dergilerimize de gösterir; ona bir şahsiyet atfeder; onu, bir canlıyı sever gibi severiz. Belki doğru bir yaklaşım değil bu ve bu yüzden dergicilere biraz hasta gözüyle bakılır bizim camiada.

 

Evimizin bahçesinden yol geçmesi ya da köyümüzün baraj altında kalması gibi bir şey bir derginin kepenklerini indirmek. Biraz da kiraya çıkmak gibi; işe, eve kendi aracınız yerine belediye otobüsüyle gidip gelmek gibi. Zaman zaman güzel isimler geliyor aklıma, ‘bundan bir dergi ismi olur’ deyip not alıyorum kenara ya da güzel kâğıtlar gördüğümde, ‘buna ne güzel dergi basılır’ dediğim oluyor. Hevesim ve heyecanım hep var ancak cesaretim yok maalesef yeni bir dergiye başlayabilmek için.

 

Nurettin Durman epeydir görüşmediği bir dostuyla söyleşti…

 

29 Mayıs 2010 Cumartesi

kaynak: www.dunyabizim.com

 

http://www.dunyabizim.com/news_detail.php?id=3711