20 Temmuz 2021 Salı

evlerin ön sözü

Boyası solmuş, tahtalarının arası açılmış, üzerinde yarısı paslanmış bir kapı numarası bulunan bahçe kapılarının ardındaydı hayat. Betondan değil taştan, briketten, kerpiçten örülmüş duvarların arasında samimiyetin ve mahremiyetin narin perdesiydi bahçe kapıları. O kapıdan bir özge aleme adım atılır, o kapıdan dünyaya karışılırdı. Anahtarı, kilidi dahi olmayan o kapının ardındaydı ev dediğimiz evren ve o kapının ardındaydı bütün sevinçler, hüzünler, acılar, saadetler. 

Önce bahçe vardı, sonra ev. Bahçeler evlerin ön sözü, bahçeler hayatın ve dünyanın minyatürüydü. Yerini yadırgamayan ve mutlaka meyve yüklü iki üç dalı duvarların dışına taşan cömert birkaç ağaç, ağaçların dallarını süsleyen halinden memnun kuşlar, kuş cıvıltılarına karışan çocuk sesleri, kıyıda köşede her güz göçüp her bahar yeniden ziyarete gelen çiçekler, hafif rüzgarlarla dans eden rengarenk çamaşırlar, her ortamda kendisine bir uğraş bulamayı başaran haylaz bir kedi, ara ara su çekilen yorgun tulumba... 

Bütün mevsimlerin resmî geçit töreni yaptığı küçücük alandı bahçeler. Faniliği ve sonsuzluğu, ölümü ve yeniden dirilmeyi bahçemizden geçen zaman işlerdi kalbimize. Mevsim baharsa toprak önce bahçelerde kımıldardı, sonra dağlarda. Önce bahçelerde tomurcuğa dururdu ağaçlar, toprak kokusu bahçelerden yayılırdı şehre. Mevsim kışsa haftalarca ayakta duracak kardan adamlar bahçelere yapılır, kardan kaleler bahçelerde kurulurdu. Sonbaharda önce bahçeler boyanırdı sarıya, kızıla. Sabahları çiğ düşmüş yaprakların kokusu uğurlardı işe giden babaları, okula giden çocukları. Kısalan günlerin en sıcak vakitlerinde üstesinden gelinirdi kış hazırlıklarının bahçe duvarlarının ardında ve elbette yaz mevsimiydi bahçelerin en renkli olduğu vakitler. Kahvaltıların, yemeklerin, çayın, sohbetin ve oyunların mütebessim şahidiydi bahçeler. Akşamın ilk karanlığıyla dışarıya taşan cılız ışığın huzuru, ay ışığının sükutu ile birleşirdi geceler boyu.

İlkin sakin kiraz bahçeleridir andığım eski günlerden

(Sezai Karakoç)

Biz o bahçelerde büyüdük; kötülüklerin, fenalıkların kapısını aralayamadığı, türlü renklerin, kokuların arasında o bahçelerde yaşadık yaşanılması gereken her şeyi. O bahçelere serilmiş minderlerde, sofra tahtaları üzerinde tamamladık ödevlerimizi. O bahçelerde kedilerle koşuştuk kelebeklerin ardından. Ağaca tırmanmayı, salıncak kurmayı, toprağı işlemeyi, çiçeği koklamayı o bahçelerde öğrendik. Yoruluncaya kadar oynamayı, dünyayı unutmayı, sabahın duruluğunu, gecenin koyuluğunu orada tanıdık. Karıncalara yardım etmeyi, serçeleri beslemeyi; taştan, topraktan, çamurdan oyuncaklar icat etmeyi bahçeler fısıldadı çocuk ruhumuza. Yol gözlemeyi, yolcu etmeyi, yalnızlığı, kalabalığı, neşeyi ve kederi işledik küçücük kalplerimize bahçe duvarlarının ardında. Annelerimizin neden her mevsim biraz daha sessiz çiçekler gibi çabucak yorulduğunu, solduğunu da o bahçelerde gördük. Biz giden mevsimleri izledik, mevsimler bizi izledi, sessizce büyüyüşümüzü. Her mevsim başka bir renk her mevsim başka koku, başka bahçe idi serilen kapılarımızın önüne. 

Özlemedik bahçemiz varken uzak diyarları, başka şehirleri. Yıldızları izledik, başımızın üstünde şekilden şekle giren bulutları. Duru bir dinginlik; bahçelerden sokağa, sokaktan semtlere, tüm şehre yayılırdı her günün sabahı, akşamı, gecesi. Hastalıklar da o duvarların ardındaydı, sağlık da. Neşe de o duvarların ardındaydı keder de. 

Bir dağın eteğine kurulur gibi kurulurdu evler bahçelerin bağrına mütevazı ve her halinden emin. Bir gün evleri ayırdılar bahçelerden, o gün başladı üzgün hikayemiz.

Hatırlatacak bize şen çocukluğumuzu,

Erguvanlı bir bahçe, mor salkımlı bir duvar.

(Ziya Osman)

Bahçe; kimimiz için çoktan sararmaya durmuş bir fotoğraf, unutulmaya yüz tutmuş anılar yurdu kimimiz için duyulmuş ancak görülmemiş bir masal ülkesi.

Önce çiçekler soldu, ağaçlar kurudu, sonra sustu bahçeler küserek terk etti evlerin önünü. Serçeler, kelebekler uzaklaştı bütün mevsimleri de alarak kanatlarının altına. Bir hatıra gibi taşıdık çiçekleri saksılara, bir yazıt gibi ağaçları parklara. Duldasında, gölgesinde silindi rengarenk bahçelerin, sonsuz bir saklambaç oyununda kayboldu çocukluğumuz. Kaybolan ne bir bahçe ne bir çocukluk, koca bir dünya idi yokluğunun farkına vardığımızda. 

Şimdilerde evler bahçesiz, yetim çocuklar gibi. Şimdilerde evler sessiz. Şimdilerde küçücük balkonlarda kuruyor çamaşırlar, küçücük balkonlarda bahçe hayali yeşertmeye çalışıyoruz çocukların zihinlerinde.

Yağmur suyunun tadını, bir ağaç altında yorgunluktan uykuya dalmanın huzurunu, yanı başlarından havalanan serçelerin heyecanını yaşayamadan büyüyor çocuklarımız. 

Başkalarının hayatını yaşıyor gibi yaşıyoruz bizler de hiç bir zaman her şeyiyle bizim olmayacak soğuk evlerde.  Mevsimlerin, yeşilin, bütün renklerin uzağında kalbimiz, gözlerimiz. 

Çıksak bir seher vakti yahut akşam üstü yürümeye, ansızın omzumuza dokunan bir dut dalı,  gölgesinde nefes alacağımız bir ceviz ağacı uzatmıyor kollarını alçak duvarlardan. İğde, ıhlamur kokuları çağırmıyor dalgın adımlarla arşınlarken yolları. Çiçekli bir vişnenin mütebessim selamından da uzağız hayli zamandır. Nazlı nazlı salınarak bir kedi eşlik etmiyor adımlarımıza yanı başımızda uzanan bir bahçe duvarı üzerinde. Nicedir yas yeri evler, sokaklar, şehirler.  Caddeler yoruyor, sokaklar boğuyor, dört duvar üzerimize yürüyor ve hep kurtulmak istiyoruz kendi  ellerimizle kurduğumuz dünyadan. Uzakları özlüyoruz, başka şehirleri, başka ülkeleri. Nicedir sırtını dağlara, yamaçlara vermiş bahçeli ev resimleri yok öğrencilerin resim defterlerinde. Nicedir bir bahçe kapısını aralayamamaktan kederli ellerimiz. Çocuklar evlerin içinde değil parklarda, oyun alanlarında kendilerine emanet edilen küçücük mutluluklarla teselli buluyor. Huzura açılmıyor kapılar ve evlerin kapısında her sabah, her akşam aynı soğukluk.

Bahçesiz, üst üste yığılan evlerimiz de bizler gibi nefes almaya muhtaç. Toprak kokmuyor kapı önleri, bizden bir şeyler sinmiyor evlerimizin pencerelerine, duvarlarına; huzura açılmıyor kapılar içerden dışarı, dışarıdan içeri. Parklarda, yol kenarlarında mahzun ağaçlar, çiçekler. Kuşlar küskün, kediler sahipsiz, karıncalar şaşkın. Sadece birkaç metrekarelik bir toprak parçası değil bahçeyle bizden uzaklaşan koca bir âlem. Bahçesiz evler, ev değil tünek şehrin uğultusundan kendimizi içine attığımız. Bahçesiz evler, ev değil barınak yaşamak tufanından kurtulmak için bir köşesine sığındığımız. Bahçesi olmayan ev nedir ki soğuk ve renksiz dört duvardan, gidip gelip içinde boğulduğumuz kasvetten başka. 

Bahçe; evin dışındaki dünya, dünyanın dışındaki hayat. Bahçe, göğe, sonsuzluğa açılan penceresi evlerin. Bahçe, biz binbir mevsimi içinde yaşamış olsak da belli ki bir mevsimlik rüya.