29 Ekim 2021 Cuma

oda

 

Nerede yaşarsak yaşayalım, kaç yaşında olursak olalım, türlü sıkıntılar musibetlerle dolu yeryüzünde hep bir sığınacak köşe, bir dulda duvar dibi ararız kendimize. Her ne kadar bazen üzerimize üzerimize yürüse de duvarlar, yükünü sırtımıza indirse de gökyüzünü kapayan tavanlar; kerpiçten, taştan, ahşaptan, tuğladan yahut betondan inşa edilmiş dört duvarın etrafımızı kuşattığını görmek çoğu zaman huzurun, sakinliğin limanına taşır kalbimizi. Geceden, kardan, yağmurdan, güneşten, rüzgârdan, kötülüklerden emin olmak; endişesiz bir bekleyişle sabaha, bahara ulaşmak için odalar kurarız kendimize özgü, evlerimizin en ücra köşesinde. Dünyanın uğultusuna kulaklarımızı, rengine gözlerimizi kapayıp yalnızca kendimizi duymak, görmek istediğimizde eşiğinden atladığımız başka bir âlemdir oda. Orada eşya dile gelir, mazi sahipsiz gölgeler gibi dolaşır duvarlarda. Orada canlanır hayaller ve ümitler, pişmanlıklar alçacık bulutlar gibi dolaşır durur tepemizde. Kimsenin gürültüsünü duymadığı meydan savaşları orada verilir, orada sarılır mağlubiyetlerin yaraları, orada asılır galibiyetin bayrağı. Mahremiyetin eşsiz barınağıdır oda, sükûtun inzivadaki şiiri, bestelenmemiş şarkısı. Eşiği eşik değil odamızın, dünyaya çekilmiş bir sınır; duvarı duvar değil odamızın, her şeye çekilmiş bir perde.

Oda, düşler sığınağı, yalnızlık kalesi; oda, hayaller sahili, sessizlik yurdu. Oda, ev ülkesinin biricik şehri.

İnsan bir adadır.

Oda: Bir dünya.

(İlhan Berk)

Her şey birbiriyle ilintili odamızı süsleyen, her şey bizden bir parça odamıza taşıdığımız, odamızda barındırdığımız. Batık bir gemiden yalnızlığın adasına taşır gibi taşırız dünyayı odamıza. Köşede sandık, yanda dolap, koltuktaki yastık, yerdeki minder, duvardaki raf, çerçeve… Hiçbiri rastgele oraya konmuş, hiçbiri öylesine yerini bulmuş değildir eşyamızın. Vakti gelip perdeler çekilince ve kapı kapanınca dile gelir duvarlar, tavan ve eşyalar, sonsuz bir sohbet başlar odada seslerin uzağında. Hürriyetin de esaretin de içine sığdığı yegâne kara parçasıdır oda.

Bizimle vücut bulmamış olsa da bizimle renk, koku değiştirir odalar. İçimizin durgunluğu, coşkusu gibi bungunluğu da yansır odamızın yüzüne. Önce oyunları, oyuncakları yığarız odamıza; sonra kaybetmekten korktuğumuz, önemli bulduğumuz şeyleri ve en sonunda yalnızlığımızı. Zira daha oyuncaklarımız eskimeden bitmesin istediğimiz oyunlar biter.  Hayatımızdan gitmesin istediğimiz herkes gider bırakarak odamıza bir parçasını. Biz geçerken bir gününden bir gününe ömrümüzün; çocukluğumuz, gençliğimiz bir görünüp bir kaybolur odamızda. Başucumuzdaki saat yorulmaz, karşımızdaki ayna eskimez ama eskir odalarda yüzümüz, ellerimiz, bakışlarımız.

Bir oda, içinde bir saat sesi

Hayatın sırtımdan giden pençesi

(Ziya Osman)

Duvarın hemen önüne konulmuş bir masa, masa üzerinde defter, kitap, kalem, bardak, anahtar... Masanın dibindeki kova, kovanın içindeki kağıt parçaları. Ya kapı ardında yahut yanında bir askı, binbir özenle duvarlarda kendisine yer bulmuş çerçeveler. Pencere önünde kendi kendine neşelenip hüzünlenen çiçekler… Odamıza biz şekil verdiğimizi zannederiz oysa zamanla odamız da şeklini işler içimize. Karanlık da aydınlık da orada dolar içimize, hüzün de sevinç de oradan, o odadan başlar göç etmeye kalbimize. Sessiz bir dost, dilsiz bir sırdaştır oda. Pencere önüne misafir ettiği kuşlara dahi anlatmaz bildiklerini. Şahididir ömrümüzün, kederlerimizin, mırıldandığımız şiirlerin ve şarkıların, kırgınlıklarımızın, kızgınlıklarımızın hatta şahididir hayallerimiz kadar düşlerimizin, sayıklamalarımızın. Hepsini, her şeyi bilir de söylemez bir başkasına bir gün onu terk edip gittiğimizde bile. Biz odamızda yaşarız, odamız yaşar bizim içimizde.

Evren içinde evren, dünya içinde dünya, can içinde canan gibi ev içinde evin adıdır oda. Aldığımız nefesten, sesimizin renginden, kalbimizin ritminden, yüzümüzün tebessümünden, bakışlarımızın dilinden bize ait bir şeyler siner yaşadığımız odaya. Duvarının rengiyle, penceresinin perdesiyle bütünleşir benliğimiz. Biz nasıl başkalarının odalarında tedirginliğin soğuk ırmağına düşüyorsak odalar da başkalarını misafir ederken tedirgin olur. Kimseler girmesin ister sahibinden başka içeriye. Dışarıda üşüyen ruhumuzun libasıdır oda ve dünyaya karşı örtündüğümüz, ördüğümüz kabuk.

Akşam olduğunda kurdu kuşu yuvasına döndüren ne ise bizi evimize koşturan, odamıza çağıran da odur. Gün boyu bin parçaya ayrılan kalbimizin yaralarının kabuğa durduğu tedavi alanı, evimizin bizi bekleyen tek gözüdür oda. Biz nasıl ondan uzak kaldığımızda yokluğunu hissedip özlersek onu, o da bizi özler, boşluğun sağır eden uğultusu yankılanır içinde yokluğumuzda. Başka şehirlere gittiğimizde, başka bir eve taşındığımızda etrafımızı kuşatan kaybolmuşluk hissi aslında odamızın uzağına düşmemizdendir biraz da. Odamızın dışında hep küçücük de olsa bir gurbet ağırlığı biner sırtımıza. Akşam tez gelsin isteriz dönmek için odamıza. Beşiğin ardı gibi gurbettir biraz odanın ardı da.

Kırk kapı açtık Mavi Sakal öldü

Kırk odanın içinde güzel aslanlar güldü

(Sezai Karakoç)

Odalar büyüklü küçüklü, odalar kat kat, odalar türlü türlü. Dünyaya değil odalara açılan bir hayat aslında yaşadığımız.  Kırk odalı bir dünyaya bölünmüş zamanı tüketerek geçiyor ömrümüz. İster biz kuralım ister başkaları bizim için kurmuş olsun her oda başka bir âlem. Doğum odası, hastane odası, öğretmen odası, otel odası, bekleme odası, müdür odası, oturma odası, misafir odası…  Kendimize ait bir odamız olsa da her birine düşüyor yolumuz geçerken dünyadan ve en sonunda kırkıncı odanın önüne düşüyoruz. Kırkıncı oda kapısız, penceresiz. Kırkıncı oda ufacık, serin ve karanlık. Altı, dört yanı toprak;  üstü tahta, üstü taş; o da bir oda. Tıpkı içinde yaşayıp içimizde taşıdığımız bütün odalar gibi.

Bir oda yaptırdım türbeye yakın

Odam karanlıktır çifte mum yakın

(Erzurum türküsü)

Bütün kıyılardan kendi yatağına çekilen durgun bir ırmak gibi çekildin en karanlık odasına kalbinin. Bir odan oldu kapısını taşlarla ördüğün, odanda bir masan, bir kitaplığın. Kalemler biriktirdin, saklanan kelimeleri bulabilmek için; defterler yığdın, uçuşan cümleleri sayfalarına bağlayabilmek için. Şimdi sessizliğin rüzgârıyla savruluyor yarım şiirlerin, başlanmamış hikâyelerin, unutulmuş türkülerin kelimeleri dört yanında.  Dudaklarını kapatıp duvarlarla konuşuyor, gözlerini kapatıp tavanla bakışıyorsun.  Şimdi kalbinin sesiyle titriyor zamanın yaprakları. Her şeyden uzak odandasın. Yağmurda unutulmuş resim gibi renkleri darmadağın hayatının. Pencereye varmadan görebiliyorsun dışarıyı, pencereyi açmadan duyabiliyorsun dünyanın dönerken çıkardığı sesi. Başka bir odanın çağırısı duyuluyor uzaktan uzağa. Oda evin içinde, oda bu dünyada değil, her şey gibi o da senin içinde.

güz, 2021