15 Kasım 2024 Cuma
Hüseyn Kaya’nın Sessiz Rüya’sında Bana Fısıldadıkları
6 Kasım 2024 Çarşamba
nazar
22 Haziran 2024 Cumartesi
herkesin aynasında başka bir resme, hakikate dönüşür kelimeler
21 Nisan 2024 Pazar
son sayfa
rüyası şimdi kalbim kimsenin görmediği
bakışınla yeşerip sararan ümitlerin
ister çöz ister çözme boynundaki ilmeği
adım hiç yazılmış yüzündeki aynaya
yaşadığım her şeyin en son sayfası yırtık
beni burda bırakıp dönebilirsin dünya
yanında yürüyecek gücüm kalmadı artık
bahar, 2024
kuyu
bir aynaya döndü yüzünü kalbim
yıkık köprülerin altında durgun
yönünü unutmuş nehir gibiyim
mazi kör kuyuda suyun yankısı
melale dolanan suskun sarmaşık
mahzun serçelerin yitik şarkısı
bütün sabahlardan silindi artık
anlattığım bütün yağmurlar bitti
beni bıraktığım sessiz kıyıya
elimde kanıyor her kuşluk vakti
yanlış ezberlenmiş o mahcup dua
bahar, 2024
duvar
bir düşe uzanıp kayarken yana
sensizliğe değdi ruhumun eli
ne kadar dursak da yağmur altında
değiliz biz artık eskisi gibi
belki kanatları kırık kapının
sözcüklerden kaçan hikayesiyiz
ayrı defterlerde yarım ve dargın
dilsiz şiirlerin anısıyız biz
kuytusunda kaldık birden zamansız
umuduna küskün ayrılıkların
iki yana düşmüş iki taşıyız
rüzgarın yıktığı yorgun duvarın
13 Mart 2024 Çarşamba
gölge
30 Ocak 2024 Salı
yabancı
Son günlerde aksilikler peşini bırakmıyordu. Elinin değdiği, gözünün gördüğü şeyler birer birer bozuluyor, kırılıyor, işlevini yitiriyordu. Sıradandı belki de yaşadığı olumsuzluklar, herkesin başına sayısız kez gelen şeylerdi ama böyle peş peşe olunca artık canını sıkmaya başladı.
Kapatmaya çalıştığı bir musluktan önce küçük bir kırılma sesi gelmiş sonra musluk kapanmaz olmuştu. Her şey aslında tam orada, o anda başlamıştı. Bir yandan bozuk musluk için çare aramış bir yandan da çocukluğunda kullandığı muslukları düşünmüştü. Sarı renkte ve tek tip musluklar her yerdeydi eskiden ve kolay kolay bozulmazlardı, bir contaya bakardı tamiratı. Şimdi öyle miydi ya? Onlarca çeşit musluk vardı ve parçaları birbirine uymuyordu bile. Bunları düşünürken musluğu tamir etmişti.
Bu olayın üzerinden birkaç saat geçmemişti ki lambayı yakmak istediğinde yeni bir sorunla karşılaştı, lamba yanmıyordu. Ayaklarının altına sandalye almadan tavanda asılı lambaya uzanabiliyordu. Parmak uçlarında yükselerek lambayı evirdi çevirdi düğmeye basarak yeniden açmayı denedi, lamba yanmıyordu. Eskiden sarı lambaların içinde incecik bir tel olurdu, lambanın geçip geçmediğini o tele bakarak hemen anlayabilirdi. Yeni lambaların sorununun ne olduğu bile belli olmuyordu. Lambayı değiştirmekten başka çaresi yoktu. Lambayı yenisiyle değiştirdi ve sorun çözüldü. Buraya kadar henüz bir takıntı halini almamıştı yaşadıkları ancak çay koyduğu bardağın gözünün önünde ortadan yarılması birdenbire karanlık ve korkulu bir dünyanın ortasına bırakıverdi onu. Başka zamanlarda da bardağının çatladığı, elinden düşüp kırıldığı olmuştu. “Dökülen mey kırılan şişe-i rindan olsun” derdi kendisinin ya da başkasının bardağı kırıldığında. Zaten bardak kırılmasının iyi olduğunu söylerdi annesi. Hatta bir bardak ya da tabak yere düşer fakat kırılmazsa yeniden yere attığına da şahit olmuştu annesinin. Bardak kırılmasıyla geçip giderdi nazar ya da büyük belalar. Besmelesiz güne, işe başlamazdı ama işte, bardak kırılmıştı hem de tam ortadan ikiye. İkiye ayrılan bardak değil de kalbinde bir yerdi sanki. Yeni bir bardağa uzanacak, çay içecek iştahı kalmamıştı. Birilerini üzdüm mü, diye geçirdi içinden. Birinin âhı mı vardı üzerinde? Nazara mı gelmişti? Nazar değecek bir hayatı yoktu ki. Nazarsa da geçip gitmiştir artık, diye düşündü. Masayı sildi, kırılan bardağı çöpe bıraktı.
Geç uyudu o gün. Etrafını kuşatan, kendisini tedirgin eden, adını koyamadığı bir şey vardı. Üzerine bir gölge çökmüş gibiydi. Ya bu uğursuzluk devam eder giderse, nasıl yaşanırdı ki böyle?
Ertesi sabah yeni bir güne başlamanın huzuruyla uyandı. Yorgundu, uykusunu alamamıştı ama dün, geride kalmıştı. Dert değildi bunlar, dertten sayılmazdı. Binlerce insanın yaşadığı sıradan şeylerdi hepsi. Bir an önce işe gitmeliydi ama önce tıraş olmalıydı. Aynanın önüne geçti, yüzüne bakmadan gözü tıraş bıçağına ilişti, paslanmıştı. Son tıraşını iki gün önce olmuştu. Daha önce kullanılmış tıraş bıçağının paslandığını hiç hatırlamıyordu. Tıraş bıçağını aldı, sağına soluna baktı. Yeni bir bıçak açtı ve tıraşını oldu. Kötü şeyler düşünmek istemiyordu. Eşyalar, nesneler eskirdi, paslanırdı, bozulurdu… Ötesine geçmek anlamsızdı bu düşüncelerin. Çay hazırlamaya, bir şeyler yemeye cesareti de yoktu vakti de. Tıraşın ardından işe gitmek üzere evinden ayrıldı.
Yol boyu aklına olumsuz bir şey gelecek olsa bardağın kırılışını hatırlıyor ve kendisini rahatlatmaya çalışıyordu. Göğe baktı, birkaç gündür hava kapalıydı. Kar gecikmişti ve yağmur ihtimali vardı. İklim bile bozuldu, dedi içinden. Eskiden bu havalarda yerde bir karış kar olurdu. Kaşkol, eldiven olmadan bu aylarda evden çıkılmazdı sekiz on sene önce bu aylarda. Şimdi önünü bile kapatmadığı paltosuyla iş yolundaydı. Tabi bunun bir de temmuzu, ağustosu vardı. Kış böyle ise yaz daha da sıcak olurdu. Belki de olmazdı. Son yıllarda baharın yaşanmadığını hatırladı. Kışlar baharların yerini almıştı belki de. Aslında mevsim şeritlerinden düşen yalnızca kış mevsimiydi.
Yolda kimseye rastlamadı ya da görmedi kimseyi. İş yerine ulaştığında yürümenin de etkisiyle rahatlamıştı biraz. Paltosunu çıkardı, astı. Masasına geçti. Masa takviminden iki sayfayı çevirdi. Hemen takvimin yanında duran masa saatine takıldı gözü. Saat çalışmıyordu. Eline aldı, kurcaladı, pilinin bitmiş olacağını düşündü ve biraz uğraştıktan sonra saatin pilini çıkararak masaya bıraktı. Sonra akrep ve yelkovanı on ikinin üzerine getirerek yerine koydu saati. Gözü yeniden takvime takıldı. Günler geçiyordu üstelik günlerin geçtiğini takvim saylarını çevirirken bile fark etmiyordu.
Morali bozuluyordu düşündükçe, kendi kendine konuştukça. Hayat her zamanki gibi devam ediyordu ve görünürde değişen hiçbir şey yoktu. İnsanlar gündelik işlerine devam ediyordu. Bozulan, kırılan her şey yenisiyle değiştiriliyordu. Bu kadar büyütmeye, abartmaya gerek yoktu olanları. Düşündüklerini, yaşadıklarını birilerine anlatsa kesinlikle alay konusu olurdu. Sabah çay içmediğini hatırladı. İş yerinin çay ocağına giderek bir bardak çay aldı. Bardağının çatlamamış olması onu mutlu etmedi. Tekrar masasına döndüğünde yine saate gözü ilişti. Kenardaki pili yeniden saate yerleştirdi. Saat çalışmaya başlamıştı. Kolundaki saate bakarak masa saatini ayarladı. Çayından bir yudum almıştı ki karşısındaki gri metal dolabın camında kendisini gördü. Birkaç dakika bir yabancıya bakar gibi izledi kendisini. Çayından bir yudum daha aldı. Evet, bir yabancıya aitti karşısındaki dolabın camından yansıyan görüntü. Masasındaki saatin yeniden durduğunu fark etti ama bu kez pili çıkarmak için takati yoktu.
5 Ocak 2024 Cuma
kırağı dergisi üzerine bir soruşturma - hüseyn kaya
konuşturan: turgay yıldırım
1. Kırağı dergisi niçin yayımlandı? Dönemi içerisinde hedefleri, iddiaları ve rolü neydi? Ve sizce bunların ne kadarını gerçekleştirebildi?
İlk sorunun cevabı yani derginin niçin yayımlandığı, benden ziyade derginin emekçisi isimlerde bilhassa Tayyip Atmaca'dadır diye düşünüyorum. Ben Kırağı dergisinin çıktığı yıllarda üniversite öğrencisiydim ve Tayyip Atmaca ile tanışmak seneler sonra nasip oldu. Bu soruda benim cevap verebileceğim derginin rolü ve gerçekleştirebildikleriyle sınırlı. Kırağı dergisi günümüz şiirinin bilhassa muhafazakar çevre içinde kurulu şiirin temel taşlarından biri diyebilirim. Dergide şiiri yahut şiire dair yazısı bulunan isimlere dikkatle bakıldığında günümüz şairlerinin ve hatta akademisyenlerinin, günümüz dergicilerinin çoğuna rastlamak mümkün olacaktır. Bu yönüyle Kırağı bu camiaya atılmış bir edebiyat tohumuydu diye düşünüyorum. Dergicilik ve yayıncılık anlayışıyla özgün bir duruşu vardı. Para ile satılmayan, okuruna posta pulu karşılığı gönderilen ve dönemin genç isimlerini mütevazı sayfalarında ağırlayan bir dergiydi Kırağı, köşe başını tutmuş büyük dergilere ürün gönderemeyen, gönderse de dönüş alamayan pek çok gencin ilk göz ağrısı, yolunu beklediği biricik dergisiydi. Yalnız dergi yayıncılığı değil kitap yayıncılığı da yaptı ve yine zamanın dar imkanlarıyla özgün kitaplar yayımladı.
Hedeflerinin ne kadarını gerçekleştirebildiği sorunuza gelecek olursak: Edebiyat dergileri çoğunlukla o dönemde bir mektep olabilmek amacını mutlaka taşırdı. İllaki Kırağı'nın da bu tarz bir niyeti vardır diye düşünüyorum ve bu mektepte ders gören çok isim oldu ancak son sınıfta açık liseye geçen günümüz lise öğrencileri gibi dergide yazan çoğu isim bu okuldan diploma almak yerine başka yerlerden diploma almaya yöneldiler. Belki bir süre daha devam etseydi Kırağı bu mektebin adı konulmuş olacaktı ama nasip olmadı. Bahsettiğim gibi o dönemde ücretsiz dergi yayımlamak ve okuruna bu dergiyi ulaştırmak bile büyük bir başarıydı.
2. Bir şiir dergisi olarak Kırağı’nın dayandığı ortak bir poetik tutum var mıydı yoksa dergi, şiire gönül veren her sanatçıya kapısı açık, çoğulcu bir sanat mahfili olmaya mı çalıştı?
Ortak poetik tutum ahlak ve gelenek boyutunda vardı. Hatta dergide, ismini mealen hatırlıyorum, Günümüz İslamcı Şairlerde Yenilik Adına Sapmalar başlıklı bir yazı da mevcuttu. Bu poetik olduğu kadar düşünsel bir tavırdı da aynı zamanda. Bunun dışında insanı, insani değerleri önceleyen bir tavrının olduğunu da biliyorum. Şiire gönül veren her sanatçıya, şiir üzerine sözü olan her kaleme sayfaları açıktı derginin ancak muhafazakar düşünceyi benimseyen kalemler daha yoğun olarak okuyor, ürün gönderiyordu diye düşünüyorum.
3. Edebiyatımızda taşra-merkez ilişkileri düşünüldüğünde Kırağı’nın yerini nasıl değerlendirirsiniz? Şiirin sözcülüğünü taşradan sürdürmek iddiası ve gayreti, o dönemin koşulları içerisinde nasıl bir anlam taşıyordu?
Edebiyatımızda "taşra" kendilerini "merkez" olarak nitelendiren grubun ortaya koyduğu yapay bir anlayış aslında. Yıllarca yayımlanmış yahut halen yayımlanmaya devam eden, kendisini "merkez"e koyan dergilere baktığımızda bu dergilere omuz veren isimlerin öncelikle "taşra" denilen bölgede var olduklarını görürüz. İkindi Yazıları, Kırağı, Sühan ve daha onlarca dergiyi, bu dergilerden filizlenen isimleri düşünelim, bir de büyük şehirlerde yayımlanan dergilerden tasını dolduran isimleri düşünelim...
Kırağı'nın yayımlandığı dönemde şiirin nabzı, edebiyatın nabzı büyük şehirlerdeki kurumsal dergiler kadar hatta daha canlı ve samimi Kırağı'da atıyordu. Elbette başka dergiler de vardı ama en kapsamlı olanı Kırağı idi.
Şu detay önemli idi: Bazen adresime başka şehirlerde yeni yayımlanmaya başlayan edebiyat dergileri gelirdi. Adresime nereden ulaştıklarını sorduğumda, Kırağı dergisinden, cevabını alırdım. Anadolu'da dergi ağabeyiydi de bu yönüyle Kırağı.
Kırağı, bir çılgınlık veya aşırı cesaret örneği değildi. Anadolu'da yayımlanan her dergi zaten özünde şiirin, denemenin, öykünün hülasa edebiyatın sözcülüğünü üstlenme düşüncesini de barındırır. Anadolu, diyerek daraltmayalım. Her edebiyat dergisi az çok "sözcülük" bilinciyle yayımlanmaya başlar.
4. Dergi kapatıldığında rolünü tamamlamış mıydı yoksa zorunlu sebeplerden ötürü erken bir veda mıydı yaşanan?
Derginin rolünü tamamladığını düşünmüyorum. Rolünü tamamlayarak kapanan dergiler çoğunlukla sayı bakımından üç haneli rakamlara ulaşmış dergilerdir. Zorunlu sebepler ve editör yorgunlukları bu tür dergilerin yayın hayatını bitirir. Zira derginin yükü dizgiden tashihe, poşetlenmesinden postaya verilmesine, bir en fazla birkaç kişi üzerinden yürür.
Kırağı'nın aslında yayına ara verip sonra bir süre daha yola devam etmesi sonraki dönemde yaşanacak vedanın zorunlu sebepler yüzünden olduğunun göstergesi diye düşünüyorum.
5. Sizce Kırağı dergisinden günümüz edebiyatına ve özellikle Türk şiirine kalanlar (isimler ve eserler) nelerdir? Bu yönüyle dergi sizin için ne ifade ediyor?
Hayli isim ve eser var aslında ancak bu isimlerin çoğu özgeçmişlerine Kırağı'yı dahil etmiyorlar günümüzde. Hatta Kırağı'nın bastığı şiir kitaplarını dahi zikretmeyen isimler biliyorum. Bu tavrı anlamak çok da mümkün değil.
Kırağı o zaman da önemli bir dergiydi benim için şimdi de çok önemli bir dergi. Zaman zaman açıp bakıyorum sayfalara. Samimiyet ve özgünlük, aradan geçen senelere rağmen yayımlandığı dönemki kadar canlı. Kırağı'dan sonra Kırağı'ya benzer dergiler çıktı ama hiçbirinde Kırağı'nın samimiyetini göremedim desem yeridir. Kendi yayımladığımız dergiler dışında "benim de dergimdi" diyebildiğim ender dergilerden Kırağı. Yine kendi dergilerimden sonra peş peşe şiirim yayımlanan ilk dergi. Her dergi ile duygusal bağ kurmak mümkün değil, belki gerek de yok buna ama benim için önemli bu bağ.
Turgay Yıldırım, Kırağı Dergisinin Sistematik Tahlili / Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı / Yüksek Lisans Tezi 2022