çanta yazısı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
çanta yazısı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Ağustos 2020 Çarşamba

elimdeki dünya kolumdaki mutsuzluk

hüseyn kaya

Rüyası ömrümüzün çünkü eşyaya siner

(Ahmet Hamdi Tanpınar)

Onu kolunuza takıp da ilk ne zaman yürüdünüz yollarda?

İlk ne zaman elini tuttunuz?

Ya her şeyinizi ona emanet edip, sonra da onsuz yapamayacağınızı ne zaman fark ettiniz?

***

İlkokul birinci sınıfa yeni başlamıştım ve muhtemelen eylül ayıydı ilk kez bir çanta elime tutuşturulduğunda. İlk seferinde içinde ne olduğunu dahi bilmeden sıkı sıkıya kulpuna yapışarak sahiplendiğim çantamı tam üç yıl taşıdım evden okula, okuldan eve ve o çantanın ağırlığını değilse de resmini taşımaktayım halen hayal defterimde.

Otomatik kurşun kalemlerin en azından bizim memlekette henüz bilinmediği, silgi yerine zaman zaman ilaç şişelerinin lastik kapaklarının kullanılmaya yeltenildiği, bu gün çoğu zamane çocuklarına gençlerine mizah malzemesi olarak anlatılabilecek o değişik ve siyah beyaz dünyada ne büyük bir şanstı öyle renkli bir çantaya sahip olmak. Şanslı olduğumu ve çantanın ben yaşlardaki bir çocuk için ne derece önemli olduğunu biliyordum.

Sınıfıma, yaşıma göre oldukça büyük, turuncu ve koyu kırmızı renklerden oluşan iki kilitli çantamın, üç beş yıl kullanır fikriyle öyle boyumdan büyük alınmış olabileceğini düşündüğümde, çocukluk günlerim çoktan geride kalmış, çantam emekliye ayrılmıştı.

Her şeyden bir neticeye varmak niyetindeki vakti bol büyüklerin işi gücü bilhassa okul zamanı çocukların geleceğine dair kehanetlerde bulunmaktı ve çocuğun kalem hatta çanta tutuşundan dahi geleceğin karanlık sislerini aralayıp o çocuğun istikbali hakkında fikir yürütebiliyorlardı. Çantayı ters tutan bir çocuk kesinlikle tembeldi ve okumakta gözü yoktu. Tüm varlığının taşıdığı çantadan ibaret olduğunu bilen ve gerektiğinde iki eliyle onun kulpuna sıkı sıkı yapışan, altını suya çamura değdirmeyen, onu taşımayı ahenkli bir oyuna dönüştürmeyi başarabilen çocuklar ise gelecek vaat eden çocuklardı. Mahsus mu yaparlardı bilinmez; ama sırada duruşları, merdiven çıkışları, uzaktan onları görenlere mutlaka hep iyi şeyler söyletirdi. Onlar mutlaka adam olurlardı.

Naylon poşetlerin henüz piyasaya çıktığı ve yırtılıncaya kadar kullanıldığı o demlerde, okula çanta niyetine kullanılan poşetlerle gelen akranlarımız ise bu sınıflandırmadan muaf tutuldukları için en rahat çanta taşıyanlarımızdı.

Hele bir de kış aylarında, buz tutmuş yokuş aşağı bir yol görünce dayanamayıp çantasıyla kaymaya yeltenen tipler vardı ki büyükler nazarında bu çocuklar hepten kaybedilmiş sayılır öğrenciden bile sayılmazlardı.

Çocukluğunu benimle aynı zamanlarda yaşayan tüm akranlarım gibi mavi kaplı defterler ve kırmızı kaplı kitaplarla o çantaya kocaman bir dünya, bir hayat sığdırdım. Kaynamış yumurta, simit, peynir, zeytin ve somun kokuları ağırlığını en az hissettiğim yüklerimdi.

Dışı birbirine benzemese de çantalarımızın içinde hep aynı şeyleri taşıdık senelerce; boyanmış fasulyeler, ucuzundan bir sulu boya takımı, kullanılmaktan kısalmış farklı boylarda kalemlerden oluşan bir kuru boya takımı, gerektiğinde dayak yemek için öğretmene uzatılan tahta cetvel, abaküs, renkli olmasa da resimli incecik masal kitapları, Baki Kurtuluş’un ansiklopedileri, ilk sayfaları kaybolmuş sözlükler, yorgan iğnesiyle sayfaları dikilmiş atlaslar…

Sahip olamadığımız zaman zaman sırf bu yüzden kendimizi mahcup hissettiğimiz onca şeye rağmen zamane çocuklarından şanslıydık çünkü henüz beslenme çantası icat edilmemişti ve okula ikili sıra halinde girerken sırf yanımızdaki arkadaşımızın elinden tutmak için bir elimiz boşta kalıyordu.

***

Elbette, yalnız ben değildim çanta taşıyan. Öğrencilerden başka sünnetçilerin, doktorların, demiryolcuların,  müfettişlerin, bir de işini fazla önemsediği her halinden belli bazı öğretmenlerin ve memurların her daim yanlarında taşıdıkları çantalar vardı ki hepsinin mesleğini çantalarından tanımak ayırt etmek mümkündü.

Çoğunlukla çocukları korkutmak için alaycı bir ima ile her ortamda gösterilen sünnetçi çantaları, dik olarak üst tarafından açılabilen, alta doğru genişleyen tuhaf bir görünümde idi. Demiryolcularınki ise içinde sefer tası, gaz ocağı, fener gibi malzemelerin de sığabileceği bavula yakın biraz da bakımsız bir define sandığını anımsatan ahşap çantalardı. Müfettiş çantaları ise o dönemde ancak filmlerde görebildiğimiz çoğu şifreli bond tipi diye adlandırılan çantalar sınıfındaydı.

Meslek gereği taşınanlar dışındaki çantaların neredeyse birçoğu şaibeliydi ve genellikle ne iş yaptığı belli olmayan şüpheli şahıslar tarafından taşınırdı. Uzaktan göz ucuyla bu kişilerin gelip geçtiği saatlere dikkat eden, kaybolduğu sokakları izleyen birileri mutlaka olurdu.

***

İlkokulu iki çanta eskisiyle geride bırakarak ortaokula başladığımda artık yepyeni çantalar çıkmıştı piyasaya. Öğrenciliğim boyunca heveslendiğim; ama asla sahip olamadığım bond tipi şifreli çantalara hep iç çekerek baktım. Çantadan ziyade büyülü bir dünya gibiydi o şifrelerin altındaki görüntü benim için. Bilhassa hali vakti yerinde ailelerin biraz konu komşuya varlıklarını ima biraz da okula pek hevesi olmayan çocuklarını öğrenciliğe ısındırma niyetiyle aldıklarını düşündüğüm bu çantaları karşı kaldırımdan bile görür, taşıyan çocukların yüzlerindeki basit tebessümlerin aksine çantaların mutsuzluğunu her halükarda hissederdim.

Liseye başladığımda, üzerinde isimlerini dahi telaffuz edemediğimiz bir yığın popçunun, film oyuncusunun resimleri bulunan renkli klasörler, çantaların tahtını çoktan sallamaya başlamıştı. Yağmurda ve karda içindekileri korumakta yetersiz kaldığı gibi soğuk havalarda taşıması da ayrı bir eziyete dönüşen klasörleri, üzerlerindeki resimlerin de sorgusuz sualsiz her eve her okula rahatça girmesine vesile olduğu için sevemedim.

O zamanlar ancak matbaalarda yaptırılan, içine her ders için farklı bir defter formasının yerleştirildiği, mukavva kapaklı, kalın büyük defterler ise ne çantaya ne de klasöre ihtiyaç hissettiriyordu. Yalnız benim değil bir neslin elinden alınan çantanın yerine ilginç klasörler, ciltsiz kitaplar ve yalnız yarısı doldurulabilen kalın defterler tutuşturuldu birkaç sene içerisinde. Gerçi ilkokul öğrencilerinin sırtlarında ellerinde değişik, rengarenk ve bazıları tekerlekli çantalar, beslenme çantaları, resim çantaları, proje çantaları yine var fakat galiba bizim taşıdığımız dünya yok o çantaların içinde.

***

Yıllar sonra fark ettim ki değişik maksatlarla kullanılıyor olsalar da, çantalar; içlerindeki dünyalarla birlikte yalnız bizim değil annelerimizin, babalarımızın ellerinden de sıyrılmış ve bir yerlere kaldırılmış, bir yerlerde kaybolmuştu. Kulpları defalarca onarılan ve biraz pijama desenini andıran pazar çantaları; içine bırakılan veresiye defteriyle birlikte yollarda çocukların zaman zaman sürüyerek yürüdükleri, dibi ekmek kırıntıları ve kepekle dolu ekmek çantaları; yolculuğa çıkan konu komşuya akrabaya emanet edilen seyahat çantaları tüm renkleriyle birlikte dünyamızdan ayrılmıştı.

Eşya; medeniyettir ve eşyanın, kendisini kullanan hakkında çok sözü vardır zamana söyleyecek.

***

            Son zamanlarda yeniden ve çok sık görmeye başladım onu.

Başka başka kişilerin kollarında, ellerinde dolaşırken, bambaşka bir eda sezdim halinde.

Adeta çantasız kimse kalmasın düşüncesiyle piyasaya sürülmüş, her ihtiyaca yönelik ve türlü boyda üretilmiş çantaları masum ve iyi niyetli görmediğimden hep uzak durmaya çalışsam da kendimi onların cazibesinden kurtaramadım.

Herkes gibi gitgide kalabalıklaşan ceplerimi rahatlatmak ve lazım olanı aradığım vakit bulabilmek hevesiyle aldığım, her ortamda taşımaya müsait bir çantayla çıkıyorum dışarıya artık. Zira aklım dâhil, her şeyim ona emanet.

Küçük olmasına rağmen çantamın gitgide ağırlaştığının, yükümü hafifletirken kalbimi ağırlaştırdığının farkındayım. Bu halimle her geçen gün yavrusunu cebinde taşıyan kanguruya ya da evini sırtında taşıyan kaplumbağaya ne çok benzediğimin de farkındayım.

Telefon, kalem, çakı, mendil, bozuk para, çakmak, kimlik, kitap, defter… Ağırlık yapacak ne varsa bu dünyada hepsini taşıyorum çantamda. Yalnız huzura yer kalmıyor onun gözlerinde, bir de umuda. Bu eksiklikler yüzden olsa gerek çoğu zaman kendimi sokaklarda tembel öğrenciler gibi çantamı ters taşırken yakalıyorum.

Bazı yerlerde unuttuğum da oluyor onu, hatırlayıp almak için döndüğümde yüzünde hep o alaycı eda…