Ya kuşlar, yağmurlar, şarkılar alır götürür sizi o ıssız sahile yahut bir gurbet akşamı, ansızın ortasına düştüğünüz bir veda sahnesi... Ya eski bir fotoğraf karesi alır çeker sizi içine ıssızlığın yahut uzaklardan duyulan bir hıçkırık sesi.
Bir bulut birdenbire belirir başınız üzerinde ve içinizdeki, dışınızdaki her şeyi gölgesi altına alır. Ruhunuzun derinliklerinde bir tel kopar, bir kapı kapanır, bir pencere kırılır, ürkek bir kuş sürüsü havalanır sonsuzluğa doğru. Kollarınız iki yana düşer, gözleriniz bir noktaya sabitlenir, derin bir ırmağın sessiz akışında bulursunuz kendinizi. Siyah beyaz şekiller uçuşur gözlerinizin önünden. Güneş tutulur günün en aydınlık vaktinde. Hüzün kuşları gelir, dizilir içinize sıra sıra, ne renkleri bellidir ne sesleri duyulur.
Heyecanların, hırsların, özleyişlerin, kırgınlıkların, pişmanlıkların, mutlulukların, bekleyişlerin içi boşalır, dünyaya dair hiçbir şeyin manası kalmaz, hüzün gelip de kapınızdan içeri süzüldüğünde. Diliniz lal, gördüğünüz hayaldir bu demlerde ve her şey size, sizi fısıldar; buğulanan pencere, ucu kırılan kalem, saçak altında tüneyen kuş, kapı önünde kıvrılmış yatan kedi, saksıdaki çiçek, sessizce uzaklaşıp giden zaman.
Hangi dağın kuytusunda hangi çölün ortasında kaldığınızı bilemezsiniz. Arkadaşları çoktan ufukta gözden kaybolmuş yaralı bir göçmen kuş gibi yalnız ve çaresiz kalırsınız soğuk iklimlerde.
***
“sebepsiz hüzün hocamdı
boş odalar mektebinde”
(asaf halet çelebi)
Ümidin ve ümitsizliğin ötesinde, kapılarını herkesten gizlediğimiz renksiz bir bahçedir hüzün yahut kalbimizin üzerinde vakitli vakitsiz açan, renklerini seçemediğimiz garip bir çiçek.
Her gün yeniden acemisi olduğumuz bu dünyaya ait olmadığımızı hüzün bulutları hatırlatır, hüzün rüzgârları fısıldar ruhumuza. Dünya gurbetini, durup dururken iliklerimize kadar hissettiren bir iksirdir hüzün; dağlara, ırmaklara, denizlere bakarken; yıldızları sayarken, uzaklara giderken çağrılmadan gelir ve üşüşür kalbimize. Ötelerden sükut suretinde gelen bir misafirdir hüzün. Gözlerimizi yumarak okuduğumuz şiir de o getirir uzak iklimlerden bizlere içimizi çizerek geçen şarkıların sözlerini de.
Ne eleme benzer hüzün ne acıya, mutsuzluğa, ne ıstıraba… Ne kırgınlıktır hüznün karşılığı ne küskünlük.
Herkes üzülebilir ama hüzünlenemez. Hüzün başka; gam, keder, tasa, dert başkadır. Üzüntüler, kederler, Mutsuzluklar, acılar hep bir sebebin kolunda gelir bulur bizi. Hüzün öyle değildir oysa bekler ve bulur kendi sahibini.
Kelimelerin gücü yetmez hüznü tarif etmeye lügat sayfalarında zira hüzün; yaralı harflerin kurduğu dostluklardan oluşan küçücük bir kelimedir ve hüznün karşılığı yalnızca hüzündür.
Neşe kuşları gibi ansızın uçup gitmez penceremize konan hüzün kuşları.
Kırk yıllık dost gibi gelir hüzün. Atar elini omzumuza ve karanlık koridorlarda uzun bir yürüyüşe çıkarır bizi. Sağır ve dilsiz yürürüz takatimiz kesilinceye kadar. Adını koyamadığımız, sırrına eremediğimiz hakikatler ayan olur hüzünle kol kola yürürken; lakin hisseder, anlayamayız hiçbirini.
***
“yalnız hüznü vardır kalbi olanın
hüzün öylece orta yerdedir”
(İlhami Çiçek)
Yaşadığımız her şeyin, sonu yakın bir oyun; kâinatın kocaman bir hayal olduğunu hüzünlü vakitlerde hissederiz en çok. Güneşin, ayın, yıldızların, ırmakların, denizlerin konuştuğu lisanı hüzünlü vakitlerde anlarız. Hüzünlü vakitlerde içi boş evler, kullanılmadan eskiyen eşyalar gibi öylece bir köşede mahzun kalırız.
Bizi, bize bırakıp bırakıp gider sahip olduğumuzu sandığımız her şey. Kendimize rastladığımız son nokta, kendimizi bulduğumuz son duraktır hüzün vakti; o vakit tüm gemileri tekrar tekrar yakarız yepyeni bir ülkenin eşiğinde. Şairler o ülkede fetheder kelimelerin kalbini, âlimler ilmini, âşıklar sevdasını o ülkeden devşirir ve dervişler o ülkede öğrenir yanmayı, sınanmayı.
Kalp aynasından dünyanın buğusunu sildiğimizde karşılaştığımız kendi yüzümüzdür hüzün.
Hüzünle çıkılmayan yolun vuslatı da olmaz ayrılığı da. Hüzünle başlamayan şiirin kelimeleri uçar gider rûzigâr üflediğinde. Hüzünsüz şarkılar eğlenmez kimsenin kalbinde, zihninde.
Hüzünle bakmayan annesine, babasına, çocuğuna, eşine bilmez, anlamaz emanetin sırrını, hakikatini. Hüzün ağarmış saçlarını koklayamadığımız anadır, çatlamış kavruk yanaklarını öpemediğimiz babadır, aşrı aşrı memleketlerde sesine hasret kaldığımız abladır, yolunu gözlediğimiz ağabeydir, geceleri üzerini örttüğümüz kardeş, hayat oyununu birlikte oynadığımız eştir kimi zaman.
Hüzünle ıslanmadığımız yağmurlardan rahmet, hüzünle süslemediğimiz muhabbetten hikmet düşmez nasibimize.
Hüznü bilmeyen, tanımayan kalp eksiktir, yarımdır; hüzünle bakmayan göz yalnızca dünyanın zahirine resmine aşinadır.
Yakub’un (as) gözlerinde perde, Yusuf’un (as) dilinde duadır hüzün.
***
“Dünya yolcusunun azığı
yalnızca hüzündür.”
(Feridüddin Attar)
Kainatın ve hayatın öznesidir hüzün.
Mutluluk, mutsuzluk, kızgınlık, sevinç, yalnızlık, ümit ve ümitsizlik hatta bir anlığına da olsa çehremize misafir olan tebessümler dahi hep hüzünden alır mayasını.
Bahar, hazan; hüzünle değiştirir örtüsünü dağların. Kar hüzünle iner yeryüzüne. Gelip geçen her yaz bir parça hüzün bırakır elinin değdiği her kara parçasında. Bir hüznün ahengiyle döner dünya, değişir mevsimler… Sular ezeli bir hüzünle arar menzilini. Ağaçlar, çiçekler kuşlar hüzünle tamamlar ömrünü. Yıldızlar, neşeyle değil hüzünle göz kırpar uzaklardan ve gündüz geceye, kalp kemale aynı hüznün ahengiyle kavuşur.
Çocukların gözlerindeki masumluğu, yaşlıların gözlerindeki mahzunluğu hüzün taçlandırır. Bitip tükenmek bilmeyen kaynak suları nasıl nereden gelir ve nasıl dolaşırsa yeryüzünü hüzün de öyle dolaşır aşinası olduğu gönüllerin vadilerini.
***
“Hüzün benim ayrılmaz
arkadaşımdır.”
(Hadis-i Şerif)
Servisi kaçıran memur, okula geç kalan öğrenci, yere düşmeye hazırlanan titrek bir yaprak henüz çiçek açmış bir ağaç dalı, az evvel solmuş bir gül yaprağı, sokaklarını ilk kez adımladığınız bir şehrin uğultusu, havasını ilk kez ciğerlerinize çektiğiniz bir dağın suskunluğu, alır götürür gönül sandalınızı hüznün okyanusuna.
Biraz da kapanmayan bir yaranın, dolmayan bir boşluğun durup durup kendini hatırlatması, ruhumuzda bir yerleri sızlatmasıdır hüzün ki gözyaşı ilacıdır cümle sızılarımızın.
Kalbimizin kırıklarını içinde sakladığımız, hep gözümüzün önünde olsun istediğimiz yaldızlı küçücük bir sandıktır hüzün bakarız ve buğusu gözlerimizde çiçeklenir kimi zaman.
Kısacık dünya rüyasının tek gerçeğidir hüzün belki de ve bu yüzden hep hayatın kıyısını işaret eder bize. Dünya karmaşasında unuttuğumuz ne varsa benliğimize, elest bezmine dair, o bize hatırlatır ve arındırır dünyanın tortusundan kalbimizi. Ezeli bir dost, ebedi bir yoldaştır ve tükenmez bir azıktır hüzün dünyayı kalbinin ışığıyla arşınlayanlar için.
Hüzün kutlu bir yadigârdır bize. Uhud’u, Hira’yı, Kerbela’yı taşır durmadan içimize.
aralık, 2014