hasan yurtoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hasan yurtoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Temmuz 2020 Pazar

rûzigâr'ın hikayesi

hüseyn kaya

Edebiyat fakültesinde ikinci sınıf öğrencisi olmuştum ve edebiyat fakültesinde umduğunu bulamamanın şaşkınlığını yavaş yavaş üzerimden atma aşamasındaydım. Her edebiyat fakültesinde birkaç öğrenci mutlaka olurdu o yıllarda “edebiyat” kaygısı ile bu bölümlere kayıt yaptıran. Hasan Kaya da benimle benzer düşüncelerle edebiyat fakültesine kayıt yaptırmış ancak umduğunu bulamayan birkaç arkadaştan birisiydi. İsimlerimiz arasındaki akrabalık ve soyadı benzerliği cisim ve suret farklılığımıza rağmen yıllarca “kardeş misiniz?” sorusuna maruz bıraktı bizi.

Hasan şiirle ilgilenmişti ve hikayeye ilgi duyuyordu, ben sadece şiirle uğraşıyor, daha doğrusu uğraşmak istiyordum. Ders aralarında, çay ocağı ve kantin muhabbetlerinde bir dergi yayımlama düşüncesi bir zaman sonra kendiliğinden hasıl oldu. İkimiz de tecrübesizdik. Bir dergi yayımlama fikri lise yıllarından beri zihnimde dolaşıp durmaktaydı ancak şimdi her şeye bu kadar yakın olmak beni biraz ürkütüyor, çekingenliğe sevk ediyordu. Hasan ise olabildiğince cesurdu ve kendine güveniyordu. Önce dergiye bir isim bulmamız gerekiyordu. Birkaç gün düşündük, bu hususta da iş yine Hasan’a düşmüştü, Rûzigâr olsun, mu dedi, olsun dedik ve derginin adı böylelikle netleşti. Derginin resmi müsaadesi alındı, benim yaşım müsaade etmediği için künyede resmi bir sıfatım olmayacaktı, Derginin sahibi bir süreliğine Erol Arslan, yazı işleri müdürü; Hasan Kaya olmuştu bana ise “yayın koordinatörü” sıfatı düşmüştü. Artık dönüş yoktu, heyecan heves, tutku, aşk… Evvelinde cümle güzel hissiyatı, ahirinde ise hüzne ait ne varsa tamamını yaşatan bir maceranın arefesinde olduğumuzun farkında değildik galiba. Matbaalardan aldığımız fiyatların harçlıklarımızı çok aştığını görmek bu sevdadan vazgeçmek yerine derginin ebatlarını küçük düşünmeye yönlendirdi bizi. Artık künyesi, ismi ve ebatları belirlenmişti derginin. Destek alabilmek için birkaç hocamıza da derdimizi açmıştık; ama hocalarımızdan kimi; “bunlar boş işler” ifadesiyle geçiştirdi, kimi; “niye Farsça isim düşünüyorsunuz” dedi, en iyi niyetli yaklaşanı da “sizin bir motora ihtiyacınız var, ben bu derginin motoru olayım” gibi bir ifade kullandı. Dergide ve bizde “akademik” bir tarz, üslüp bulunmayışı yollarımızı daha başta ayırmaya yetiyordu fakülte ile.

Büyük laflar etmedik… İlk sayının sunuş yazısının altına “Taşralı Genç Edebiyatçılar” ifadesini düşerken “taşra”dan utanmadık. Aklımıza bile gelmedi son yıllarda iyice ayyuka çıkan “taşra” kompleksi. Bir “ilk sayı” nasıl çıkarsa öylece çıktı Rûzigâr’ın ilk sayısı. 1995 senesiydi ve aylardan marttı. Sonrası bütün dergilerde yaşanan hikâyelerin benzeri… Kitapçıların tavrı, insanların tavrı, fakültede bazı hocaların ve arkadaşların tavrı… İlk sayılarda galiba hep şehir dışından gelen tepkiler ümit oluyor dergilere.

Derginin fiyatı ile o tam olarak iki bardak çay içilebiliyordu kantinden hatta Berat Demirci hocamız dergideki “fiyatı” ibaresinin yanına iki çay bardağı resmi koymamızı bile teklif etmişti yarı şaka ile.Yaklaşık dört yüz öğrenciden oluşan edebiyat fakültesinde sekizinci sayıya kadar sadece bir abonemiz olduğunu yıllarca çocuksu bir kahırla hatırladım.

Mektuplar geldi, şiirler, yazılar geldi hatta abone bile geldi. Yeni bir çevre edindik bu sayede üniversiteden, üniversite dışından. Umduğumuz gibi olmasa da fena gitmiyordu işler. Her sayıya düşük paralarla da olsa reklam alıyorduk ama yeterli olmuyordu. Sekizinci sayıda daha ucuz bir matbaaya geçtik. Ucuzluğun neticesini sekizinci sayıdan sonraki dergilerde görebilmek mümkün tabii.

Rüzigar on üç sayı çıktı ve on üçüncü sayısı on ikinci sayısı ile beraber basıldı. Nihai Rûzigâr T.S. Eliot’un: Başlangıcımdadır benim sonum, sonumdadır benim başlangıcım. Mısralarıyla veda etti bizlere.

Son sayının ardından Hasan’ın evinde toplandık. Hasan dergi kadrosundan düşündüğü herkesi çağırmıştı o gün. Çoğu lüzumsuzdu gelen isimlerin. Hatta böyle bir tavır da lüzumsuzdu bana göre. Adeta bir miras taksimi vardı o gün.’Dergiyi her sayı bin adet basmıştık, satılmayan bir hayli dergi vardı elimizde. Dergiler takas edildi gelen arkadaşlara bir iki arkadaş dergiye ne kadar kıymet verdiğini orda bir kez daha ima ederek bir işime yaramaz bunlar yük edinmeyeyim edasına girdi. Hasan bilmiyor, görmüyor muydu bu tavırları halen anlamış değilim. Ardından dergiye gelen kitaplar, dergiler de taksim edildi. Bahar havası vardı dışarıda. Ellerimizde içi dergi dolu poşetlerle Erhan’la bir müddet yürüdüğümüzü hatırlıyorum. Hüzünlü, çok hüzünlü bir gündü. Yıllarca, kolilerde taşıdım o dergileri, her ev taşıyışımda taşıdım ve “kıymet bilir” diye düşündüğüm eşe dosta takım yapıp hediye ettim zaman zaman.

Derginin ilk sayısına düşmeyi unuttuğumuz baskı tarihini, sonraki sayılarda fark etmemize rağmen kasıtlı olarak düşmedik künyeye.

Rûzigâr’da ilk şiirlerimi yayımladım, masal denemelerimi hatta müstear isimle bir de hikayemi yayımladım. Her şey değilse de birçok şey Rûzigâr ile başladı benim için. Hasan Yurtoğlu, Erhan Gazi(Paşazade), Burak Melkar, Mehmet Aycı, Uğur Kutay, Erol Arslan, Münir Çakmak, Mustafa Ç. Eken, Berat Demirci, Selami Ece, Kadir Ünal, Kadir Pürlü, Rıfat Kütük dergide, bizim dışımızdaki diğer isimlerden aklımda kalanları.

Bir derginin kapanmasının verdiği hüznü dağıtan tek şey o dergiyi ciltleyerek kitaplığınızın en göze görünen yerine yerleştirmek olsa gerek.

Elbette hatıralar da var, ufak tefek kırgınlıklar, lüzumsuz alınganlıklar da. Konya’da yayımlanan bir yerel gazete derginin kapanışıyla ilgili “Rûzigâr Gibi Geçti” başlıklı bir yazı yayımlamıştı. Galiba doğruydu.

Rûzigâr’dan iki ay sonra Martı yayımlanmaya başladı Sivas’ta.