22 Haziran 2020 Pazartesi

"uçun kuşlar"

hüseyn kaya

Bazen ümit tükenir, dünya puslanır. Her şey sıradanlaşır. Yürünmekten ezberlenmiş yollar, durmadan aynı noktaya gelen saat, aynı rakamları tekrar eden takvim; balçıktan bir usanç sahiline taşır sizi. Uyku ile uyanıklık arasında bir uçuruma dönüşür her eşya, her şekil. Güneş görünmez, renkler seçilemez olur… Sonra ansızın bir gölge savuşur başınızın üzerinden, pencerenin önünden bir ses gelir, adımınızı attığınız yerden bir kuş havalanır yahut sessizliğin ortasında billurdan bir ses yankılanır aniden. O demde bir kıpırdanma olur içinizde, bir tel titrer. Sessizlik bozulur, güneş gösterir mütebessim yüzünü ve yeniden çağırır hayat tüm renkleriyle sizi bahçesine.  Ruhunuzun derinliklerinde bir çift kanat sesi duyarsınız ve küçücük bir aks-i seda. Nedenini anlayamazsınız bu ani iyileşmenin. Her şey yeniden başlar.

***

Yeryüzünde garip, gökte muhacir;

Bilinmez vatanı, nereli kuşlar

(Berat Demirci)

Sanki ezeli bir bağı vardır dünyadaki kuşların tümüyle kalbimizin, ruhumuzun. Sanki gökyüzünde değil de ruhumuzda süzülür kuşların bazısı. Bu yüzden gökyüzünde süzülen kuşlara bakmak huzur verir içimize. Sonsuz maviliğin altında süzülen ruhumuzdur sanki kuşlar değil de.

Her yaşta her gün yeniden acemisi olduğumuz dünyada; kuşlardan öğreniriz yaşamayı aslında. Onlara özeniriz ömür boyu. Kuş masallarıyla, ninnileriyle büyütürüz çocuklarımızı ve kuş resimleriyle donatırız dört bir yanımızı.

Seher vakti zikre durmayı, dallardan çamurlardan yuva kurmayı kuşlar öğretir bize. Onlardan öğreniriz güneşli günlerde şarkı söylemeyi, yağmurlu vakitlerde saçak altlarında beklemeyi. Onlardan öğreniriz sabahın ilk ışıklarıyla rızık bulabilmek için evden ayrılmayı, akşam güneş batar batmaz tekrar eve dönmeyi, geride bıraktıklarımızı özlemeyi, çocuklarımızı sevmeyi ve vakti gelince yuvadan uğurlamayı.

Göçmen kuşlar gibi dolaşır kimimiz iklimden iklime, kimimiz serçeler gibi şehirlere tahammül edebilme derdinde. Lügatlerden değil kartallardan biliriz hürriyetin ne manaya geldiğini. “Ah vatan” diyen bülbülden biliriz vatanın kıymetini ve yine bülbülün yanık sesinden öğreniriz hicranı, muhabbetin derdini. Turnanın avazı ayrılığın gurbetin sevdanın türküsü olur dilimizde:“Garip bir kuştu gönlüm ∕ Eline düştü gönlüm”…  “Gönül” deriz göğüs kafesimizin içinde çırpınıp duran, bizi halden hale koyan adını koyamadığımız kuşun adına.

***

Her şey ağır gelir de gökyüzüne yalnızca kuşlar ağır gelmez.

Göklerde kurulu bir medeniyettin kutlu mensubudur kuşların her biri. Tıpkı insanlar gibi her biri ayrı bir kavim her biri ayrı bir mizacın sahibi. Kimi gururlu kimi mütevazı kimi sesinin kimi renginin güzelliğine düşkün. Kimi dağlara kurar yuvasını kimi ağaç dallarına, saçak altlarına. Kimi neşeyle dolaşır gökyüzünde kimi hüzünle. Kimi tek başına arşınlar mavi göğü sahibinden kaçmış uçurtmalar gibi kimi sürüyle…  

***

Kendi hoş kendi masum sesinizle,

Siz söyleyin garipliğimi kuşlar

(Cahit Sıtkı)

Acziyeti, merhameti, letafeti, naifliği de kuşlar fısıldar ruhumuza. Kanadı kırık bir şahin, kör bir serçe, yuvası dağılan bir üveyik, çöp karıştıran bir martı, karga ömür boyu zihnimizden, kalbimizden silinmeyecek hayat bilgisi dersini verir de bize uzaktan uzağa ya dinleriz ya dinlemeyiz.

Mahkûmların, esirlerin, hastaların, yalnızların can dostu; yoksulların, gariplerin, mağlupların can şenliğidir kuşlar. Onlardır dağların ardından kanatlarıyla sılayı gurbete taşıyan, kalbin buğusunu silip hicran bulutlarını dağıtan. Onlardır yoksul sofraların bereket getiren mübarek misafiri.

Kuşların cümlesi, ezeli ve ebedi bir lisan ile melekler gibi söyleşir. Çiçeklerin, yağmurun, rüzgârın lisanını bilenler elbette kuşların dilini de bilir ve kuşlar nazenin pınarların, ılık meltemlerin diliyle anlatır kanatlarının altında sakladıkları, taşıdıkları hakikatleri kendilerini dinleyenlere. Çiçekler, yağmurlar, ağaçlar, kelebekler gibi kuşlar da kâinat kitabından bir sayfadır harfleri serpilmiş gökyüzüne.

Biz kendi aralarında konuşuyor sansak da kuşları onlar bize bizim, dünyanın hikâyesini anlatır durur kendi dillerince.

Her vakit göremeyiz, hissedemeyiz belki; lakin kuşların olduğu yerde ümit ve sevinç daima saklı durur bir yerlerde ki ümit ve sevinç de aslında bir kuş tedirginliğiyle gelir tüner içimize ve ürküp gider içimizden.

Gökyüzünün muzip, mahzun ve masum çocuklarıdır kuşlar.

Sevdiğimiz herkesin suretinden bir ışık, sesinden bir yakınlık taşır bazıları kuşların. Neşeyi, huzuru çağrıştıran kuşlar kadar ayrılığı, ölümü, faniliği çağrıştıran kuşlar da dolaşır başımızın üstünde. Onların çırpınışları, sesleri ya hasret taşır dünyamıza ya yalnızlık. Hüzünlü kuşların tünediği hatıraların yeri asla soğumaz zihnimizde.

Sessiz vedaların şahidi, kimsesizlerin uğurlayanıdır terminal, istasyon, liman kuşları.

***

Kuşlar uçtukça döner dünya, değişir mevsimler. Kuşlar uçtukça yürür kervanlar ve mütebessimdir gökyüzü.

Kuşsuz dünya kadar dünyasında kuşlara yer vermeyen insanlar da eksiktir biraz.

Kuşlar olmasaydı şarkılar, türküler, şiirler yarım kalırdı muhakkak. İçinde rengârenk kuşlar uçan masallar olmasa, uyku tutmazdı çocukları uzun kış gecelerinde. Kuşlar olmasaydı kuşluk vaktinin ne adını bilirdik ne manasını. Çiçeksiz bahçe, yıldızsız gece gibi olurdu gökyüzü kuşlar kanat çırpmasaydı ufuklara doğru. Güvercinler olmasa mektuplar da kanatlanmazdı bir gönülden bir gönüle. Martılar olmasa eksik kalırdı sonsuzluğun bir parçası. Sığırcıklar olmasa köy evlerinin bacaları bayram yerine dönmezdi akşam vakitleri. Yusufcuk kuşunun iniltisi olmasa dağlarda kim hüzne boyardı geceyi.

İster yaz olsun mevsim ister kış; ister gece olsun ister gündüz rahmetin ve merhametin bin bir tecellisini yüklenerek küçücük omuzlarına savrulurlar yapraklar gibi rüzgarın önünde kuşlar.  

Hey benim ömrüm kuşu, kande varasın bir gün

Ecel arayı görür, ele giresin bir gün

(Yunus Emre)

Her yaşta her gün yeniden acemisi olduğumuz dünyada kuşlardan öğreniriz yaşamayı aslında. Öldürmeyi değilse de ölmüşlerimizi toprağa gömmeyi, insanlara yakın durmayı, her sesle irkilmeyi onlardan öğreniriz.

Kapımızın, penceremizin önünde, ağaçların tepesinde, dağların yücesinde, hürriyetlerini kıskanıp da içine tıktığımız kafeslerin gerisinde bize daima faniliğin şarkısını söyler kuşlar. Kaybettiğimiz her şey kuş olup süzülür gökyüzünde. Bu yüzden çoğunlukla anlamayız, öğrenmek istemeyiz kuşların dilini. Bu yüzden özlemle bakarız bizden uzaklaşan bütün kuşların ardından. Uzanıp da yetişemediğimiz eski günler, kalbimize konup göçen yitik sevdalar, bir türlü elimizde avucumuzda tutamadığımız, renkli kanatlarını bize bırakarak uçup giden gençliğimiz, her sabah takvimlerden bir sayfasını daha rüzgâra verdiğimiz ömrümüzün uçuşan yapraklardır kuşlar.


ekim, 2014