27 Temmuz 2020 Pazartesi

bozkırda kuruyan ırmak

hüseyn kaya

 

Kulağınıza adınızdan sonra ninniler, türküler okunduysa, türkülerle büyüdüyseniz ve türkülere tutunarak geçiyorsanız dünyadan, bazen ilk kez duyduğunuz bazen de defalarca kulağınıza değen ama ilk kez gönlünüze işleyen, sözleriyle, ezgisiyle sizi büyüleyen türküler vardır. Gündelik hayatın orta yerinde, bazen umulmadık kalabalıkların içinde çaresiz yakalanırsınız, alır götürür sizi uzak diyarlara, bilinmeyen zamanlara… Nedenini, niçinini düşünmenize fırsat bırakmadan doğrudan damarlarınıza karışır ve işgal eder yüreğinizde bir yerleri.

Önce o türkünün ait olduğu yöreye, şehre bir sıcaklık duyarsınız Çocuğunuzun ödevine yardımcı olmak için açtığınız bir atlasta farkında olmadan gözleriniz kayar haritadaki yerine o şehrin ya da bir tren yolculuğunda istasyonundan geçiyorsanız o şehrin içinize tuhaf hisler dolar, kulağınızda türküleri uğuldar… Zamanla o yörenin insanlarını seversiniz uzaktan… Başka başka türküler çağırır o ilk türkü, siz farkına varmadan gönül kalenize.

Aynı şeyleri yaşamış, düşünmüş hissetmiş olmak kardeş kılar sizinle hiç tanımadığınız kimseleri bile. Ayrılığın, acının, hasretin, vefanın ve yoksulluğun da eskilerin dert ortağı dedikleri türden kardeşliği, akrabalığı, dostluğu vardır.

Tarifi ya da aklî izahı pek de mümkün olmayan bir yakınlık böyle böyle büyür durur içinizde yıllar yılı.

Hepsi hepsi bir, bilemediniz birkaç türküdür size bunları yapan.

Yalnız türküler mi? Şiirler, kitaplar, filmler de bazen birdenbire depremler, gelgitler yaşatır içinizde; bakmayı, görmeyi gökyüzünün başka renklerini yenibaştan öğretir size.

Bir mısranın peşinden kaç şairin ağına yakalanmış ve yıllar yılı öylece kalmışsınızdır ya da bir filmden çıkarken kaç kez başka bir şehre hatta dünyaya açılmıştır sinemanın kapıları saymak ne mümkün.

Bir de ya bir dostun ittiği ya da henüz vaktinizin dar olmadığı yıllarda bir sahaf rafından içine düştüğünüz habire sizi girdabına çeken kitaplar vardır ki çoğunun etkisi geçip de ayıldığınızda aydınlık kıyılarda bulursunuz kendinizi.

Türküler, şiirler, filmler, kitaplar... Hepsi birer kapıdır içimizden uzaklara, uzaklardan içimize açılır. Yaşadığımız dünyada fakiri olduğumuz ve başka zamanlarda, mekânlarda bulduğumuz pek çok şeyi o dünyadan kelimelerle taşırız kendi âlemimize. İrlandalı şair James Clarence Mangan’a Türk coğrafyasını hiç görmediği ve Türklerle hiçbir kan bağı olmadığı halde Türkçe şiirler yazdıran ancak bu türden bir muhabbet, dostluk olsa gerektir. Yine Goethe’nin sırf Hafız divanını Hafız’ın dilinden okumak için Farsça öğrenmesi ve ardından bir divan tertip etmesi ya da yüzyıllarca bizim şairlerimizin aruzun baş döndüren ritminde kendilerini bularak Arapça Farsça gazeller, mesneviler, kasideler yazıp, divanlar tertip etmeleri yine aynı benzer kapılardan kurulan bir tanışıklıktan başka nasıl izah edilebilir.

 

Kapıların Ötesi

Cengiz Aytmatov’un abartısız her bir eseri okuruna bu türden kapılar aralar ve bambaşka dünyalar, mekânlar, insanlar resmeder zihinlere. Sözde toplumsal kaygılarla kaleme alınan; insanı, insanımızı anlattığı rivayet edilen nice eserin kahramanı, Aytmatov’un kahramanları yanında yabancı ve öteki kalır çoğu zaman. Yüzündeki kırışıktan, kalbindeki nasıra kadar bizdendir onun kahramanları. Tolongay, Ceyengül, Cemile, Asel, Çopur Nine… Ya bir Yemen, Sarıkamış hikâyesinden ya da anlatılırken her seferinde başın öne eğilip gözlerin saklanmaya çalışıldığı, yoksulluk ve sevdanın aynı kederle yâd edildiği köy hatıralarından tanırız hepsini de, isimleri başkadır yalnızca. Kabuk bağlamayan, sızısı ansızın tutan yaraların aşinalığıdır bu biraz da.

***

Hep dinlediğiniz; ama yazılmamış hayatlara, memleket hikâyelerine, gurbet hikâyelerine, destanlara, efsanelere yeniden can üfler kalemiyle Aytmatov. Ömer Seyfeddin’de, Refik Halid’de yarım kalan ne varsa sanki tamamlanır onun yazdıklarıyla. Kâh sizi alır götürür Isıkgöl’ün kıyılarına, Sarı Özek bozkırına kâh Tiyenşan, Karavul dağlarını size getirir…

Mevsim kışsa, her şeyin beyazın sessizliğine, durgunluğuna teslim olduğu uzun ve soğuk gecelerde zaman zaman üşütür içinizi Akbar’ın Taşçaynar’ın rüzgârlarla kapınıza gelen ulumaları. Uçsuz bucaksız bir bozkır düşünde Gülsarı’nın toynakları gezer kalbiniz üzerinde ve yaşadığınız şehirde trenler doğudan batıya, batıdan doğuya yüreğinizi çize çize gidip gelir, istasyon insanlarının her birinin yüzünden ayrı bir kaderi okursunuz. Hüzünle vuran hasta bir kalbin sesi gibi satırlar boyu tren sesleri kulağınıza gelir gider…

Bazen yıllar önce görülmüş bir rüyayı yeniden hatırlar bazen de çocukluğun, gençliğin ve yoksulluğun hüzünlü ırmağına kendinizi yeniden bırakırsınız çevirdiğiniz sayfalar boyunca. Efsanelerin, destanların büyülü dünyası, içinizdeki çocuğu önce uyandırır, ardından efsunlu libaslarla sarıp sarmalar. Vakitsiz çıktığınız bir yolculukta tren camına başınızı dayamışsınız gibi yanınızdan ırmaklar, dağlar, köyler, kasabalar, istasyonlar, insanlar ve zaman akıp gider.

Aytmatov’un eserlerini okumak da bir türküye ansızın tutulmak gibidir çoğu zaman. Okuduğunuz ilk eseri hangisi olursa olsun ilerde benliğinizi saracak, damarlarınıza karışıp gönlünüzü fethedecek ve ardından başka başka Aytmatov kitaplarına sizi taşıyacak bir öncüdür o. Tıpkı Tolstoy’un, Hugo’nun, Dostoyevski’nin kahramanları gibi, onun kahramanları da geride bıraktığınız her kitabının ardından, zihninizde içinizde bir yerlerde yaşamaya, umulmadık mekânlarda karşınıza çıkmaya başlar. Dünyaya, eşyaya, etrafınıza bakınırken zaman zaman onun gibi, onun kahramanları gibi düşünmekten kendinizi alamazsınız. Onun romanlarında, hikâyelerinde coğrafya ve insan farkı gözetmeksizin doğrudan kalbe inen, klasiklerle aynı köklerden beslenen bir iksir her zaman vardır.

Küçük Prens’in büyük yazarı Exupery, güzelliğin parçalanarak değil de, ancak onun bütününe dâhil olunarak anlaşılabileceğini söyler ve ilave eder: Bir kadının güzelliğini anlamaya çalışmak için onu parçalara ayıranlar onun yüzündeki tebessümü asla göremezler. Aytmatov’un sayfalarını araladığım her hikâyesi, romanı o tebessümlü yüz ile karşıladı beni daima. Bunu yıllar önce, binbir heyecan ve hevesle başladığım; Aytmatov’un Eserlerinde Rejim İnsan Münasebetleri konulu bitirme tezimi yarıda bırakmak zorunda kaldığımda anladım. Belki Aytmatov’a dair bir eser vücuda getiremedim; ama onun eserlerinin kadere, acıya, sevdaya ve umuda bulanmış tebessümü hiç silinmedi zihnimden. Galiba silinmeyecek de…