Tenha bir yolun kıyısında yahut yanından hep aceleci insanların yürüdüğü bir parkta hayatın tüm telaşından habersiz acemi ve mahmur bakışlarla etrafa göz gezdirirken bir yandan gün ışığına doğru başını uzatmaya çalışan küçük bir çiçeğin yüzüne eğilip ona selam verdiğiniz baharın üzerinden kaç bahar geçti? Her gün onlarca küçük kuşu yapraklarının arasına toplayarak olanca coşkusuyla bulunduğu mekânı şenlendiren sarmaşığın bu yıl nerelere kadar uzadığının farkında varabildiniz mi? Siz farkına varmasanız da kaç kez süslenerek önünüze durdu mahcup bayram çocukları gibi kapınızın önündeki akasya, her gün önünden geçtiğiniz ıhlamur, iğde… Çiçeklerin bazıları sırf size kendini gösterebilmek için gövdesinden kopup kelebek oldu ve kondu pencerenizin önüne.
Görmediniz.
Boşlukta öylece asılı kaldı size uzanan ağacın çiçek dolu elleri.
Yol kıyılarında, parklarda yüzüne bir kez bile göz izi değmemiş çiçekler; sahibini bulamamış bir mektup, sayfaları açılmamış bir kitap gibi mahzun, yorgun başlarıyla düştüler yeniden toprağın bağrına. Hâlbuki sordum sarı çiçeğe annen baban var mıdır? ilahisiyle büyütülmüşsünüzdür bu gün dilini unutmuş olsanız da çiçeklerin ya da kaç bahar kalbinizde yeniden yazılmış, söylenmiştir Çiğdem der ki ben elayım, Minik başıma belayım türküsü.
***
Bir sözüm ben,
Tabiatın söylediği
(Halil Cibran)
Koca bir çiçek
bahçesidir üzerinde yaşadığımız dünya lakin arılar, kelebekler kadar farkında
değilizdir bu bahçenin. Issız dağ başlarında, sarp kayaların arasında, karanlık
ormanlarda, eski duvarların diplerinde, dam
başlarında, gürültülü şehirlerin tam ortasında, beton binaların
balkonlarında, mutsuz odaların bir köşesinde solar ve yeniden açar adını
bilmediğimiz, kokusunu duymadığımız binlerce çiçek.
Bahar kasidesinin, her bir mısrasında bin mazmun yüklü girizgâh bölümüdür açan her çiçek ve o kaside her mevsim yeniden yazılır, okunur.
Nasıl ki kış, kar diliyle konuşur; baharın dili de çiçektir onunla söyleşmeyi bilenler için.
Çiçeksiz evlerin duvarları üşür çocuksuz evler gibi sessizlikten.
Gün yerini karanlığa bırakıp da ayrıldığında yeryüzünden yalnız dünya değil gökyüzü de çiçeklerle dolu uzak bir bahçedir ve hiçbir şiire, şarkıya sığmaz o bahçedeki çiçeklerin tebessümü.
***
Eğer insan bir çiçeği
seviyorsa ve milyonlarca yıldızın üzerinde bu çiçekten yalnızca bir tanecik
varsa, yıldızlara uzaktan bakmak bile bu insanı mutlu etmeye yeter.
(Exupery)
Eğilip bir çiçeğin yüzünü seyretmek ya da uzanıp dokunmak bir çiçeğe, cennet gülüşlü bir bebeğin tertemiz yüzünü seyretmek gibidir çoğu zaman. Belki de bu yüzdendir bazı bebeklerin kulağına ezan sonrası fısıldanan isimlerin yasemin, lale, çiğdem, reyhan olması.
Kim bilir hangi sebepten bahara küskün yahut başka mevsimlerin sevdalısı çiçekler de vardır vakitli vakitsiz dünyayı ziyaret edip çabucak dünyadan ayrılan. Kimi henüz üstündeki kar libasını tamamen soyunmadan, üşüyen yüzüyle uzanır dünyaya; kar çiçeği dedirtir kendine. Kimi tüm arkadaşları dünyadan göçtükten sonra sararmış yapraklar arasından selamlar yeryüzünü; güz gülü adını alır.
Camgüzeli, dua çiçeği, küstüm çiçeği, menekşe, hanımeli… Adı, rengi ne olursa olsun; kokusu nasıl olursa olsun, her çiçek aynı dilde yazılmış bir mektuptur, meleklerin okuduğu bir şiirdir değdiği kalbe baharı getiren. Ondan bir cümle okuyan, onun sesini duyan, onun yüzüne bakmayı becerebilen kalpte kötülük barınmaz hiçbir zaman. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı durumlarda bu yüzden hep ona, onun lisanına müracaat edilir. Kırılan gönüller ancak arada o varsa yeniden yumuşar, unutulan vaatler ancak araya o alınırsa affedilir. Karşımızdakine ne söyleyeceğimizi bilemediğimiz her vakit onu aracı kılar, kâh haylaz bir çocuk edasıyla annemize uzatırız kâh bir hastanın başucuna bırakırız. Elleri ayakları çamur içinde, tek kelimeye dahi dili dönmeyen, kavruk yüzlü bir köy çocuğunun ellerinde, öğretmene sunulan çiğdemler, nevruzlar ne çok şey fısıldar uzatıldığı kalbe.
Bazen ümitlerle bezenmiş bir süstür çiçek sevgilinin saçlarında bazen hüzünler kapısı, cansız bir hatıradır eski kitaplar, defterler arasında.
***
Lale devri kapanır lakin çiçek devri kapanmaz.
Çiçeklerle dolu bir yolculuktur dünyada yaşadığımız. Çiçekler içine doğar, solmuş çiçeklerin yurduna doğru yürürüz bir ömür.
Daha gözlerimizi açar açmaz dünyaya, çiçekli kundaklara beleniriz, çiçekli küçücük yorganlar örtülür üzerimize ve çiçeklerle bezenmiş yastıklarda uyuruz ömrümüzün en güzel uykularını. Çiçek aşısı oluruz dağlar çiçek açtığında Veysel olmamak için. Defterlerimize önce çiçek çizmeyi öğrenir sonra yazı yazmaya başlarız. Annemiz, öğretmenimiz için adını bilmediğimiz çiçekler toplarız. Duvarlarımıza çiçek resimleri asar, odalarımızı çiçeklerle süsleriz. Çiçek desenli kâğıtlara mektuplar, sevda sözleri yazdığımız demler de olmuştur. Çiçek kokularıyla çıkarız evimizden egzoz kokan sokaklara. Masa örtülerimizin bir kenarında, üzerine bastığımız halıda, yemek yediğimiz tabakta, su içtiğimiz bardakta, parmağımızdaki yüzükte hep çiçek desenleri vardır farkına varmasak da.
Bütün meyvelerin evveli çiçektir, her bahar süsler sunulduğu ağacın ellerini.
Kıymet verdiğimiz kişilere bazen çiçek isimleriyle sesleniriz.
Bir çiçeğin ömrü kadardır ömrümüz ve bir çiçek kadar narindir. Bir çiçeğe ne kadar toprak gerekiyorsa bize de o kadarı lazımdır da dünyaya sığmayız çoğu zaman.
Söylenen her güzel söz, içinde bahar aydınlığı bulunan her şiir ve şarkı da bir çiçektir söylendiği, tekrar edildiği kalbi süsleyen.
***
Uzanalım toprağın
altına
Çiçekler mayalansın
göğsümüzde
(Erdem Bayazıt)
Tenha bir yolun kıyısında yahut yanından hep aceleci insanların yürüdüğü bir parkta, hayatın tüm telaşından habersiz acemi ve mahmur bakışlarla etrafa göz gezdirirken bir yandan gün ışığına doğru başını uzatmaya çalışan küçük bir çiçek görürseniz eğilin ve selam verin ona. İyice yaklaştığınızda yanına, söylediği ilahiyi mutlaka duyacak ve hatırlayacaksınız bir yerlerden.