aşık seyrani etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
aşık seyrani etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Nisan 2022 Cuma

yara

Bazı kelimeler vardır, telaffuz ederken hatta aklımıza geldiğinde dahi bir sızı oluşturan kalbimizde yahut bir ürperti duyuran bedenimizde. Anlamından ziyade çağrışımları, yaşanmışlığı, bizdeki karşılığının ağırlığıdır bu kelimeleri bizim için farklı kılan. Ya saklanır her şey o kelimeyi hatırlar hatırlamaz yahut hücuma geçer mazi sığınağını terk edip anılar. Yara, böyle bir kelimedir ve biz yeryüzünde dolaştıkça, nefes alıp verdikçe anlamı sürekli değişir; sızısı, resmi başkalaşır dünyamızda. Yara; yaşamanın, içinden geçtiğimiz zamanın ve hikayenin mecazıdır, kökü ruhumuzun derinliklerinde dolaşmış bir yumaktır. Bizimle büyür, değişir, eskir ve yürür bizimle yaralarımız.

Kimi geçer kimi kalır yaranın. Kimi konuşur, konuşturur sahibini ele verir kimi gizlenir, lal eder sahibini saklanır karanlığında hatıraların. Kimi yaralar kendiliğinden oluşur yüzümüzde, dilimizde, tenimizde, kimileri aşinalardan yadigardır kimileri biganelerden. Bazı yaraların merhemi olsa da bazıları merhem kabul etmez, bazı yaralar gül gibi taşınsa da sinede bazıları mahremdir kalbin en derin yerinde. Bazı yaralar tuza müpteladır bazıları dağlanmadan dönmez iyileşmeye. Çocuğun, gencin, yaşlının, zenginin, fakirin, gurbettekinin, sıladakinin herkesin bir yarası olduğu gibi var olan, can taşıyan hatta var olan her şeyin de bir yarası vardır aslında. Duvar yaralanır, gül yaralanır. Var olmanın nişanesi, yaşamanın belirtisidir yara. Yaşamak bir yaradır tenimizin üzerinde kabuk bağlamayan ve dünya yaralanmaların diyarıdır herkes, her şey için.

Öyle nazenin öyle naif bir beden ve kalptir ki insanoğluna bahşedilen; yaranın, yaraların sağanağında tamamlarız ömrümüzü saklansak bile kendimizin duldasına. Diz kapağımızda, elimizde, kolumuzda, ruhumuzda, kalbimizde yaralarla yürürüz dünya çölünde. Kapananları, uykuya yatanları, iyileşenleri illaki vardır yaraların ancak yara gider yeri gitmez. Yararının nasıl hafızamızda bir yeri varsa, yaranın da hafızası vardır ve unutmadığı gibi unutturmaz kendisine vatan seçtiği hiçbir yeri. Köklerinden yeşeren ağaçlar gibi istila eder bir kez kendisine kapısını açan her bahçeyi. 

Şiirler, şarkılar, hikayeler, mesneviler, filmler, romanlar hep bir yaranın şerhi, hep bir yaranın dilidir kendisini söyleten. Yaradır şairin ilhamı, neyzenin nefesi. Yaradır bir "ah"a yükleyerek bütün acıyı, âşığa unutturan kelimeleri. Geçmişin kalbimize, ruhumuza çizdiği haritadır yara, yalnız ehli görür ve anlar onun dilini. Aynı olmasa da benzer yarayı taşıyanlar aşinadır birbirine başka başka ülkelerde, başka asırlarda yaşamış olsalar bile.  

Ey tabib elden gelirse yaremi gel emleme

Yâr elinden gelmedir bu yareyi merhemleme

(Seyranî)

Dışarıdan bakıldığında sezilmese, bilinmese de her yara bir anıdır ve her yara bir hikâyedir küçücük dünyamızda çiçeklenmiş. Yaraya alışmak, yaşama alışmaktır ve yarayı durmadan kanatmak, hayattan kaçıp kendi dünyamıza sığınmaktır biraz da zira yara, sahibini yabancılaştırır her şeye, kendisine bile. Nereye, neyle açılmış olursa olsun yara bir hatırlatıştır, sınır çizgisidir hakikatle aramıza çekilmiş. 

Biz yaramızı, yaralarımızı seçmeyiz çoğu zaman; bir anlık dalgınlık yahut küçük bir hata veya tedbirsizlik sonucu yara gelir ve bulur bizi. Yara hep vardır, bizi bulmadan önce de. Faniliğin bizimle konuştuğu dildir, hayatın kalbimize çize çize işlediği kelimenin harfleridir yara. 

Dört harfli ve iki heceli bir kelime olsa da yara, içimizdeki lügatte anlamını sürekli tazeler, yeniler, çoğaltır. Kimi yaraların Lokman'da dahi yokken merhemi, kiminin merhemi kiminin yarasında derç edilmiştir. Bazen yâr, yaradır yârsızlığın bir yara olması gibi. Bazen dost bazen dostsuzluk yaradır yalnızlığın aynasında. Ayrılık bir yaradır mesela ezelden işlenmiş ruhumuza dünyevi vuslatların merhem olmadığı. Hasret de bir yaradır en mutlu anlarda bile kıymıktan kanatlarıyla kana bulayan içimizi. Gurbet, yaradır büyüğüyle küçüğüyle. Anlamak ve bilmek de yaradır; bilmemenin kalbimizi kanatarak attığı düğümden daha çok sızlatır içimizde bir yerleri. Sahipsizlik, yalnızlık, ümitsizlik, çaresizlik, yoksulluk, varsıllık yaradır sessizce en derinimize uzatan köklerini. Gitmek de yaradır, gidememek de. Söz de yaradır, sükût da ve zaman, zannettiğimizin aksine ilacı değildir iyileşmeyen yaraların, bizzat sebebidir. Zaman; kalbimizin, tenimizin üzerinde yürüyen ve dokunduğu, değdiği her şeyi çizen, yaralayan cam kırığı. Ölüm, kurtuluş olsa da görünen, görünmeyen bütün yaralardan; geride kalanlar için bir yaradır mezar taşlarında kanayan. 

Merhem dediğimiz, derman sandığımız, yaramıza sardığımız hiçbir şey, hiçbir yarayı iyileştirmez üzerini kapatsa, acısını dindirse de. Çünkü yara dünyadır, dünyadandır. Merhem yalnızca tesellisi, ümididir yaranın.  

Hep şikayet etsek de yaralarımızdan, yaraların sızısından çoğu yara, sarıldıkça değil sevildikçe güzelleşir ve teslim oldukça azaltır sızısını. Yarasını bağrında taşıyanın, bağrına basanın merhemle kalmaz işi. 

Yaralarımız kadar yaşarız yeryüzünde. Yaralarımızdan döküldükçe dünyaya benliğimiz, ömrümüz kendi hakikatini kazanır. Yarası olmayanın, yarasını bulmayanın ömrü yüktür kalbinde, omuzlarında.

Yüz yerde yüz yaram var

El sanır sağ gezerim

(Elazığ Türküsü)

Herkesten, kendinden dahi sakladığın yaraların gözyaşına sığınarak dinliyorsun batan güneşin ilahisini. Diline hücum eden sözleri söylemeye takatin kalmadı. Dağladığın yaralar, sıradağlar gibi uzanıyor kısacık ömründe, ruhunun vadilerinde. Tuz dökülen yaraların kurtlanmayacağını, dağlanan yaraların kapansa da iyi olmayacağını biliyorsun oysa. Dağların, ağaçların, kuşların, çiçeklerin dahi yaralarını görüyor, sızılarını duyuyorsun. Kaç yaralı ceylan varsa masallarda vurulmuş, kalbi kalbinde atıyor. Bir yaralı keklik çırpınsa bir türküde kanı senin yaprağına damlıyor. Anlıyorsun yarasız yaşanmadığını, dolaşılmadığını dünya ormanında. 

İyileşmeyecek yaraları bahçene, toprağına davet eden sendin. Ölmek için değil yaşamak için izin verdin ruhunda göğeren yaralara. Sendin elindeki merhemden saklayan yarasını. Taşlar, dikenler, çalılar arasından karanlıklarda yuvarladığın ruhunda; zehirli oklara, hançerlere sunduğun kalbinde oluşan kabukları kavlatarak çağırıyorsun artık aydınlığın adını. Yara kapanırsa unutmaktan korkuyorsun unutmaman gerekeni. Tanımadığın yaraların acısından tanıdığın acıların yarasına sığınıyorsun. Yakaramıyorsun, dilin yaralı; ellerini açamıyorsun, avuçların yaralı, başını kaldırıp da göğe bakamıyorsun, yüzün yaralı. 




26 Temmuz 2020 Pazar

seyranî'de aşkın türlü halleri

hüseyn kaya

 

Seyrânî’yi henüz lise yıllarımda iken:

“Ey tabib elden gelirse yaremi gel emleme

Yar elinden gelmedir bu yareyi merhemleme” beyiti ile tanıdım. Biraz da Fuzûlî’yi anımsatan bu âşıkane söyleyiş ilerleyen yıllarda filizlenecek Seyranî muhabbetinin ilk çekirdeği idi yeni yeni çocukluk ülkesinden uzaklaşan ruhumun. Zannetmiştim ki yalnızca sevdaya dair şiirler kaleme alan durgun, dingin bir şair Seyrânî. Mezkur şiirin tamamına ulaştığımda anladım Seyranî’nin diğer halk şairlerinden farklı bir ses ve tavır sahibi olduğunu. Seyranî hem sevda hem kavga hem hikmet şairiydi ve her mısrası canlı, hareketli hayattan damıtılmıştı. Tıpkı Sümmani, Erzurumlu Emrah, Dertli gibi nevi şahsına münhasır, mantık ve akıl dairesinde değerlendirilemeyecek  bir hayat hikayesi vardı. Her büyük halk şairi gibi “pirler elinden dolu içmiş”, aşkın, yoksulluğun ve tok sözlü olmanın her cefasına katlanmıştı.

Belki de Seyrânî’nin hayatının, şiirlerinin zenginliği nedeniyle, türlü türlü Seyrânî’den bahseder onu sevenler, okuyanlar. Kimine göre mücadelenin şairidir Seyrânî, kimine göre hikmetin, hakikatin... Onun için yoksulluğun, talihsizliğin şairi diyenler de haklı elbet. Seyranî büyük bir hiciv şairidir diyenleri de unutmamak gerek. Benim zihnimde ise belki de o ilk intibaın izi durur yıllar yılı. Seyranî aşk şairi değildir ama aşkın şairidir.

Karakteri, duruşu, ideolojisi ne olursa olsun hangi çağda yaşamış olursa olsun neredeyse her şairin bir ya da birkaç aşk şiiri mutlaka vardır zira aşk, insanoğluna hediye edilmiş iksirlerin en değerlisidir. Çoğunlukla birbirbine karıştırılsa da aşk ile yazmak ayrı aşk için yazmak ayrıdır esasında.

Seyranî tıpkı yoksulluğa, kadere, ezilmişliğe isyan etmek yerine bu ahvali tanımak, tanımlandırmak derdinde olduğu gibi, aşka karşı da daima aynı tavırdadır. O sevgiliye sitem etmek, ayrılıktan duyduğu acıyı mısralarına taşımak yerine aşkın ne olduğunu, insan ömründeki yerini anlamaya, anlamlandırmaya çalışır. Seyrânînin kavgası da şiiri de hayatı anlama ekseninde gelişir esasında ve bu hal şairin ezelî kaderi yalnızlığı ona da yoldaş kılar:

“Halk içinde hiç şerikim bulmadım

Bu lisanım kaldı zarın içinde”

 

Helal Sevdaların Şairi

 

Her ne kadar çoğu şair “gönül kocamaz” dese de “aşk”ı kemale ermede bir vesile yahut kısa bir süre konulup göçülecek hâl ehli şairler temkinlidir bu hissin tuzaklarına karşı. Kimi şairler için “aşk” şiir söylemeye, söyletmeye yegâne vesile iken kimi şairler aşkın bağına uğrasa da o bağı yurt edinmez. Seyrânî de her şair kadar sevda durağında eğlenir, zaman zaman âşıkâne şiirler dolanır diline ancak bu şiirler âşığı yalnızca “sevda şairi” olarak değerlendirmeye yetecek çoğunlukta değildir.

Tıpkı “Maksudun yar iste bir tane yeter” diyen Turabî gibi Seyrânî de göklerde dolaşan sevda kuşunu her güzelin çatısına kondurmaktan kaçınır:

“Gerçi layık değil iki yar sevmek

Seversen sıdk ile bir yari sına”

Seyrânî “âşık” bir şairdir ve aşkın elemlerine düçardır ancak onun aşkı belki de kişiliği gereği çılgınlığa aşkınlığa meyyal değildir. Yaşadığı hayat, başından geçen acı tecrübeler, sevgili vefalı olsa dahi şairi bahtından endişe duymaya yönlendirir:

Sahte bir cilveyle gülme yüzüme

Candan muhabbetin var değil bana

Gelüb görünsen de gahi gözüme

Gönlün bahtım gibi yar değil bana

“Güzel sevmek zarar değil dinime” anlayışıyla helal sevmeye işaret eden şairin sevdası zaman zaman halk şiirindeki aşk anlayışının sınırlarını zorlar. Seyrânî sevgiliden medet ummak, vefa beklemek yerine güzelliğin asıl sahibinden diler sevgiliye kavuşmayı. Gönül çelen sevgilinin yurdu şair için koca dünya üzerinde gezinirken uğranılacak bir mekandır belki de:

Niyaz etti Sübhanıma bu dilim

Görmesem didemden akıyor selim

Gezerken cihanda uğradı yolum

Dilberin yurdunda kaldım yenile.

Seyrânî her ne kadar farklı izleklerde şiirler kaleme almışsa da dünyadan, hayattan nasibinin “aşk” olduğunun şuurundadır. Yunus, Fuzuli, Galib Dede gibi o da sebeb-i hayatını “aşk” olarak görür, dünyaya o gözle bakar. Aynı kaynaktan su için diğer büyük şairler gibi Seyrânî de aşkın kendisine ruhlar aleminde verildiğine iman eder:

“Ervahda her kısmet verilir iken

Aşk nasip eyledi sübhan bizlere

Ruhlar bir arayaderilir iken

Aşık olundedi canan bizlere”

Zaman zaman şûhâne şiirler de söyleyen Seyrânî’nin bu şiirlerinde bazen bir halk şairi bazen de bir divan şairi gibi tavır sergilemesi ilginçtir. Seyrânî sevgiliye hitab ederken dahi onun karşısında nadiren eğilir bükülür, acziyete bürünür.

“Hüsnüne mağrur olma ey yüzü mahım

Niceler inişten yokuştan geçti”

Sevgili karşısında ona iltifat edip gönlünü almak yerine şair sevgiliye “ölüm”ü yahut kendisinin de aslının “bir avuç toprak” olduğu hakikatini hatırlatır ve bu hakikatler adına onu merhamete çağırır:

“Mevtimden sakınıp eyle merhamet

İncelip canımı üzme sevdiğim

Çatma kaşlarını gel eyle rahat

Zülfünü gerdana düzme sevdiğim.”

“Sevgili” ile şairin kast ettiği kişinin bazı şiirlerinde zaman zaman bir mürşid-i kamili karşıladığı çıkarımı yapılabilir lakin Seyrânî’nin bazen beşeri aşk ile ilahi aşk arasında bocaladığını de söylemek mümkündür. Âşık, sevdanın verdiği halet ile endişe içindedir:

“Güzel sevmek için ehl-i dillere

Danışmak mı yeğdir danışmamak mı”

Benzer endişe Seyrânî’nin başka şiirlerinde de sezilir. Aşkın bir hakikat olmadığını bilen şair sevdanın “hayal mi zan mı”, beşerî bir his mi olduğunu seçemez:

“Aşk ü sevda hayal midir zan mıdr

Mekanları can mı bilmem ten midir”

Çoğunlukla inanç zeminine bağlı, ayakları yerden kesmeyen ancak yanıp kül olmaktan da geri durmayan bir kalptir şairin nasibi. Seyrânî diğer mutasavvıf şairler gibi “Enelhak” mertebesine ulaşmak yerine “Entelhak” durağında kalmayı ve “Ben Hakk’ım” demek yerine “Hak’tanım” demeyi tercih eder.  Ferhat’ın, Mecnun’un sevdası Seyrânî’ye göre ham ve aşkın vasıflar barındırır bünyesinde. Seyrânî’nin irdelediği esasında cezbe halidir:

“Ferhad gibi dağ bağrını delmedim

Mecnun gibi leyla deyip yelmedim

Ben destime su doldurup gelmedim

Erenler çeşmesi suludur diye”

 

Yar Değil Sevda Derdi

Hayatının her halinden  olduğu gibi aşk halinden de zaman zaman sitem taşır Seyrânî’nin şiiri. Vuslatı olmayan yahut geçen sevdalar şairi yorar, tüketir ve sevda onun için elem sebebidir. Bazen şikayete dönüştüğü de olur bu elemin, çilenin:

“Ben bu aşkın çilesini

Yanar çektim, tüter çektim

Yedim gonca sillesini

Bülbül gibi öter çektim”

Âşığı yoran, tüketen şey “yar” değil de “sevda” yüküdür:

 “Takatim kalmadı aşkın yayının

Çekip kirişinden kuramıyorum”

Seyrânî’nin aşka yüklediği kudsiyet halk yahut divan şairlerinde emsali olmayan bir yaklaşım içerir ancak bu kudisyet bile sevdayı çekilebilir bir dert kılmaz çoğu zaman:

“Bu aşkı farz vacip sünnet olsa da

Çekilecek sefil başta hal değil...”

Hikemî söyleyişi “aşk” şiirlerine dahi sirayet eden Seyrânî’nin kimi mısralarındaki buluşlar ne halk ne divan ne de çağdaş şiirimizde görülür. Geleneksel bir söyleyişle ancak kendine has bir bağdaştırma metodu ile kurulmuş bağdaştırmalar Seyrânî’yi “büyük” kılan unsurlardır.

“Kemiğimi yapsam tarak

Yar zülfünün tellerine”

 “Yar zülfünün tellerinde kemiğinin tarak olması” temennisi halk şiirimizde “ince belde kemer olma” isteğinin çok ötesinde ve üstünde bir söyleyiştir. Seyrânî’nin neredeyse her şiirinde olduğu gibi “aşk” izleği şiirlerinde de “berceste” niteliği taşımayan mısralara rastlamak mümkündür.

“Aşkın iğnesiyle dikilen dikiş

Kıyamete kadar sökülmez imiş” yahut

“Muhabbet küpünün olsam şarabı

Yar beni doldurup içer mi bilmem”

“Eski libas gibi âşığın gönlü

Söküldükten geri dikilmez imiş” gibi söyleyişlere Seyrânî’nin şiirlerinde sıkça rastlanır.

 Her halk şairi gibi evvela bir aşk şairidir Seyrânî lakin kişiliği ve hayat hikayesi onun bu yönünü gölgede bırakır.  O, maşuğa değil aşka taliptir. Hem aşkı anlamaya hem anlamlandırmaya çalışır yazarken ve yaşarken. Sevdanın pişmanlıkları, acıları ve ulviliği Seyranî’ni şiirlerinde farklı bir ruha ve sese bürünüyorsa bunun en büyük sebebi şairin kişiliği ve duruşudur. 

Bazı şairler çocuklukta sevilir, bazıları gençlikte... Bazı şairleri orta yaşlarda anlarız, bazılarını daha ilerleyen yaşlarda. Seyrânî, benim ilkgençlik yıllarımda tanıdığım ve hayatımın her döneminde değerini kaybetmeyen şiirlerin sahibi.