16 Ocak 2025 Perşembe

ırmak ve çöl şairi hüseyin kaya!

necdet karasevda


                   ortasındayım sana akmayan nehirlerin
                   daha kervanlar çekmez bu çölden acıyı

Bazen sonsuzluk hissiyle kanatlı binlerce mısra taşır çölün kumları, bazen de uzak ve sonsuz denizlere ulaşmak için çırpınır imgeler nehirlerde!
Ve şairler kelimeleri kuşandıklarında bir güz dönümünde, önce ırmaklar tutar onun elinden, sonra çöller. Ve başlar kızılca kıyamet. Başlar hıçkırık ve nedamet.
Bir şairin nabız atışlarını en çok onun anahtar kelimelerinde bulursunuz. Şairin ruh kilidini çözmenin en kesin ve keskin yolu onun anahtar kelimelerini bulmaktan geçer. Ve şairler zannedildiği gibi çok derinlere, uzak, kara gölgeli ormanlara gömmezler anahtar kelimelerini. Onlara göre en gizli yer; aşikâr olandır. Ve onun için şiirlerinin kalbine gömerler anahtar kelimelerini…
“Çekil Gideyim Hayat!” diyen Hüseyin Kaya da, kendi anahtar kelimelerini berrak bir Türkçe ile dile getirdiği ırmak ve çöl güzeli şiirlerinin içine gizlemiş.
Hüseyin Kaya’nın şiirleri, dingin bir ruhla okunduğunda, okuyucusunu şairinin varlığında gezdiren bir yapıya sahiptir. Onun mahrem hislerini, çatışma ve çelişkilerini, korkularını, erdemleri, kırılganlığını, munisliğini, yarım bir şiir gibi kalmış çocukluğunu, şikest aşklarını, hayatla halledemediği meselelerini, kristal bir şişe gibi olan hüznünü, inanmışlığını ve tabi ki bilgeliğini ele veren bir şiirdir bu şiir. 
Hüseyin Kaya, “Lamure Şiir”den çıkan ilk ve tek şiir kitabında bizi ruhunun zümrütten yamaçlarına davet ediyor. Belki de bizi avuçlarından, kendi öz masalını dinlemeye, ortak keder ve kaderlerimizi paylaşmaya çağırıyor. Ama onu anlamak için, metropollerin dağdağasından, kısır çekişme ve döngülerden,  egosantrik düşlerden ve düşüncelerden, katı maddeci ve kapitalist eğilimlerden uzaklaşmak gerekmektedir. Onun şiirinin ön şartı budur. Çünkü bu şiir biraz düşle yoğrulmuş, gizemli bir masal tadında ve sıcak meltemler kıvamında akmaktadır öz insanın içine. Ve bu şiire belki yirmi birinci asır zihniyetinden sıyrılarak girmek gerekmektedir.
Anahtar kelimeleri nedir Hüseyin Kaya’nın?
ortasındayım sana akmayan nehirlerin
daha kervanlar çekmez bu çölden acıyı
Bulunduğu zamana ve mekâna sığmayan bir şair için, akışkanlığın ifadesi olan ırmak ve sonsuzluğa sığınmanın (baki olmanın) sembolü olarak da çöl bulunabilecek en güzel imgelerin başında gelir.
 “Zaman ve hayat”la sorunları olan Şairde, Akıp giden zamanı durduramayan bir çocuğun, sonra bir gencin ve daha sonra da kendini oldukça yılgın, ölgün ve solgun hisseden bir yetişkinin umarsız ağlayışlarının tecessümüdür ırmak.
az gittiğin kadar git uz gittiğin kadar git
sen de tutul geçerken ağudan ırmaklara
Şairde mutlu ırmak yoktur. Bütün ırmaklar aynı dili konuşur. Yani bütün zamanlar. Şair ruhsal bir hamle gerçekleştirmek ister. Mutlu olan zamana, yani ebede, yani “öte”ye  ulaşma arzusudur bu. Belki de şairdeki, “öte” duygusunun dizelerdeki ayak sesleridir bu imgeler.
varsa yoksa elemdir varlığımdan sızan sır
varsa yoksa elemdir tüm ırmakların dili.
yer yer “hayat “kelimesine de doğrudan “zaman” anlamı katan şair, bir dizesinde kitaba verdiği ismi teyid edercesine şöyle haykırır:
hayat ellerimden uçar, kurtulur
Bu duruşta hem zamana hükmetme, hem de ona yenilme duygusu hakimdir. Kaya’nın şiirlerinde bu kaybediş, kendini yitiklik olarak gösterir. Yirmibirinci asırda zikredilmeyen evrensel erdem ve güzelliklerdir şairin kaybettikleri. Ve belki de yaşadığı zaman ve mekâna sığamamanın, hayatla savaşmasının temelinde bu duygu vardır. Ve şairi masalların, düşlerin, efsanelerin iklimine çeken gerçek de budur. Yorgun bir masal anasından, feleğin çemberinden geçmiş bir babadan dinlenilen masalların yerini, ne idüğü belirsiz çizgi filmlerin, animasyonların, bayağı modern öykülerin; tahtadan, emek ve sevgiyle yapılmış oyuncakların yerini fabrikasyon plastik oyuncakların; uzun dost sohbetlerinin yerini geyik muhabbetlerinin; içi doldurulmuş ve her biri başlı başına bir roman olan aşkların yerini, ten düşkünlüğü ve et tutkusunun aldığı bir zamanda yaşamak, şaire ağır gelmekte ve şair bu zamandan başka bir yerlere, belki de ait olduğu “öte” ye gitmek istemektedir. Onun için haykırmaktadır:
çekil gideyim hayat çekil gideyim senden
Masalın sonuna ya da varlıkla yokluğun kıyısına gediğinde yine çaresiz imgelere sığınır, masalını bitirmek ister şair:
kırkıncı odasında kırka bölünüyorum
sonu yok bir masalmış senin hayat dediğin
senin hayat dediğin ağuyu ağırlamak
senin hayat dediğin ağuyu ağlamakmış.
Çöl. Şairin ikinci anahtar kelimesi. Belki de hayat ve ırmak kelimelerine yüklediği anlamlardan sonra bir kurtuluş durağı. Bir barınak. Bir sığınak. Belki de bir liman.
Ve her an, içinde “çöl büyüyen”, “çöl yeşeren” bir şiirdir Kaya’nın şiiri.
yaşamak şimden geri
baktıkça genişleyen uzayan
bir çöl gibi
Şair, kitabına “çöl” şiiriyle başlar. Sonsuzluktan başlar başka bir deyişle. Fizikten, metafiziğe sıçramanın bir iç kanamasıdır bu şiir. Bu yönüyle “çekil gideyim hayat” diyen şair için ulaşılması gereken bir menzildir çöl.
Çölü çöl yapan, onu bütünleyen kelimeler dolaşır şairin dilinde. Ve şair bu kelimeleri okuyucusunu rahatsız etmeden dillendirir. Mecnun der mesela, kervan der, kum der, bedevi der, hicret der, bezirgânbaşı vs der. Ve bize açtığı gönül haritasının ayrıntılarını verir böylelikle.
Çöl, Şairin manevi dünyasının da anahtar kelimesidir aynı zamanda. Çölü, İslami bir duyarlılıkla algılamaktadır Kaya. Ona ister mekân, ister duygu anlamı biçsin, onda bu duyarlılığı hep görmek mümkündür. “düştü hüseyn atından sahra-yı kerbela’ya” diye alıntıladığı dizenin biraz ilerisinde şöyle inler.
hiç dinmiyor fırtına
hiç dinmiyor ki baba
şahidim ol rüzgâra nasıl saldım gideni
yaralı ve yamalı yüzümün şahidi ol
çöldeyim
hüseyninim
ahım ulaşmaz sana
şahid ol dilimi lerzan eyleyen ismin
Şair, hayatın bütün olumsuzlarına rağmen, bütün yanılgı ve yenilgilerine rağmen, çölünü asla ayırmaz yanından.
yine de yürürüm
çölümü ve yolumu taşıyarak içimde
bu hayatı acıyı mil çekip gözlerime
yine de yürürüm
Zaman zaman pişmanlık ve iç ağlama kapılarına dayandığında kelime kuşanır Şair yine.
ben çölü yağmaladım
çöle ben yağmalandım
“çöl içen gözlerin” Şairi, hemen hemen her şiirinde bize kalbinin haritasını “çöl” veya “ırmak” kelimeleriyle açar. Irmak ve çölle ilgili başka bir kelime de kuşkusuz “deniz”dir. 
gidersin yüreğim elimde kalır
kıyısız bir deniz yiter peşinde
Çöl, kumlarla dolu bir sonsuzluk denizi, deniz sularla dolu bir sonsuzluk çölünden başka bir şey değildir. Yani şairde deniz ve çöl neredeyse aynı çağrışımların anneliğini yaparlar. Mesela aşağıdaki şiirde deniz sonsuzluğun bir boyutu olan ezel olarak karşılamaktadır bizi.
mızrağının ucunu çevirme yüreğimden
çevirme dönmem geri gidecek nerem kaldı
ne yanmayan bir gemim
ne tayfam
ne havarim
bir kez oğlum de bana
baba denizden geldim.
Ve denizin, diğer ana anahtar kelimeyle de yani ırmakla da de ciddi ilintisi bulunmaktadır. Her ırmağın nihai hedefi bir denize ulaşmaktır. Onun için ne mutludur Fırat, Dicle ve nil! Çölde biten ırmaklar da vardır şairin dilinde.
hangi ırmak tükendi hangi çölde bilirsin.
Ve şair her şeye rağmen, sırlarını çözmeye çalışmaktadır akıp giden hayatın.
bana da bir tılsım sun sırrı için hayatın
çöz de yumruklarımı tufanlar yaşayayım
çöz de avuçlarımdan göreyim gökyüzünü
Türk Edebiyatı, kendisine yeni ve özgün şiirler kazandıran genç şairi tebessümlerle karşılamakta, Türkçe, bu aşığına bir maşuk gibi bağrını açmaktadır.  

kaynak:
ardıç dergisi

Hiç yorum yok: