Fazıl Hüsnü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fazıl Hüsnü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Ağustos 2020 Pazartesi

oyun bahçesi

hüseyn kaya

 

Çıkamaz çocukluğundan dışarı

Kimse.

Bundandır sevmemiz

Kiraz ağaçlarını.

(Fazıl Hüsnü Dağlarca)

 

Hepimizde aynı şeyleri çağrıştırır bir yaz akşamı ara sokaklarda tüm hücreleriyle kendilerini oyuna kaptırmış çocukların şen çığlıkları, bağırışları. Kaç yaşımızda olursak olalım böyle bir manzaranın büyüsü hepimizi aynı ülkenin, çocukluğumuzun ülkesinin kapılarına taşıyıverir birdenbire.

Zaman geriye gider, mekân ve renkler değişir. Ya her oyunu kenardan seyreden fakat hiçbir oyuna dâhil olamayan, elbisesinin pis olmaması için toz toprak içindeki sokakta oturacak yer beğenemeyen boynu bükük, mahcup bir çocuksunuzdur ya da dizleri yırtık pantolonunuz, bilyelerle gazoz kapaklarıyla oynamaktan çatlamış ellerinizle, tüm cephanesi balonlaşmış ceplerinde saklı, mahalleyi fethe çıkmış asil bir hükümdar…

Neredeyse hepimizin cezbesiyle kendimizden geçtiğimiz bir oyun ve kendimizden bir parça bildiğimiz ya senelerce sakladığımız yahut doyamadan kaybettiğimiz bir oyuncağımız olmuştur.

Aslında ne oyundur bizleri kendisine davet eden, ne de oyuncaklardır bizi büyüleyen. Kocaman dünyanın ve kocaman insanların arasında unutmak isteriz yalnızlığımızı. Her şeyi unutmak ve kendimizden geçmek isteriz…

Yeni her oyun ve her oyuncak bize dünyayı unutturmak için keşfedilmiştir biraz da.  Dünya; hayat ağusunu ancak biz oyundayken doldurur bardağımıza.

Düş içinde sürekli kendini tekrarlayan bir oyundan ibaret gibidir hayatımız, uyanmak acı verir. Düşlerimiz gerçeklerimizi peşinden sürükler; ama bunu biz isteriz. Aynı renkte düşler benzer oyunlarla halka halka çoğalır, azalır. Bazen ne oynadığımız önemli değildir, kiminle oynadığımız önemlidir. Bazen her şeyin bir oyun olduğunu düşünmek anlamsızlaştırır gördüğümüz düşü. Böyle vakitlerde sıkıntımızı giderecek sabır oyunları buluruz kendimize.

***

Elele bir oyun bugün ve yarın

(Ahmet Hamdi Tanpınar)

Oyunun kıyısında, kenarında durmak da hüzünlü, tek kişilik bir oyundur aslında. Oynayabildiğimiz kadar bakar dünya yüzümüze ve dünya oynayabildiğimiz kadar gösterir bize tebessüm eden yüzünü. Oyunculuğumuz kadar fark ediliriz dünyada çünkü hayatın en ciddi ve ezeli kuralıdır oynayabilmek.

Başladığı yerde bitmez hiçbir oyun; her oyun bir başka oyunun içinde biter ve yalnız yorgunluğu kalır biten her oyunun. Çocukluk bir oyundur, gençlik bir oyun ve yaşlılık artık bütün oyunların ustası olmak ama hiçbir oyuna dahil olamamak oyunudur. Oyunlarla büyümeyiz oyunlar büyütür bizi. Bir avuç kum ve derin bir nefestir bütün oyunların kazancı.

***

Hayat ile hakikat arasında, arkasına masaldan dünyalar gizlediğimiz incecik perdelerdir aslında oyuncaklarımız. Bazen de bir ömür boyu hayatın korkunç çıplaklığına bakmamak için önümüze yığdığımız, hayalleriyle uykuya daldığımız yahut hiç yanımızdan ayıramadığımız bitmez tesellilerin kaynağıdır onlar.

Hayatın ve dünyanın önsözü oyunlarda, oyuncaklarda gizlenmiştir de farkına yolun yarısından sonra varırız bu gerçeğin.  Arzularımızın, insan yanımızın ilk uyanışı oyuncaklarla oyunlarla başlar. Sahip olmayı ya da olamamayı oyuncaklarla tadar; kaybetmeyi de unutmayı da onlarla tecrübe ederiz. Mağlubiyet korkusunu oyunlarda tadar mağlubiyeti oyunlarda yaşarız, öğreniriz önce. Kazansak da kaybettiğimiz, kazandıkça kaybettiğimiz hakikatini de oyun bitimlerindeki hüzünler işler küçücük kalplerimize.

Sobeler ve sobeleniriz. Yâreni, dostu karşı safta görmenin kahrını oyunlarda yaşarız önce. Dostun da düşmanın da oyunlarıyla, oyunlarda yüz yüze gelmemiz bir rastlantı değildir elbette.

Yıllar sonra yaşayacağımız hayal kırıklıklarına, uzun ayrılıklara alışmamız içindir ellerimizden düşüp de kırılması en sevdiğimiz oyuncağımızın.

Kurulan her oyun keşfedilen bir dünya, yenibaştan kurulan bir ülkedir ki orada medeniyet oyuncaklarla inşa edilir. Yeni bir ülke uğruna, bazen büyük savaşlar yaşamışızdır büyüklerle, büyük fedakârlıklarda bulunmuş, büyük acılara katlanmışızdır körpe yüreklerimizle… 

Hayata geç kalmışlığımız eve geç kalma alışkanlığımız kararan havaya rağmen bırakıp da eve gidemediğimiz oyun günlerinden kalmadır biraz da…

Büyüyen ellerimizde küçülen oyuncaklarımız,  bin yıl yaşasak da dünya üzerinde, ömrümüzün bir kısacık gün olduğunun ilk habercileridir aslında ve bu yüzden eski oyuncaklarımızla baş başa kalmak hüzün verir bizlere…

Çocuklar; anne, baba olmadan bilemezler onların da gözyaşlarının şahidi, en hisli vakitlerinin sırdaşı bir oyuncağın mutlaka olduğunu. Nihayet sona yaklaştığımızda anlarız, yeryüzünde, koca bir ömür içinde sahip olduğumuz ya da olduğumuzu sandığımız dünyaya ait tek varlığın oyuncaklarımız olduğunu ki onlar da bu dünyaya ait değillerdir aslında. Onları bambaşka bir dünyada önce tüm safiyetimizle var ederiz, hayallerimizle süsler sonra ruhumuzdan ruh üfler, nihayetinde varlığımızla bütünleştirir ve canımızdan can veririz onlara. Kırılan her oyuncak kırılmış bir çocuk kalbiyse, bu yüzdendir…

İlkgençlik yıllarımızda dura dura hecelediğimiz hayat alfabesini oyunlar, oyuncaklar öğretir bize çocukluğumuzda.

Sürgünlüğümüzün, dizkapaklarımızdaki dirseklerimizdeki yaraların tek ilacıdır bir oyuna dâhil olmak. 

Her oyun bir kapıdır ve oyuncaklar anahtarıdır o kapıların…

***

Kalbimiz ve zihnimiz; çocukluğumuzun güneşi batmayan bahçesini, akşamı geç gelen sokağını hep yaşatır bir köşesinde. Hayal atları, rüya kuşları, hüzün bulutları getirip bırakır bizi bu bahçenin kapısına, sokağın ucuna. Karanlık ya da bunaltıcı günlerimizde o serin ve aydınlık bahçeye inmek, çocuk sesleriyle şen o sokağın başında durup kendimizi uzaktan seyretmek içimizi aydınlatır ve kazansak da kaybettiğimizi, kazandıkça kaybettiğimizi hatırlatır dünya yorgunu ruhumuza.

Sürekli kendini tekrarlayan bir oyun bahçesidir dünya dediğimiz ve bu bahçede daima düşlerimiz, hayallerimiz gerçeklerimizi peşinden sürükler çünkü gerçeğimiz en ağır yüküdür kalbimizin. Bu yüzden dünleri, bugünleri ve yarınları; oyunlar, oyuncaklar üzerine kurarız hep.


27 Temmuz 2020 Pazartesi

kalbimizin durgun kıyısı

hüseyn kaya

Çalkantılı dünya denizinde gönül gemimizin yılda iki kez sahiline vardığı rüya ile gerçek arasında bir adanın ismidir bayram. Dünyada sürüklenmekten yorgun ruhlarımız orda kurtuluşa erer, huzuru teneffüs eder. Orada dünyayı ve dünyanın telaşını uzaklarda bırakır, arınmışlığı hissederiz. İster hayatta ister dar-ı bekaya göçmüş olsun; kalbinin sesini duymak, yüzünün nurunu görmek istediğimiz, özlediğimiz herkesle o adada buluşur hemhal oluruz. Serçelere duyduğumuz şefkat, karıncalara duyduğumuz merhamet, bulutlardan kopup gelerek yüzümüzü okşayan rahmet hep oradan eserek gelir ve diriltir içimizi. Kervanlar oradan taşır uzak diyarlara, dünyaya; rikkati, uhuvveti.

***

Büyürüm de kimse anlamaz

Kolay yürürüm yollarda

Bayram yaklaşırken.

(Fazıl Hüsnü)

Adı ve vakti herkes için aynı olsa da herkese başka türlü gelir bayram, gelir ve mekânları değiştirir, zamanı durdurur.

Yeni yeni aklı yeten küçücük bir çocuk için heyecandan uyunmamış bir gecenin sabahıdır bayram. Uzaktan gelecek akrabaların, yeni alınan kıyafetlerin mutluluğu, küçücük kalplerde ümit yeşertir, sevinç çoğaltır. Çocuklar farkında olmasalar da en çok bayramlarda büyürler…

Hanımlar, genç kızlar için ellere boğum boğum kına yakılarak beklenen kutlu bir misafirdir bayram ve ayrılıklar, hasretler; günlerle, aylarla değil geride bırakılan bayramlarla sayılır.

İhtiyarlar için ezeli bir tanıdıktır o; fakat yine de her seferinde bambaşka bir havayla gelir. Onunla fani ömür içerisinde bir kez daha karşılaşmak şükürlerin en büyüğünü gerektirir. Bayramlarda sayılır geride kalan yıllar uzakta kalan dostlar, ebediyete uğurlananlar…

 Bayramın selamladığı şehirlerde yetimlerin saçları arasında kutlu bir el dolaşır yoksulların sofrasına saadet misafir olur, kimsesizlerin kapısında sıraya girer bayramı kuşanmış yürekler.

Bayram geldiğinde takvimlerin sayfaları koparılacak kalır duvarlarda. Onunla her şeyin rengi değişir, rayihası farklılaşır, gecelerin karanlığı dahi bağrında bir nur; yarışır sabah vakitlerinin aydınlığı ile. Cennetten süzülüp gelen bir esinti dolaşır sokak aralarında, parklarda, dağların yamaçlarında. Her bayram öncesi özlediğimiz hissetmeye çalıştığımız ve her bayramda içimize dolan cennetten gelen bu esintidir aslında. Adı ve vakti herkes için aynı olsa da herkese başka türlü gelir bayram, gelir ve giderken hep bir şeyleri yarım bırakarak gider.

***

Sabahın sevinci içimde

Bayramın sevinci içimde

Katar

Katarın içinde

(Asaf Halet Çelebi)

Sofradaki bayram aşı sokaktaki insanların saf ve temiz telaşı bayram sabahlarına mahsustur yalnızca. Seherle beraber süpürülen kapı önleri, pencerelerden eşiklerden hanelere dolan bereket ve rahmet havası yalnız bayram sabahlarınındır. Sabahın ilk ışıklarıyla vakti her geldiğinde yeniden tarif edilen tek namazdır belki de bayram namazı.

Cami bahçelerinden kaldırımlara taşan seccadelerin üzerinde yeni bir güne değil de hayata başlamanın heyecanıyla beklerken; yüzümüzü okşayıp kalbimizi titreterek geçer bayram serinliği.

Işıltılı bir pınar, duru bir ırmaktır bayram kana kana suyunu içtiğimiz, berraklığında arındığımız ve yeniden hayat bulduğumuz. Kuruyan yapraklarımız o suyun iksiriyle hayat bulur çatlayan kalbimiz o iksirle giderir susuzluğunu.

***

Geride bıraktığımız günlerin özeti gibidir bayramlarda yaşadığımız hüzünler sevinçler. Ayrılıklar vedalar yaşamışsak bayrama ulaşıncaya kadar, lokmalar boğazımıza dizilir kalabalık bayram yemeklerinde ya da saadet dolu günler bırakmışsak geride ve yeni fertler katılmışsa ailemize bayram günü artar sürurumuz, aydınlanır dünyamız. Sahip olmanın sevincini, yitirmenin hüznünü bayramlar tattırır bize ve yıllar geride kaldıkça yine bayramlar öğretir ki hakikatte ne sahip olma vardır ne kazanma ne kaybetme.

İster hüzünle çalsın kapımızı ister sevinçle, bayramın olduğu yerde takvimler silinir saatler boşa döner duvarlarda. Zaman yalnızca bayrama ayarlıdır. Dünyanın telaşı bitip de kalbimiz durgun sularda sakin bir kuğuya döndüğünde hatırlama ve hatırlanma vaktidir bayram.

Küçücük bir çocuktur o; her arefe gününde kapımıza tıklatır ve sevecen bakışlarla kalbimizin en rikkatle dolu yerine dokunarak şeker ister, tebessümle süslenmiş merhamet dolu bir bakış ister.

Bayramda kapısı çalınmayan, eşiğinden içeri misafir atlamayan, çalacağı kapısı olmayan ve ziyaretine gideceği bir mezar dahi bulunmayan kimse gerçekten yalnızdır yeryüzü gurbetinde.

***

Babamızın boynuna uzun uzun sarılmak, annemizin göğsüne yaslanıp kalmak, damarları çıkmış kuru ellerini cennet çiçeklerini öper gibi öpmek için en güzel bahanedir bayram. Çocuklarımızın gözlerinden yüzlerinden doya doya öpmek ve kokularını içimize çekmek, onları caddelerde boyunlarımızda taşımak, tanımadığımız insanlara selam vermek tebessüm etmek, aksakallı dedelerin gül suyu kokan yüzüne yüzümüzü yaslamak için bulunmaz bir fırsat, kabul olunduğunu gördüğümüz duadır…

Hani sebepsiz ağlayan biri iseniz saklamanıza gerek yoktur gözyaşlarınızı bayram sabahlarında; zira sebebi sorulmaz bayramda dökülen gözyaşlarının.

Küskünlüğün, düşmanlığın içeri alınmadığı, her burcunda ebediyet arzusuyla işlenmiş bayrakların dalgalandığı bir kutlu şehir, bir mübarek ülkedir o.

***

Yıldızlara

Bahçelere bakıyorum

Her yer bayram

Dönüp içime bakıyorum

(Mevlana İdris)

Bayramlar peş peşe gelir ve geçer. Aslında bayram değildir gelen, geçen; yürüdükçe yaşadıkça bizim yolumuz düşer bayramların kapısına. Attığımız adım, aldığımız nefes bizi hep yeni bayramlara taşır. Zahirde sayılı olsa da eşiğine vardığımız bayramlar, türlü türlü küçücük bayramlar da vardır kapısı önünden geçtiğimiz, eşiğinden atladığımız. Gökyüzüne bakabilmenin, çiçeklerle sohbet edip, akan sularla söyleşmenin hatta kimi vakitler nefes alıp verebilmenin dahi bizi o kapıların önüne taşıdığı olur. Bazen Eyyub gibi sınanır ve yaralarımızdan kurtuluruz o günde bazen Yakup gibi hasretini çektiğimiz Yusufumuzu kucaklarız, fer gelir gözlerimize. Bazen Âdem gibi cennetimizde yitirdiğimiz Havva’yı yeniden buluruz,  yeryüzü sürgününde… Onca kıssa yalnız bizim yazgımızda tekrar etmez; kurt kuş, börtü böcek, bulut çiçek, dağ taş dahi cüssesince aynı hal üzre yürür ve benzer kapılardan geçer; bulutun yağmura döndüğü, ağacın meyveye durduğu, kelebeğin güneşi selamladığı, çiğdemlerin topraktan başını uzattığı, turnaların vatanına vardığı, ırmakların okyanusu bulduğu vakittir bayram.


ağustos, 2011