günler üzerine etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
günler üzerine etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Haziran 2020 Pazartesi

günler üzerine

Dünlerin kalanıyla ve yarınların endişesiyle geride bırakıyoruz içinden geçtiğimiz günleri. Sabahlar birbirine benziyor, kimi uzun kimi kısa olsa da günler günlere… Belki de sırf birbirine karıştırmamak için sayıyoruz günleri, isim veriyoruz onlara, yaşadığımıza ancak günleri sayarak inandırıyoruz bazen kendimizi.

Yarının cuma olacağını yahut dünün çarşamba olduğunu bilmek halen dünyada olduğumuzu hatırlatıyor dağınık zihinlerimize. Uykulardan, rüyalardan hayallerden böyle ayırıyoruz hakikati, hayatı. Herkesle aynı günü yaşamak istiyoruz, aynı günler şahit olsun istiyoruz geçtiğimize dünyadan.

Dakikalar dakikalara doğru yürüyor, saatler saatlere ve neticede bir gün daha eksiliyor takvimlerdeki sayfalardan. Bitmeyecek sandığımız kocaman takvim koçanı, bir gün bakıyoruz ansızın incelmiş. Nihayet bir yenisine bırakıyor takvimler yerini ve zamanın rüzgarında eskiyen sayfalar savrularak uçup gidiyor güz yaprakları gibi

Saysak da bilmiyoruz kaç günü tükettik ömür sermayesinden ve bilmiyoruz kaç günü kaldı ömrümüzün. Uyuyor, uyanıyoruz; yeni bir güne açıyoruz her sabah gözlerimizi. Daha dünün ne vakit bittiğini anlayamadan ve merhaba bile diyemeden yeni gelen güne kendimizi karanlık bir telaş denizinin ortasında buluyoruz.

***

“Kim bilir kaç günü kaldı ömrümüzün”

(Ziya Osman Saba)

İster pencereye vuran yağmurun tıkırtılarıyla uyanmış olun ister üşüten bir kar sessizliğiyle ister şamatacı kuşların neşeli şarkılarıyla gözlerinizi açmış olun ister uzaklardan kopup gelen rüzgârın uğultusuyla… Nerede ve nasıl gözlerinizi sabaha açarsanız açın her yeni gün yeni bir dünyadır sunulan bakışlarınıza, ayaklarınızın altına. Her yeni gün yeni bir tohumdur bırakılmış kalbimizin ortasına, gah yeşerir gün batımlarında uzanır cennet bahçelerine yaprakları gah çürür kalbimizin karanlığında. Her yeni gün yeni bir mektuptur seherle konulmuş eşiğinize, pencerenize, gah gün boyu açılıp açılıp tekrar okunur gah salınır rüzgarın elin zarfı dahi açılmadan.

Yeniden başlar koşu her sabah yeniden başa döner imtihan. Açtıkça kapanır kapılar, yürüdükçe uzar yollar.

Ne giden günü uğurlayabiliriz günler ülkesine ne yeni gelen güne hoş geldin, diyebiliriz çoğu zaman. Saatler çalar, çocuklar, babalar, anneler mahmur adımlarla dizilir yollara. Serçeler, martılar, akasyalar, parklarda rengârenk çiçekler seyre durur telaşımızı. Kediler, kuşlar ürker halimizden. Bizim dışımızdaki her şey farkındadır mevsimlerin, durmadan değişen günlerin. Biz, bir önceki gün kaldığımız yerden, ezberlediğimiz gibi başlarız günü tüketmeye.

Kardeştir yedi gün, benzemez hiçbiri diğerine. Kimi durgundur, kimi neşeli… Kimi bulutludur, kimi güneşli. Hep aynı isimleri verir sıradanlaştırırız her birini. Oysa günler de bizim gibidir, her birinin başka başkadır kaderi. Onların kaderleri bizim kaderimizden geçer, bizim kaderimiz günlerin kaderinden. Dünler kardeşlerin en büyüğüdür yarınlar; en küçüğü… Kimiyle dünyaya adım attığımızda tanışırız kimiyle dünyaya veda ederken. Kiminin gölgesi düşer aynamıza dünya evine girerken kimi ezberletir adını “keşke”lerin pençesinde kıvranırken.

 

***

Dünlerin Götürdüğü

Taburcu günü, deriz; mezuniyet günü, teskere günü, tahliye günü, vuslat günü, bayram günü… Gökten yıldız sayar gibi sayarız birer birer. Ya biriktiririz günleri mazi sayfalarında ya harcarız düşünmeden yarınları, sonraki günleri.  Yaşamak yükü, bazen taşımaktır günleri sırtımızda.  Omuzlarımız kanar, dizlerimizin feri tükenir, günleri günlere taşırız farkında olmadan haftaları haftalara. Sırtımızda yük, kalbimizde ümit, bir sonraki günü bekleriz hep. Bahar günleri geçer, yaz günleri geçer. Çocukluğumuz geride kalır, ilk gençliğimiz, gençliğimiz zaman selinde boğulur. Güzel günlere ulaşabilmek uğruna, ezer geçeriz en güzel günlerimizi farkında olmadan. Bulduk sanırız kaybolur, geldik sanırız hayale dönüşür peşinden koştuğumuz güzel günler. Görür, işitir ama asla dokunamayız beklediğimiz güzel günlere. İlkokul yıllarında nerede kaybettiğimizi hatırlayamadığımız sayı boncuğu, küçücük keselerde taşıdığımız renkli fasulyelerdir günler. Bir vakit sonra gün anlarız günlerin vefasızlığını ve o vakit ne doğan güne hükmümüz geçer, ne halden anlayan bulunur… Güvendiğimiz dağlar karlarla kaplanır, güvendiğimiz sularda boğuluruz usul usul.

Hayat denizinde hayalden bir gemiye sığınmaktır güzel günleri beklemek, güzel günlere gün saymak. Dünyaya geliriz, kırk gün sayar annemiz, dünyadan göçeriz kırk gün sayar ardımızdan geride bıraktıklarımız… Kırk gün bekleriz kapısı açılmayan eşiklerde, kırk gün sonra yanar Aslı Kerem’in külleriyle. Babalar gizli gizli bekler askerden döneceği günü oğullarının, anneler belli etmeseler de yazarlar ciğerlerinin bir köşesine gelin gittiği günü kızlarının.

Kalbimizin karanlık kuyularına sarkıtılan nurdan bir urgandır her yeni gün, ona tutunup yeryüzünü seyrettiğimiz de olur onun farkına varamayıp karanlıklarda kaldığımız, bizi bulup kurtaracak bir kervan beklediğimiz de. Oysa günler develeri yüklü yorgun kervanlar gibi gelir geçer önümüzden. Bazen yükünü bırakır ömrümüze bazen yükünü azaltır ruhumuzun. Attığımız adımdır, gördüğümüz rüyadır, göklere açılan avucumuzda gün ışığıdır, kapandığımız secdeden alnımızda kalan izdir günler, tespih taneleri gibi kayar, dolaşır parmaklarımız arasında.

***

 “Dünler, evvelki günler, geçen aylar ve yıllar”

(Ziya Osman Saba)

Yürürüz savrulur ardımız sıra ardımızda kalan günler,  uçuşur kuşlar gibi geçtiğimiz yollarda. Bazı günler yürürken ardımıza bıraktığımız çakıl taşları gibidir ya onlar sayesinde buluruz evimizin yolunu ya onlar yüzünden kayboluruz karanlık ormanlarda.  Biz kaybolsak da kaybolmaz, yok olmaz geride bıraktığımız hiçbir gün lakin uzaklaşır bizden birer birer ve sonsuzluk kervanında yolculuğuna devam eder. Kökleri kalbimizde, izi ömrümüzde uzar gider günlerin kim bilir nereye, hangi ülkeye?

Günlerden bir gün karaya vuran balıklar gibi kıyısına düşeriz bütün günlerin ve o zaman anlarız ancak günler ırmağında yüzdüğümüzü ömrümüz boyunca. Çırpınışların, bekleyişlerin hiç geçmeyecekmiş gibi uzayan saatlerin, çabucak geçen saadetlerin yalnızca kısa bir an olduğunu o vakit anlarız. Anlarız aslında dünyada geçirdiğimiz bir ömrün yalnızca bir günden ibaret olduğunu.. Döner el sallarız hayat köprüsünden; yağmurunda ıslandığımız, soğuğunda donduğumuz, güneşinde yandığımız, ne çabuk geçti, dediğimiz, hiç bitmeyecek sandığımız günlere. Gülümsemeyle, tebessümle, kederle geçen cümle günlerin daha da uzağına düşeriz, yeniden yaşamak mümkün olmaz hiç birini ve geçen cümle günlerin izi siyah beyaz fotoğraflar gibi asılı kalır ruhumuzun duvarlarında.