Yaşadığımız sürece türlü vesilelerle hep yeni insanlarla tanışır, yeni dostlar kazanırız dünyada. Şüphesiz bir kader ile oluşur tanışıklıklar ve dostluklar da bir kader ile kurulur. Yolculuklar, okul hayatı, askerlik günleri, komşuluklar, iş hayatı hep yeni tanışıklıklar, dostluklar için birer vesiledir. Şiir programlarının belki de en büyük kazancı bu oluyor programa katılanlar açısından. Program bitiyor ve geriye yalnızca yeni tanışıklıklar, dostluklar kalıyor.
Hasan Akçay ağabeyin ismini lise yıllarımda edebiyat öğretmenimden duymuştum. Kendisiyle Urfa’da bir şiir programı vesilesi ile tanıştık yıllar evvel.
Sanatçıların, bilhassa şairlerin çoğu ile yüz yüze tanışmak ve bu insanların sohbetinde bulunmak öteden beri çoğunlukla sükut-ı hayal ile neticelenir genellikle. Zihninizde, kalbinizde yer bulan şair çoğu zaman karşınızdakiyle çelişir. Hasan Akçay kendisiyle tanışanları hayal kırıklığına uğratmayacak nadir şairlerden biri zira şairlik sıfatıyla kişiliğini sağlama almıyor, kişiliğiyle şairlik sıfatına katkıda bulunuyor kendisi.
Tıpkı şiirlerindeki gibi durgun ve uyumlu bir siması var. Derin bakışların ve tenha sözlerin sahibi. Hüzün yakışmaz her şaire. Hele hele devşirilmiş, ödünç alınmış hüzünler hepten yapıştırılmış gibi durur şairin suretinde lakin hüzün yakışıyor onun suretine. Ara sıra sadaka niyetine takındığı tebessümlerinin altında dahi derin bir ırmağın ağırlığı gizli.
Dünyanın ve hayatın sırrını anlamış bir Yunus edası ile dolaşıyor kalabalıklarda. Göğsünde kanayan gülü gizlemeden, dost meclislerinde o gül ile övünmeden yaşıyor. Cümle üdebanın etrafında, kıyısında köşesinde dolaşıp duran çıkarların, içten pazarlıkların kıyısında yalnızca şiire ve kalbine tutunuyor. Ara sıra mahcubiyetle ucunu tutuşturduğu sigarasından ciğerlerine duman değil, yaşamak ağrısı çekiyor gibi.
Yazılan hiçbir şiir reddedilemez lakin tıpkı insan gibi şiir de kısım kısımdır, şair de. Hasan Akçay’ın şiiri hayatının, kalbinin karşısında duran bir ayna.
Şiir yazmak için kağıdı kalemi eline alan yahut kelimelerin peşinde savrulan bir imge kovalayıcısı, mazmun hovardası değil şair. O yalnızca hissettiğinin, yaşadığının şairi. Bu durum elbette şiirine biraz mahremiyet de katıyor. Ya ilk defa ağlamayı öğrenmenin mahcubiyeti sızıyor mısralarından yahut yolcu inmez hanlarda bırakılmışlığın yalnızlığı. Onun şiirleri meydanlara, kalabalıklara karşı gürleyen bir ses değil değil yalnızca ehl-i dile hali fısıldıyor. Çoğu ben merkezli sevda yüklü mısralardan çatsa da şiirinin çatısını Palandöken’e, Erzurum’a, Urfa’ya da vefasızlık etmiyor ve mısralarla süslü bahçesinde onlara da yer açıyor zaman zaman.
Yalnız hüznün ve yalnızlığın şairi değil kendisi. Gül kokusu ovalara indiğinde turnalar gibi hayatından memnun olabilmeyi yahut ikindi yağmurlarıyla sevinebilmeyi de başarabilen rikkatli bir kalp taşıyor sol göğsünün altında.
Durup durup dünlere bakıyor, yürürken dilinden efkârlı türküler gibi mısralar dökülüyor: Yarın nasıl bir gündür gelmeden bilemem ki…
Hüzünle sevinç arasında; ama hüznün ağır bastığı, umutla umutsuzluğun arasında ;ama umutsuzluğun ve yalnızlığın hüküm sürdüğü mısralar yeşertiyor şiirlerinde sürekli. Takvimlerin, akşamların, eylüllerin, aynaların, zamanın elemini miras almış şuaradan besbelli.
Kavuşunca aşkın tadı
kalır mı
(Hasan Akçay)
***
Beyaz güller arasından derman dualarıyla Boğulsun denizlerin uzağında elem dese de kendisi, ressamlara tarif edemediği bir sevdanın hüznü daim yakasında duruyor Hasan Akçay’ın.
Asfalt yollarda, beton çöllerde bir Leyla serabına tutulduğu oluyor zaman zaman şiirlerinde. O vakit geriye sarmaya başlıyor saatler. Sonsuza giden trenlerin ardından gözleri doluyor belli etmese de.
Yalnızca şiir yazmıyor Hasan Akçay, şiirle vücut bulmayan kelimeleri, hislenişleri israf etmiyor, boynu bükük bırakmıyor ve bir şair işçiliğiyle denemeler yazıyor.. Kâh perdeleri kapanmış eski çerçeveli pencereler dile geliyor onun cümlelerinde kah baba sevgisi ve özlemi satır satır dökülüyor kaleminden ırmaktan kağıtlara. Yollar, pulsuz mektuplar, hastaneler, çocuklar yeniden asli rengine dönüyor o yazdıkça, söz yeniden değer buluyor.
***
Dervişlik dedikleri Hırka ile taç değil
Gönlün
derviş eyleyen Hırkaya muhtaç değil
(Yunus
Emre)
Dünyayı, kendisini, zamanı, eşyayı, tabiatı anlama, anlamlandırma çabasından ibaret aslında Hasan Akçay’ın hayatı ve yazdıkları.
Yunus gibi çiçeklerle söyleşip, dağlarla bölüşüyor başındaki dumanı.
Sözü, sözün sahibinden biliyor, sözden kuleler inşa edip o kulelerin tepesinde gezinmiyor yaşarken. sözün büyüsüne değil kutsiyetine inanıyor.
Yüzünde ve sözünde geçmiş zaman dervişlerinden bir eda var saklamaya çalışsa da…
Şair, dost ve ağabey kendisi… Bütün Hasanlar gibi…