13 Temmuz 2020 Pazartesi

hatıralarımızın son kalesi: sivas istasyonu

İnsan yaşadığı yere benzer

O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer

(Edip Cansever)

Biz mekânlarda yaşamayız aslında, mekânlar bizim içimizde yaşar ve yaşadıkça değerini orada bulur. Zaman geçtikçe bizden ona, ondan bize efsunlu bir şeyler siner. Bir zaman sonra onun da bir ruhunun canının olduğunu düşünmeye başlarız. Yaşadığımız mahalle, oturduğumuz ev, her gün adımladığımız yol ya da çocukluğumuzu geçirdiğimiz köy bu yüzden ana, baba, kardeş gibi rüyalarımıza girer ve çağırır kendine ondan uzak düştüğümüzde bizi.

Boş alanlarından sürekli hoyrat binaların yükseldiği, müstakil evlerin katledilircesine kazınarak yerine şekilsiz apartmanların kondurulduğu, yolların bağrının kazınmaktan ve asfaltla yamanmaktan; kaldırımların, her mevsim renk değiştirmekten yorgun düştüğü bir şehirde yaşıyorsanız sadece el değmemiş, değdirilmemiş mekânların bir anlamı kalmıştır dünyanızda. Ne zaman dünya üstünüze gelse bütün yüküyle biraz avunmak, dünyanın telaşından ve sıkıntılarından kısa bir süreliğine de olsa kurtulmak için bu türden mekânlara atarsınız kendinizi. Şehrin başka taraflarında iş makineleri muzaffer tanklar gibi gömülü hatıralarınızın üzerinde gezinirken, siz; o mekânda çocukluğunuzu, gençliğinizi hatırlar, gerçekleşmemiş hayallerin, tükenmiş umutların kapısında savrulursunuz. Bazen içiniz ferahlar, aydınlanır oraya vardığınızda, hatıralar buğulu bir pencerenin ardında canlanmaya başlar. Bazen de bir şeyler düğümlenir boğazınıza, uzun bir ayrılıktan sonra babanıza hasretle sarılmış da ağlayamamışsınız gibi.

Biz eskiden seninle

İstasyonları dolaşırdık bir bir

(Edip Çansever)

Anadolu’nun benzer pek çok şehrinde olduğu gibi Sivas’ta da hoyrat ellerin değmediği değemediği nadir mekânlardan biridir tren istasyonu. Belki de bu yüzden her mevsim sıcacıktır ve herkesin içinde de sıcak bir yeri vardır onun. Yalnızca bu şehirde yaşayanların değil, bu şehirden trenle bir gece yarısı geçmiş insanların dahi Sivas İstasyonuna dair söyleyecek üç beş kelamı her zaman olmuştur Sivas mevzubahis olduğunda. Dayanılmaz ayrılıklar, uzayan vedalar, türlü acılar yaşansa da eteğinde herkes memnundur ondan. Hem yalnız ayrılıklara değil, vuslatlara sevinçlere de şahit olur onun yorgun taş duvarları ve bilir gibi insanların kendisi hakkında ne düşündüğünü, şehrin bir kenarında yıllar yılı şehre geleni karşılar, şehirden gideni uğurlar. İnşa edildiği günden beri taştan bir kale gibi hep vakur ancak bir o kadar da mahzun çıkmışsa fotoğraflarda biraz da bu yüzdendir. Adını kendisinden alan İstasyon Caddesi, ihlali mümkün olmayan bir sınır çizgisi gibi korur onu gündelik telaşların basitliğinden; zira orası yalnızca iki rengin bulunduğu başka bir dünyadır ve türküler, ağıtlar ayrılıklar başka hiçbir yerde olmadığı kadar orada canlıdır.

Bu şehirde yaşayan çoğu insan için kışla ve geceyle güzelleşmiş hatıralar müzesidir Sivas Garı. Ne zaman bir yolcu karşılamak ya da uğurlamak için varılsa istasyona, izahı mümkün olmayan bir etkiyle zihin maziye doğru yönelir, zaman durur; hiç unutmam bir gün, kelimeleriyle başlayan bir hatıra nasıl olsa herkesin gönül defterinde bir yerlerde saklıdır ve trenler geciktikçe uzayan raylar gibi uzar gider bu hatıralar da… Tren her daim haberdardır bu durumdan ve nazlı salınışlarla, yürek parçalayan sesiyle yaklaşır kendisini bekleyenlere. Bir tren sesi / Duymaya göreyim / İki gözüm iki çeşme mısraları şairin yüreğine ancak böyle bir istasyonda düşmüş olmalıdır…

Kimi zaman gardayım

Yanımda bavulum, yılgın ve ihtiyar.

(Metin Altıok)

Bir de ya Doğu Ekspresi’ni ya da Samsun trenini bekleyen; duruşu, bakışı hep birbirine benzeyen ve yıllar geçse de hiç değişmeyen, farkında olmadan aynı yazgının içinden geçen yolcuları vardır bu istasyonun. Kalın ahşap çerçevelerde muhafaza edilen sararmış bir fotoğraftan bakar gibidirler dünyaya.

İlk fırsatta oturduğu yerde derin uykulara dalan büyüklere inat gözlerinden uyku dökülen; ama yine de etrafı seyretmekten vazgeçmeyen şaşkın çocuklar, tarla kenarlarında yetişen rengârenk çiçekler gibi süsleyip güzelleştiriverirler etrafı. Bilmezler ki ileride anlatacakları binbir hatıradan belki biri küçücük dünyalarına o mekânda sızmaya başlamıştır.

Kavruk yüzlü mahcup delikanlılar, bebeğini kucağından bırakmayan gelinler; dumandan sararmış parmakları arasında kâh sigara,  kâh tespihle mazi kıyılarında dolaşan, konuşmayan, konuşamayan ihtiyarlar…

Ve bu yerlerde trenler doğudan batıya, batıdan doğuya gider gelir… gider gelir...

Babamın Trenleri

İstasyon; benim gibi demiryolcu çocukları için biraz da baba ocağından sıcaklıklar taşır zira yıllar yılı kursağımıza düşen helal lokma bu mekânlarda dökülen ter karşılığı taşınmıştır fakir yer sofralarımıza.

Ne zaman yolum düşse istasyona çocukça bir hisle, bu vagonlara babamın elinin değmiş, sesinin, bakışlarının sinmiş olacağını düşünür hüzünlenirim. Biraz keder biraz da tebessümle, çocukluğumda babamla bu mekânda baş başa kaldığımız nadir vakitlerin hayali gelir geçer gözlerimin önünden yorgun trenler gibi. Yorucu bir tren yolculuğunun ardından beni omuzlarına ilk ve son kez bu istasyonda almıştı babam. Yıllar sonra ben de oğul olmanın yükünü yine bu istasyonda hissettim omuzlarımda. Demire, taşa sinen bu ılık acı da diğerleri gibi elbette bir ömür soğumadan kalacaktır burada ve hatıralar arasında.

Emsallerini kıskandıracak mimari güzelliği ve emsallerinin çoğuna ağabeylik etmeye yetebilecek yaşından ziyade Sivas İstasyonu’nu farklı kılan hepimizin ona uğrayan, ondan geçen bir hatırasının olmasıdır belki de.

Sivas İstasyonu mühimdir zira hatıralarımıza giden trenler oradan hareket eder…