28 Kasım 2021 Pazar

korku

Kimi gök gürültüsünden korkar kimi fırtınadan. Kimi açlıktan korkar, kimi açıkta kalmaktan. Kimi ölümden, ölülerden korkar; kimi yaşamaktan, dirilerden. Zulmetmekten korkan da var zalim eline düşmekten de. Korkular sıra sıra, korku renk renk içimizde. 

Henüz dünyaya inmeden kalbimize işlenmiş bir nakış korku, daha yürümeye başlamadan yeryüzünde, içimizi titreten ayaz. Vücudumuz büyüdükçe ruhumuzda büyüyen boşluk korku, arşınladıkça yeryüzünü zihnimize dolaşan sarmaşık. Korku; ya sakin bir akşam vakti yahut uyandığımızda gecenin bir yarısı, endişelerimizi yanına alarak benliğimizin sınırlarını yıkan, nabzımızdaki ahengi sarsan sessiz bir uğultu; ardımızda, önümüzde, sağımızda, solumuzda ansızın beliren dipsiz kuyu. Korku, gerçeğin üzerini örtmek için gözlerimize inmiş perde. 

Gecemizi gündüzümüze katarak, canımızı dişimize takarak var gücümüzle sarılmamız hayata; hep bir şeylerin peşinde sürüklememiz saatleri, günleri; durmadan bir yerlere, şeylere yetişme çabamız; bir rüya gibi önümüzden koşan zaman atının terkisine atlamaya çalışıp da kapaklanışımız yerlere aslında yalnızca korkudan. Yalnızca korku bizlere düşündüren geleceği, geçmişi ve yalnızca korku yön veren hayatımıza, hayallerimize, ümitlerimize. Korkularımızın toplamı kadardır ömrümüz. Nelerden korktuğumuz belirleyicisidir dünyada kaybettiğimizin yahut kazandığımızın. Kimse kabul etmese de korktuğunu, korkak sıfatını yakıştırmasa da kendine; en cesurumuz en çok korkanımız, korkuyu hiç aklından çıkarmayanımız, korkunun iğneli fıçısında yaşayanımız aslında. 

Akşam, içime düşen korku, pişmanlık, hile.

Varamadığım deniz, suyu çekilen ırmak.

(Ziya Osman)

Belki soğukluğundan belki de manasında içerdiği acizlik yüzünden kabullenmek zor olsa da ve yokmuş gibi davransak da zihnimizdeki sözlükte karşılığı, korkudur bizleri dünyada telaşlı karıncalar gibi oradan oraya koşturan. 

Korkuyoruz yarınlarımızdan, dünü hatırlamaktan. Korkuyoruz kaybolmaktan, kaybetmekten. Korkuyoruz geride kalmaktan, üzerimize basılıp geçilmesinden, unutmaktan, unutulmaktan, yazılmaktan, silinmekten, düşmekten, çarpmaktan. Karanlıktan da korkuyoruz aydınlıktan da. Saklanmaktan da korkuyoruz bulunmaktan da. Geç kalmak da bir korku nedeni bizler için vaktinden erken varmak da. Korkuyoruz oyundan çıkarılmaktan da oyuna kendimizi kaptırmaktan da. Yalnızlıktan korkuyoruz ama korkuyoruz kendi kendimize kalmaktan da. Korkuyoruz ölmekten, tıpkı korktuğumuz gibi yaşamaktan. Korku, farkında olmasak da damarlarımızda kanı hareket ettiren güç ve korku gecenin bir yarısında bizi uykudan uyandırıp yolla düşüren cellat. Sevinç dolu küçücük zamanlarımızın önünü kesen gardiyan korku ve ezelde kalbimize, boynumuza, ayaklarımıza bağlanmış zincir.  Hayatlarımız korkularımız üzerine kurulu, varlığımızı korkularımızla devam ettiriyoruz hayat sahnesinde her an. Korkularımızla planlıyoruz yarınları, geleceği. Korktuğumuz şeyler yüzünden bölünüyor uykularımız ve tüm çırpınışlarımızın asıl nedeni korkularımız. 

Korkuyu büyüten, benliğimizi korku ile bürüyen sadece bilinmezlik, bilmediklerimiz değildir; hatta korkunun acıtan elleri, kalbimize en çok bildiklerimizin açtığı pencereden uzanır. Belki de bu yüzden tanıdıkça dünyayı, anladıkça hayatı işgali daha da büyür ruh atlasımızda korkunun. 

Var olanı kaybetme ihtimali belki de korkuyu yücelten, içimizde korkunun ıslığını çınlatan. Ulaşmanın, sahip olmanın, elimizde tutmanın çabası belki korkunun kuyularını habire derinlere indiren. Her ihtimali bilmek, her hikâyeyi muhayyilemizde canlandırmak yükseltir korku duvarını etrafımızda. Korku; içimize ve dışımıza her gün yenisini ördüğümüz duvarların, başkasını çektiğimiz perdelerin adı belki, anahtarını denizlere attığımız paslı kilitlerin anahtarı. Korku; teslimiyetin terbiyecisi, dudakları kanatan duaların elçisi, ayaklarımız altındaki diken. Sevdiren, nefret ettiren, büyüten, küçülten, bizi hâlden hâle koyan, içimizde şekilden şekle giren, adını bildiğimiz ama telaffuz etmeye kalkıştığımızda gırtlağımıza takılıp kalan çengelin, iki hecenin adı.

Korku bir kokudur ki karışmış bu havaya,

Ve sükut bir çığ gibi büyüyen düşüncedir.

(Cahit Sıtkı)

Korku yalnız bizim değil kâinatın, kâinattaki her şeyin özüne işlenmiş kanaviçe. Dünyayı döndüren, yıldızları titreten, ırmakları coşturan, denizleri dalgalandıran maya korku. Tohum çürümekten korktuğu için çatlatır gövdesini; ağaç kurumaktan, yok olmaktan korktuğu için durur meyveye. Butimar, korkar kurumasından denizlerin. Kuşlar yeryüzünden korktuğu için kanat çırpar gökyüzünde ve korkudan yuvalarını kurar kartallar en yücelere. Kurtlar korktuğu için yanaşamaz şehirlere. Yılanı toprağın altına indiren korkudur, örümceğe her akşam ağını nakşettiren de korku. Unutulmaktan korktuğu için günler, haftalar, aylar, mevsimler yeniden yeniden döner gelir ve hatırlatır kendini. Saat korktuğu için durmaktan ha bire döner aynı yuvarlakta. Sevgiler bitmekten, azalmaktan korktuğu için fetheder odalarını girdiği kalbin. Ümit, korkudan korktuğundan terk etmemek için direnir en karanlık zamanında bile gecenin. Aslında korku dahi korkar kaybolmaktan, unutulmaktan, mağlup olmaktan ki korkunun bittiği yerde ırmak kavuşur okyanusa. Korkunun bittiği yerde biter hayat, başlar sonsuzluk. 

Korkularımız her an orada, bulunduğu yerde dursa da her zaman varlığını görmez hissetmeyiz onun. Karanlığın bizi selamladığı anda kendini gösteren yıldızlar gibi bekler korkularımızın çoğu kendisini hatırlatmak için geceyi. Bir kaybolur bir görünür, bazen uzaklaşır bazen “acaba”lar, “belki”ler, “yoksa”ların kıymığı ile yakınlaşır korkular da. Bütün sınırlarımızın, kurallarımızın, şüpheci yaklaşımlarımızın temelinde korku vardır ve bizi hapsettiği kadar korur da korkularımız kötülüklerden, kötülerden, düşmekten, yaralanmaktan.

Korkuyorum değerken karanlığın hayatına.

(Fazıl Hüsnü)

Bir şiire başlıyorsun, bir öyküye, bir hayali bezemeye… Yarım kalmasından korkuyorsun başladığın her şeyin. Korkuyorsun benzemekten eski bir defterde kelimeleri unutulmuş yetim bir şiire, küsmesinden bütün küstüm çiçeklerinin ve ölmesinden menekşelerinin. Korktuğun her şey mermer bir sütun olup dikiliyor çatısı çaresizliklerle kurulmuş hiçliğin mabedine. Araladığın kapıların ardının boş olmasından korkuyorsun, ayrıldığın kapının anahtarını kaybetmekten. Gidememek korkutuyor seni, kalamayacak olmak da. Korkuyorsun bir sabah açtığında perdelerini, kurumuş ağaçlarla dolu bulmaktan kalbinin bahçesini. Bütün kuşların aynı anda kanatlarının sesini duymaktan korkuyorsun, bütün kuşların aynı anda can vermesinden uçarken ve korkuyorsun altında kalmaktan siyah bulutlarla örülü gökyüzünün. Heybeni düşürmekten korkuyorsun ırmağa geçerken köprülerden, ırmağa bakmaktan ürküyorsun. Avuçlarında parlayan incilerin kurumasından ve elin boş gitmekten gideceğin yere korkuyorsun ve en çok kaybetmeden korkuyorsun korkuyu.  Yaşamak korkulacak şey ve dünya korkulması gereken bir âlem, anlıyorsun.

kasım 2021/mostar



Hiç yorum yok: