çocuk edebiyatı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
çocuk edebiyatı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Eylül 2025 Perşembe

MASAL DÜNYASINDA ŞİİR ŞÖLENİ


Hüseyin Kaya

 Her geçen gün biraz daha uzaklaşıyoruz içimizdeki dünyadan ve bizlere sunulan kalabalık bir dünyaya taşıyoruz zihnimizi, kalbimizi. Ruhumuzun, fıtratımızın kaynaklarını kurutarak önümüze konulan bir çölde, gecenin ayazında ve gündüzün sıcağında kumlar üzerinde yürümeyi, yaşamak olarak adlandırıyoruz. Unutuyoruz yaşımız kaç olursa olsun çocuk olduğumuzu ve çocuk kalmamız gerektiğini bu âlemde ve böyle böyle karanlığa bürünüyor dünya, eziyete dönüşüyor nefes alıp vermek bile.

Mustafa Ruhi Şirin; bize kendimizi, varlığımızın özünü hatırlatan ender şairlerden biri. Biricik dünyamızdan, çocukluğumuzdan sesleniyor bize yazdıklarıyla. Onun yurdu, çocukluk coğrafyası ve onun kelimeleri, cümleleri, dizeleri hep o ülkenin çoğalan, eskimeyen doğal imgeleri. Çocukluğunu unutmayarak değil çocukların safında durarak çağırıyor bizi yaşadığı dünyaya. Bize seslenirken masallar, şiirler, öyküler fısıldıyor ruhumuza kimi hüzünlendiren kimi neşelendiren. Bir yerlerden hatırladığımız, yabancısı olmadığımız, sisler ardından gelen aydınlık ve dokunaklı bir davet onun çağrısı.

Cümleleri, sözleri, edebiyat ürünlerini tasnif etmek ve adlandırmak, büyüklerin işi. Her şeyi parçalara ayırarak çoğaltan ve içinden çıkılmaz detaylara boğan kuralların dışında inşa ediyor Mustafa Ruhi Şirin rengarenk çiçeklerle bezeli söz bahçesini. Zaten nasıl ayrılabilir ki öykü, masaldan; deneme şiirden?

Ablası masaldır şiirin

Rüya, ikiz kardeşi

Çok pencereli, aydınlık bir odadan seslenir Mustafa Ruhi Şirin eserlerinde. Rüyalara, hayallere, hüzünlere, sevinçlere, bulutlara, kuşlara, yağmurlara, karıncalara, kelebeklere, ağaçlara açılan onlarca penceresi bulunan üstelik duvarları billurdan bir odadır onun söz otağı ve buraya misafir olanlar çocuklar, çocukluğunu arayanlardır. Hayal atına ya da rüya bulutuna binemeyen ancak uzaktan seyircisi, dinleyicisi olur bu dünyanın. 

 

Hayalin ve Rüyanın Kanatlarındaki Dizeler

Dünyayı, hayatı çocuğun kelimeleri ile anlatmak her şeyden önce büyüklerin dilini ve üslubunu, zihnini geride bırakmakla mümkün olabilecek bir eylem. Bir ayağı rüya bulutunda, bir ayağı hayal atının sırtında dolaşır dünyayı çocuk ve kendi şiirine de bu hâl üzre yürür. Bu hâl üzre anlam verir yaşadığı yahut yaşayamadığı her şeye. Yalnız çocukken insanın yıldızlara değer elleri. Rüya bulutunun, hayal atının sırtından ayaklarını çektiği anda iner kalabalık dünyaya; rakamların, sayıların ezberlerin, görülenin, duyulanın, tarifi olan şeylerin boğucu dünyasına. Bizler büyüdü zannederiz fakat yalnızca değişir çocuk, uzaklaştığında hayalden ve rüyadan. Çünkü anne sütünden çok / hayal büyütür çocukları.

Mustafa Ruhi Şirin için masal insanlığın umududur ve bu umuttur onun kaleminden, kalbinden dökülen kelimelere sinen. Şiirlerini hayal ve rüyanın sınırsız bahçesinde bir masal dünyasında yeşertir, çiçeklendirir çoğu zaman çünkü inanmıştır:

Hayalin uzaklaştığı dünyaya

Şiir diliyle anlatacak

Şehrazat

Bin ikinci masalını

Şiir ve masal hem tema hem de anlatım açısından birbiriyle örtüşen, iç içe kullanıldığında birbirini tamamlayan özelliklere sahiptir. Hayal gücü, imge dili, anlatım ritmi ve kültürel aktarım gibi unsurlar; bu iki tür arasındaki geçişken özelliklerin bir kısmıdır sadece. Masal, olay ve kahramanlar üzerine kuruluyken şiir daha yoğun bir dil ve estetik deneyim sunmayı amaçlar. Bilhassa saf şiirin masal ile kardeşliği aşikardır. Gerek hayal, duygu, gerçekten uzaklaşma, gerek gerçeğe farklı bir anlam yükleme her iki türde de karşımıza çıkan bir söylemdir. Şiir de başka bir evrene kapı aralar masal da.

Mustafa Ruhi Şirin’in şiiri çoğu zaman, farklı gibi görünen bu iki türün kalıplarını bünyesinde eritmiş bir söyleyişle karşımıza çıkar.

Masal düşlerin

Şiir

Pencerelerine açar güzelliğini

Mustafa Ruhi Şirin şiirlerinde düşlerin ve güzelliğin pencereleri birlikte açılır okurun kalbinde, zihninde. O pencereden seyredilen âlem, gözlerdeki perdeyi kaldırır, kalbi hayret makamına ulaştırır.

 

Şiir Sandığında Masal İncisi

Bir masal sağanağıdır onun şiiri. Konuşan bir karınca, ağlayan kar, şarkı söyleyen kuğu, mavi bir tavşancık, kırk kanatlı küheylan, deniz kızının sarayı, masal sarayı, aynalı saray, topal bir dev, tılsımlı bir yüzük, sihirli lamba, Kafdağı birer resme dönüşür zihnimizde dizeler boyu. Kimi zaman bildiğimiz, dinlediğimiz kimi zaman ise hayal bile edemediğimiz nice kahraman; gözlerimizin önünden bazen tebessüm ederek bazen hüzünle birer birer geçer ve bırakır siluetlerini kalbimizin orta yerinde. Bir kez büyüsüne kapıldıktan sonra Mustafa Ruhi Şirin şiirlerinin; dünyaya inmek, dünyaya eskisi gibi bakmak bir süreliğine mümkün olmaz. O dünyaya yeniden yolcu olmak, orada kalmak, yaşamak isteriz. Kendine tekrar tekrar çağıran ve okuruyla konuşan masallardır Şirin’in şiirleri.

Mustafa Ruhi Şirin’in şiir dili, masal evrenidir. Çocuğu yazmanın, çocukluğu yazmanın ve dahası çocuk gibi yazmanın zaten başka türlü nasıl imkânı olabilir ki? Çocuk ve çocukluk bir masaldır ve çocuğun şiiri de masaldan, masal unsurlarından nasibini aldığı kadar sahihtir.

Çocuk için Masal Olmayan Nedir ki? Dağlara bakmak/ bir masaldır, su içinden bakan ağaçlar/ ıslak güneş/ bir masal.

Şair, Bin Masal Gemisi İnci’yi serer, sıralar sayfalar boyu ve biz bu incilere dize, dörtlük, bent, şiir deriz. Şiir, hangi büyük gerçeği özünde saklarsa saklasın masallardan kalkıp gelen kelimeler bulur onun şiirinin başköşesinde yerini. Günümüz dünyasından nesneler, masal aleminden imgelerle kol kola ve büyük bir aşinalık içerisinde yer alır dizelerinde. Bazen sesini dağlara bırakır tren/gece /devleri bile uyandırır bazen Sonsuz parmaklı peri /Dallara takınca yaprakları /Köpekler susar.

Onun şiirlerinde tıpkı masallarda olduğu gibi dünyadaki her varlık bir kişiyi, kişiliği temsil eder:

Uzak olsa da

Kaynadığı yerden

Öğretilmiştir nehre

En yakın denize

Nasıl ulaşacağı

Ve deniz dahi Gece olunca siyah elbisesini giyinen / Yağmurun gıdıkladığı elleri dalgalar olan masalsı bir kahramandır şairin kalbinde.

Bakışımızı, görüşümüzü, duyuşumuzu değiştiren sihirli kelimeler yumağıdır bazen onun şiiri; sarıldıkça çözülür, çözüldükçe sarılır ama dolaşmaz kelimeler ve anlam birbirine. Mesela soğuk bir İstanbul haritasına bile masal gözlükleriyle nasıl bakılacağını fısıldar:

Benzer İstanbul’un

İki yakası masal içinde

Gülümseyen iki şakacı deve

Onun şiirlerinde bir uçurtma olur sevgi yüklü dizeler ve dolaşır yeryüzünün masal coğrafyasında Almanya’da, İtalya’da, Fransa’da, İspanya’da, Danimarka’da, Norveç’te. Afrika’da, Asya’da, Avrupa’da, Amerika’da, Avustralya’da ve Kuzey Kutbu’nda…

Doğa ve doğa olayları şair için hem masaldır hem şiir. Kışın gelişi ve dünyaya veda edişi bir masaldır kendini tekrar tekrar okutan.

Beyaz bir devenin

Sırtında gelir kış

Kanadı yok uçar

Ağlar yağarken kar

Mini mini, kuş kuş

Bahar gelirken Kış Masalı, bir varmış bir yokmuş’a döner sessizce.

 

Eskimeyen Sözler Irmağı

Çocukların rüyalarından, iç dünyalarından derlenmiş bir mecaz denizidir Mustafa Ruhi Şirin’in şiirleri fakat mecazları suni bir çabayla kullanmaz, söyleyişini yenilik arayışlarında yormaz şair. Sanki çocuklarla dolu masal sarayında onlarla hasbihal eder gibidir, onlardan biri gibidir. Sohbet öyle koyulaşır ve uzar ki farkında bile olmadan bir masalın içinde Uyku Hırsızı’nın peşine düşülür. Dallarında kuşlar uyuyan ama kendisi uyumayan Rüya Ağacı, masallarda çiçeğe durur dünyanın çok uzağında yürünen bu yolculukta.

Şair, yalnızca masallara ait imgeleri ya da bakış açısını ve ahengi harmanlamaz, aynı zamanda yeni ve sınırsız teşhislerle, teşbihlerle, söyleyişlerle masal kelimesinin anlamını, ötelere taşıyan incelikler sunar şiirlerinde. Rüyayı, masalı yazılası bir kız çocuğu olarak düşünmek ve onun masalını şiirle bezemek olsa olsa sebk-i hindi anlayışının doğal bir bakışla yeniden yorumlanmasıyla açıklanabilir.

Rüya kız çiçek çiçek

Bahar gibi açardı

Suyu öpünce yüzü

Kuşlar göğe uçardı

Rüya Kız adlı şiirdeki efsun Masal Kız adlı şiirde etkisini daha da artırır. Kafdağı, iyilik perisi, sihirli nar, dev, dua, tılsımlı yüzük gibi birçok masal unsurunu içinde barındıran Masal Kız; bütün masalların ortak kahramanıdır ve bütün masalları anımsatan, yaşatan uzun bir duadır.

Uçup gel de uçur bizi

Başına bir taç yapalım

Çocukluk sevincimizi

Çocukla başlayan ama bitmeyen sihirli bir söz ırmağıdır Mustafa Ruhi Şirin’in şiir dünyası. İçinde yaşadığımız dünyadan yola çıkan ama başka bir âleme doğru uzanan bir ırmak… Gördüğümüz ama perdeli zihinlerimizle hayal edemediğimiz, içimizdeki dünyada adlandıramadığımız ne varsa onun şiirinde dile gelir, masal desenli şiir olur. Tekrara düşmeden ve hep yeni bir sesle anlatır şair bize Masalın Masalı’nı. Aslında ne masal anlatma çabasıdır onun yazdıkları ne şiir söyleme derdi. Tüm sözlerinin öznesi çocuktur şairin. Şiir çocuktur, masal çocuktur ve Masal Çocuk, Anka’nın sırtından inmez / Yeryüzünü hiç beğenmez. Kelimelerin üzerinde hayallere, rüyalara, bulutlara, sonsuzluğa doğru uçar gider zamandan ve mekândan azade.

İçindeki çocukla yaşayan şair, yalnız o çocuğun diliyle değil Şehrazat’ın, Alaaddin’in, Kardan Adamı Ağlatan Masalcı Andersen’in, Grim Kardeşler’in ve Keloğlan’ın rüyalarıyla, diliyle dünyaya seslenir.

Zaman, öğütür bütün kelimeleri, cümleleri ve metinleri ancak masal ve saf şiire ilişmez, ilişemez çünkü masallar ve saf şiir zamanın ötesinde farklı bir dünyada var eder kendisini.

Sınırları yoktur çocukluğun, yaşı küçük şiirler yazmanın, çocuk için yazmanın ve yaşamanın. Dünya eskidikçe parlar, kendisini yeniden yeniden var eder masallar, masalsı şiirler ve çocukluğunda kalanlar. Çocukluğun bahçesinden dışarıya adım atmayanlar bilir:

Masallar gibi

Güzel şiirler de

Çocukla başlar


Türk Edebiyatı dergisi, eylül 2025

16 Temmuz 2020 Perşembe

çocuğu okumak

Büyükler bilir. Bazı büyükler bilir. Bazı büyükler daha iyi bilir. Bazı büyükler ise en iyi bilir. Çünkü yaşamıştır büyükler yaşanılması gerekeni ve geçmişlerdir geçilmesi gereken karanlıklardan. Yolları nereye çıkmıştır… Hangi aydınlığın hangi sonsuzluğun kapısında dururlar. Hangi huzurun gölgesinde dinlenirler meçhul…

Çocuğu biçimlendirme, aslında geleceği biçimlendirme, geleceğe yön verme düşüncesinin bir tezahürü olarak başlıyor. Her şeyi dağınık gören dünya yorgunu, endişeli bir zihin kendi istidadınca, çağınca, evrenince çözümler belirliyor ve hedefe ilerlemeye başlıyor. Görülen ve varsayılan eksiklikler, bazı tedbirlerle bertaraf edilmeye çalışılıyor.

Kaygılı aileler yahut bilimsel yetkinliğe sahip bireyler tarafından yürütülen bu tür çabalar, aynı zamanda bu çalışma içerisinde yer alan kişilere kendilerince yüksek bir kürsü yahut merdiven inşa etme özgürlüğünü de beraberinde getiriyor. Bulunduğu yeri çocuğun dünyasıyla karşılaştırmadan ya da çıktığı yükseltiyi kıyaslamadan, ayaklarının altındaki malzemeyi sorgulamadan, bakış açısını düşünmeden habire çözüm üretiyor birileri çocuğa, çocuğun okuması, öğrenmesi gereken eserlere dair.

Hayatları boyunca çocukluğunu özleyen, çocukluğunu arayan ona sığınmaya çalışan ancak sığınamayan onlarca ebeveyn, bilim adamı ütopik bir dünya kurguluyor önce, kendi çocukluklarının bile uzağında. Amaç ise ya çocuğu kurtarmak ya dünyayı…

Büyük yanılgılarla başlıyor hikaye, büyük yanılgılarla yeni bir dünya inşasına başlıyor büyükler, çocuklar için.Çocuk edebiyatı, edebiyatın bütününde olması gerektiği gibi öğretmek, yön vermek, biçimlendirmekten hülasa bir amaca hizmet etmekten, bir projeye aygıt olmaktan daha ulvi ve içsel bir çaba ile icra edilir aslında. En azından yakın zaman öncesine kadar yaygın kanaat bu yönde idi.

Çocuk için kitap aslında ne harfler yığını ne cümleler bütünü ne de resim albümüdür. Hele ele bir bilgi kaynağı yahut pusula değildir kitap çocuk için. Çocuk, ne satır sayısına bakar okuduğu kitabın, ne yazı karakterinin büyüklüğüne ne de cümle sayısına. Çocuk için değerli olan yalnızca kendi dünyasıyla örtüşen, kendi diliyle konuşan, kendi kalbiyle tanıyan ve zihniyle yorumlayan yakınlıklardır. Kelimeler bile önemli değildir çoğu zaman onun için çocuk için her kelimenin bir anlamı, her halin bir karşılığı vardır mutlaka.

Çocuk şaşırtan olduğu kadar şaşırandır da. O sürekli hayret makamından bakar dünyaya. Ezeli bilginin sıcaklığı kalbinde, zihninde öylece yorumlar dünyayı eşyayı. Hayret eder ve ettirir. Sevinci kendine hastır çocuğun, ağlaması, hüznü de. Büyüklerin ciltler dolusu kitaplarla anlamaya çalıştığı hakikatleri bir cümle ile özetleyiverir, büyüklerin asırlarca cevabını aradığı sorulara birkaç kelime ile cevap bulur da farkına varılmaz çoğu zaman.

 

Çocukluk Öğretilemez

Çocuk ölçmez, tartmaz. Onun dünyasında büyük küçük algısı bile bizim yaklaşımlarımızın ötesindedir zira küçük ya da önemsiz yoktur çocuğun güzünde. Her şey önemlidir, hiçbirimizin dikkat etmediği sinekler, karıncalar, saksı kenarında yeşermiş küçücük bir bitki, elindeki küçücük iz, kaldırım pencere önüne konmuş bir serçe… Her kar tanesindeki farklılığı görebilen göz ancak çocuklarda vardır.

Ondaki bu hali kavrama, sezme, anlama çabası yerine onu bu dünyadan uzaklaştırma çabası aslında kendi dünyamıza çekme çabasıdır biraz da ona öğretme, onu eğitme girişimi.

Oysa çocuk öğretilecek değil, dünyaya eşyaya bakışından istifade edilecek bir düşünce sistemiyle bakar etrafa. Dünyadaki bütün sıkıntıların kaynağı, hayatımızdaki katlanılması güç bütün meseleler çocukça bir yorumlayışın, bakışın ötesine düştüğümüz içindir biraz da. Çocuğa çocukluk öğretmek, maalesef onu sıradanlığa, sıradan bakışa yönlendirmekle neticelenecek bir eylem aslında.

 

Çocuk Bir Hammade Değildir.

Çocuğu neden eğitmek istiyoruz, neden ona biçim vermek istiyoruz. Öncelikle düşünülmesi gereken mesele esasında bu. Zira bu yaklaşımın ardında olan düşünce çocuğun bir hammade olarak algılanmasıdır. Ondaki cevheri, tabiliği bir kenara bırakarak ona şekil verme, onu nesneleştirme, kullanma amacıdır.

Şayet bazı dini endişeler bizi bu şekilde düşünmeye, çocuğu biçimlendirmeye yönlendiriyorsa ibadetten bile mesul olmayan ve henüz cennetinden yeryüzüne inmemiş, dünyevileşmemiş, dünyayı kendisine amaç edinmemiş bir ruhu kurcalama, zihni bulandırma gayretinden başka nedir çocuğa öğretme çabası.

Çocukluğu bütün ömre ışık, hayatın bütün evrelerine kılavuz etmek yerine, çocukluk çağındaki bireylere çocukluğunu yaşamalarına müsaade etmeden dünyevi sorumluluklar, bilinçler aşılamak, beraberinde çocuğu, çocukluğu ıskalamak gibi sonucu da getiriyor. Çocukluk, inşa edilecek bir başlangıç değil insan binasının en sağlam fıtri temelidir. Hayat bu temel üzerinde şekillenir.

Yeni Bir Yazar Hastalığı, Çocuklar İçin Yazmak

Büyüklerin çocuklarına bir şeyler öğretme, onları biçimlendirme endişesi beraberinde eli kalem tutan tutmayan pek çok insanın iştahını da kabartıyor, kitap yazmaya, çocuklar için kitap yazmaya meylettiriyor onları. Yayınevleri kuruluyor, kimi değerler, olaylar, konular rengârenk parlak sayfalarla, ilginç baskı teknikleriyle çocukların, ailelerin önüne bırakılıyor. Hemen herkesin dikkatini çekebilecek, herkesin görüp ulaşabileceği satış merkezlerinde onlarca çocuk kitabı sergileniyor hepsi de albenili. Zira büyükler bir biçimlendirme aracı olarak ders kitaplarından sonraki en masrafsız ve etkili yol kitaplar olduğunun farkında. Ancak kitap ne bir enerji içeceğidir çocukluklara renkli kutularla sunulan ne de protein tableti.

Çocuk kitaplarında aranması gereken en büyük hassasiyet bu önemin keşfine ve gelişimine sağlayacağı katkı olmalıdır. Zira çocuk, zihnine, kalbine birtakım değerler yüklenerek dünyaya karşı salınacak bir savaşçı değil, içinde taşıdığı ve farkında olmadığı duru bilgeliğin, erdemin, güzelliğin, hikmetin saf temsilcisidir. Ona öğretmek, ona biçim vermek çabası ne adına olursa olsun suni bir müdahaledir.

Çocuğa hitap edecek kitap ancak ona kendi dünyasından kendi diliyle seslenebilir yetenekte olmalıdır. Ona çocukluğun çabucak geçiverecek bir dönem olduğu fikrini vermek ve bu yolda ilerlemesini telkin etmek yerine, çocukluğun, çocuk dünyasının önemi sezdirilerek, dünyaya, hayata çocuk gözüyle bakmanın değerini hissettirebilmelidir. . Çocukla çocuk olan değil, her dönem çocuk kalabilen yazarların eserleri bu manada daha değerlidir.

Tarihi bir kişiliği sevdirmek, dini değerleri çocuklara özümsetmek, “iyi-kötü” mücadelesinde “iyi”yi öne sürerek tanıtmak ve “kötü”den, “kötülük”lerden uzak tutmak gibi pek çok endişe ile kaleme alınan eserlerin çoğu, aslında ölçerek, biçerek, düşünerek çocuğa, çocukluğa yapılan beşeri, dünyevi müdahalelerdir. Çocuk zaten iyiyi, kötüyü, günahı, sevabı kendi fıtri ölçüsüyle sezebilir kabiliyettedir. Çocuklarda doğuştan var olan utanma hissi bu ilahi kabiliyetin göstergesidir.

Her kitap bir eşik, bir penceredir kim tarafından ne amaçla kaleme alınmış olursa olsun. Çocukluğun öz ülkesi dışında başka bir dünyada beşeri kaygılarla imal edilen kitapların içinden, çocuk yalnızca yürür geçer. Bu tür ürünlerin sayfalara yüklediği cansız kuşlar, ağaçlar, boyanmış gökyüzü, suni çiçekler, sonu belli olaylar yalnızca bir görüntüden ibarettir çocuğun dünyasında. Bu tür eserlerin içinden geçe geçe zamanla unutur çocuk fıtri dünyayı, eşyaya sinmiş manayı, dünyanın ve çocukluğun dilini.

 

Çocukluk Irmağına Barajlar Kurmak

Dikkatli bir gözlemle etrafa baktığımızda bu hakikati ıskalayarak çocuklar için kaleme alınmış eserleri okuyan çocukların yüzlerinde, bakışlarındaki acıyı görmek, sezmek mümkün. Bu tarz kitaplardan korunan çocuklar ancak şaşırıyor ve şaşırtıyor karşılaştığı sorunları yorumlamada.

Çocuğa yön verme çabası aslında tabii seyrinde ilerleyen, gittiği, ulaşabildiği her yere hayat aşılayan berrak bir akarsu önüne baraj kurmak, ondan faydalanmak,  elektrik üretmek amacına benzer. Kısa vadede bir hareketliliğe neden olsa, enerji kazandırsa da kurulan her barajın uzun vadede kendi çevresini çölleştirdiği bilimsel bir gerçektir.

Oysa doğal bir akıştır çocukluk, doğal ve daimi.

Çocuk için doğal hayatın içindedir kitap, öykü, şiir ve roman.

Çiçek ne kadar tabii ise, ağaç ne kadar tabii ise, yağmur, kar ne kadar tabii ise, ansızın çöp kutusundan fırlayan kedi ne kadar tabii ise üşümek ne ise tebessüm etmek, ağlamak ne ise okumak, kitap okumak da öyle bir eylemdir ve yalnızca bu tabii hal ile kaleme alınmış eserler çıkabilir çocuğun dünyasına.

Çocuğu nesne olarak ele alan değil onun dünyasına çıkabilen onunla aydınlanıp aydınlatabilen, çocuğu, çocukluğu kalıplara almak yerine ondaki cevheri işaret edip, ışıltıyı öne çıkaran, çocuğu hakiki manada “adam” yerine koyup cennet kapılarının yalnızca onlar gibi olanlara açık olduğunun bilinciyle ortaya koyulan eserler hem çocuğa hem çocuk edebiyatına katkı sağlayabilir sadece.

Çocukla çocuk olan değil her daim çocuk olan, gündelik telaşlar içerisinde kendisine bir kanon oluşturarak, ölçerek, biçerek, düşünerek, kaygılarla ürünler veren değil, her döneminde hayatının çocuk kalabilen yazarlarla ancak çocukluk ve çocuk edebiyatı sıhhatli seyrine devam edebilecektir.