çeto dergi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
çeto dergi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Temmuz 2022 Cuma

öteye kalan görüşme

 

2006 yılıydı ilk kitabım yayımlandığında. Hayli sıcak bir ikindi vakti okul önünde telefonum çaldı. Telefonu açtığımda karşıdan gelen ilk cümle "iyi geceler bayım"dı, vakit ikindiydi ama olsundu. Mevlana ağabey, dedim şaşkın ve telaşlı. Okulun ve trafiğin gürültüsü o anda kesildi, bir sükûnet yayıldı içime o konuştukça. Orada başladı her şey. Kitabınız elimde, dedi. Sesinizi sesime yakın buldum, dedi. Telefon numaranızı bir dostumdan rica ettim, dedi. Orada başladı dostluk, kardeşlik. Orada yeşerdi sonsuz bir muhabbet.

Sonrasında sık sık görüşmeye başladık kendisiyle yüz yüze değilse de. Sivas'ta düzenlenecek bir şiir programı için isim listesi yapan bir grup arkadaş, davet edecekleri şair listesi için yardım istediğinde Mevlana İdris’e sordum katılıp katılamayacağını. Kırmadı, geldi Sivas'a; daha da pekişti yakınlığımız. Sivas'tan ayrıldıktan sonra burada kalabalık bir mecliste çekilmiş fotoğrafı bana gönderdi: "Bir ucunda siz, bir ucunda ben" yazmıştı fotoğrafın altına. Gerçekten de otuza yakın kişinin oluşturduğu fotoğraf karesinin bir ucunda o vardı, bir ucunda ben. Muhabbetimiz sonraki dönemlerde katlanarak devam etti ve hep bir ucunda kendi ifadesi ile hazret vardı, bir ucunda ben; aramızdaki mesafelere, dünyaya rağmen.

Şiir, edebiyat programlarında görüştük, telefonla görüştük, Sivas'tan geçerken görüştük. Her fırsatta görüşmeye çalıştık hep. Bir gece yarısı Sivas'tayım, dediği de oldu, bir bayram dönüşü yarım saate Sivas'tan geçeceğim, dediği de.

Canım sıkkın, moralim bozuk olduğunda arardım, ilk cümlelerinden itibaren tüm karmaşa biterdi zihnimde, kalbimde olan. Mutlaka anlatacak bir fıkrası, kendinden yaşça ya çok büyük ya da çok çok küçük dostları arasında geçen hikmetli veya latif tespitleri, konuşmaları peş peşe anlatırdı. O, ne anlatsa dinlenirdi zira sesiyle değil, kalbiyle konuşurdu, hissederdim. Kalabalıklarda ya hep susar ya da mekan değiştirirdi.

Sohbetlerimiz arasında geçen küçük cümleler, daha evvel farkına varamadığım incelikleri anında yakalardı. Küçücük bir cümle, bir bilgi onun işareti ile birden büyürdü benim dünyamda da. Hayret eder, şaşırır ve bunu tavrını gizlemezdi. “Bunu yazmalısınız” derdi. Hikmet ve hakikat burcundaydı daima.

Şaşırdığı kadar şaşırtırdı da çoğu zaman. Gecenin bir yarısı Çerkezin Kahve’deyim, diye aradığı da oldu, sabahın ilk saatlerinde yarım saate Sivas’tayım hazret, dediği de. Bazen arkadaşlarıyla yol uğrattığı da olurdu Sivas’a. Biraz hava alalım diye çıktık, buraya kadar geldik, demişti son yüz yüze görüşmemizde. Dostlarını tanıştırmayı severdi.

Hiç beklemediğim anlarda ya bir mesaj ya bir telefon yahut uzaktan bir selam gelirdi kendisinden. Seneler evvel katılmadığım bir şiir programında, Hazreti Hüseyin ve Hüseyn Kaya’ya selam olsun, diyerek şiir okumaya başladığını mecliste bulunanlardan duyunca ne kadar mahcup olmuş, ne kadar sevinmiştim. Mustafa Kutlu ağabey bir şiirinizi okumuş; sizi sordu, dedi geçen Kurban Bayramı’nda. Bir dergiye şiir göndermeyeli çok oldu ağabey dedim, yanlışlık olmasın. Ben vermiştim bir şiirinizi bir dergiye dedi. Sohbetin detaylarını anlattı, her zamanki gibi mahcubiyet, hüzün, sevinç peş peşe işgal etti içimde bir yerleri.

Çağın hatta dünyanın çok ötesinde bir inceliği vardı ve belki de bana, bizlere farklı gelen bu incelik etrafında şekillenmiş düşünce tarzıydı. On beş seneyi aşan dostluk, kardeşlik sürecimizde bir defa “acil” kelimesini duydum kendisinden. Hazret, acil kargo adresi gönder, diyordu. Kitap yahut dergidir illaki diye düşündüm. Birkaç gün sonra kargodan gelen paketin kitap olmadığını elime alır almaz fark ettim. Ayakkabılarımdan bahsettiğim “Kırk Yedi” başlıklı yazımı okumuş, bir çift kırk yedi numara ayakkabı göndermiş, içine küçük bir not ve iki de kitap ilave etmiş. Ne denir, ne söylenir?.. Yaklaşık altı ay sonra yine adres istedi. Sezdim, yine ayakkabı gönderecek. Ağabey, mahcup oluyorum, dedim. Ben kullanamam sizden gelen bu ayakkabıları, saklarım. İstanbul’a getirir belki sizi bu ayakkabılar, dedi. Sustum. Bu son, dedi. Ayakkabıcı bir arkadaşımla okuduk yazıyı yeniden ve kendisi hediye göndermek istiyor. Ayakkabı geldi ancak iki numara büyüktü ve içine üç de çorap ilave edilmiş. Büyük gelirse ayakkabı çift çorapla giyersiniz diye düşündük, dedi. Ne çorapları kullandım, ne ayakkabıları. Kullanır mıyım, onu da bilmiyorum artık.

Yazılacak, anlatılacak çok şey var kendi ifadesi ile Hazret hakkında lakin hepsi anlatılmalı mı, bilemiyorum. O, biricik ve mahrem dünyasını herkese açmadı, açmak istemedi. O yüzden onu yazmak, onunla ilgili yazmak da hayli zor bir durum. Uzun cümlelerden, uzun şiirlerden, sahnede uzun süre kalmaktan hep kaçındı. Şiir, yazı onun için sadece bir sonuçtu. Dar bakışlar, basit tartışmalar, edebiyat camiasındaki küçücük çeteleşmeler ve ucuz hesaplar; onun dünyasının yanından bile geçmedi, şahidim. Ortam kalabalıklaştığında, meclisteki sohbetin rengi değiştiğinde ya susardı ya yürüyelim, derdi. Allah'ın bana lütfuydu benimle olan dostluğu. Şiire, İstanbul'a, dünyaya, çocuklara Allah'ın bir lütfuydu. Ağabeydi, dosttu, dervişti, sahih şairdi, candı. "Üstat, Hazret, Selam ve Hû" kelimeleri çiçeklenirdi dilinde, yazdığı satırlarda.

Ramazan Bayramında görüşmüştük en son. Uzun bir telefon görüşmesiydi. Sesindeki sükûnet her zamankinden fazla idi. Kendini hep yorgun hissettiğinden bahsediyordu. Sağlık meselesini çabucak geçiştirdi, beş on dakika sonra sohbet derinleşti. Fıkralar anlattı, İstanbul’daki dostları arasında geçen latif konuşmalar, hikâyecikler anlattı. Biraz içinin ferahladığını hissediyordum o anlattıkça. Bir saate yakın konuştuk ve Ramazan Bayramı’nda olmadı Kurban Bayramı’nda görüşelim dedik. O da nasip olmazsa bu yaz Ya Maraş ya Sivas ya İstanbul’da görüşmek üzere sözleştik. Sonrası kendisini seven herkesin bildiği süreç, sonrası hepimizin üzerine çöken hüzün.

Görüşmek üzere sözleşmiştik, öte tarafa kaldı görüşmemiz.  

mostar, temmuz 2022 

sağdan itibaren: ahmet tezcan, mevlana idris, hüseyn kaya, mehmet küpeli

sağdan itibaren ahmet tezcan, mevlana idris, hüseyn kaya, mehmet küpeli

16 Temmuz 2020 Perşembe

çocuğu okumak

Büyükler bilir. Bazı büyükler bilir. Bazı büyükler daha iyi bilir. Bazı büyükler ise en iyi bilir. Çünkü yaşamıştır büyükler yaşanılması gerekeni ve geçmişlerdir geçilmesi gereken karanlıklardan. Yolları nereye çıkmıştır… Hangi aydınlığın hangi sonsuzluğun kapısında dururlar. Hangi huzurun gölgesinde dinlenirler meçhul…

Çocuğu biçimlendirme, aslında geleceği biçimlendirme, geleceğe yön verme düşüncesinin bir tezahürü olarak başlıyor. Her şeyi dağınık gören dünya yorgunu, endişeli bir zihin kendi istidadınca, çağınca, evrenince çözümler belirliyor ve hedefe ilerlemeye başlıyor. Görülen ve varsayılan eksiklikler, bazı tedbirlerle bertaraf edilmeye çalışılıyor.

Kaygılı aileler yahut bilimsel yetkinliğe sahip bireyler tarafından yürütülen bu tür çabalar, aynı zamanda bu çalışma içerisinde yer alan kişilere kendilerince yüksek bir kürsü yahut merdiven inşa etme özgürlüğünü de beraberinde getiriyor. Bulunduğu yeri çocuğun dünyasıyla karşılaştırmadan ya da çıktığı yükseltiyi kıyaslamadan, ayaklarının altındaki malzemeyi sorgulamadan, bakış açısını düşünmeden habire çözüm üretiyor birileri çocuğa, çocuğun okuması, öğrenmesi gereken eserlere dair.

Hayatları boyunca çocukluğunu özleyen, çocukluğunu arayan ona sığınmaya çalışan ancak sığınamayan onlarca ebeveyn, bilim adamı ütopik bir dünya kurguluyor önce, kendi çocukluklarının bile uzağında. Amaç ise ya çocuğu kurtarmak ya dünyayı…

Büyük yanılgılarla başlıyor hikaye, büyük yanılgılarla yeni bir dünya inşasına başlıyor büyükler, çocuklar için.Çocuk edebiyatı, edebiyatın bütününde olması gerektiği gibi öğretmek, yön vermek, biçimlendirmekten hülasa bir amaca hizmet etmekten, bir projeye aygıt olmaktan daha ulvi ve içsel bir çaba ile icra edilir aslında. En azından yakın zaman öncesine kadar yaygın kanaat bu yönde idi.

Çocuk için kitap aslında ne harfler yığını ne cümleler bütünü ne de resim albümüdür. Hele ele bir bilgi kaynağı yahut pusula değildir kitap çocuk için. Çocuk, ne satır sayısına bakar okuduğu kitabın, ne yazı karakterinin büyüklüğüne ne de cümle sayısına. Çocuk için değerli olan yalnızca kendi dünyasıyla örtüşen, kendi diliyle konuşan, kendi kalbiyle tanıyan ve zihniyle yorumlayan yakınlıklardır. Kelimeler bile önemli değildir çoğu zaman onun için çocuk için her kelimenin bir anlamı, her halin bir karşılığı vardır mutlaka.

Çocuk şaşırtan olduğu kadar şaşırandır da. O sürekli hayret makamından bakar dünyaya. Ezeli bilginin sıcaklığı kalbinde, zihninde öylece yorumlar dünyayı eşyayı. Hayret eder ve ettirir. Sevinci kendine hastır çocuğun, ağlaması, hüznü de. Büyüklerin ciltler dolusu kitaplarla anlamaya çalıştığı hakikatleri bir cümle ile özetleyiverir, büyüklerin asırlarca cevabını aradığı sorulara birkaç kelime ile cevap bulur da farkına varılmaz çoğu zaman.

 

Çocukluk Öğretilemez

Çocuk ölçmez, tartmaz. Onun dünyasında büyük küçük algısı bile bizim yaklaşımlarımızın ötesindedir zira küçük ya da önemsiz yoktur çocuğun güzünde. Her şey önemlidir, hiçbirimizin dikkat etmediği sinekler, karıncalar, saksı kenarında yeşermiş küçücük bir bitki, elindeki küçücük iz, kaldırım pencere önüne konmuş bir serçe… Her kar tanesindeki farklılığı görebilen göz ancak çocuklarda vardır.

Ondaki bu hali kavrama, sezme, anlama çabası yerine onu bu dünyadan uzaklaştırma çabası aslında kendi dünyamıza çekme çabasıdır biraz da ona öğretme, onu eğitme girişimi.

Oysa çocuk öğretilecek değil, dünyaya eşyaya bakışından istifade edilecek bir düşünce sistemiyle bakar etrafa. Dünyadaki bütün sıkıntıların kaynağı, hayatımızdaki katlanılması güç bütün meseleler çocukça bir yorumlayışın, bakışın ötesine düştüğümüz içindir biraz da. Çocuğa çocukluk öğretmek, maalesef onu sıradanlığa, sıradan bakışa yönlendirmekle neticelenecek bir eylem aslında.

 

Çocuk Bir Hammade Değildir.

Çocuğu neden eğitmek istiyoruz, neden ona biçim vermek istiyoruz. Öncelikle düşünülmesi gereken mesele esasında bu. Zira bu yaklaşımın ardında olan düşünce çocuğun bir hammade olarak algılanmasıdır. Ondaki cevheri, tabiliği bir kenara bırakarak ona şekil verme, onu nesneleştirme, kullanma amacıdır.

Şayet bazı dini endişeler bizi bu şekilde düşünmeye, çocuğu biçimlendirmeye yönlendiriyorsa ibadetten bile mesul olmayan ve henüz cennetinden yeryüzüne inmemiş, dünyevileşmemiş, dünyayı kendisine amaç edinmemiş bir ruhu kurcalama, zihni bulandırma gayretinden başka nedir çocuğa öğretme çabası.

Çocukluğu bütün ömre ışık, hayatın bütün evrelerine kılavuz etmek yerine, çocukluk çağındaki bireylere çocukluğunu yaşamalarına müsaade etmeden dünyevi sorumluluklar, bilinçler aşılamak, beraberinde çocuğu, çocukluğu ıskalamak gibi sonucu da getiriyor. Çocukluk, inşa edilecek bir başlangıç değil insan binasının en sağlam fıtri temelidir. Hayat bu temel üzerinde şekillenir.

Yeni Bir Yazar Hastalığı, Çocuklar İçin Yazmak

Büyüklerin çocuklarına bir şeyler öğretme, onları biçimlendirme endişesi beraberinde eli kalem tutan tutmayan pek çok insanın iştahını da kabartıyor, kitap yazmaya, çocuklar için kitap yazmaya meylettiriyor onları. Yayınevleri kuruluyor, kimi değerler, olaylar, konular rengârenk parlak sayfalarla, ilginç baskı teknikleriyle çocukların, ailelerin önüne bırakılıyor. Hemen herkesin dikkatini çekebilecek, herkesin görüp ulaşabileceği satış merkezlerinde onlarca çocuk kitabı sergileniyor hepsi de albenili. Zira büyükler bir biçimlendirme aracı olarak ders kitaplarından sonraki en masrafsız ve etkili yol kitaplar olduğunun farkında. Ancak kitap ne bir enerji içeceğidir çocukluklara renkli kutularla sunulan ne de protein tableti.

Çocuk kitaplarında aranması gereken en büyük hassasiyet bu önemin keşfine ve gelişimine sağlayacağı katkı olmalıdır. Zira çocuk, zihnine, kalbine birtakım değerler yüklenerek dünyaya karşı salınacak bir savaşçı değil, içinde taşıdığı ve farkında olmadığı duru bilgeliğin, erdemin, güzelliğin, hikmetin saf temsilcisidir. Ona öğretmek, ona biçim vermek çabası ne adına olursa olsun suni bir müdahaledir.

Çocuğa hitap edecek kitap ancak ona kendi dünyasından kendi diliyle seslenebilir yetenekte olmalıdır. Ona çocukluğun çabucak geçiverecek bir dönem olduğu fikrini vermek ve bu yolda ilerlemesini telkin etmek yerine, çocukluğun, çocuk dünyasının önemi sezdirilerek, dünyaya, hayata çocuk gözüyle bakmanın değerini hissettirebilmelidir. . Çocukla çocuk olan değil, her dönem çocuk kalabilen yazarların eserleri bu manada daha değerlidir.

Tarihi bir kişiliği sevdirmek, dini değerleri çocuklara özümsetmek, “iyi-kötü” mücadelesinde “iyi”yi öne sürerek tanıtmak ve “kötü”den, “kötülük”lerden uzak tutmak gibi pek çok endişe ile kaleme alınan eserlerin çoğu, aslında ölçerek, biçerek, düşünerek çocuğa, çocukluğa yapılan beşeri, dünyevi müdahalelerdir. Çocuk zaten iyiyi, kötüyü, günahı, sevabı kendi fıtri ölçüsüyle sezebilir kabiliyettedir. Çocuklarda doğuştan var olan utanma hissi bu ilahi kabiliyetin göstergesidir.

Her kitap bir eşik, bir penceredir kim tarafından ne amaçla kaleme alınmış olursa olsun. Çocukluğun öz ülkesi dışında başka bir dünyada beşeri kaygılarla imal edilen kitapların içinden, çocuk yalnızca yürür geçer. Bu tür ürünlerin sayfalara yüklediği cansız kuşlar, ağaçlar, boyanmış gökyüzü, suni çiçekler, sonu belli olaylar yalnızca bir görüntüden ibarettir çocuğun dünyasında. Bu tür eserlerin içinden geçe geçe zamanla unutur çocuk fıtri dünyayı, eşyaya sinmiş manayı, dünyanın ve çocukluğun dilini.

 

Çocukluk Irmağına Barajlar Kurmak

Dikkatli bir gözlemle etrafa baktığımızda bu hakikati ıskalayarak çocuklar için kaleme alınmış eserleri okuyan çocukların yüzlerinde, bakışlarındaki acıyı görmek, sezmek mümkün. Bu tarz kitaplardan korunan çocuklar ancak şaşırıyor ve şaşırtıyor karşılaştığı sorunları yorumlamada.

Çocuğa yön verme çabası aslında tabii seyrinde ilerleyen, gittiği, ulaşabildiği her yere hayat aşılayan berrak bir akarsu önüne baraj kurmak, ondan faydalanmak,  elektrik üretmek amacına benzer. Kısa vadede bir hareketliliğe neden olsa, enerji kazandırsa da kurulan her barajın uzun vadede kendi çevresini çölleştirdiği bilimsel bir gerçektir.

Oysa doğal bir akıştır çocukluk, doğal ve daimi.

Çocuk için doğal hayatın içindedir kitap, öykü, şiir ve roman.

Çiçek ne kadar tabii ise, ağaç ne kadar tabii ise, yağmur, kar ne kadar tabii ise, ansızın çöp kutusundan fırlayan kedi ne kadar tabii ise üşümek ne ise tebessüm etmek, ağlamak ne ise okumak, kitap okumak da öyle bir eylemdir ve yalnızca bu tabii hal ile kaleme alınmış eserler çıkabilir çocuğun dünyasına.

Çocuğu nesne olarak ele alan değil onun dünyasına çıkabilen onunla aydınlanıp aydınlatabilen, çocuğu, çocukluğu kalıplara almak yerine ondaki cevheri işaret edip, ışıltıyı öne çıkaran, çocuğu hakiki manada “adam” yerine koyup cennet kapılarının yalnızca onlar gibi olanlara açık olduğunun bilinciyle ortaya koyulan eserler hem çocuğa hem çocuk edebiyatına katkı sağlayabilir sadece.

Çocukla çocuk olan değil her daim çocuk olan, gündelik telaşlar içerisinde kendisine bir kanon oluşturarak, ölçerek, biçerek, düşünerek, kaygılarla ürünler veren değil, her döneminde hayatının çocuk kalabilen yazarlarla ancak çocukluk ve çocuk edebiyatı sıhhatli seyrine devam edebilecektir.


9 Temmuz 2020 Perşembe

biyografi

Hüseyn KAYA (1975, Sivas)

 

1975'te Sivas’ta doğdu. İlkokul, ortaokul ve liseyi Sivas'ta okudu. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde başladığı edebiyat eğitimini de Sivas Cumhuriyet Üniversitesinde tamamladı. 

1995-1996 yılları arasında arkadaşlarıyla 13 sayı, Rûzigâr isimli edebiyat dergisini yayımladı.

2003-2008 yılları arasında 18 sayı, Sühan isimli edebiyat dergisini yayımladı. 

Yitik Düşler, Az Edebiyat ve Hayat Ağacı dergilerinin yayın kadrosunda yer aldı.

Şiir ve nesir çalışmaları; Yitik Düşler, Martı, İnsan Saati, Kuyudaki Koro, Hayat Ağacı, Irmak Yazıları, Sultan Şehir, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, Lika, Kum Yazıları, Rûzigâr, Sühan, Dergâh, Süveydâ, Dize, Irmak Yazıları, Az Edebiyat, Sade, Şiar, Aydost, İstanbul Bir Nokta, Kırağı, Çeto, Hece Taşları, Mavi Yeşil, Hece, Serazat, Özel Eğitim Çocuk, Mostar ve Semerkand dergilerinde yayımlandı.

 

Çekil Gideyim Hayat, 2006 (Şiir)

Çırpınıp İçinde Döndüğüm Deniz, 2011, 2021, 2022 (Deneme)

Melal Bahçesi, 2013 (Şiir)

İlk Arkadaşım,  2013 (Hikaye)

Ülkü Tamer Şiirinde Yapı ve İzlek 2016 (İnceleme)

Akşam Ağrısı, 2023 (Deneme)

Kurtarma Yazılısı, 2024 (Şiir)

Sessiz Rüya, 2024 (Şiir)

Tayyib Atmaca ile Hece Yürüyüşü, 2024 (Söyleşi)

Detaylı bilgi için:

http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/huseyin-kaya