hüseyn
kaya
Seyrânî’yi henüz lise
yıllarımda iken:
“Ey tabib elden gelirse yaremi
gel emleme
Yar elinden gelmedir bu yareyi
merhemleme” beyiti ile tanıdım. Biraz da Fuzûlî’yi anımsatan bu âşıkane
söyleyiş ilerleyen yıllarda filizlenecek Seyranî muhabbetinin ilk çekirdeği idi
yeni yeni çocukluk ülkesinden uzaklaşan ruhumun. Zannetmiştim ki yalnızca
sevdaya dair şiirler kaleme alan durgun, dingin bir şair Seyrânî. Mezkur şiirin
tamamına ulaştığımda anladım Seyranî’nin diğer halk şairlerinden farklı bir ses
ve tavır sahibi olduğunu. Seyranî hem sevda hem kavga hem hikmet şairiydi ve
her mısrası canlı, hareketli hayattan damıtılmıştı. Tıpkı Sümmani, Erzurumlu
Emrah, Dertli gibi nevi şahsına münhasır, mantık ve akıl dairesinde
değerlendirilemeyecek bir hayat hikayesi
vardı. Her büyük halk şairi gibi “pirler elinden dolu içmiş”, aşkın, yoksulluğun
ve tok sözlü olmanın her cefasına katlanmıştı.
Belki de Seyrânî’nin hayatının,
şiirlerinin zenginliği nedeniyle, türlü türlü Seyrânî’den bahseder onu
sevenler, okuyanlar. Kimine göre mücadelenin şairidir Seyrânî, kimine göre
hikmetin, hakikatin... Onun için yoksulluğun, talihsizliğin şairi diyenler de
haklı elbet. Seyranî büyük bir hiciv şairidir diyenleri de unutmamak gerek.
Benim zihnimde ise belki de o ilk intibaın izi durur yıllar yılı. Seyranî aşk
şairi değildir ama aşkın şairidir.
Karakteri, duruşu, ideolojisi
ne olursa olsun hangi çağda yaşamış olursa olsun neredeyse her şairin bir ya da
birkaç aşk şiiri mutlaka vardır zira aşk, insanoğluna hediye edilmiş iksirlerin
en değerlisidir. Çoğunlukla birbirbine karıştırılsa da aşk ile yazmak ayrı aşk
için yazmak ayrıdır esasında.
Seyranî tıpkı yoksulluğa,
kadere, ezilmişliğe isyan etmek yerine bu ahvali tanımak, tanımlandırmak
derdinde olduğu gibi, aşka karşı da daima aynı tavırdadır. O sevgiliye sitem
etmek, ayrılıktan duyduğu acıyı mısralarına taşımak yerine aşkın ne olduğunu,
insan ömründeki yerini anlamaya, anlamlandırmaya çalışır. Seyrânînin kavgası da
şiiri de hayatı anlama ekseninde gelişir esasında ve bu hal şairin ezelî kaderi
yalnızlığı ona da yoldaş kılar:
“Halk içinde hiç şerikim
bulmadım
Bu lisanım kaldı zarın içinde”
Helal
Sevdaların Şairi
Her ne kadar çoğu şair “gönül
kocamaz” dese de “aşk”ı kemale ermede bir vesile yahut kısa bir süre konulup
göçülecek hâl ehli şairler temkinlidir bu hissin tuzaklarına karşı. Kimi
şairler için “aşk” şiir söylemeye, söyletmeye yegâne vesile iken kimi şairler
aşkın bağına uğrasa da o bağı yurt edinmez. Seyrânî de her şair kadar sevda
durağında eğlenir, zaman zaman âşıkâne şiirler dolanır diline ancak bu şiirler
âşığı yalnızca “sevda şairi” olarak değerlendirmeye yetecek çoğunlukta değildir.
Tıpkı “Maksudun yar iste bir
tane yeter” diyen Turabî gibi Seyrânî de göklerde dolaşan sevda kuşunu her
güzelin çatısına kondurmaktan kaçınır:
“Gerçi layık değil iki yar
sevmek
Seversen sıdk ile bir yari
sına”
Seyrânî “âşık” bir şairdir ve
aşkın elemlerine düçardır ancak onun aşkı belki de kişiliği gereği çılgınlığa
aşkınlığa meyyal değildir. Yaşadığı hayat, başından geçen acı tecrübeler,
sevgili vefalı olsa dahi şairi bahtından endişe duymaya yönlendirir:
Sahte bir cilveyle gülme yüzüme
Candan muhabbetin var değil
bana
Gelüb görünsen de gahi gözüme
Gönlün bahtım gibi yar değil
bana
“Güzel sevmek zarar değil
dinime” anlayışıyla helal sevmeye işaret eden şairin sevdası zaman zaman halk
şiirindeki aşk anlayışının sınırlarını zorlar. Seyrânî sevgiliden medet ummak,
vefa beklemek yerine güzelliğin asıl sahibinden diler sevgiliye kavuşmayı.
Gönül çelen sevgilinin yurdu şair için koca dünya üzerinde gezinirken
uğranılacak bir mekandır belki de:
Niyaz etti Sübhanıma bu dilim
Görmesem didemden akıyor selim
Gezerken cihanda uğradı yolum
Dilberin yurdunda kaldım
yenile.
Seyrânî her ne kadar farklı
izleklerde şiirler kaleme almışsa da dünyadan, hayattan nasibinin “aşk”
olduğunun şuurundadır. Yunus, Fuzuli, Galib Dede gibi o da sebeb-i hayatını
“aşk” olarak görür, dünyaya o gözle bakar. Aynı kaynaktan su için diğer büyük
şairler gibi Seyrânî de aşkın kendisine ruhlar aleminde verildiğine iman eder:
“Ervahda her kısmet verilir
iken
Aşk nasip eyledi sübhan bizlere
Ruhlar bir arayaderilir iken
Aşık olundedi canan bizlere”
Zaman zaman şûhâne şiirler de
söyleyen Seyrânî’nin bu şiirlerinde bazen bir halk şairi bazen de bir divan
şairi gibi tavır sergilemesi ilginçtir. Seyrânî sevgiliye hitab ederken dahi
onun karşısında nadiren eğilir bükülür, acziyete bürünür.
“Hüsnüne mağrur olma ey yüzü
mahım
Niceler inişten yokuştan geçti”
Sevgili karşısında ona iltifat
edip gönlünü almak yerine şair sevgiliye “ölüm”ü yahut kendisinin de aslının
“bir avuç toprak” olduğu hakikatini hatırlatır ve bu hakikatler adına onu merhamete
çağırır:
“Mevtimden sakınıp eyle
merhamet
İncelip canımı üzme sevdiğim
Çatma kaşlarını gel eyle rahat
Zülfünü gerdana düzme
sevdiğim.”
“Sevgili” ile şairin kast
ettiği kişinin bazı şiirlerinde zaman zaman bir mürşid-i kamili karşıladığı
çıkarımı yapılabilir lakin Seyrânî’nin bazen beşeri aşk ile ilahi aşk arasında
bocaladığını de söylemek mümkündür. Âşık, sevdanın verdiği halet ile endişe
içindedir:
“Güzel sevmek için ehl-i
dillere
Danışmak mı yeğdir danışmamak
mı”
Benzer endişe Seyrânî’nin başka
şiirlerinde de sezilir. Aşkın bir hakikat olmadığını bilen şair sevdanın “hayal
mi zan mı”, beşerî bir his mi olduğunu seçemez:
“Aşk ü sevda hayal midir zan
mıdr
Mekanları can mı bilmem ten
midir”
Çoğunlukla inanç zeminine
bağlı, ayakları yerden kesmeyen ancak yanıp kül olmaktan da geri durmayan bir
kalptir şairin nasibi. Seyrânî diğer mutasavvıf şairler gibi “Enelhak”
mertebesine ulaşmak yerine “Entelhak” durağında kalmayı ve “Ben Hakk’ım” demek
yerine “Hak’tanım” demeyi tercih eder.
Ferhat’ın, Mecnun’un sevdası Seyrânî’ye göre ham ve aşkın vasıflar
barındırır bünyesinde. Seyrânî’nin irdelediği esasında cezbe halidir:
“Ferhad gibi dağ bağrını
delmedim
Mecnun gibi leyla deyip
yelmedim
Ben destime su doldurup gelmedim
Erenler çeşmesi suludur diye”
Yar
Değil Sevda Derdi
Hayatının her halinden olduğu gibi aşk halinden de zaman zaman sitem
taşır Seyrânî’nin şiiri. Vuslatı olmayan yahut geçen sevdalar şairi yorar,
tüketir ve sevda onun için elem sebebidir. Bazen şikayete dönüştüğü de olur bu
elemin, çilenin:
“Ben bu aşkın çilesini
Yanar çektim, tüter çektim
Yedim gonca sillesini
Bülbül gibi öter çektim”
Âşığı yoran, tüketen şey “yar”
değil de “sevda” yüküdür:
“Takatim kalmadı aşkın yayının
Çekip kirişinden kuramıyorum”
Seyrânî’nin aşka yüklediği
kudsiyet halk yahut divan şairlerinde emsali olmayan bir yaklaşım içerir ancak
bu kudisyet bile sevdayı çekilebilir bir dert kılmaz çoğu zaman:
“Bu aşkı farz vacip sünnet olsa
da
Çekilecek sefil başta hal
değil...”
Hikemî söyleyişi “aşk”
şiirlerine dahi sirayet eden Seyrânî’nin kimi mısralarındaki buluşlar ne halk
ne divan ne de çağdaş şiirimizde görülür. Geleneksel bir söyleyişle ancak
kendine has bir bağdaştırma metodu ile kurulmuş bağdaştırmalar Seyrânî’yi
“büyük” kılan unsurlardır.
“Kemiğimi yapsam tarak
Yar zülfünün tellerine”
“Yar zülfünün tellerinde kemiğinin tarak
olması” temennisi halk şiirimizde “ince belde kemer olma” isteğinin çok
ötesinde ve üstünde bir söyleyiştir. Seyrânî’nin neredeyse her şiirinde olduğu
gibi “aşk” izleği şiirlerinde de “berceste” niteliği taşımayan mısralara
rastlamak mümkündür.
“Aşkın iğnesiyle dikilen dikiş
Kıyamete kadar sökülmez imiş”
yahut
“Muhabbet küpünün olsam şarabı
Yar beni doldurup içer mi bilmem”
“Eski libas gibi âşığın gönlü
Söküldükten geri dikilmez imiş”
gibi söyleyişlere Seyrânî’nin şiirlerinde sıkça rastlanır.
Her halk şairi gibi evvela bir aşk şairidir
Seyrânî lakin kişiliği ve hayat hikayesi onun bu yönünü gölgede bırakır. O, maşuğa değil aşka taliptir. Hem aşkı
anlamaya hem anlamlandırmaya çalışır yazarken ve yaşarken. Sevdanın
pişmanlıkları, acıları ve ulviliği Seyranî’ni şiirlerinde farklı bir ruha ve
sese bürünüyorsa bunun en büyük sebebi şairin kişiliği ve duruşudur.
Bazı şairler çocuklukta
sevilir, bazıları gençlikte... Bazı şairleri orta yaşlarda anlarız, bazılarını
daha ilerleyen yaşlarda. Seyrânî, benim ilkgençlik yıllarımda tanıdığım ve
hayatımın her döneminde değerini kaybetmeyen şiirlerin sahibi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder