dünyabizim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
dünyabizim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Temmuz 2020 Perşembe

hüseyin kaya anlattı...

konuşturan: nurettin durman

 

Hüseyin Kaya Sivas’ta yaşıyor.

Öğretmen.

Sühan dergisini çıkardı. Sühan dergisinde uzun süre şiire yer vermedi sayfalarında. Halbuki dergiye yazı verenlerin yüzde 98’i (yanılmıyorsam) şair kişiliğiyle tanınmış isimlerdi. Nedense ona göre iyi şiirler yazılmıyordu, kendisi Sühan’ını matbaaya vermek için çabalarken. Tabii kendisi de şair olarak tanınıyordu ama dergisinde şiire yer yoktu. Çekil Gideyim Hayat, çıkardığı şiir kitabına isim oldu. Şimdi görünüyor yavaştan yavaştan dergilerde şiirleriyle. O arada iyi bir şiir kitabı da çıkarmıştı şiirsizlik var sandığı piyasada. Halbuki edebiyat dünyası bazen görünmez gibi işler yapar ama sonrasında o yapılmış işlerin iyi işler olduğu ortaya çıkmış olur. Öyle bir şey işte… Âlemse devran eder.

Yazmak yazılmışsa ne yapılsa boşunadır. Hikâyecinin dediği gibi: “Yazmasaydım çıldıracaktım. Kalemi elime aldım…” Böyledir yani.

Hüseyin Kaya ile bir Viranşehir gezimiz vardır.

Muhabbetin ve dostluğun tanış olduğu, pekiştiği bir gezi.

Diyarbakır Havaalanı’nın önünden Müştehir Karakaya ile şehre doğru bir yürüyüşleri vardır.

Velhasıl bir soruda dergisizlik üzerine olmalıdır elbet…

 

Çocukluğunuz nasıl geçti?

 

Çocukluğumun bir kısmı köyde geçti. Belki de bu yüzden iki cami arasında kalan bînamaz gibi ne köy çocuğu oldum ne de şehirli bir çocuk gibi geçirebildim çocukluğumu. Yalnız bir çocukluktu yani yaşadığım. Akşamları mesaiye kaldığı için geç gelen, hafta sonları da çalışmak zorunda kalan babam bize çok vakit ayıramadı o yıllarda. Tek şansım çocukluğumun hep bahçeli evlerde geçmesi oldu sanırım. Okumayı öğrendikten sonra arkadaş ihtiyacı da hissetmedim zaten. Ders kitaplarındaki örnek metinlerle başlayan okuma hevesim bir zaman sonra kitapların eşiğine bıraktı beni. Televizyonun çok uzun zaman sonra girdiği evimizde kitaplardan ve radyo tiyatrolarından ibaret küçük bir dünyam vardı.

 

Hülasa içine kapanık ve yalnız bir çocukluktu yaşadığım. Hep köyü; kuzuların peşinde koştuğum, gözelerden su içtiğim yerleri özlerdim, iyi hatırlıyorum.

 

Yazmaya ve okumaya dair teşvik edenler var mıydı?

 

Evet, yazıyla, okumayla ilgilendiğimi bilen hocalarım, büyüklerim, arkadaşlarım hep önümü açma endişesi taşıdılar bunu hep fark ettim. Bilhassa lisede edebiyat öğretmenlerim Gönül Çubukçu ve Mehmet Konukçu; üniversite hocalarımdan Bekir Oğuzbaşaran ve Nazım Hikmet Polat öğrencileri olduğum demlerde her anlamda bana “hoca”lık ettiler diyebilirim.

 

Yine üniversite yıllarımda öğrencisi olduğum iki edebiyat fakültesinde de sınıf arkadaşlarım edebî faaliyet anlamında “yapalım” dediğim her faaliyette yanımda bulundular. Orta yaşlara doğru ise Ahmet Turan Hoca, sağ olsun, teşviklerini ve desteklerini esirgemedi. Tüm bunlar yazmaya ve okumaya olan hevesimi ve sonraki dönemde bağımı pekiştirdi elbette.

 

Lise öğrencisi iken Sait  Hocamızın yalnızca iki sayı çıkarabildiği “Kıvılcım” isimli dergi, adımı sayfalarında gördüğüm ilk dergidir. Her iki sayısında da birer şiirim vardı derginin. Dergi 1992 ve 93 yıllarında çıkmıştı.

 

Okuduğum ilk kitap Balina Avcıları idi. Şiir adına okuduğum ilk şiir üstadın “Kaldırımlar” şiiriydi. Sur, okuduğum ilk dergiydi. İlk diyebileceğim bir gazete ve yazı hatırlamıyorum maalesef.

 

Şiir yazdınız ve yayınladınız. Neler hissettiniz?

 

Bazı sabahlar bilhassa bahar sabahları insan sokağa çıkar da sonsuz bir hayat sevinci dolar ya içine, öyleydi sanırım ilk şiirimi dergi sayfalarında gördüğümde. Çocuksu ve saf…  Şiir kitabımı elime aldığımda da aynı çocuksu heyecanı yaşadım. Dünyada olduğumu, elimde tuttuğum kitabın dünyada benden çok kalacağını düşündüm.

 

Yazar olmak için bir çabanız oldu mu, neler yaptınız yazar olmak için?

 

Bilhassa ilk gençlik yıllarımda bir hırs vardı bir şeyler olabilmek, bir yerlere gelebilmek adına. Ancak zamanla gördüm ki yazarlık, basamakların en yukarısında daima ulaşmak için çalışılacak bir yer, bir meslek ya da kişilik değil. Yazmak, hayatın neresinde olursanız olun, yanı başınızda sizinle yürüyen ve yüzüne baktıkça, size tebessüm ettikçe sizi mutlu kılan bir yoldaş. Ya da uzun bir yolu yalnız başınıza yürürken kendi kendinize söylediğiniz, içlendiğiniz, mutlu olduğunuz bir türkü… Tüm bunlar yazarlığın, kişinin derununda kendiliğinden açan bir çiçek olduğu anlamına gelmez elbette. Çıkardığım dergiler, yazdığım dergiler, okuduğum kitaplar, katıldığım programlar hep bir gayret ve emek değil mi bu yolda sarf edilmiş. Her şey meşk ile bu dünyada. Yazmak da öyle galiba…

 

Bir de dergi çıkarıp o kadar teferruatla uğraştıktan sonra dergiyi kapattınız. Dergisizlik özlemi çekiyor musunuz? Nasıl bir şey dergisiz kalmak?

 

Her zaman değil; ama zaman zaman oluyor özlem. Bizim çıkardığımız dergilerde hep bir duygusal taraf vardır, biliyorsunuz. Biz dergi çıkarırken âşık olduğumuz zamanlardakine yakın heyecanlar, hevesler, ümitler büyütürüz içimize. Çoğu zaman çocuğumuza gösterdiğimiz şefkat ve özeni dergilerimize de gösterir; ona bir şahsiyet atfeder; onu, bir canlıyı sever gibi severiz. Belki doğru bir yaklaşım değil bu ve bu yüzden dergicilere biraz hasta gözüyle bakılır bizim camiada.

 

Evimizin bahçesinden yol geçmesi ya da köyümüzün baraj altında kalması gibi bir şey bir derginin kepenklerini indirmek. Biraz da kiraya çıkmak gibi; işe, eve kendi aracınız yerine belediye otobüsüyle gidip gelmek gibi. Zaman zaman güzel isimler geliyor aklıma, ‘bundan bir dergi ismi olur’ deyip not alıyorum kenara ya da güzel kâğıtlar gördüğümde, ‘buna ne güzel dergi basılır’ dediğim oluyor. Hevesim ve heyecanım hep var ancak cesaretim yok maalesef yeni bir dergiye başlayabilmek için.

 

Nurettin Durman epeydir görüşmediği bir dostuyla söyleşti…

 

29 Mayıs 2010 Cumartesi

kaynak: www.dunyabizim.com

 

http://www.dunyabizim.com/news_detail.php?id=3711


derin bir teslimiyetin adamı hüseyin kaya

mehmet aycı

 

Bir dağ gülümseyerek gelir. Depremli ve sessiz…

 Dağ gibi oluşu sadece dış görünüşünün, boylu poslu, en az üç adam cüssesine sahip oluşunun tavsifi değil aslında… Gönül yüceliği de dâhil buna, başından duman eksik olmaması da. Hayatı acıyla kanatlandırıp değme insanın cesaret edemediği yalçınlıklarda uçurtma niyetine uçurması da. Yanında yürürken, otururken, konuşurken, bütün bunlar olmasa bile dünyada bulunmasının verdiği güvenin “dağ gibi” olması da tanımlayamaz. Şairin dediği gibi onu da ufalayan rüzgâra pek aldırış etmemesi de. Böyle bir âdemdir.

 Yıllar öne Rüzgâr diye bir dergi çıkardı. Dergi ayda bir edebiyatseverlerin posta kutusuna kanatlanırken, kendi yüreğiyle, kendi samimiyetiyle birlikte aynısız sofrası etrafında buluştuğu dostlarının selamını, sıcaklığını da sarardı sarı sayfalara…

 Sıcaklık demişken, insanlık buz tutmuyorsa şayet, saçaklardan sarkan buzlar gibi kırılıp dökülmüyorsa inceliklerimiz, sayesinde insanlığımızısıcak tuttuğumuz kişilerden biridir.

 Sonra Sühan mecmuasını çıkardı.

 Kaşında eski harflerle “bu da geçer ya hu” yazılı bir yüzük parmağında ve parmağımızda. Esasında kalbinin on parmağında da aynı yazılı yüzük var. Yazıklanma, şikayetlenme yok, derin bir teslimiyetin adamı.

 Teslimiyet derin, evet… Yoksa insan başlı başına bir yazıklanmadan ibaret ve acıyı, çektiğimiz başka tanımsızlıkları dönüştürdüğümüz, sağaltan, onaran, kapı açan bir şekle büründürdüğümüz ölçüde teslim oluyoruz. Boyun eğmeyen bir teslimiyeti var şairin.

 Sözü üşütmemek için elbiseler diktiği oluyor

 Şair. Şiirlerinin bir kısmı Çekil Gideyim Hayat adıyla kitaplaştı.

 Denemeleri Çırpınıp İçinde Döndüğüm Deniz adıyla…

 Edebiyat muallimi. Yazıp söyledikleri biraz da barajın patlamaması için hani bir miktar suyu sürekli dışa vermesi gerekir ya, öyle. Ruhundaki parmak izlerini öperek taze tutuyor varlığını.

 Bir yalnızlık saklama ustası… Yürürken, düşmek üzereyken yalnızlığı da kendi koluna giriyor. Sözü üşütmemek için elbiseler diktiği oluyor, sözü terletmemek için soyup bahçeye çıkardığı…

Zorunlu lensi hariç bakışları maskesiz…

 Yüzü de bir dağ… Sadece yüzünün meymenetine yaslanmak bile bir adaya çekilmek kadar huzur verici.

 Hüseyin Kaya bu, kardeşimiz. İyi biliriz.

 

kaynak: www.dunyabizim.com,  27 Aralık, 2012