mehmet aycı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mehmet aycı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ağustos 2020 Salı

duru bir ırmağın şarkısı: mehmet aycı'nın denemeciliği

hüseyn kaya

Bütün edebi türler kendilerine çizilen sınırları zorluyor günümüzde ancak bir edebi tür var ki Türk edebiyatında hiçbir zaman tam olarak sınırları belirlenemedi. Deneme türünden bahsediyorum kuşkusuz. Şairin doğmamış şiirlerini gömdüğü derin kuyu, öykücünün peşinden gidemediği cümleleri biriktirerek okura sunduğu define haritası. Ressamın renklere sığdıramadığı hakikat… Deneme, yazarına öylesine geniş bir hareket alanı sunuyor ki bütün ehli kalemin yolu az ya da çok uğruyor bu semte. Felsefeciler de deneme yazıyor, ressamlar da. Politikacılar da deneme yazıyor ses sanatçıları da. Zira yazdığı denemenin kurallarını, sınırlarını yine yazan kişi belirliyor çoğu zaman.

Kim tarafından ne amaçla kaleme alınmış olursa olsun yazarını doğrudan doğruya ele veren bir tür deneme. Bu tür saklamaya ve saklanmaya müsait değil sözcüklerin ardına. Neredeyse her yazarın parmak izini denemelerinden tespit etmek, kapısı kilitli kırkıncı odasına denemelerinin penceresinden girmek mümkün. Anılar, hayaller, ümitler, pişmanlıklar, inancın ve hayatın rengi, yazarın yazdığı diğer bütün türlerin ipuçları; denemelerde libas giyer, ete kemiğe, sözcüğe, cümleye bürünür. Herkes deneme yazabilir elbette lakin deneme en çok şuaranın kalemine yakışır.

Mehmet Aycı son dönem edebiyatımızda önce şiirleriyle sonra denemeleriyle dikkatleri üzerine çekmeyi başarabilmiş bir isim. Şimdilik yirmiye yakın şiir kitabı ve on da deneme kitabı var. İnceleme, derleme, portre ve antoloji çalışmaları kitapları da mevcut kendisinin. Ülkenin tüm dergilerine yetecek kadar söz hazinesi taşıyor kalbinin, zihninin heybesinde.

Aycı’nın üretkenliğini yadırgamamak gerek zira o yaşamın kenarına edebiyatı, yazmayı iliştiren birisi değil aksine yazmanın kenarına yaşamayı iliştiriyor. Bilhassa denemelerinde işlediği konular yazarın iç dünyasının en net çekilmiş fotoğrafları aslında.

Serkisof Ahbabım Olur adlı kitabı, onun deneme türündeki ilk eseri. Tamamı tren temalı yazılardan oluşan kitap aslında içeriği yönüyle edebiyatımızda belki de dünya edebiyatında ilkler arasında sayılmayı hak ediyor. Tematik bir deneme kitabı oluşturmak aslında hayli zor bir uğraş. Denemenin sınırsızlığı içine yazarın bile isteye girdiği dar bir çember ve bu çemberde aynı sözcüklere, cümlelere basmadan yürüme çabası.  Aslında yazarın kendisini “deneme” ile denemesi bu tavır.  

Ya birikimle yazılır deneme ya da biriktire biriktire, usul usul. Serkisof Ahbabım Olur; hani evinin bir köşesini obje müzesi yapıp misafir geldiğinde onlara bu birikimle ilgili sunum yapanlar gibi yazarın; zihninin, hayatının bir köşesinde trene, demiryoluna dair biriktirdiklerinin bir kısmını sunması bizlere ve cimrilik etmeden paylaşması bizlerle. Okurken, yazarken, dolaşırken, dinlerken, izlerken hülasa yaşarken trene dair ne varsa yazarın dünyasında biriken, bu kitaptan izini sürmek mümkün. Sunum yapandan, anlatıcıdan dinleyene bulaşan bir heyecan, küçük tebessümler saklı cümlelerde. Tren gibi küçücük odalardan oluşan bir dünyada keşfedilen zenginlikler, istasyon gibi sınırlı bir mekandan raylara tutunup uzaklara giden, uzaklardan gelen çağrışımlarla yüklü bir anlatımın türküsü yazarın ilk deneme kitabı.

Mürekkep Ten adlı kitabında Aycı,  kitabın adından başlayarak sözcük seçimlerinden ifade tarzına kadar titiz bir söyleyişe yöneliyor. Kitabın  ilk yazısı aslında biraz dibace niteliğinde. “Bundan Bir Yazı Çıkar” başlığı, yazarın gündelik hayatında zihninin hep yazıyla meşgul olduğunun göstergesi. Kitapta türkü, şarkı isimlerinin yer yer metinlere başlık olması, yazarın;  dilin işleyen ve ışıldayan tarafında bulunduğunun da iması gibi. Trenlerden ve tren çağrışımlarından büsbütün kopması biraz da mesleğinin gereği mümkün değil Aycı’nın. Şehirleri, kitapları, kedileri, oyuncakları anlatırken “Rayların En İçli Şarkısını” nakşetmeyi unutmuyor satırlara ve istasyonları asla geçmiyor. Kitabın sonunda yer alan kaynakça bölümü ise denemelerde pek alışık olmadığımız bir hassasiyetin göstergesi.  

Okuyanlar bilmese de yazanlar bilir, yazar bir metni keyif alarak yazmışsa, yazıya biraz oyun katmışsa mutlaka bu his okura da geçer ve keyifle heyecanla yazılan yazılar, benzer bir heyecanla, keyifle okunur. Aycı’nın denemelerinde böyle bir dil kullanımının ve anlayışın izlerini görmek mümkün.

Tıpkı Mürekkep Ten adlı kitabında “Bundan Bir Yazı Çıkar” başlıklı yazısında olduğu gibi yazarın Zehirli Ağaçlar Albümü adlı deneme kitabında yer alan “Yazıya Dair” başlıklı denemesinde de Aycı yazı kavramını; günlük dildeki, kültürdeki kullanımlarından hareketle kendi zihninden okur dünyasına taşımayı başarıyor. Rakamlar, mevsimler, günler, gökyüzü gibi kendisini yazdıran konularla denemenin kendisi için bir heves olmadığını okura hissettiriyor.

İlk üç deneme kitabıyla Mehmet Aycı, “deneme”nin kendisi için serazat kalem oynatılan bir türden ziyade, dünyasından dünyaya açılan bir pencere olduğunu işaret ediyor ve sonraki deneme kitaplarında tema evrenini uçsuz bucaksız bir gökyüzüne açıyor. Peş peşe yayımladığı Kahvede Kürt Var mı?Bunların Hepsini Okudun mu?Şirazlı Bir Türk Dilber,   BibloSonrası ŞimendiferÇarşaftan Kol Atmak,Şehir Mektupları adlarını taşıyan kitaplarında, dokunduğu her konuyu muğlaklaştırmadan, anlamsızlığa ve konuşkanlığa sürüklenmeden ince bir işçilikle taşıyor satırlara; yaşamı yazılarıyla, yazılarını yaşamıyla yola diziyor ancak bunu yaparken okura malumat sunmaktan ve onu çağrışımlarla anlatımını süslemekten de uzak durmuyor.

Yaşamı ve yazdıkları arasında mesafeler yok Mehmet Aycı’nın. Belki de bu yüzden akla gelebilecek her konuda yazabilecek bir üslubu çoktan yakalamış görünüyor. Ne görse, ne okusa, ne işitse siniyor bahsettiği mevzuya. Bütün kestirme yolları, çıkmaz sokaklarını bilir gibi bir şehrin, Türkçenin ana caddelerinde, ara sokaklarında, tali yollarında kaybolmadan dolaşan bir kalem onunki. Kelimeler elinde bir oyun hamuru. Türkçe, kaleminin ucuyla desenlediği renkli bir Anadolu kilimi. Anlaşılır olmaktan çekinmiyor, bilakis anlaşılmak için yazıyor. Duru bir ırmak şırıltısı cümleleri. Nefesi tükenmiyor konuşurken, sesi kısılmıyor anlatırken. Tok sesli ancak bağırmıyor. Başladığı gibi bitiyor denemeleri, yığılmadan, ışığı azalmadan.

Aycı’nın denemelerini çağdaşı diğer deneme yazarlarının ürünlerinden ayıran şeylerin başında kuşkusuz içtenlik ve dildeki ustalığı geliyor. İçtenliğini mizacıyla dil hususundaki başarısını şair yanıyla açıklamak mümkün. Yalnızca şiire, denemeye katkı değil onun yazdıkları Türk diline, edebiyatına da katkı esasında.

Deneme aslında biraz da tanımlama; bir nesneyi, bir kavramı, olayı derinlemesine anlamlandırma çabasından ortaya çıkmış bir tür olarak düşünülebilir. Bu da deneme türüne biraz “yazarken bulunan” olma vasfını kazandırır. Yazar bir niyetle çıkar yola ve yolun kendisini nereye taşıyacağından habersiz keşfetmeye başlar, derlemeye, toplamaya, sıraya koymaya. Okurun daha evvel yanından geçtiği, hayatının bir döneminde mutlaka göz ucuyla baktığı veya her gün rastladığı nesneler, duygular deneme yazarının rehberliğinde ya hatırlanır ya fark edilerek değerli bir hale gelir. Aycı da  çoğumuzun farkına varmadığı yaşamın sıradan süslerinden, detaylarından yahut üzerine konuşulması, yazılması gereksizmiş gibi görünen nesnelerden bahsederken her şeyin her şeyle ilgisini kuruyor. Yer yer cümleler arasında hatta başlıklarda bizi selamlayan ironi ve mizah unsurları ise çoğu kez uzak okuru dahi kendisine çeken işaret taşları. Yazdığı konulara ve anlatım tarzına bakarak Mehmet Aycı’nın eserlerini denemenin sehli mümteni örnekleri olarak değerlendirmek uygun düşer kanaatindeyim. 

Kökleri Ahmet Haşim’e, Ahmet Rasim’e kadar uzanan, Ataç’la, Suut Kemal’le yeşeren bir bahçenin canlı renklerini taşıyor Aycı’nın cümleleri. Bu bakımdan onun kimi yazılarının; sohbet, fıkra türüne de meylettiği söylenebilir. Bu durum aslında günümüz deneme yazarlarının ve hatta yayınevlerinin çok da dikkate almadığı bir mesele.

Şiir yazamadığı için denemeye meyleden kalemlerden değil Aycı yahut şiiri kendine küstürerek, öyküden uzaklaşarak denemenin kapısında durmuş da değil. Şiirini azaltmadan yazıyor denemelerini, şiirden uzaklaşmadan, şiirini küstürmeden.

Onun denemeleri, dünyadaki yolculuğunu kayda geçirirken kaleme alınmış notlar gibi biraz da. Dünyaya, yaşama, eşyaya dair ferdi bir sözlük yazma gayreti belki de bütün çabası.  

hece dergisi, deneme özel sayısı

temmuz 2020

 

 


25 Temmuz 2020 Cumartesi

sühan'dan sivas özel sayısı


Milli Gazete, Kültür Sanat

 

27 Ekim, 2007

 

Özel sayılarıyla dikkat çeken Sühan dergisi son sayısında Sivas a yer veriyor. Orta boy bir kitap hacminde olan dergide, Sivaslı yazarların yanında Sivaslı olmayan fakat hayatlarında bu şehre dair izler bulunan pek çok yazar da yer alıyor

Edebiyat dergiciliği sahasında kendine yeni bir kulvar açarak beş yıldır yoluna devam eden Sühan, "Sivas" özel sayısıyla okuyucusunun huzuruna çıktı. Hüseyin Kaya editörlüğünde, üst üste çıkardığı özel sayılarla, dergicilikte kendi tarzını yerleştiren Sühan, yayın merkezi olan şehre dair de bir özel sayı yapmış oldu. Dergi daha önce; Gavur Dostlarımız, Kapanan Edebiyat Dergilerinin Hikayeleri, Yenge, Oyuncak, Dede ve İstasyon özel sayılarıyla, farklı kesimlerden büyük ilgi görmüş ve edebiyat dünyasına taze bir soluk getirmişti.

Sivas, Sühan ın 17. sayısının konusu oldu. Orta boy bir kitap hacminde olan Sivas Özel Sayısında, Sivaslı yazarların yanında Sivaslı olmayan fakat hayatlarında bu şehre dair izler bulunan pek çok yazar da yer alıyor. A. Turan Alkan, Beşir Ayvazoğlu, Berat Demirci, Müjgân Üçer, Kadir Üredi, Hüseyin Kaya, Turan Karataş, Mustafa Balel gibi Sivaslı kalemler, Sadık Yalsızuçanlar, Mehmet Cangir, Metin Önal Mengüşoğlu, Halim Şafak, Nazım Hikmet Polat, Nihat Dağlı, Mehmet Aycı gibi aslen Sivaslı olmayıp Sivas ı bir şekilde tanıyan kalemlerle Sühan ın sayfalarında buluşuyor. Herhangi bir dergide bir araya gelmesi zor görünen bir yazar kadrosu Sühan ın Sivas özel sayısında bir araya gelmiş bulunuyor. Derginin sayfalarını çevirdiğinizde, böyle bir sayının sıradan bir şehir için değil Sivas gibi özellikli bir şehir için mümkün olabileceğini anlıyorsunuz. Sivas ın sosyo, kültürel ve tarihi özelliklerini her yazar kendi penceresinden ele alıyor; tasvir ediyor, eleştiriyor,  tahlil ediyor çoğu zaman da "aah" ediyorlar.

 

9 Temmuz 2020 Perşembe

derin bir teslimiyetin adamı hüseyin kaya

mehmet aycı

 

Bir dağ gülümseyerek gelir. Depremli ve sessiz…

 Dağ gibi oluşu sadece dış görünüşünün, boylu poslu, en az üç adam cüssesine sahip oluşunun tavsifi değil aslında… Gönül yüceliği de dâhil buna, başından duman eksik olmaması da. Hayatı acıyla kanatlandırıp değme insanın cesaret edemediği yalçınlıklarda uçurtma niyetine uçurması da. Yanında yürürken, otururken, konuşurken, bütün bunlar olmasa bile dünyada bulunmasının verdiği güvenin “dağ gibi” olması da tanımlayamaz. Şairin dediği gibi onu da ufalayan rüzgâra pek aldırış etmemesi de. Böyle bir âdemdir.

 Yıllar öne Rüzgâr diye bir dergi çıkardı. Dergi ayda bir edebiyatseverlerin posta kutusuna kanatlanırken, kendi yüreğiyle, kendi samimiyetiyle birlikte aynısız sofrası etrafında buluştuğu dostlarının selamını, sıcaklığını da sarardı sarı sayfalara…

 Sıcaklık demişken, insanlık buz tutmuyorsa şayet, saçaklardan sarkan buzlar gibi kırılıp dökülmüyorsa inceliklerimiz, sayesinde insanlığımızısıcak tuttuğumuz kişilerden biridir.

 Sonra Sühan mecmuasını çıkardı.

 Kaşında eski harflerle “bu da geçer ya hu” yazılı bir yüzük parmağında ve parmağımızda. Esasında kalbinin on parmağında da aynı yazılı yüzük var. Yazıklanma, şikayetlenme yok, derin bir teslimiyetin adamı.

 Teslimiyet derin, evet… Yoksa insan başlı başına bir yazıklanmadan ibaret ve acıyı, çektiğimiz başka tanımsızlıkları dönüştürdüğümüz, sağaltan, onaran, kapı açan bir şekle büründürdüğümüz ölçüde teslim oluyoruz. Boyun eğmeyen bir teslimiyeti var şairin.

 Sözü üşütmemek için elbiseler diktiği oluyor

 Şair. Şiirlerinin bir kısmı Çekil Gideyim Hayat adıyla kitaplaştı.

 Denemeleri Çırpınıp İçinde Döndüğüm Deniz adıyla…

 Edebiyat muallimi. Yazıp söyledikleri biraz da barajın patlamaması için hani bir miktar suyu sürekli dışa vermesi gerekir ya, öyle. Ruhundaki parmak izlerini öperek taze tutuyor varlığını.

 Bir yalnızlık saklama ustası… Yürürken, düşmek üzereyken yalnızlığı da kendi koluna giriyor. Sözü üşütmemek için elbiseler diktiği oluyor, sözü terletmemek için soyup bahçeye çıkardığı…

Zorunlu lensi hariç bakışları maskesiz…

 Yüzü de bir dağ… Sadece yüzünün meymenetine yaslanmak bile bir adaya çekilmek kadar huzur verici.

 Hüseyin Kaya bu, kardeşimiz. İyi biliriz.

 

kaynak: www.dunyabizim.com,  27 Aralık, 2012