Kendimizi ansızın tam ortasında bulduğumuz büyük ıssızlıkların, yalnızlıkların adıdır dünya. Bu ıssızlıkta yarım ve sahipsiz olmanın uğultusuyla savruluruz bir sağa bir sola. Her adımda, her bakışta kendimiz gibi olanı, bize benzeyeni ararız. Yüzümüzü bir yüzde, bakışlarımızı başkasının gözlerinde seyretmek isteriz. Bir ayna olsun isteriz kâh karşımızda kâh yanı başımızda. Bir ayna olsun ve hatırlatsın bize bizi, bir ayna olsun ve azaltsın kimsesizliğimizi…
Dibi yokmuş gibi uzayan karanlık bir kuyudur bazen hayat, nefes aldıkça düşer, düşerken tutunacağımız bir dal, gözümüzün önünde bir ışık olsun isteriz. Ömür ise çoğu zaman gümbürtüsü başımıza vuran uğultulu bir ormanı geceler gündüzler boyu dolaşıp durmaktır. Yanımızda bir ses olsun isteriz bu ormanda dolaşırken, adımları adımlarımıza karışan bir gölge… Uçsuz bucaksız bir çöldür yürüdüğümüz, her adımı bambaşka seraplarla, yanılgılarla dolu. Güneş tam tepemizdeyken, içimizde ve dışımızda büyüyen bu dünya çölünde duadan bir bulutun gölgesinde yürümek isteriz.
Önceleri adlandırmakta zorluk çeksek de, dört harfli bir kelimenin karşılığında saklıdır bunca müşkülümüzün çaresi. Dört harften ibaret bir kelimedir dost ve tıpkı aşk gibi o da tek heceden ibarettir.
“Geldim cihana
garip oldum güle andelip
Her dem ciğerim delip çağırıram dost dost”
(Niyazi-i Mısrî)
Ezberden bildiğimiz şiirlerin şarkıların redifi, sonu gelmeyen romanların, hikâyelerin, mesnevilerin eskimeyen, değerini yitirmeyen kahramanıdır dost. Ekmek kadar gerekli, su kadar azizdir dostun varlığı. Ne kardeşe benzer ne arkadaşa. Dostun kalbinden kalbimize uzayan yol; kardeşimizin, arkadaşımızın hatta annemizin babamızın dahi kalbinin kıyısından geçer. Dost dışındaki cümle tanıdıklarımız hayatın, dünyanın bir hatırası olarak yaşar ve kalır içimizde; ancak dostluk ezeli ve ebedi bir hatıranın tekrar tekrar yaşatmasıdır kendisini. Dostluğun ağır usul ve kendiliğinden kurulması, konuşmadan dahi dostlarla anlaşabilmemiz biraz da bu yüzdendir.
Her dostluğun bir lisanı vardır ezelde öğrenilmiş. Başkalarının bilmeyeceği, anlayamayacağı türden bir dildir dostluğun dili. Dost dilini bilenlerin dünyasında sözlükler anlamsızlaşır, tanımlar bir yığın ruhsuz cümleye dönüşür.
Tıpkı sohbeti, tebessümü gibi suskunluğu da derindir dostun ve kelimeler yalnızca muhabbet taşır bir kalpten diğerine.
Zahirde onlarca dostumuz olsa da, yalnızca bir tanesi gerçek dosttur onca kalabalık içerisinden. Yanlış anlayan dost, dost olsa da gerçek dost değildir mesela. Dostluk teslimiyet bahçesinde yedi yılda bir açan nazenin çiçeklerdendir, sorgusuz sualsiz anlaşmanın ve anlamanın beslediği. Gerçek dostluklar ne artar ne eksilir ne de solar zamanla. Zira dostluğun nakışı dünyanın ipliğiyle işlenmiş değildir.
Dostun gülü incitmez aslında; yalnızca başkasına incinmek istemeyen gönül incinir dostun gülüne.
***
Manası kişiye, zamana, medeniyetlere göre değişse de dostluk her daim aşkın kıyısında açan bir çiçektir.
Aşkın aşkınlığı, kasırgası, fırtınası iniş çıkışları bazen sebepsiz kapanan gökyüzü, birden soluveren bahçesi vardır. Ancak dostluk daima aydınlık vakitlerin hazan görmeyen bahçesidir. Aşk dünyayı kısa bir süreliğine de olsa kendi rengine boyar; oysa dostluk kendi toprağına ayak basanları her zaman hakikatin rengiyle renklendirir.
Kimileri için dost, dünyayı katlanılır kılan kişi değildir de, dünya dostun hatırına uğranmış bir misafirhanedir.
“Dostum alem seninçün ger olur düşmen bana
Gam değil zira yetersin dost ancak sen bana”
(Fuzûlî)
Kırgınlıklar, küskünlükler, usanmalar, tahammülsüzlükler yeşermez dostluk bağında. Bir yangından ötekine düştüğümüzde, bir fırtınadan diğerine savrulduğumuzda, bir kuyudan ötekine atıldığımızda, hastalıklar, ölümler, ayrılıklar, sıkıntılar yolumuz üstünde sıralandığında; herkesin, dünyanın kıyısına vurduğumuzda yanımızda gördüğümüz, yüzünde yüzümüzü seyrettiğimiz, dualarına, sesine tutunarak yürüdüğümüz tek kişidir dost. Onun tesellisinden, tebessümünden sabah aydınlığı ve ümidi dolar ruhumuza. Dost, sesimizin çığlığımızın yankısı, cümle dualarımızın sessiz karşılığıdır. Dağın taşın, kurdun kuşun uykuya daldığı vakitlerde bizim için avuçlarını göğe açandır.
Dost odur ki kendisine gönderemediğimiz mektupları satır satır okusun bize, kendimize dahi sormaya korktuğumuz soruların cevabıyla çözsün kalbimizdeki düğümleri.
***
“Ben dost ile dost olmuşum
Kimseler dost olmaz bana.”
(Yunus Emre)
Dost tek ve tek heceli olsa da dostluklar başka başkadır.
Güneş yıldızlarla dosttur mesela ve ay gecenin karanlığıyla… Dağların dostu bulutlardır, denizlerin dostu kıyılar. Cuma ve cumartesi dosttur, pazar ve pazartesi… Gündüz gecenin dostudur; kış, sonbaharın… Kayalar, dost olmasa çiçeklerle, onların köklerini basar mıydı bağırlarına? Toprak insanı dost bilmese serilir miydi ayakları altına?
Ne görür ne duyarız etrafımızdaki binbir türlü dostluğu. Halbuki sessiz ve duru bir ırmak gibi yakınımızda akıp giden başkalarının yaşadığı dostluklardan dahi içimize dolan bir huzur vardır ve bu dostlukların bereketinden sessiz sedasız nasiplenir kavruk yüreğimiz.
***
Bu fani dünyada okuduğunuz kitapları, seyrettiğiniz filmleri, dinlediğiniz şarkıları paylaşacak bir dost bulamadıysanız; kaybolur sesiniz, çığlığınız mavi göğün altında, silinir şiirlerin ahengi, şarkıların ritmi, ufalanır toza döner zamanın çarkları arasında. Bir ömür fırtınalı karanlık okyanuslarda dünyanın yükü omuzlarınızda gezinir durursunuz, şayet cümle yükünüzü kabul edecek dost bir limanınız yoksa.
Bütün renkler gridir tek başınıza bakıyorsanız, bütün mevsimler hazandır, içinden yalnız geçiyorsanız.
Ansızın yakalandığınız bir yaz yağmurunda beraber ıslanacağınız bir dostunuz yoksa, hiçbir yağmurun bereketinden nasibinizi almamışsınızdır. Hiç değilse ömrünüz içinde bir kez karlı yollarda üşüyerek dolaştığınız bir dostunuz olmadıysa, kış kelimesinin karşılığı yarım kalmıştır lügatinizde.
Suyu acı, ekmeği katıdır, bir kez olsun dosta kurulmamış sofraların.
***
“Seyyah olup şu âlemi gezerim
Bir dost bulamadım gün akşam oldu”
(Kul Himmet)
Yeryüzünde kalbimizi en çok kanatan yara, sürekli yanımızda yakınımızda olmasa da çiçeklerin kaderinden, kelebeklerin ömründen, gülün renginden bahsedebileceğimiz yahut saatlerce birlikte susabileceğimiz bir dostun yokluğudur. Bir dost bulamayışımızdandır sendeleyişimiz, yarımlığımız, ürkekliğimiz ve adına hayat denilen oyunu hep kıyısından izleyişimiz. Zor zamanlarda iltica edilebilecek komşu ülkeler gibi hemen sınırların gerisinde duran, ağladığımızda susturmayan, suskunken konuşturmayan, vaktini bekleyen yağmurlar gibi yokluğunun duasını, varlığının şükrünü hatırlatan ve kalabalıklar arasından bizi kendine Hira huzuruyla çağıran bir dost bulamayışımızdan…
semerkand, temmuz 2013