ali sözer
kaynak: yoldüşleri dergisi, s. 2, muş, 2007.
Şiir her devirde yeninin
temsilcisidir, adıdır. Her söylenen şiir bir yeniliği müjdeler. Bu yenilikler
çeşit çeşittir. Şairin biri çıkar yeni bir hayal sunar âleme, bir diğeri
mübalağada bir yenilik yapar, bir diğeri de kelimelerle yeni bir dünya kurar,
yeni anlamlar kazandırır onlara. Şiir cephesinde bu hep böyle devam etmiştir.
Asırlardır şairler bakir mazmunlar peşinde koşmuşlardır. Fakat baştan beri
söylediğimiz “yenilik” gelenekten kopmuş, farklı olmak adına bütün kuralları
yıkmış olan yenilik değildir. Nitekim Fuzuli bu konuyu “mazmun ne garip olmalı
ne de bayağı olmalı” şeklinde yorumlanabilecek, özetlenebilecek ifadeleriyle
Farsça Divanı’nın önsözünde belirtmiştir. Bu yüzden eskinin gölgesinde kalmadan
ve köklerini de eskiden koparmadan söylenen şiir daima yenidir.
Hüseyin Kaya’nın ilk şiir kitabı
olan Çekil Gideyim Hayat, kitaplığımıza dahil olan en yeni şiir kitabı.
Yukarıda, girişte ifade ettiğimiz doğrultuda Kaya’nın kitabını değerlendirmeye
çalışalım.
Kaya’nın kitabı iki bölümden
oluşuyor: Hüzünler Evi ve Kervanlardan Saklanan. Kitapta toplam otuz şiir var.
Kitabın her iki bölümü de Hz. Muhammed (sav)’in birer sözüyle başlıyor: İlki,
Sen beni kime bırakıyorsun; ikincisi, Ağlama kızım baban bir daha hiç acı
çekmeyecek, ifadesi. Bu iki söz sizi hassas mısralardan oluşan şiirlerin beklediğini
müjdeliyor. Kitap ilk şiirinden son şiirine kadar kalbinize hitap ediyor. Bu
yüzdendir ki şiirler birden fazla anlamlı denilebilir. Hangi ucundan
tutmuşsanız o imgeyi veya mısraı o yolda ilerliyorsunuz.
Kaya’nın şiirini birkaç cümlede
özetlemek çok zor. Çünkü onun şiiri birkaç yönlü ve şiirini sevimli kılan da bu
sanırım. Bu yüzdendir ki örnekler sunarak ve çeşitli cihetlerden ele alarak
Kaya’nın şiiri hakkında belirli bir tablo çizmeye çalışacağız.
Kitaptaki şiirlerde ilk göze
çarpan unsur şiir dilinin güzelliği. Kaya günümüz şairlerinin aksine herkesin
kullandığı, bildiği kelimeleri tercih ediyor. Kitapta baştan sona
garipseyeceğiniz, “bu buraya yakışmamış” diyeceğiniz kelimeler yok. Oysa
günümüz şairlerinin birçoğu yeni bir kelime bulmak, kullanmak adına şiiri
kirletmeyi bile göze alıyor. Tılsım adlı şiirden örneklediğimiz aşağıdaki
mısralar kitaptaki o güzelim mısralardan sadece birkaçı:
“bana da bir tılsım sun sırrı için hayatın
gözlerimin içinde raks eylesin yıldızlar
kuşlar omuzlarımdan şakısın sözlerini
anne gibi eğilsin toprağıma bulutlar”
Yukarıda da söylediğimiz gibi
şair herkesin kelimelerini yine herkesin bildiği şekilde kullanıyor. Bu
sebepten ötürü şiirler doğal bir dille yazılmış olmanın yanında lirikliği de
elde etmiş oluyor. Aşağıya aldığımız mısralar oldukça akıcı bir özelliğe sahip:
“mızrağının ucunu çevirme yüreğimden
çevirme dönmem geri gidecek nerem kaldı
ne yanmayan bir gemim
ne tayfam
ne havarim
bir kez oğlum de bana
baba denizden geldim”
Şiirlerde göze ilk göze çarpan
işlenilmiş, özenilmiş mısralar. Bütün mısralar, bütün şiirler için aynı hükmü
versek yanılmış olmayız sanırım. Şiir dili olarak kitabın bir bütünlük
içerdiğini söylerken Kaya’nın şiirlerinin artık belli bir mecrada ilerlediğini
de söylemiş oluruz.
Şiirlerdeki dilin
işlenilmişliğinden bahsetmiştik. Bu işlenilmişliği çeşitli cihetlerden ele
alabiliriz ki, yukarıda ifade ettiğimiz temiz dil ve akıcılık bunların
ikisidir. Bunlardan başka şiirlere ahenkli bir özellik sağlayan kelime
tekrarları, Türkçeye has bir özellik olan ikilemeler şiirlerde şuurlu bir
şekilde kullanılmış. Öyle ki Kaya’nın şiirlerinin başat özelliğini bu
tekrarların oluşturduğunu söyleyebiliriz. Çöl adlı ilk şiirde:
“….
bir hicrana emanet yele düşmüş ömrüme
bundan sonra bir bahar gelse ne gelmese ne
olsa ne olmasa
ne bu masalın sonrası
hep aynı çöl ruhumdan cennetime dökülen”
“çekil gideyim hayat çekil
gideyim senden”
mısralarındaki gibi bizleri karşılayan tekrarlar sayfalar ilerledikçe değişerek
ve çeşitlenerek karşımıza çıkıyor. İşte o tekrarlardan birkaç misal:
“geçer dedin
bekledim
önce çiğdemler açtı
sonra mor menekşeler
geçer dedin
bekledim
ilk değil di hüznünle sınayışın ilk değil
ilk değildi gölgemi bıraktığın sulara
hayatın mültecisi bir kalbi taşımaktan
ömrümü vatanına sürüyüşüm ilk değil”
“sana bir kere
daha acılar adıyorum
bu sızılı
bu kanlı sunağında kalbimin
daha dönmeyesin yar
daha dönüp de beni
dağımda bulmayasın
daha dolayıp beni o yalan sürgününe
karanlık denizlerde
bahanem olmayasın”
“al
nereye istersen savur şimdiden geri
hem yolum hem yolcuyum
hem dağım hem dağlanan
hem tufanım hem gemi”
“aşkla ağuladın
beni
aşkla
lal olayım yar dedim
lal olayım”
Misalleri çoğaltmak mümkün.
Bütün şiirlerde tutarlı bir şekilde bu yol tutulmuş. Asırlardır unutulmamış
şiirler noktasında bir inceleme yapıldığı takdirde o şiirlerin iyi bir dille
yazıldığı fark edilecektir. Bu iyi dilin ölçüsü de dilin geniş imkânlarını
doğru ve estetiğe uygun bir şekilde kullanmaktan geçmektedir.
Hüseyin Kaya’nın dil noktasında
başvurduğu bir diğer yöntem de sesteş ve anlamdaş kelimeleri kullanmak. Bu
usulle şair şiirinde değişik anlamlara yer açmış oluyor. Şiiri ilk okuduğunuz
da değişik çağrışımlar beliriyor ve gittikçe belirginleşiyor anlamlar.
Yukarıda söylediklerimiz
Kaya’nın şiirini çağdaşlarından ayıran bir taraf. Özellikle günümüz
şairlerinden birçoğunun çağrışım maksadıyla kelimeyi “/” işaretiyle bölerek
yaptıklarından oldukça farklı Kaya’nın şiirindeki çağrışım yöntemleri.
Günümüzde “/” işaretiyle bölünen kelimelerin anlamı olsun veya olmasın ilk
bölümün bir kelime olması yeterli oluyor. Oysa ikinci bölüm anlamsız bir
şekilde mısrada mevcudiyeti sürdürmüş oluyor. Garip olan şu ki hiçbir
eleştirmen çıkıp da bunu eleştirmiyor. Sükût ikrardan gelir ifadesi kabilinden
diğer şairler de bunu yapmaya kalkışıyor.
Şair dil sarrafıdır derler.
Herhalde bu sözden maksat şairlerin dil noktasındaki vukufiyetleri ve dili
çeşitli imkânlarıyla birlikte kullanışlarıdır. Nitekim eski Arap dili
gramercileri dil noktasında şairlerin söyleyişlerini kesin delil kabul
etmekteydiler. Örneklerin çoğu şairlerin beyitlerinden oluşmaktaydı.
Çağrışımlı kelimeler konusunu bu
kadar açtıktan sonra şimdi şairden birkaç örnek verelim:
“çözülmüyor kollarım acının bedeninden
surların önündeyim
suların arkasında”
“bitti işte ömrümü çelen çalan
bu büyü”
“hem dağım hem dağlanan”
Bu örnekte dağ kelimesi iki
anlamlıdır ve dağlanan kelimesi aracılığıyla asıl anlam belirginleşmektedir.
Bir başka örnek olan:
“tükendi
tükendi tükendi bil fitilim”
mısraındaki bil fitil- kelimeleri ilk bakışta bil-fiil kelimesine benzetiliyor.
Nitekim yaygın olan kelime bil-fiil’dir. Daha sonra şairin söz oyunu fark
ediliyor.
Şimdiye kadar bahsettiklerimiz
şairin şiir dili çerçevesindeydi. Oysa bu şiirde zengin bir anlam dünyası var
ve okudukça derinleşiyor bu anlamlar. Bu derinleşen anlamlar da şairin
gelenekten damıttığı mısralar sayesinde gerçekleşiyor. Kaya’nın şiiri geleneği
yeniden canlandırıyor her mısrada. Asırların birikimi ve geniş bir coğrafyaya
ait doğu kültürü onun şiirinde tekrar ekilip biçiliyor. Nihayetinde bizlere
güzel şiirler sunulmuş oluyor.
İlk olarak kitabın bölümlerini
oluşturan Hüzünler Evi külbe-i ahzan terkibinin sadeleştirilmiş hali. Fuzuli’yi
hatırlatan bu isimlendirme bu bölümdeki şiirlerle birlikte daha geniş bir zaman
ve mekânı ihata ediyor. Çöl, Hüzün Kıssası, Acı Dağı, Hicret, Tılsım, Dua,
Küsuf, Fasl-ı Hazan gibi şiir adları daha baştan size bir fikir veriyor ve sizi
o hassas âleme doğru yolculuğa çıkarıyor.
İkinci bölümün adı olan
Kervanlardan Saklanan terkibinde de Yusuf (as)’ın kıssası akla geliyor. Fakat
bunun dışında anlamlara da göz kırpıyor bu isimlendirme. Bu bölümdeki Yolcunun
İlahisi, Sabırtaşı, Lal, Yetim Şiir ve Gözlerinden Vurulan gibi şiir isimleri
de oldukça anlamlı. Bu yönüyle Kaya’nın kitabı kendine has bir bütünlük içinde
fakat şiirler tek başına da oldukça manidar ve müstakilmiş gibi duruyor. Hem
bütünün bir parçası hem de bütünden ayrı birer bölüm her şiir.
Şairin kelime dünyası da oldukça
zengin ve her bir kelime okuru farklı âlemlere götürüyor. Çöl, hicran, hüzün,
ağu, acı, ağrı, suskun menekşe, ateş, elem, tufan, kanayan yürek, yara, anasız
kuzu, kan ırmağı, küsuf, külbe-i ahzan, beytü’l-hazan, sızı, göz yaşı ve daha
nice kelime onun şiirlerindeki hüzün ırmağının birer aynası:
“mor
dağlara saldığın suskun menekşelerin
ve
dağımda patlayan kızıl güllerin için
ve
en çok senin için hep en çok senin için
ben
seni ağlayarak gideceğim ülkemden”
Şiirlerde hüzne dair kelimelerin
çokluğunun yanında baharı müjdeleyen kelimeler de yok değil hani. Çiğdem,
menekşe, gül, papatya, mor dağlar, iğde, akasya, yeşeren baharlar, nehir,
deniz, Kafdağı gibi nice kelimeler var mısraları renkli kılan.
Şiirleri belirli bir mecraya
götüren bu kelime yığınlarının yanında şairin o anki durumunu anlatıverdiği
deyim ve atasözleri kullanılmış. Misal olarak:
“al
yazgıma boyadım
verdiğin
bu hayatı”
“kuş uçmaz kervan geçmez
kuytusunda ömrümün”
mısralarını gösterebiliriz. Bunun yanına masal âlemini hatırlatan ifadeleri de
eklemek gerek:
“ne öldüm vebadan
ne de üç elma düştü
bu hüzün kıssasının ortasındayım yine”
“bir bulut
acıyı ağlar içimde
bir gemi kalbimde arar ülkeni
mecnun etme beni dağ var içimde
kaç Kafdağı canım sarar ülkeni
bir bulut acıyı ağlar içimde”
Bütün bunların yanında Kaya’nın
şiiri bir kültür şiiri, onun şiirini anlamak için geçmiş asırları bilmek
gerekiyor. Yapmış olduğu göndermeleri, telmihleri, irsal-i meselleri anlamak
gerekiyor. Tabi bunların dışında günümüzü de iyi gözlemlemek gerektiğini
eklemeliyiz. Zira onun şiiri ilk olarak günümüzü anlatıyor.
Yukarıda şairin kelimelerinden
bahsetmiştik. O kelimelere birkaç ek daha yapalım: Cibril, nebi, ayet vs. Bu
noktada şunu söyleyebiliriz ki Kaya’nın şiiri bütün olarak Kur’ani bir şiir.
Onun:
“al
nereye istersen savur şimdiden geri
hem yolum hem yolcuyum
hem dağım hem dağlanan
hem tufanım hem gemi”
mısralarında Nuh (as) ve tufan kıssası vardır, az kelimeyle
öz bir anlatıma başvurulmuştur. Yine:
“söyle Yahya
kum diliyle söyle bana
başı kesik bir bedevi neyi görür düşünde
hangi ismi sayıklar kan kokan dudakları
Yahya Allah aşkına
durdur içimde hüzün koşan atları”
mısralarında Yahya (as.)’ın kıssasından hareketle bizleri
sorguluyor şair. Onun mısralarında geçenler sadece bunlar değil:
“çevirme dönmem geri gidecek nerem kaldı
ne yanmayan bir gemim
ne tayfam
ne havarim
bir kez oğlum de bana”
mısralarında hem Hz. İsa hem de Tarık bin Ziyat var. Bir başka mısrada:
“yaralı ve yamalı yüzümün şahidi ol
çöldeyim
Hüseyinim
ahım ulaşmaz sana”
derken bizi Kerbela’ya götürüyor ki o topraklar bu gün bile
bir hüzün yumağını sarmağa devam ediyor. Şair devam ediyor:
“mavi göğün altını anlatma bana
karanlık kuyularda
yiten yusuf’u anlat”
diyerek meşhur kıssanın kuyu cephesini verirken bir diğer şiirde:
“yakub’una
kokmayan yusuf’um şimden geri”
diyerek kıssanın başka bir yönüne değinir. Tabi her şairin yaptığı gibi bu
unsurları kendi süzgecinden geçirerek, farklı bir yönünü bularak yapıyor şair.
Kaya’nın şiirindeki kültür
unsurları sadece bu kıssalar ve geçmişteki olaylar değil tabi ki. Divan
şiirinden de büyük yansımalar var onun şiirine ki yukarıdaki her bir kıssa
zaten divan şiirinin ana kaynaklarını oluşturmaktadır. Bu yönüyle şair geleneği
devam ettirmiş oluyor.
Fuzuli asırları aşıp gelen ter u
taze bir şairimiz. O her zaman sevildi ve sevilmeye devam ediyor. İşte bu
sebepledir ki Kaya, Fuzuli’nin:
“Hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdür muttasıl
Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su”
beytini hatırlatarak şu mısraları söylüyor:
“beni ayaklarına
akmayan şiirlere
sızılı bir dağ gibi
kanatıp
gitmeseydin”
Kaya’nın şiiri tek kaynaktan
beslenen bir şiir değil. Yerel kültürden dini kültüre, divan edebiyatından halk
edebiyatına kadar geniş bir saha onun kaynağını oluşturuyor. Özellikle şiir
dilindeki duruluğu yaşamış olduğu yerin ağız özelliklerine ve bölgenin halk
şiirinin merkez noktalarından biri olmasına bağlayabiliriz. O şiirlerinde
Mecnun’a da yer vermiş Suna’ya da:
“bu ten sunak mı suna
bu aşkın korkusuna
hüznü azık mı verdin
kalbinin yolcusuna”
dörtlüğü bu halk kültürü etkisine sadece bir örnek.
Sonuç olarak Kaya’nın gizemli
bir şiiri var. Bu gizem onun şiirini çeşitli kültür öğeleriyle süslemesinde ve
kendi çevresinde gelişen olayları gizli bir dil ile aktarabilmesinde
yatmaktadır. Onu yakından tanıyanlar şiirini anlamada bir merhale önde
olacaklardır. Fakat bu onun şiirinin onu tanımayanlar tarafından
anlaşılmayacağı anlamına gelmesin ki şiirin şahsileşmeden geniş anlamlar
içermesi daha güzel bir olgudur. Onun Acı Dağı şiirindeki :
“solgun bir al gül gibi
bıraktım eşiğine
daha istemem geri
gözüm önüme aksın
….
yarım kalsın bu masal
kalsın omuzlarımda
kalsın bu acı dağı
daha istemem geri
gözüm önüme aksın”
ifadeler ve Masalın Bittiği Yer adlı şiirindeki:
“beni bilme
akıyor iki gözüm önüme”
ifadeleri kendi acısını samimi bir biçimde anlatan mısralar. Fakat bu mısralar
daha çok farklı anlamlara gebe ve her okur kendinden bir unsur bulacaktır bu
şiirlerde. Bu yönüyle Hüseyin Kaya samimi, içtenlikli bir şair. Onun şiirleri
bazen bir ırmak gibi coşturuyor insanı bazen de bir çöl kadar sessiz sakin bir
coğrafyaya götürüyor ve bütün bunlarla kalbimizi yıkıyor, temizliyor.
Sözü bu merhaleye getirene kadar
çeşitli şiirlerden onlarca alıntı yaptık, bu örnekleri harmanlayıp sunduk.
Ancak anlattıklarımız Kaya’nın şiirinin çok az bir bölümünü tarif edebilir ve
anlatabilir. Zira onun şiiri okudukça derinleşen bir derya. Bu sebeple biz bu
kadarıyla yetiniyoruz. Yazıyı bitirirken kitaptan sizler için kısa fakat güzel
bir şiiri tam olarak verelim:
gözlerinden vurulan
çocuklar parka
gitti belki de hiç dönmezler
dedeleri balkondan dönse de baksa bari
ah ben de bakabilsem koşup da peşlerinden
kaldırım ortasında sessiz bir ağaç gibi
ben yine kaldım
burda onlar da öyle gitti
penceremin önünde karardı tek güneşim
daha hiçbir aynadan görmeyecekler beni
solmuş iki gül şimdi; gözlerim…
âh gözlerim