İki ayrılık arasına sıkıştırılmış bir dünyada, misafir olduğunu unutmadan dolaşmaktır adına hayat dediğimiz şey. Ayrılıkla başladığımız hayata, ayrılıklarla veda ederiz. Bu yüzden ayrılığa yakılmış her türkü, ayrılık hüznüyle söylenmiş her şarkı ve yazılmış her şiir kaç yaşımızda ve nerde dinlersek dinleyelim titretir ruhumuzu.
Uzun bir ayrılıktır insan, kalbi kendi yalnızlığına gömülü.
***
Kalbine tutunarak yaşayan herkes için, beşiğin ardıyla başlar gurbet ve ayrılık. Bu ilk ayrılıktan sonra gelen her yeni ayrılık yalnızca ilkinin acısının yani insanlığımızın, sürgünlüğümüzün tekrar yaşanmasıdır ve her ayrılığa tahammül gücü veren bir de umut vardır kalbin kenarına sessizce büzülmüş.
Kısa olsun, uzun olsun tüm ayrılıklar bir hasretin önsözüdür ve bekleyişlere atılan ilk adımdır çoğu zaman. Hayat, içinde yüzenlere sabrı ve beklemeyi öğreten bir ırmak gibidir akrep ve yelkovan derisinin içinde kıymık gibi dönse de insanın.
Ayrılıkları öğrene ezberleye geçer çocukluğumuz gençliğimiz. Öğrenemediğimiz ayrılıklardan ikmale kalır yeniden imtihan ediliriz vakti geldiğinde.
***
Birimiz ayrılığın ilk
günü gibi her akşam kanıyor
(Mevlana İdris)
İlk küçük ayrılığı muhtemelen ilklerin mekânı ilkokulda yaşamışsınızdır. Anneden, babadan, evden, kardeşlerden ve oyuncaklardan ayrı kalmanın hüznü çoğu zaman gözyaşına döner, dökülür bir sınıfın arka sıralarına ya da herkesin sizi uyuyor sandığı bir gece vakti, üzeri işlemeli küçük yastığınızın üzerine.
Yıllar sonra anlarsınız o gün o gece yalnız sizin değil anne babanızın da gözlerinin çiçeklendiğini.
Rengi, adı değişse de ayrılığın, genzinizde bıraktığı ince sızı değişmez. Ablanız evlenir, kardeşiniz yatılı okul kazanır, siz şehir dışına gidersiniz üniversite okumak için... Biri biter diğeri başlar ayrılığın zira ortası yoktur, gitmek de ayrılıktır, gidilen yerden dönmek de.
Ayrılıklar böyle böyle büyür kendiliğinden ve çiçeklenir her baharda yol kenarlarına dikilmiş akasyalar gibi.
Birden farkına varırsınız çocukluğunuzun sessiz beyaz bir kelebek gibi uçup gittiğini kalbiniz üzerinden. Su yerine gözyaşı serpseniz de ardından, ayrılmıştır; dönmez çocukluğunuz, gençliğiniz geriye.
Bir yaranın açılır üzeri ve hasret serin bir rüzgâr gibi değer geçer her şeye…
***
Yalnızlığa ve özlemeye açılan bir kapıdır önünde durduğunuz her ayrılık. Ayrıldığınız her yerde bir parçanız kalır, ayrıldığınız her kişiyle gider bir tarafınız.
Dünlerde, önceki günlerde dolaşırsınız kim bilir kaç vakit. Eksik yanlarınızı daha çok hisseder dünyaya geldiğiniz ilk günkü yalnızlığa bürünürsünüz.
Lambalar söner, güneş tutulur, ay buluta, ayrılıklar sıraya girer. Anne babanın, eşin, çocukların, memleketin hatta bazen vatanın dahi uzağına savrulduğunuzda küçücük vuslat anlarının, ümitlerin ışığıyla kocaman bir bahçe yeşertirsiniz içinizde. Zahirde aynı gibi görünse de kimsenin ayrılığı kimseninkine benzemez, onlarca köşesi kıyısı, onlarca yüzü vardır ayrılığın da. Leyla’nın ayrılığı başkadır, Mecnun ayrılığı başka… Yusuf’un zindanı başkadır, Züleyha’nınki başka.
***
Sebebi ne olursa olsun, sonucu hep aynı dağın eteğine bırakır bizi ayrılıkların.
Ayrılığın vakti geldiğinde her şey birbirinin yerini alır çünkü her şeye uzaklığınız aynıdır. Bu yüzden her ayrılık her hicret yeni bir başlangıçtır.
Belki de vedadan ziyade, terk etmek zorunda kaldığımız alışkanlıklarımızdır her ayrılıkta yüreğimizi burkan. Çocuklar kadar hisli, ömrünün kalan günlerini sayan yaşlılar kadar kırılganızdır böyle demlerde. Yollar, ufuklar hele de karlı dağlar yalnız ayrılık icat olsun diye var edilmiş gibidir.
Titreyen kalbimiz, dolukan gözlerimiz ve nerede duracağını şaşıran ellerimiz, ne de çabuk kapılır ayrılık rüzgârına. Her vedada biraz da çaresizlik gizlidir ve en çok bu yüzdendir ölümden acı gelmesi ayrılıkların.
Vedadır ayrılığın duası…
Elimizi uzatırız boşluğa, elimiz kanar…
***
Ölüm ile ayrılığı
tartmışlar
Elli dirhem fazla
gelmiş ayrılık
(Karacoğlan)
Türkülerde ölüm ile ayrılığın kıyaslanması boşuna değildir elbet. Ayrılık, her şeyi bırakıp gittiğimiz, her şeyin uzağına düştüğümüz küçük bir ölümdür, ölümün tadını dünyadayken hissetmektir biraz da. Bir çukura düşeriz ve kalakalırız öylece. Savrulduğumuz bahçeye yeniden kök salar, hayata tutunmaya çalışırız. Bağlandığımız, kök saldığımız kadar öderiz bedelini ayrılıkların. Kaybetmeyi, değer vermeyi, özlemeyi, tahammülü hatta vuslat sevincini ayrılıklardan öğreniriz.
Birbirine bakan aynalar gibi sayısız görüntüsü vardır ayrılığın. Oysa ayrılık bir tanedir ayrıldığımız mekânlar, insanlar başka başka olsa da.
Ayrıla ayrıla parçalara bölünür, yalnız kalırız dünyanın kıyısında tıpkı dünyaya ilk geldiğimiz gibi. Takvimler eskise yıllar geride kalsa da yaşımız; ayrıldıklarımız, ayrılabildiklerimiz kadardır ancak.
Her ayrılık kumdan kalelerimizi bir kez daha yıkar, bir kez daha boşluğu işaret eder dünya yorgunu gözlerimize. Hiçbir oyun susturamaz içimizdeki sessizliği... Yürüdükçe uzayan bir yol, söylendikçe ağrısı artan bir şarkıdır yalnızlık… Bir rüyayı yarım bırakır diğerine dalarız, bir kapıdan savrulur diğerinin eşiğine düşeriz.
Ayrılık belki de terminallerin, istasyonların kıyısında açmış dört mevsim solmayan hüzün renginde bir çiçeğin adıdır.
***
Vaizin nâr-ı cehennem
dediği firkat imiş
(Usûlî)
Baştanbaşa koca bir ayrılıktır dünya. Yalnızca biz değiliz aslında ayrılıklarla sınanan. Ayrılıklar üzerine kurulu bir dünyadır üzerinde yaşadığımız. Baktığımız her yerde bir ayrılık masalı yaşanır yenibaştan ve aralıksız. Her şey az gider uz gider… Ağaçlar yapraklarından ayrılır, yağmur bulutundan… Tohumlar, bitkilerinin gövdesinden uzaklara savrulur hep. Bahardan, yazdan ayrılır dünya, geceden gündüzden… Tren; istasyondan, vapur; limandan ayrılır ve kuşlar yuvalarından, balıklar ırmaklarından…
Ayrılık, aynı hikâyeyi yaşadığımız bir neyden kalbimize üflenen hüzündür ve tamamı aynı redifle, yazılmış bir şiir gibi okutur kendini ömrümüzün her deminde.