turgut uyar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
turgut uyar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Nisan 2022 Salı

üşümek

Eşiğimize erken düşmüş yorgun sonbaharın aydınlığında, yazdan kalma bir dalgınlıkla araladığımızda bir anda kapıyı veya sabahın bereketini davet etmek için açtığımızda pencereyi yahut bir ikindiüstü tutulduğumuzda ansızın rüzgara, yağmura bir ürperiş, bir titreyiş sarar kalbimizden başlayarak bütün bedenimizi. O anda silinir  çoğu zaman tebessümü hayatın, ayak seslerini de yanına alarak uzaklaşır içimizdeki kalabalık. Orada öylece kalıveririz çaresizliğin ve aczin kıyısında. Aldığımız her nefes eriyecek de olsa buzdan kalelerini kurmaya başlar ruhumuzdaki yalnızlık ülkesine. Üşümek, gelir ve ölümü hatırlatan soğuk kollarıyla önce sarar bedenimizi sonra ilerler damarlarımızda cam kırıkları gibi.

Üşümek, birdenbire hem dört yanımızdan hem içimizden yeşererek bizi kuşatan bir sarmaşıktır bağlar ayaklarımızı, yollarımızı, işgal eder savunmaya hazırlıksız yakalanmış topraklarımızı. Üşüdüm, der bırakırız dünyayı bir adım gerimizde. Üşüdüm, der bembeyaz durgun bir âleme düşeriz yalnız ve sessiz.

Bazen dışımızdan içimize doğru sarar bizi üşümek hissi bazen içimizden dışımıza doğru. Yutkunmak isteriz, yutkunamayız; konuşmak isteriz kelimeler donar dudaklarımızda. Nerede, ne zaman tutarsa tutsun bizi üşümek; çağrılmadan, haber vermeden gelir daima. Üşümenin soğuk parmakları dokunduğunda parmaklarımıza telaşlı bir seyircisi oluruz kendi ürperişimizin, titreyişlerimizin. Kimi gelir ve geçer üşümelerimizin kimi yoldaş olur kalbimize, ruhumuza. Üşümek; ayrı ayrı, renk renk. Dünya, bitip tükenmek bilmeyen üşümelerin yurdu. 

İçimizden, yanımızdan ayrılan herkes, her şey çoğu zaman telafisiz bir üşümeyi bırakarak bize, gider gittiği diyara. Gözlerimiz üşür beklemekten bir meçhulü, kulaklarımız soğuktan olduğu kadar sessizlikten de üşür bazen. Dizlerimiz, ayaklarımız üşür meçhule giden yolları arşınlamaktan. Yürüyünce, mekan değiştirince, sıcak bir sobanın dizinin dibine koşunca, üzerimizi sıkı örtünce, bir bardak çay içince yerini tatlı bir yorgunluğa bırakan üşümelerin yanında bir de büyük üşümeler vardır kapasak da pencereleri, kapıları bir şekilde gelip otağını kuran ve konakladığı yeri mesken tutan.

Elimizi tutan babamızın sıcacık eli bırakmak zorunda kaldığında elimizi, annemizin dizinden kalkmak zorunda kaldığında başımız veya duldasından uzağına düştüğümüzde yakın bulduğumuz kalbin, üşümenin her rengi soğuk bir desene dönüşür içimizdeki aynada. Üşümek, terk edilmektir tek başına hayatın ortasına.

Mevsim ne olursa olsun üşüye üşüye büyürüz, üşüye üşüye yaş alırız yeryüzünde.  Öylesine dilimize düşen bir türkünün de üşüttüğü olur bizi öylesine karşımıza çıkan bir şiirin de.

Çok üşürdük hep üşürdük üşümekti bütün yaşadığımız
Üşürdü ellerimiz aşkımız sonsuz uzun sakallarımız
(Turgut Uyar)

Sevincin rengi ansızın kaçıp da saklandığında Kafdağı'nın ardına, beklenmedik bir veda sahnesinin ortasında bulduğumuzda kendimizi, avuçlarımızı kanatan cam parçalarının elmas olmadığını öğrendiğimizde, acılarla dolu renksiz bir hayata uyandığımızda bir güzel rüyanın en güzel yerinden ve içimizi ısıtan sesler silindiğinde içimizden, buz tutar bakışlarımız, üşürüz. Efsununu yitirdiğinde bütün sözler ve tebessümler, kuşların sesi kesildiğinde ve sararıp solduğunda ümitlerle büyüttüğümüz bütün çiçekler, bir kötü haber aldığımızda ansızın, sarıya döndüğünde bahçemizdeki ağaçlar, savrulur yangınlara uzattığımız ellerimiz, üşürüz.

Mevsimlerin, zamanın atıyla dalsa da sokaklarına şehirlerin, rüzgarların kanatlarında dağlarına tırmansa da köylerin, üşümek hep zamansız ve mekansız bir zelzeledir sarsan ruhumuzu. Biz her ne kadar onu kışın kardeşi, rüzgarın, ayazın dostu, yoksulluğun nişanesi bilsek de yoktur üşümenin dostu, kimsesi. Üşüyenler kadar yalnızdır üşümenin de kendisi.

Üşümek; dışında kalmaktır bütün şehirlerin, kasabaların, köylerin, evimizin ve odamızın. Üşümek; ötesine savrulmaktır ümitlerimizin, hayallerimizin; ansızın yabancısı olmaktır yaşamanın. Yoksulluğun ve yoksunluğun bazen de hastalığın, yaranın ruhumuzda büyüyen dikenidir üşümek. Üşümemek için kurarız yuvamızı, evimizi, köylerimizi, kentlerimizi. Üşümemek için çalışır, çabalar, terleriz ucu görünmeyen yokuşlarda. Çocuklar üşümesin diye anneler, babalar ömrünü yorgan eder onların ömrüne. Üşümekten korkuyoruz çünkü o, verdiği her şeyi tekrar isteyişi hayatın, terk edişi bizi dünyanın, açlık kadar büyük terbiyecisi insanlığın. Üşümekten korkuyoruz çünkü o, ayrılık kadar ölümün de hatırlatıcısı.

Üşümek bir yabancının soğuk elleriyle dokunmasıdır ruhumuza en tenha ve hazırlıksız vakitte. Üşümek bir rüzgar, yalnızlık ve çaresizlik kuşlarının kanatlarından yüzümüze savrulan. Üşümek, ayrı düşmelerin uğuldayan ormanında kaybolmak; sessizliğin içimizde sürekli büyüyen çığlığı. Üşümek, her geçen gün renkleri silinen hayatın kalbimize düşürdüğü ağıt, yaprağını yüzümüze döken yalnız ağacın suskun şiiri. Üşümek, göze almaktır yaşamayı.

Üşümekten, üşümelerden nasibini alan yalnızca bizler değildir şüphesiz. Her şey üşür, ya soğuktan ya düştüğünde uzağına kendisinin. Üşüdüğünden titrer gökyüzünde yıldızlar, üşür yeryüzünde libasını rüzgara kaptırmış ağaçlar. Üşür parklarda, saksılarda uzak iklimlerin misafiri çiçekler. Dağ üşür yankılandığında bir mazlumun feryadı sinesinde, taş üşür rastladığında taşlaşmış bir kalbe. Dağda kurt, yuvada kuş üşür. Irmaklar akar, denizler dalgalanır üşümemek için. En sıcak evler, odalar üşür uğurladığında sahibini başka diyara. Sevgiler, hasretler, sevinçler de üşür ne kadar hazır olsalar da kışa, ayaza. Her şey üşür; kitaplar, defterler, sayfalar, cümleler, yanlış manaları sırtında taşımaktan yorulan kelimeler ve yerini yadırgayan noktalar, virgüller de.
Kış gelir, virgül üşür
(Ülkü Tamer)

Hayata değil, üşüten rüyalara uyanıyorsun her sabah açtığında gözlerini. Ellerine baktığında bir yabancının ellerini görüyorsun, aynaya baktığında başka başka insanların yüzlerini. Beklediğin kelimeler yorgun kelebekler gibi uzak baharlardan kopup dönmüyor hazan görmüş bahçene. Kim baksa gözlerine üşüyor, üşüyorsun. Üşüyor sesini duyan serçeler. Kim seslense adınla bir ürperti sarıyor içini. Alıp da verdiğin her nefes, derin bir iç çekiş gibi. Havada donuyor âhın yükselemeden göğe. Üşümesin diye dualara sarıyorsun kalbini bilmediğin nakışlarla örülmüş. Üşümesin diye kalan günleri ömrünün, çıkmıyorsun içinden sokağına hayatın. Yaslandığın her duvar üşütüyor sırtını ve dokunan her el titretiyor ellerini. Yalnızlığın, yoksunluğun, bitmeyen bir buz çölünün ortasında yaşamak zorunda kaldığın küçük kıssanı hiçliğe taşıyorsun ve geçsin diye üşümen toprağı düşlüyorsun.

ocak 2022

23 Temmuz 2020 Perşembe

"havada kar sesi var"

hüseyn kaya

Boşunadır ilkokul sınıflarımızın duvarlarını süsleyen mevsim şeritleri. Boşunadır her tahtaya kaldırıldığımızda dört mevsimi peş peşe ezberden sıralamamız, sırf bu yüzden aferinler almamız.

Ömrümüz boyunca dönüp dolaşıp heceleyerek okuduğumuz ve asla ezberleyemediğimiz dört kelimeden ibaret kısa bir cümledir aslında çocukluğumuzdan beri bize öğretilmeye çalışılan dört mevsim. Bu kısa cümlenin içinde yaşarız tekrar tekrar yalnızlıkları, hastalıkları, ayrılıkları, kavuşmaları… Kimimiz baharlar yeşertir içinde yıllar yılı, kimimiz bir ömür sonbahar rüzgârlarında selvi yaprağı. Kimimizin tebessümünde yaz aydınlığı, kimimizin daima karlıdır gönül dağları. Hâsılı okusak da hecelesek de mevsimler, içimizde bıraktıklarıyla bulur manasını.

***

Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş

(Cenap Şehabettin)

Denizler, dağlar, çiçekler, kuşlar gibi mevsimlerin de bir dili vardır hayat telaşından uzaklaşıp, sustuğumuzda ruhumuza fısıldayan. Baharın dili çiçektir, sonbaharınki yaprak. Yaz; aydınlık şarkılar söyler kendisini dinleyene ve kış; kar diliyle söyleşir ona gönül kapılarını açanlarla.

Eğer yılın altı ayının kıştan sayıldığı bir coğrafyada yaşıyorsanız en iyi kışın dilini bilir, onunla söyleşir, onu dinler, ondan kendinizde bir şeyler bulursunuz. Kendinizi onda bulursunuz. Ruhunuzdaki aydınlık onun beyazlığından, ağır usul yürüyüşünüz onun ağır gelişinden ve gidişinden sinmiştir benliğinize.

Kardır kışın dili ve kar; çiçeklerin en çabuk solanıdır.

***

Kar da bir çiçektir yalnızca kendi mevsiminde açan. Bu yüzden kendisini görmeden önce kokusunu duyarsınız size yaklaştığında. Rüzgârdan onun selamını alır, topraktan kaç gün misafir olacağını öğrenmeye çalışırsınız.

Hava kurşuni renkte bulutlarla kapanır, vakit geceyse de etraf aydınlıktır. Her şey yavaşlar ilk kar tanesinin yeryüzüne inmesinin ardından. Ağır usul, nazlı nazlı ve dönerek inişinden anlarsınız ki kar da memnundur halinden.

Hangi şehirde, kasabada ya da köyde yaşıyor olursanız olun; o, aynı vezinde söylenmiş mısralar gibi düşer pencerenizin önüne.

Şayet her insanın gökyüzünde bir yıldızının olduğu doğruysa, mutlaka her insanın rüzgârlarla başka diyarlara savrulan, kendinden çok uzaklarda bilmediği iklimlerde eriyen ve tekrar göğe yükselen bir de kar tanesi vardır gökyüzünde. Kim bilir geciktiğinde yolunu hasretle bekleyişimiz ve geldiğinde içimizi kaplayan çocuksu sevinç belki biraz da bu yüzdendir.

 Her kar tanesinin farklı bir fısıltısı vardır işitenini büyüleyen, lâl eden. Ruhumuza ulaştığında o ses, pencere önündeysek öylece kalakalırız orda ya da dışarıdaysak bir türlü bulamayız evimizin yolunu. Savrulan kar taneleri gibi savrulur dururuz yollarda. Yüzümüze elimize düşen kelebekten daha kısa ömürlü kar taneleriyle içimizden konuşur bambaşka bir âlemin eşiğinde buluruz kendimizi.

Yalnızca kar değildir gökten inen. Bizi üşüten, iliklerinizde hissettiğiniz yalnızlık ve faniliktir biraz da. Gündüzse vakit, çabucak akşama yakalanırsınız; şayet vakit akşamsa saatin yelkovanı yavaşlar ve uzayıp gider geceler başka gecelere zamanlara doğru. Titrer etrafımıza bakar ve bir dost sesi bize dünyada olduğumuzu hatırlatsın isteriz.

 

***

duman dumana kaybolur kar ışığında kısraklar
nedir saklı bir özlem midir kızak çıngırakları

(Attila İlhan)

Hiç değilse yalnızca bir kışı şehirden uzakta geçirmediyseniz, kaç yıl yaşarsanız yaşayın kaç memleket dolaşırsanız dolaşın, yeryüzünde telafisi mümkün değildir bu noksanlığın. Farkında olmasanız da içinizde hep yarım bir kış kitabının sayfaları uçuşur rüzgârlarda ömrünüz boyunca.

Kışsa ve kar yağıyorsa dışarıda, elinizde bir bardak sıcak çayla pencere önünde dışarıyı seyretmekten başka yapacağınız her iş hürmetsizliktir yağan kara. Zira en çok siz seyreyleyin diye uzaklardan gelir göklerden iner yakınınıza. Her kar tanesi yere değmeden önce kalbinize değer, kalbinizi titretir, üşütür orada bir yerleri ve o üşüme alıp sizi götürür başka zamanlara, mekânlara.

***

Yolları karla bağlanmış, beyaz dağları bulutlarla kavuşmuş bir köyün en ücra evine, çocukluğunuza uğrarsınız biraz. İsli gaz lambalarıyla ışıtılmaya çalışılan karanlık bir odanın kıyısında, tuhaf kokusuna zamanla alıştığınız ot döşeğin içinde büzülmüşsünüzdür. Dışarısı içerden daha aydınlıktır. Duvarda ansızın değişen gölgeler dahi ürpertirken içinizi, uzaklardan gelen kurt ulumaları damarlarınızdaki kanı yavaşlatır.

Kar yağarken dışarıda ya da akarsuların dahi buzlar altından kendine yol aradığı bir akşam ayazında közü geçmeye yüz tutmuş bir tandıra yarı ıslak yün çoraplarınızdan kurtardığınız ayaklarınızı sallayıp başınızda dolanan bir uyku mahmurluğuna direnmeye çalışan kavruk yüzlü bir çocuk olursunuz kendi kibritçi kız masalınızın içinde.

Kevenle tutuşturulmuş bir odun sobasının üzerindeki esmer çaydanlığın derdini, sobanın ateşi geçinceye dek dinleyen, elleri başının arkasında uykuya dalmaya çalışan bir delikanlının yüzü belirir kar hızlandıkça bakışlarınızın saplandığı boşlukta. Gözlerinizi kapatırsınız; aynı soba üzerinde kuruttuğu tütünü ezilmiş tabakasına, sararmış titreyen parmaklarıyla basan, az konuşan, az gülen bir dedenin dönüp de yüzüne bakmadığı mahcup torunusunuzdur.

Yerle gök arasında, kışın rengine bürünmüş, her rüzgârda birbirine tutunarak başka ilahiler söyleyen selvilerin kavakların ortasında, bacasından incecik dumanların süzülerek tüttüğü küçücük bir kerpiç evdir hatıralarınızın toplandığı tek mekân.

Kapı önünde bekleyen köpeğin keyfi, sofralar serildiğinde sini altında bekleyen kedinin biçare bakışı ve her dışarı çıkışınızda sizden yiyecek bekleyen serçeler; sonsuz bir şükür duasına taşır sizi. Bir okyanusun orta yerinde, yakınlarda bir ada düşleyerek mutlu olan gemisi parçalanmış bir yolcusunuzdur oysa.

Üşüseniz de bilirsiniz baharla birlikte atmaya başlayacak kaç küçücük yüreğin yorganıdır toprağın üstündeki bu beyaz örtü.

Yamaçlarda, yol kıyılarında kalır tilkilerin kurtların bıraktıkları ayak izleri bahara kadar.

Kış teslimiyettir ve aczimize sığınarak hatırlayışımızdır âdemliğimizi.

***

ellerine  bakma  artık

çünkü kar yağıyor

(Turgut Uyar)

En güzeli kıştır mevsimlerin zira kar yalnız onun misafiridir.

Hiç değilse yalnızca bir kışı şehirden uzakta geçirmediyseniz, kaç yıl yaşarsanız yaşayın kaç memleket dolaşırsanız dolaşın gridir bütün mevsimlerin içinizdeki rengi.


22 Haziran 2020 Pazartesi

ayrılık resimleri

 İki ayrılık arasına sıkıştırılmış bir dünyada, misafir olduğunu unutmadan dolaşmaktır adına hayat dediğimiz şey. Ayrılıkla başladığımız hayata, ayrılıklarla veda ederiz. Bu yüzden ayrılığa yakılmış her türkü, ayrılık hüznüyle söylenmiş her şarkı ve yazılmış her şiir kaç yaşımızda ve nerde dinlersek dinleyelim titretir ruhumuzu.

Uzun bir ayrılıktır insan, kalbi kendi yalnızlığına gömülü.

***

Kalbine tutunarak yaşayan herkes için, beşiğin ardıyla başlar gurbet ve ayrılık. Bu ilk ayrılıktan sonra gelen her yeni ayrılık yalnızca ilkinin acısının yani insanlığımızın, sürgünlüğümüzün tekrar yaşanmasıdır ve her ayrılığa tahammül gücü veren bir de umut vardır kalbin kenarına sessizce büzülmüş.

Kısa olsun, uzun olsun tüm ayrılıklar bir hasretin önsözüdür ve bekleyişlere atılan ilk adımdır çoğu zaman. Hayat, içinde yüzenlere sabrı ve beklemeyi öğreten bir ırmak gibidir akrep ve yelkovan derisinin içinde kıymık gibi dönse de insanın. 

Ayrılıkları öğrene ezberleye geçer çocukluğumuz gençliğimiz. Öğrenemediğimiz ayrılıklardan ikmale kalır yeniden imtihan ediliriz vakti geldiğinde.

***

Birimiz ayrılığın ilk günü gibi her akşam kanıyor

(Mevlana İdris)

İlk küçük ayrılığı muhtemelen ilklerin mekânı ilkokulda yaşamışsınızdır. Anneden, babadan, evden, kardeşlerden ve oyuncaklardan ayrı kalmanın hüznü çoğu zaman gözyaşına döner, dökülür bir sınıfın arka sıralarına ya da herkesin sizi uyuyor sandığı bir gece vakti, üzeri işlemeli küçük yastığınızın üzerine.

Yıllar sonra anlarsınız o gün o gece yalnız sizin değil anne babanızın da gözlerinin çiçeklendiğini.

Rengi, adı değişse de ayrılığın, genzinizde bıraktığı ince sızı değişmez. Ablanız evlenir, kardeşiniz yatılı okul kazanır, siz şehir dışına gidersiniz üniversite okumak için... Biri biter diğeri başlar ayrılığın zira ortası yoktur, gitmek de ayrılıktır, gidilen yerden dönmek de. 

Ayrılıklar böyle böyle büyür kendiliğinden ve çiçeklenir her baharda yol kenarlarına dikilmiş akasyalar gibi.

Birden farkına varırsınız çocukluğunuzun sessiz beyaz bir kelebek gibi uçup gittiğini kalbiniz üzerinden. Su yerine gözyaşı serpseniz de ardından, ayrılmıştır; dönmez çocukluğunuz, gençliğiniz geriye.

Bir yaranın açılır üzeri ve hasret serin bir rüzgâr gibi değer geçer her şeye…

***

Yalnızlığa ve özlemeye açılan bir kapıdır önünde durduğunuz her ayrılık.  Ayrıldığınız her yerde bir parçanız kalır, ayrıldığınız her kişiyle gider bir tarafınız.

Dünlerde, önceki günlerde dolaşırsınız kim bilir kaç vakit. Eksik yanlarınızı daha çok hisseder dünyaya geldiğiniz ilk günkü yalnızlığa bürünürsünüz.

Lambalar söner, güneş tutulur, ay buluta, ayrılıklar sıraya girer. Anne babanın, eşin, çocukların, memleketin hatta bazen vatanın dahi uzağına savrulduğunuzda küçücük vuslat anlarının, ümitlerin ışığıyla kocaman bir bahçe yeşertirsiniz içinizde. Zahirde aynı gibi görünse de kimsenin ayrılığı kimseninkine benzemez, onlarca köşesi kıyısı, onlarca yüzü vardır ayrılığın da. Leyla’nın ayrılığı başkadır, Mecnun ayrılığı başka… Yusuf’un zindanı başkadır, Züleyha’nınki başka.

***

Sebebi ne olursa olsun, sonucu hep aynı dağın eteğine bırakır bizi ayrılıkların.

Ayrılığın vakti geldiğinde her şey birbirinin yerini alır çünkü her şeye uzaklığınız aynıdır. Bu yüzden her ayrılık her hicret yeni bir başlangıçtır.

Belki de vedadan ziyade, terk etmek zorunda kaldığımız alışkanlıklarımızdır her ayrılıkta yüreğimizi burkan. Çocuklar kadar hisli, ömrünün kalan günlerini sayan yaşlılar kadar kırılganızdır böyle demlerde. Yollar, ufuklar hele de karlı dağlar yalnız ayrılık icat olsun diye var edilmiş gibidir.

     Titreyen kalbimiz, dolukan gözlerimiz ve nerede duracağını şaşıran ellerimiz, ne de çabuk kapılır ayrılık rüzgârına.  Her vedada biraz da çaresizlik gizlidir ve en çok bu yüzdendir ölümden acı gelmesi ayrılıkların.

Vedadır ayrılığın duası…

Elimizi uzatırız boşluğa, elimiz kanar… 

***

Ölüm ile ayrılığı tartmışlar

Elli dirhem fazla gelmiş ayrılık

(Karacoğlan)

Türkülerde ölüm ile ayrılığın kıyaslanması boşuna değildir elbet. Ayrılık, her şeyi bırakıp gittiğimiz, her şeyin uzağına düştüğümüz küçük bir ölümdür, ölümün tadını dünyadayken hissetmektir biraz da. Bir çukura düşeriz ve kalakalırız öylece. Savrulduğumuz bahçeye yeniden kök salar, hayata tutunmaya çalışırız. Bağlandığımız, kök saldığımız kadar öderiz bedelini ayrılıkların. Kaybetmeyi, değer vermeyi, özlemeyi, tahammülü hatta vuslat sevincini ayrılıklardan öğreniriz.

Birbirine bakan aynalar gibi sayısız görüntüsü vardır ayrılığın. Oysa ayrılık bir tanedir ayrıldığımız mekânlar, insanlar başka başka olsa da.

Ayrıla ayrıla parçalara bölünür, yalnız kalırız dünyanın kıyısında tıpkı dünyaya ilk geldiğimiz gibi. Takvimler eskise yıllar geride kalsa da yaşımız; ayrıldıklarımız, ayrılabildiklerimiz kadardır ancak.

Her ayrılık kumdan kalelerimizi bir kez daha yıkar, bir kez daha boşluğu işaret eder dünya yorgunu gözlerimize. Hiçbir oyun susturamaz içimizdeki sessizliği... Yürüdükçe uzayan bir yol, söylendikçe ağrısı artan bir şarkıdır yalnızlık… Bir rüyayı yarım bırakır diğerine dalarız, bir kapıdan savrulur diğerinin eşiğine düşeriz.

Ayrılık belki de terminallerin, istasyonların kıyısında açmış dört mevsim solmayan hüzün renginde bir çiçeğin adıdır.

***

Vaizin nâr-ı cehennem dediği firkat imiş
(Usûlî)

Baştanbaşa koca bir ayrılıktır dünya. Yalnızca biz değiliz aslında ayrılıklarla sınanan. Ayrılıklar üzerine kurulu bir dünyadır üzerinde yaşadığımız. Baktığımız her yerde bir ayrılık masalı yaşanır yenibaştan ve aralıksız. Her şey az gider uz gider… Ağaçlar yapraklarından ayrılır, yağmur bulutundan… Tohumlar, bitkilerinin gövdesinden uzaklara savrulur hep. Bahardan, yazdan ayrılır dünya, geceden gündüzden… Tren; istasyondan, vapur; limandan ayrılır ve kuşlar yuvalarından, balıklar ırmaklarından…

Ayrılık, aynı hikâyeyi yaşadığımız bir neyden kalbimize üflenen hüzündür ve tamamı aynı redifle, yazılmış bir şiir gibi okutur kendini ömrümüzün her deminde.