Dünyaya adımımızı attığımız andan itibaren gelir ve girer kolumuza yalnızlık; ancak biz onun farkına sadece onunla kalınca varırız. Kalbimizde henüz soğumamış bir cennet sıcaklığı, peşine düşeriz günlerin, mevsimlerin. Her çiçekte farklı bir renk, her meyvede farklı bir tat, her bakışta ayrı bir tebessüm bulur, inanırız gördüğümüz her şeye. İçimizde; ümitten, mutluluktan yana akan deli ırmaklar büyütürüz nefes alıp verdiğimiz her an. Hep kazanacağımızı ve hiç bitmeyeceğini sandığımız bir oyun zannederek hayatı dolaşır dururuz ömrümüzün sokaklarında. Zaman geçer, etrafımızda biriken kalabalıklar seyrelir, pencereler, aynalar bulanıklaşır… Bildiğimiz tüm isimler silinir usul usul zihnimizden, kelimeler manalarıyla beraber kuş olur uçar penceremizden. Harfler ve rakamlar karışır birbirine, sessizliğin ve boşluğun uğultusu kuşatır dört yanımızı. Ne ağlayacak bir omuz, ne yorgun başımızı koyacak bir diz, ne sığınacak bir liman kalır yakınımızda.
İçinde yalnızlık geçen bütün şiirler bizim için yazılmış şarkılar bizim için söylenmiştir de farkına yeni varırız. Şiirler bizi okur, şarkılar bizi söyler bu demlerde.
***
“Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge.
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı.”
(Fuzûlî)
Anlamsız bir sahnede dilimiz lal, gözlerimiz buğulu ve titrek kalbimizle öylece bekleriz her şeyin dekor olduğunu bile bile. Merdiven dayadığımız burçlar devrilir kendiliğinden, bitmeyecek sandığımız yokuşlar uçsuz bucaksız ovalara dönüşür birden.
Yıldızlara bakar, onların da size baktığınızı görürsünüz, çiçeklere eğilir, onların da ruhunuza eğildiğini hissedersiniz. Aşina bir ses, tanıdık bir yüz olsun istersiniz yanınızda lakin duyduğunuz sesler de gördüğünüz yüzler de yabancıdır.
Yalnız geliriz dünyaya ve yalnız gideriz dünyadan. Boşunadır yalnızlığı unutmak, kendimizi ondan uzaklaştırmak için bulduğumuz oyunlar, eğlenceler. Vefası yoktur adına arkadaş, dost akraba dediğimiz kalabalıkların. Çocukluğumuz, gençliğimiz dahi vefa göstermeyip bizi terk ederken vefa umarız dünya çölünde, etrafımızda gördüğümüz herkesten.
Zamanla ne hayatın tutunacak bir ucu kalır ellerimizde ne dünyanın gerçekliği kalır zihnimizde. Kocaman bir boşluğun uğultusu yayılır içimizden dışımıza doğru. Gökyüzüne değil, toprağa bakarak yürümenin; hayata, dünyaya değil acıya sarılmanın ve geride kalan her şeyi yok saymanın adıdır yalnızlık. Biliriz koştuğumuz tüm sokakların çıkmazda düğümlendiğini, biliriz bir kez başladığımız yalnızlık oyunun sonunun gelmeyeceğini lakin yalnızlığın biteceğine dair bir umut solgun bahçemizde rengarenk kanatlarıyla dolaşan kelebekler gibi gelir, durmadan hatırlatır kendini.
Herkes, her şey yalnızdır aslında; ancak sadece yalnız
kaldığının farkında olabilenler bilir bu durumu. Yalnızlığın büyük uçurumundan
bir kez aşağı bakanlar için oyun ve eğlence olmaktan çıkar hayat. Varlığınızın
bir gölge olduğunu fark ettiğinizde rüyalar ve hayaller kenar süsüne dönüşür
yazgınızın. Öznesi de nesnesi de siz olurusunuz hayatınızın.Parantez içinde bir
cümlesinizdir yapayalnız.
Dünyaya gelmek, yalnızlığın bize biçtiği libası giymektir aslında ve her
yalnızlık hissi biraz sürgünlüğün hüznünü, biraz cennetten uzak kalmışlığın
hasretini barındırır özünde. Herkesin ve her şeyin tenhasına düşen uzak bir
ülke, haritalarda yeri olmayan bir şehirdir yalnızlık ki bazen bile isteye
hicret ederiz o şehre, bazen sınırları aşar iltica ederiz o ülkeye.
Sevdanın, gurbetin, vuslatın, ayrılığın kapıları hep yalnızlığa açılır günü gelince. Yalnızlık, kalbimizin derinlerinde kaybolmuş ıssız bir bahçedir, sadece kaşiflerinin bildiği saklı bir ada… Yastıkta gözyaşıdır ve ıssızlığın, sessizliğin ansızın sobelemesidir sizi karanlık ormanlarda. Sobeleniriz ve başlar fırtına. Bahçemizdeki tüm ağaçlar yalnızlığın fırtınasıyla sökülür kökünden. Hüzün ve acı savurur harmanımızı. Gözlerimiz yanar, bütün eski yaralarımız sızlar tuzundan yalnızlık denizinin.
***
“Herkesin yalnızlığı duvarda asılıydı”
(Mevlana İdris)
Kimsenin yalnızlığı benzemez kimsenin yalnızlığına. Parmağımızdaki izler, avuç içimizdeki çizgiler gibi her birimizin yalnızlığı başka başkadır. Kimileri yalnızlığına ağlar, kimileri yalnız kalamadığına. Kimileri için kaybolmaktır dünya çölünde yalnızlık, kimileri için hiçliğin eşiğinde yeniden var olmaktır. Kimileri için tedavisi mümkün olmayan bir illettir, kimileri için nimet. Kimi yalnızlığa doğru yürür kimilerine yalnızlık kendiliğinden gelir. Kullanılmış eşyalar, giyilmiş elbiseler dahi başka bir dünyada kalır yalnızlık gelip de misafir olduğunda evimize. Yaşanmışlıklar ve yaşanmamışlıkların gölgesini terk ettiğimiz yerden filizlenir yalnızlığın sessiz bestesi.
Kardeşlerimizin bizi bıraktığı kuyu, şehirlerin ötesine inşa ettiğiniz külbe-i ahzan, tufanda sığındığınız gemi, cennetten sonra atıldığınız yeryüzüdür yalnızlığımız.
Bazen küçücük bir tercih bazen büyük bir mecburiyet bazen
bir kaçış bazen bir sığınış götürür bırakır bizi yalnızlığın patikasına. Geniş,
düz yolları ve kalabalıkları terk edip de yalnızlığın, yalnızların yoluna
düştüğümüzde büyüsü bozulur dünyanın. Şiir ülkesi ancak yalnız yürüyenlere
gösterir surlarını, hakikat ummanı ancak yalnız yürüyenlerin gözüne görünür.
Yalnızlığımızdan devşirdiğimiz kelimelerle kanatlanır dualar. Dağların,
göklerin, yıldızların ötesindeki özülkeye ancak yalnızların izinden yürünerek
erişilir. Ruhumuzun yarım yanının anması, sürgünlüğün hasretiyle yanmasıdır
yalnızlık. Kimilerinin yalnızlığı sığınılacak bir mabet, kimilerinin yalnızlığı
unutmaya gelmeyen bir ibadetse biraz da bu yüzdendir.
Belki de yalnızlık, gürültülü dünyanın tam ortasında oturup cenneti özleyerek,
cehennemden ürkerek gözlerimizi kapatıp, kulağımızı tıkadığımızda gelip
kalbimizin üzerine tüneyen ve oradan bir daha hiç kalkmayan suskun, ürkek
kuştur.
Ses vermez yalnızlığın kuyusu içine düşen taşa ve cevap
vermez dağları kendisine haykıranlara.
Her şeyin herkesin vardır bir gölgesi; lakin yalnızların gölgesi dahi terk
etmiştir sahibini. Ne dinleyebilecekleri bir masal vardır onların ne
anlatabilecekleri bir hikaye. Baktığı yüzler anlamsız, aynalar ya paramparça ya
boştur yalnızların.
Yalnızlık ruhumuzun üşümesidir yeryüzünde.
***
“Beni ağlan beni kim üstüme gelmez ölicek
Bir avuç toprağ atar bâd-ı sabâdan gayrı”
(Necatî)
Nerede, ne kadar, kimlerle bölüşürsek bölüşelim ömrümüzü; yılların, mevsimlerin, yolların, sevdaların, yarınların varacağı son duraktır yalnızlık.
Yalnızdır dağlar sıra sıra dizilse de karşımızda, yalnızdır sessizce akan ırmaklar okyanuslara ulaşsa da, ormanda ağaçlar, diyar diyar dolaşan kuşlar, mezarlarda yosun tutan taşlar yalnızdır. Bahçede açan çiçek, ormanda meşe ağacı, dalda meyve, dağda kurt yalnızdır.
Yeryüzünde misafir olan herkesin, her şeyin kaderine yalnızlıktan bir pay muhakkak verilmiştir ve bu pay, hayat boyu gerçekten sahip olabileceğimiz tek varlık, tek hakikattir.
semerkand dergisi, nisan 2015