Belki de sırf yıllar sonra biz öyle hatırlayalım diye her şeyin siyah
beyaz olduğu bir dönem sunuldu bizim çocukluğumuza ve biz; bize verilen bu iki
renkten ancak gri bir dünya kurabildik kendimize yıllar sonra.
Yalnız iki rengi doya doya yaşadığımız çocukluğumuzdan bu güne, siyah
beyaz fotoğraflarımız kaldı okul kayıtları için çektirilmiş. Sararmış albümlerde
babamızın askerlik fotoğraflarını seyrederken çocuksu, kederli bakışlarla; bir
gün kendi siyah beyaz fotoğraflarımıza da aynı kederle bakacağımızı elbette
düşünemezdik.
Evet, her şey siyah beyazdı… Bizi, gündüz vakti dahi perdeleri çekilmiş
odaların köşelerine tıkabilen, sadece bir kanaldan ibaret ve ancak günün belli
vakitlerinde yayın yapan, hali vakti yerinde evlerin baş tacı televizyon, henüz
renklenmemişti. Yalnız televizyon mu, öğretmenlerimizin kim bilir hangi ders
için haftada bir gün almamızı ve sınıfa getirmemizi istediği gazetelerin çoğu
da renksizdi. Defterlerimizin kenarlarını desenlerle renklendirsek de ders
kitaplarımız hatta zaman zaman ders kitaplarımızın arasına yerleştirdiğimiz
çizgi romanlar dahi siyah beyazdı. Siyah önlük, beyaz yakalıkla okul
bahçelerinin ve belki biraz da hayatın renksiz çiçekleriydik.
***
Anladın
ya kutunun içinden çıkan mendil
Olamaz
Üsküdar’dan geçeriken bulduğun mendil
(Sezai Karakoç)
Geride kalan her şeyin rengi kokusu yıllar geçtikçe uzaklaşsa da
zihninizden, bazen kalbe düşen küçücük çağrışımlar, ayrıntılar; büyük bir
dünyanın eşiğine taşır ve canlandırır silinmeye yüz tutan renkleri, hatıraları.
Güneşli bir bahar günü mahallenizdeki okulun önünden geçersiniz. Okul
bahçesinden dışarı taşan onca uğultu ve çocuk sesi arasında yalnız bir ses
diğerlerinden ayrılır ve doğrudan kalbinizin üzerinde yürümeye başlar: yağ
satarım, bal satarım… Arkanıza bırakılan bir mendilin renkleriyle aydınlanır
tüm hatıralar ve güneşin tüm renkleri bir mendilden dolar ruhunuza. Dokunmak
için uzanırsınız, aynı mendil elden ele dolaşır bu kez bir mendil kapmaca
oyununda ve sonunda katlanır, düzeltilir, önlüğünüzün üst cebine konulur bir
temizlik kontrolünde, tırnakları kesilmiş parmaklar onun üzerinde sergilensin
diye. Ki bu yüzden adı temizlik mendilidir ve okullara yakın bakkalların
hepsinde itina ile muhafaza edilerek satılır.
Yalnızca kenarlarında ince çizgiler bulunan beyaz bir bez parçasıdır o,
ancak dolaşır durur zihninizde; rengini, yerini arar dünyanızda. Her haliyle
yeniden gelir hatırınıza ve her gelişinde başka başka yerleri çizer kalbiniz
üzerinde.
Çocukluktan, gençlikten başlayarak hayatınızın her dönemi bir başka bir
mendilin ucuna bağlanmıştır da yıllar sonra fark edersiniz bunu.
Bir sonbahar günü kalabalık bir mecliste hapşırıp da ortada perişan
kaldığınızda yardımınıza koşan, ninenizin yeleğinin iç cebindeki mendilidir ki
en çok böyle durumlar için hazır tutulmuştur hep o cebin içinde. Bir bayram
sabahı öptüğünüz elin size uzattığı harçlık, küçük bir mendille tutuşturulmuştur
küçücük ellerinize. Herkes cebinde bambaşka mendiller taşısa da en çabuk
yıpranan mendil dedelerinkidir zira kah bohçaya dönüştürülüp yazın bostanlardan
siyah erikler, olgun armutlar taşınır torunların önüne kah gün altında kararmış
çatlamış alınlardaki teri siler. Bazen en ağır yaralar onunla sarılır bazen bir
yağmur sonrası bayırdan toplanmış mantarlar onunla getirilir. Mevsimlerden kış
ise soba kenarında kurumayı bekleyen mendil de dedenizin mendilidir ve bir
abdest sonrası havlu yerine kullanılmıştır muhtemelen. Sıcak bir yaz öğlesi
başınıza gün geçmesin diye dedenizin dört ucuna dört düğüm atarak başınıza bir
şapka edasıyla bıraktığı şey de mendildir aslında.
***
Sandığa
koy bu mendili, kullanma
(Afşar Timuçin)
Sizin de her renkte mendiliniz olmuştur; bir halayın başında serçe
parmağınıza dolayıp başınızda çevirdiğiniz, ilk gençlik yıllarınızda kanayan
kalbinizin yarasına bastırdığınız ve bir zaman sonra nerede yitirdiğinizi
unuttuğunuz… Sizin de dilinize bin türkü, bin şiir düşürmüştür de kalbinizin
üstünde muska gibi taşıdığınız, avuçlarınızdan su gibi kayan kenarı işlenmiş
ipek mendiller, bu gün diliniz dönmez bu türkülerin hiç birine.
Kına izleriyle sandık köşelerinde saklanan ve zaman zaman üzerine
damlayan gözyaşlarıyla muhafaza edilen mendilleriniz de vardır siz görmeseniz
yerini bilmeseniz de.
Bir tren istasyonunda ya da bir otobüs garında, elinizde yüreğinizin
yerine çırpındığı da olmuştur beyaz bir mendilin, yolcu ettiklerinizin
ardından. Belki de bu yüzden her mendil biraz da ayrılıktır; memleketten,
eşten, dosttan.
Kim ne yazarsa onunla değer bulan, renklenen bir beyaz kâğıttır her beyaz
mendil. Bazen sevgiliye yazılmış bir mektup olur, bazen gözyaşlarıyla yıkanmış
dilsiz bir dost. Umutlar ona işlenir, ayrılıklara onunla tahammül edilir. Kan
da onunla silinir ter de. Onu camii önüne serilmiş dört köşeli bir umudun
ortasında da görebilirsiniz mahcup bir ordunun yere indirilmiş bayrağının
yerinde de ve doktorların dahi söyleyemediği ölümcül hastalıkları yalnız o
fısıldar sahibine…
Hatıralarınız kendini mendillere işler ve siz mendil taşımasanız da
mendiller hatıralarınızı taşır yıllarca size fark ettirmeden.
***
Yerini kâğıt mendile bırakıp, tüm renkleriyle çoktan karanlık sandık
köşelerine ve mazinin renksiz sayfalarına saklanmış olsa da; her mendilin
köşesinde bir dünya ve o dünyalarda onlarca hikâye saklıdır yalnız hâl ehlinin
okuyabileceği. Bazen güneşli bir bahar günü mahallenizdeki okulun önünden
geçerken çağırır sizi kendine bazen bir türkünün rengârenk aydınlığında düşer
içinize.
Zarafet medeniyetinin en içli yadigârıdır o; ki hatırlandıkça kanar,
unutuldukça kanar kendi kendine…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder