22 Haziran 2020 Pazartesi

dört köşeli yadigar



Belki de sırf yıllar sonra biz öyle hatırlayalım diye her şeyin siyah beyaz olduğu bir dönem sunuldu bizim çocukluğumuza ve biz; bize verilen bu iki renkten ancak gri bir dünya kurabildik kendimize yıllar sonra.
Yalnız iki rengi doya doya yaşadığımız çocukluğumuzdan bu güne, siyah beyaz fotoğraflarımız kaldı okul kayıtları için çektirilmiş. Sararmış albümlerde babamızın askerlik fotoğraflarını seyrederken çocuksu, kederli bakışlarla; bir gün kendi siyah beyaz fotoğraflarımıza da aynı kederle bakacağımızı elbette düşünemezdik.
Evet, her şey siyah beyazdı… Bizi, gündüz vakti dahi perdeleri çekilmiş odaların köşelerine tıkabilen, sadece bir kanaldan ibaret ve ancak günün belli vakitlerinde yayın yapan, hali vakti yerinde evlerin baş tacı televizyon, henüz renklenmemişti. Yalnız televizyon mu, öğretmenlerimizin kim bilir hangi ders için haftada bir gün almamızı ve sınıfa getirmemizi istediği gazetelerin çoğu da renksizdi. Defterlerimizin kenarlarını desenlerle renklendirsek de ders kitaplarımız hatta zaman zaman ders kitaplarımızın arasına yerleştirdiğimiz çizgi romanlar dahi siyah beyazdı. Siyah önlük, beyaz yakalıkla okul bahçelerinin ve belki biraz da hayatın renksiz çiçekleriydik.
***
Anladın ya kutunun içinden çıkan mendil
Olamaz Üsküdar’dan geçeriken bulduğun mendil
(Sezai Karakoç)
Geride kalan her şeyin rengi kokusu yıllar geçtikçe uzaklaşsa da zihninizden, bazen kalbe düşen küçücük çağrışımlar, ayrıntılar; büyük bir dünyanın eşiğine taşır ve canlandırır silinmeye yüz tutan renkleri, hatıraları.
Güneşli bir bahar günü mahallenizdeki okulun önünden geçersiniz. Okul bahçesinden dışarı taşan onca uğultu ve çocuk sesi arasında yalnız bir ses diğerlerinden ayrılır ve doğrudan kalbinizin üzerinde yürümeye başlar: yağ satarım, bal satarım… Arkanıza bırakılan bir mendilin renkleriyle aydınlanır tüm hatıralar ve güneşin tüm renkleri bir mendilden dolar ruhunuza. Dokunmak için uzanırsınız, aynı mendil elden ele dolaşır bu kez bir mendil kapmaca oyununda ve sonunda katlanır, düzeltilir, önlüğünüzün üst cebine konulur bir temizlik kontrolünde, tırnakları kesilmiş parmaklar onun üzerinde sergilensin diye. Ki bu yüzden adı temizlik mendilidir ve okullara yakın bakkalların hepsinde itina ile muhafaza edilerek satılır.
Yalnızca kenarlarında ince çizgiler bulunan beyaz bir bez parçasıdır o, ancak dolaşır durur zihninizde; rengini, yerini arar dünyanızda. Her haliyle yeniden gelir hatırınıza ve her gelişinde başka başka yerleri çizer kalbiniz üzerinde.
Çocukluktan, gençlikten başlayarak hayatınızın her dönemi bir başka bir mendilin ucuna bağlanmıştır da yıllar sonra fark edersiniz bunu.
Bir sonbahar günü kalabalık bir mecliste hapşırıp da ortada perişan kaldığınızda yardımınıza koşan, ninenizin yeleğinin iç cebindeki mendilidir ki en çok böyle durumlar için hazır tutulmuştur hep o cebin içinde. Bir bayram sabahı öptüğünüz elin size uzattığı harçlık, küçük bir mendille tutuşturulmuştur küçücük ellerinize. Herkes cebinde bambaşka mendiller taşısa da en çabuk yıpranan mendil dedelerinkidir zira kah bohçaya dönüştürülüp yazın bostanlardan siyah erikler, olgun armutlar taşınır torunların önüne kah gün altında kararmış çatlamış alınlardaki teri siler. Bazen en ağır yaralar onunla sarılır bazen bir yağmur sonrası bayırdan toplanmış mantarlar onunla getirilir. Mevsimlerden kış ise soba kenarında kurumayı bekleyen mendil de dedenizin mendilidir ve bir abdest sonrası havlu yerine kullanılmıştır muhtemelen. Sıcak bir yaz öğlesi başınıza gün geçmesin diye dedenizin dört ucuna dört düğüm atarak başınıza bir şapka edasıyla bıraktığı şey de mendildir aslında.
***
Sandığa koy bu mendili, kullanma
(Afşar Timuçin)
Sizin de her renkte mendiliniz olmuştur; bir halayın başında serçe parmağınıza dolayıp başınızda çevirdiğiniz, ilk gençlik yıllarınızda kanayan kalbinizin yarasına bastırdığınız ve bir zaman sonra nerede yitirdiğinizi unuttuğunuz… Sizin de dilinize bin türkü, bin şiir düşürmüştür de kalbinizin üstünde muska gibi taşıdığınız, avuçlarınızdan su gibi kayan kenarı işlenmiş ipek mendiller, bu gün diliniz dönmez bu türkülerin hiç birine.
Kına izleriyle sandık köşelerinde saklanan ve zaman zaman üzerine damlayan gözyaşlarıyla muhafaza edilen mendilleriniz de vardır siz görmeseniz yerini bilmeseniz de.
Bir tren istasyonunda ya da bir otobüs garında, elinizde yüreğinizin yerine çırpındığı da olmuştur beyaz bir mendilin, yolcu ettiklerinizin ardından. Belki de bu yüzden her mendil biraz da ayrılıktır; memleketten, eşten, dosttan.
Kim ne yazarsa onunla değer bulan, renklenen bir beyaz kâğıttır her beyaz mendil. Bazen sevgiliye yazılmış bir mektup olur, bazen gözyaşlarıyla yıkanmış dilsiz bir dost. Umutlar ona işlenir, ayrılıklara onunla tahammül edilir. Kan da onunla silinir ter de. Onu camii önüne serilmiş dört köşeli bir umudun ortasında da görebilirsiniz mahcup bir ordunun yere indirilmiş bayrağının yerinde de ve doktorların dahi söyleyemediği ölümcül hastalıkları yalnız o fısıldar sahibine…
Hatıralarınız kendini mendillere işler ve siz mendil taşımasanız da mendiller hatıralarınızı taşır yıllarca size fark ettirmeden.
***
Yerini kâğıt mendile bırakıp, tüm renkleriyle çoktan karanlık sandık köşelerine ve mazinin renksiz sayfalarına saklanmış olsa da; her mendilin köşesinde bir dünya ve o dünyalarda onlarca hikâye saklıdır yalnız hâl ehlinin okuyabileceği. Bazen güneşli bir bahar günü mahallenizdeki okulun önünden geçerken çağırır sizi kendine bazen bir türkünün rengârenk aydınlığında düşer içinize.
Zarafet medeniyetinin en içli yadigârıdır o; ki hatırlandıkça kanar, unutuldukça kanar kendi kendine…


Hiç yorum yok: