Kiminle konuşsam aynı şey...
Her şeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
Her şeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
(Can Yücel)
Yaşadığınız şehrin aslında kendi içinizde yaşadığının
farkında bile değilsinizdir çoğu zaman. Beşiğin ardına atıldığınızda onun
kollarına düşersiniz ve anneniz gibi o büyütür sizi kendine benzeterek. Nereli
olduğunuz mühimse, en çok bu yüzdendir. Toprak bağı, kan bağı gibi bir iksirle
bağlanırsınız ona. Onun adı da gönlünüzde sevdiklerinizin adıyla aynı yere
yazılır. Dizlerinin dibinden ayrıldığınızda, onun da resimlerini asarsınız
evinizin duvarlarına. Eğer onun uzağındaysanız, gurbette bir yaz gecesi ay
yükseldiğinde binalar arasından, onu da düşünürsünüz gökyüzüne bakarak.
Söylediğiniz türkünün, yazdığınız şiirin, saçınıza düşen akların arasına sızar
da hissetmezsiniz. Hangi şehrin ekmeğiyle doyuyorsanız doyun, doğduğunuz şehre
dair bir hasret bazen anne, bazen sevgili hasreti gibi dolaşır durur
damarlarınızda. Onun bir parçası olmadığınızı, kanınızda onun toprağından bir
şeyler bulunmadığını iddia edemezsiniz. Nereye giderseniz gidin, yüzünüzde
sizin bilmediğiniz, göremediğiniz bir nişanı hep olacaktır o şehrin.
Kiminin beş
minaresi, kiminin çarşı pazarı,
kiminin kibritsiz kandil yakan kızları
söylense de türkülerinde, benim doğduğum şehrin en çok ayrılığı, hasreti, yüce
dağları söylenir. Yaralar; sızılı, dertler; dermansız, ayrılıklar daha acı,
felek daha bir zalimdir Sivas’ın türkülerinde ve bu türkülerden birinin közü
bir kez düşmüşse içinize, ömre zarar alışkanlıklar gibi çürütür değdiği yerleri
tenhalarda, uzak gurbet akşamlarında.
Gurbet de aşk gibi söyletir, söyletmelidir âdemoğlu
olanı zira her daim onun yanıbaşında duran hasret; hem aşkın hem gurbetin
acısına aynı miktarda katılmış bir mayadır ve bu maya ömür içinde ancak bir kez
tadılır. Sonrası sadece o ilk acının yeniden hatırlanışıdır.
***
Gönül gurbet ele varma
(Karacoğlan)
Henüz on sekiz yaşımdaydım Sivas’tan ilk kez ayrılmak
zorunda kaldığımda. Sanki asırlardır yaşadığımı hissettiğim bu şehirden
sıkılmış, çocukluğun cahilliği, gençliğin cesaretiyle; neresi olursa olsun
gideceğim buralardan, demiştim. Bir güz akşamıydı. Dilimde provası yapılmış
veda şiirleri vardı. Bir damla yaş akıtmadan gözlerimden ve dönüp geriye
bakmadan, ardımdan bakanlara dönüp el dahi sallamadan, ayrıldım bu şehirden. Ta
ki gideceğim şehre inip de ayaklarım toprağa değinceye kadar sürdü bu hal.
Ancak indiğim terminalde birden renkler değişti, büyü bozuldu. Kısa bir ikindi uykusundan uyanır gibi
uyandım. Kımıldayan hafif bir sancıyla
içimde bir şeyler yandı. Cümle geride bıraktıklarım, ana, baba, kardaş, dost ve
yollarında yürümekten, gökyüzünü seyretmekten usandığım o şehir geride kalmış,
her şeyin acemisi olduğum yeni bir mekâna ayak basmış, ağlamaklı olmuştum. Açtı'mola şu Sivas'ın gülü yaprağı
türküsü aktı yüreğimden. Oysa mevsim güzdü. Keşke içinde Sivas geçen bu kadar
çok türkü olmasaydı. Sivas'ın bu kadar çok türküsü olmasaydı belki dayanmak,
katlanmak daha kolay olurdu ayrılığa, gurbete.
***
Sılada bir evin bacası olsam
(Çorum
Türküsü)
Sivas'tan uzaktayken geçen zamanların en hüzünlüsü
galiba akşam vakitleriydi. Havanın yeni kararmaya durduğu akşamın ilk
dakikalarında perdesi çekilmemiş bir pencereden dışarıya yansıyan renkli televizyon
ışıkları, mutfaklardan sokağa taşan yemek kokuları, evine telaşla yürüyen
babalar, sırtlarında çantalarıyla yorgun okul çocukları alır götürürdü beni de
evimize. Saat beş buçuksa babam kapıdan girmek üzredir. Sofada yer sofrası
hazırlanmış babam bekleniyordur. Benim yerim acaba boş mudur sofrada? Kuş
olsam, yaprak olsam varsam konsam pencere önüne ve onlar beni görmeden
seyretsem her birinin yüzünü hiç değilse birkaç saniye. Sonra dönüp gelsem...
Gurbet kalır mıydı, keder kalır mıydı?
***
O güz, bir akşam vakti; ağgülüm şimdi sivas'ta serin rüzgârlar eser mısrasıyla başladıydım
ilk mektubuma, halen hatırımdadır. Benden önce gurbeti tadan ablam için
yazdıydım bu mektubu ve nedense içimde yazdıklarımın ona ulaşmayacağına dair
bir his vardı; ama ulaştı. İçli mektuplar, şiirler, türküler yalnızca bir
mevsim sürdü. Bir mevsimin hemen hemen her akşamını kederle, her gecesini
gözyaşıyla geçirdim yatılı mektebe yeni başlayan köy çocukları gibi. Gurbeti
belledim, gurbetin, ayrılığın, hasretin yaşı yokmuş belledim... Bayramlarda niçin
babaevinde toplanılır ve büyük sofralar kurulur bildim. Babamın bir atı olsa binse de gelse, ne demektir öğrendim.
İnsanoğlu niye ille de kuşa benzetilir öğrendim. Kısa süren her telefon
görüşmesinde ana-babaya niçin ben çok
rahatım, merak etmeyin beni
denilir, öğrendim. Rahattım gerçekten de altın kafesteki bülbül kadar.
***
Koca ömür içinde nedir ki bir mevsim... Gittim ve
döndüm. Aradan yıllar hatta asırlar geçmişti sanki. Terminalden eve, dünyanın
en uzun yolu gibi görünen mesafeyi yürüyüp de bir kış gecesi evimizin kapısını
çaldığımda mevsim kıştı ve aylardan ramazandı. Sahura kalkmıştı bizimkiler.
Gecenin kalan vaktinde uyumak için çok uğraştım; ama garip bir mutluluk,
heyecan habire sarıyordu her yanımı. Herkesi görmek, her yeri gezmek birileriyle
konuşmak uzakta geçen her ânımı anlatmak istiyordum. Çok sürmedi aslında hiçbir
şeyin değişmediğini anlamam. Yalnız ben
değişmiştim. İçimde ani bir soğuma, katılaşma oldu özlediğim şeylere karşı.
Sivas bıraktığım gibi değildi. Aynı rüyayı yeniden görmek hatta aynı yerden
ikinci kez vurulmak gibi bir şeyler hissetim. Tıpkı kolunu, bacağını başka şehirlerin
topraklarında bırakan askerler gibi bırakıp geldiğim yerlerde, benden kopan
parçalar kaldı galiba, oraları da özledim zaman zaman. Bu hep böyle devam etti.
Geride kalan her yıl; durulan deli ırmaklar gibi aşındıkça yatağım, daha
aşağılara indim ve çıkamaz oldum bu şehirden. Kalmanın gitmekten zor olduğunu
anladığımda; artık kalanlardan
olduğumu da anladım.
Ne kadar yürürsem yürüyeyim istasyon caddesinin sonu
bir rıhtıma çıkmayacak. Yağmur tutmayacak ansızın tanımadığım insanlarla dolu
kaldırımlarda... Akşam evine telaşla dönen insanları, okul yolunda neşeli
çocukları görmeyeceğim. Akşamlar hep aynı olacak ömrümün kalanında, sabahlar
aynı. Bütün türkülerini içimden söyleyeceğim bu şehrin ve hayallerimin, ilkgençlik yıllarımın, anılarımın üstüne basa
basa yürüyeceğim yollarında.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder