22 Haziran 2020 Pazartesi

bir şehirden gidememek


Kiminle konuşsam aynı şey...
Her şeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
(Can Yücel)
Yaşadığınız şehrin aslında kendi içinizde yaşadığının farkında bile değilsinizdir çoğu zaman. Beşiğin ardına atıldığınızda onun kollarına düşersiniz ve anneniz gibi o büyütür sizi kendine benzeterek. Nereli olduğunuz mühimse, en çok bu yüzdendir. Toprak bağı, kan bağı gibi bir iksirle bağlanırsınız ona. Onun adı da gönlünüzde sevdiklerinizin adıyla aynı yere yazılır. Dizlerinin dibinden ayrıldığınızda, onun da resimlerini asarsınız evinizin duvarlarına. Eğer onun uzağındaysanız, gurbette bir yaz gecesi ay yükseldiğinde binalar arasından, onu da düşünürsünüz gökyüzüne bakarak. Söylediğiniz türkünün, yazdığınız şiirin, saçınıza düşen akların arasına sızar da hissetmezsiniz. Hangi şehrin ekmeğiyle doyuyorsanız doyun, doğduğunuz şehre dair bir hasret bazen anne, bazen sevgili hasreti gibi dolaşır durur damarlarınızda. Onun bir parçası olmadığınızı, kanınızda onun toprağından bir şeyler bulunmadığını iddia edemezsiniz. Nereye giderseniz gidin, yüzünüzde sizin bilmediğiniz, göremediğiniz bir nişanı hep olacaktır o şehrin.
Kiminin beş minaresi, kiminin çarşı pazarı, kiminin kibritsiz kandil yakan kızları söylense de türkülerinde, benim doğduğum şehrin en çok ayrılığı, hasreti, yüce dağları söylenir. Yaralar; sızılı, dertler; dermansız, ayrılıklar daha acı, felek daha bir zalimdir Sivas’ın türkülerinde ve bu türkülerden birinin közü bir kez düşmüşse içinize, ömre zarar alışkanlıklar gibi çürütür değdiği yerleri tenhalarda, uzak gurbet akşamlarında.
Gurbet de aşk gibi söyletir, söyletmelidir âdemoğlu olanı zira her daim onun yanıbaşında duran hasret; hem aşkın hem gurbetin acısına aynı miktarda katılmış bir mayadır ve bu maya ömür içinde ancak bir kez tadılır. Sonrası sadece o ilk acının yeniden hatırlanışıdır.
***
Gönül gurbet ele varma
(Karacoğlan)
Henüz on sekiz yaşımdaydım Sivas’tan ilk kez ayrılmak zorunda kaldığımda. Sanki asırlardır yaşadığımı hissettiğim bu şehirden sıkılmış, çocukluğun cahilliği, gençliğin cesaretiyle; neresi olursa olsun gideceğim buralardan, demiştim. Bir güz akşamıydı. Dilimde provası yapılmış veda şiirleri vardı. Bir damla yaş akıtmadan gözlerimden ve dönüp geriye bakmadan, ardımdan bakanlara dönüp el dahi sallamadan, ayrıldım bu şehirden. Ta ki gideceğim şehre inip de ayaklarım toprağa değinceye kadar sürdü bu hal. Ancak indiğim terminalde birden renkler değişti, büyü bozuldu.  Kısa bir ikindi uykusundan uyanır gibi uyandım. Kımıldayan hafif bir sancıyla içimde bir şeyler yandı. Cümle geride bıraktıklarım, ana, baba, kardaş, dost ve yollarında yürümekten, gökyüzünü seyretmekten usandığım o şehir geride kalmış, her şeyin acemisi olduğum yeni bir mekâna ayak basmış, ağlamaklı olmuştum. Açtı'mola şu Sivas'ın gülü yaprağı türküsü aktı yüreğimden. Oysa mevsim güzdü. Keşke içinde Sivas geçen bu kadar çok türkü olmasaydı. Sivas'ın bu kadar çok türküsü olmasaydı belki dayanmak, katlanmak daha kolay olurdu ayrılığa, gurbete.

***
Sılada bir evin bacası olsam
(Çorum Türküsü)
Sivas'tan uzaktayken geçen zamanların en hüzünlüsü galiba akşam vakitleriydi. Havanın yeni kararmaya durduğu akşamın ilk dakikalarında perdesi çekilmemiş bir pencereden dışarıya yansıyan renkli televizyon ışıkları, mutfaklardan sokağa taşan yemek kokuları, evine telaşla yürüyen babalar, sırtlarında çantalarıyla yorgun okul çocukları alır götürürdü beni de evimize. Saat beş buçuksa babam kapıdan girmek üzredir. Sofada yer sofrası hazırlanmış babam bekleniyordur. Benim yerim acaba boş mudur sofrada? Kuş olsam, yaprak olsam varsam konsam pencere önüne ve onlar beni görmeden seyretsem her birinin yüzünü hiç değilse birkaç saniye. Sonra dönüp gelsem... Gurbet kalır mıydı, keder kalır mıydı?
***
O güz, bir akşam vakti; ağgülüm şimdi sivas'ta serin rüzgârlar eser mısrasıyla başladıydım ilk mektubuma, halen hatırımdadır. Benden önce gurbeti tadan ablam için yazdıydım bu mektubu ve nedense içimde yazdıklarımın ona ulaşmayacağına dair bir his vardı; ama ulaştı. İçli mektuplar, şiirler, türküler yalnızca bir mevsim sürdü. Bir mevsimin hemen hemen her akşamını kederle, her gecesini gözyaşıyla geçirdim yatılı mektebe yeni başlayan köy çocukları gibi. Gurbeti belledim, gurbetin, ayrılığın, hasretin yaşı yokmuş belledim... Bayramlarda niçin babaevinde toplanılır ve büyük sofralar kurulur bildim. Babamın bir atı olsa binse de gelse, ne demektir öğrendim. İnsanoğlu niye ille de kuşa benzetilir öğrendim. Kısa süren her telefon görüşmesinde ana-babaya niçin ben çok rahatım, merak etmeyin beni denilir, öğrendim. Rahattım gerçekten de altın kafesteki bülbül kadar.
***
Koca ömür içinde nedir ki bir mevsim... Gittim ve döndüm. Aradan yıllar hatta asırlar geçmişti sanki. Terminalden eve, dünyanın en uzun yolu gibi görünen mesafeyi yürüyüp de bir kış gecesi evimizin kapısını çaldığımda mevsim kıştı ve aylardan ramazandı. Sahura kalkmıştı bizimkiler. Gecenin kalan vaktinde uyumak için çok uğraştım; ama garip bir mutluluk, heyecan habire sarıyordu her yanımı. Herkesi görmek, her yeri gezmek birileriyle konuşmak uzakta geçen her ânımı anlatmak istiyordum. Çok sürmedi aslında hiçbir şeyin değişmediğini anlamam.  Yalnız ben değişmiştim. İçimde ani bir soğuma, katılaşma oldu özlediğim şeylere karşı. Sivas bıraktığım gibi değildi. Aynı rüyayı yeniden görmek hatta aynı yerden ikinci kez vurulmak gibi bir şeyler hissetim. Tıpkı kolunu, bacağını başka şehirlerin topraklarında bırakan askerler gibi bırakıp geldiğim yerlerde, benden kopan parçalar kaldı galiba, oraları da özledim zaman zaman. Bu hep böyle devam etti. Geride kalan her yıl; durulan deli ırmaklar gibi aşındıkça yatağım, daha aşağılara indim ve çıkamaz oldum bu şehirden. Kalmanın gitmekten zor olduğunu anladığımda; artık kalanlardan olduğumu da anladım.
Ne kadar yürürsem yürüyeyim istasyon caddesinin sonu bir rıhtıma çıkmayacak. Yağmur tutmayacak ansızın tanımadığım insanlarla dolu kaldırımlarda... Akşam evine telaşla dönen insanları, okul yolunda neşeli çocukları görmeyeceğim. Akşamlar hep aynı olacak ömrümün kalanında, sabahlar aynı. Bütün türkülerini içimden söyleyeceğim bu şehrin ve hayallerimin,  ilkgençlik yıllarımın, anılarımın üstüne basa basa yürüyeceğim yollarında.


Hiç yorum yok: