Her sabah bizi karşılayan günün yeni bir gün, uyandığımız her sabahın yeni bir sabah olduğunu hakikati zamanla uzaklaşır kalbimizden. Çoğu zaman ezberden yaşarız hayatı. Aynı gün ve ay isimlerini tekrar eder dururuz ve aynı dairenin içinde dönüp duran uzun bir rüyaya dönüştürürüz ömrümüzü. Aynı yollardan yürürüz aynı yüzlerle karşılaşırız her sabah. Baharın geldiğini yazın bittiğini yolumuz üzerindeki ağaçlardan biliriz yalnızca. Kuşlar boşu boşuna öter her sabah, her akşam çığlık çığlığa boşu boşuna döner gökyüzünde. Günler, haftalar aylar hatta seneler birbirini tekrar ederken, usul usul terk eder bizi dünya, terk eder bizi hayat.
Ölüm ya da ayrılık çalmadan kapımızı sıyrılmaz dünya perdesi gözlerimizden.
Ölüm kadar ayrılık kadar apansız kapımızı çalan hastalıklar vardır bir de bizi içinde savrulduğumuz dünya telaşının kenarına savurup bırakıveren.
Değiştirir, yeniler, başkalaştırır hastalıklar da hayatımızın renklerini. Geleceğe, yarına hatta birkaç dakika sonrasına dair yaptığımız tüm planlar hükmünü yitirir hastalık kolumuza girdiği andan itibaren ve ayrılıklar, ölümler gibi hastalıklar da daima vakitsiz gelir.
Oysa akşama gelecek misafirleriniz vardır, hafta sonuna bıraktığınız bir yığın işiniz... Kaçırılmaması gereken buluşmalarınız yahut öğrenciyseniz çalışmanız gereken sınavlarınız… Yıkanacak bulaşıklarınız, ütülenecek çamaşırlarınız vardır belki…
Kısa bir sessizlik düşer bütün telaşların ve hızla akıp giden zamanın tam orta yerine. Böler her şeyi, tüm planları. Kareler yavaşlar, sesler uzaklaşır, gözler kararır. Zamanın ve dünyanın üzerinden bir başkasını seyreder gibi seyredersiniz kendinizi. Gölgeniz dâhil her şey kalır bıraktığınız yerde, ya yitirir eski manasını ya da yeni bir yüz bulur kendine.
Aniden hissettiğiniz bir sancı, baş dönmesi yahut uzun zamandır sizi yoklayan fakat geçiştirdiğiniz bir ağrı, nereden çıktığını anlayamadığınız bir araç, küçücük bir dalgınlık sonucu dolaşan ayaklarınız sizi götürür ve bırakır yeni bir hayatın, dünyanın eşiğine. Düştüğünüz yerden örtülür üzerinize dünyanın kapıları.
***
Olmayınca hasta kadrin
bilmez âdem sıhhatin
(Fıtnat Hanım)
Uyanırsınız loş hastane ışıkları altında. Uyanırsınız, kirli tüller savrulur yüzünüze. Uyanırsınız, başucunuzda size bakan ıslak gözlerle karşılaşarak.
Zaman değişir, mekân değişir. Günlerin, ayların adı değişir. Yeni bir âleme açarsınız gözlerinizi. Gitmekle kalmak, ayrılıkla vuslat arsında bir mekândasınızdır, hiçbir atlasta görünmez, bulunmaz haritası yerinizin.
Ölüm kitabından kısa bir cümledir hastalık, düştüğü bedeni üşütür. Titreyişler, sayıklamalar bu yüzdendir biraz da.
Hasta iken daha bir hasretle bakarsınız sevdiklerinizin yüzüne. El ele, göz gözeyken de onları özleyebileceğinizi hastalıklar öğretir. Rüzgârın, yağmurun, bulutun hatta başucunuzda tebessüm eden çiçeklerin aynı lisanı konuştuklarını hastalandığınızda fark edersiniz. Uzak diyarlardan haber taşımanın yorgunluğuyla savrulur bulutlar uzaklarda ve kuşların başka zamanlarda asla duyamadığınız şükür sedaları yankılanır ruhunuzda. Tüm sarılmalara, vedalara, helalleşmelere siner ağır kokusu ölümün. Kahkahalar öksürüklere dönüşür, tebessümler yerini inlemelere bırakarak uzaklaşır yanınızdan.
Geceler sabaha değil bir sonraki geceye uzar çoğu zaman. Hastanelerde de en az hapishanelerdeki kadar yavaş geçer zaman. Zamanın sahibini bulduğunda akrep ve yelkovan dakikalara, saatlere, takvimlere değil tespih tanelerine bölünür vakit.
***
Hastane önünde incir
ağacı
(Yozgat Türküsü)
Yalnızlığın en acısının tadıldığı yalnızlıklar ülkesidir hastaneler. Orada kahkahaların yerini öksürükler, tebessümlerin yerini inlemeler alır. Acılar, üzgünlükler işler yüzünüze desenini. Hastaneye yolu düşen herkes biraz tedirgindir zira binbir kapısı vardır hastanelerin ve şifaya açılan kapılar kadar ölüme, başka hastalıklara, bilinmezliğe açılan kapıları da vardır.
Hastalar, hasta yakınları kadar hastaneler de çoğu zaman kederlidir ve hüzünle misafir eder kapısından içeri girenleri. Her hastane bilir ki kimse sevinçle atlamaz bu eşikten içeri. Ne pencerelerden içeri giren solgun gün ışığı ne de sabahlara kadar yanan flüoresan lambalar silmeye yetmez hastanelerin ruhundaki melali. Bahçelerinde türlü ağaçlar boy atsa da, kuşlar çatılarında kanat çırpsa da hüzünlüdür hastanelerin her hali.
Dünya, hastanenin kirli pencerelerinin arkasından çağırır sizi. Dilinize dolanan türküler, mısralar bıçak gibi dolanır damarlarınızda.
Sevinçlerle hüzünlerin yan yana hatta iç içe yaşandığı yerlerdir hastaneler. Hastanelerde yürür damarlarınıza ümidin en diriltici olanı. Yanık türküler, içli ağıtlar gibi en samimi dualar hastanelerden yükselir arşa doğru. Bu yüzden hastaneler bazı hastalar için biraz da ibadethanedir.
Eğer uzun süre kalmışsanız hastanede ilaç ve kolonya kokusunu kendi evinizin kokusu gibi benimser, hissetmez olursunuz bir süre sonra ki aslında ölümün kokusudur biraz da alıştığınız.
Kimileri için gözlerin dünyaya açıldığı ve kapandığı bir istasyondur hastaneler ki dünya ile orada merhabalaşır, dünyaya oradan elveda der.
Kalabalıklar içinde olsanız da yalnızlık durmadan acıtır bir yanınızı hastanelerde. Orada cümle varlığınız acılarınız ve yaralarınızdan ibarettir. Bütün teselliler dağların ardında, bilinmeyen uzak şehirlerde kalmış gibidir. Kendi karanlığıyla kalan kalbiniz bütün gölgelerden sıyrılır bir zaman sonra ve asıl sahibini arar, ona yönelir hastalık hallerinde. Ağrılarınız, hastalığı gönderenden bir çağrı, davetiyedir size. Davete icabet edersiniz Eyyüb gibi ve sizi sarsan her sızıyla dünyanın zehirli oklarından birinin daha ucu çıkar kalbinizin derinliklerinden.
Önce kalp hisseder hastalığı da şifanın dirilten iksirini de.
***
Hastayım ama ne kadar
güzel
Gidiyor yüzer gibi,
vücudumun bir yeri.
(Fazıl Hüsnü)
Her hastalık şifasını da taşır ruhunda ve şifa ancak kendisini kendi diliyle çağıran hastaya gider.
Kaç diploma sahibi olursak olalım hastalıklar kadar öğretmez hayatın, sıhhatin anlamını hiçbir okul. Derinden alınan bir nefesin kutsiyeti, besmele ile içtiğimiz bir yudum suyun bir lokma ekmeğin hakiki değeri hastalıklarda çıkar ortaya.
Bizi yeniden dünyaya bırakıp da yanımızdan ayrılan her hastalık hayat, dünya, ölüm ve sevdiklerimize olan bağlarımızı yeniler, değiştirir. Bilinir ve yaşanır ki ancak hastalığın sahibidir şifanın da sahibi.
Hastalıklar, şifasıdır kalbin, hastalık acısı görmeyen kalbin derinliklerinde paslanır kalır dünyanın kirli hançeri. Hastalık acısı görmeyen kalp güneşi görmeyen meyve çekirdeği gibi kurur kalır olduğu yerde.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder