Nerede, ne
zaman karşınıza çıkacaklarını asla tahmin edemezsiniz Bazen gecenin
karanlığında ansızın parlayan bir çift göz, bazen alçak bahçe duvarlarından
aşağı birden bire atlayan bir karartı olarak geçer gider yanınızdan, dönüp
yüzünüze bile bakmadan. Bazen öyle sessiz gelir ki yakınınıza onu karşınızda
gördüğünüzde ürperir salâvat getirmek zorunda hissedersiniz kendinizi. Kimi
zaman kırk yıllık tanıdık gibi ayaklarınıza dolaşır, masum gözlerle
gözlerinizin içine bakar. Kimi zaman ardından seslenseniz de umursamaz,
salınarak yürür gider, duymazdan gelir sizi.
Hiç görmedim,
tanımadım, bilmem, diyemezsiniz. Hani birlikte geçirdiğiniz vakit,
paylaştığınız mekân yoksa bile ya komşunun balkonunda ya bir ağacın tepesinde
kendisini kurtaracak itfaiyeciyi beklerken, kısa bir süre bile olsa anlamlı
bakışlarla göz göze gelmişliğiniz vardır. Yahut bir hafta sonu gezisinde
çocuğunuzdan aldığı cesaretle kim bilir kaç metre peşinizde yürümüştür
pürtelâş…
Hepsinin de
renkleri, türleri başka başka; ama hep aynı pencereden aynı masum gözlerle
bakarlar hayata. Kendilerinin pek umurunda olmasa da kiminin adı boncuk,
sarman, maviş, pamuktur, kiminin adı mestan, duman…
Anlamak zordur
kedileri…
***
Kimse sevmedi onları
benim kadar
(Sedat Umran)
Hangi mecliste,
nasıl bir muhabbetin ortasında olursa olsun kedi
lafzı ağızlardan çıktığında mutlaka herkesin söyleyecek üç beş kelamı vardır
mevzuya dair; zira hemen hepimizin mazisinde, kendine has usulüyle hayatımıza
sızmış ve bir zaman sonra ardında küçük hikâyeler bırakarak kaybolup gitmiş bir
kedinin pati izleri mutlaka vardır.
Elbette cümle
mahlûkatın kendince bir güzelliği, sevecenliği vardır ancak ne köpek sevgisine
benzer kedi sevgisi ne de kuş, balık, tavşan sevgisine. Köpek, kuş, tavşan,
balık sevmeyen bir çocuk olabilir; lakin kedileri, hele de küçük yavru kedileri
sevmeyen çocuk yok gibidir yeryüzünde. Kediler bunun farkındadırlar ve
yaratılıştan mayalarına katılan bir beceriyle en haşin, en cevval çocuğun bile
olmadık hareketlerle kalbini yumuşatıp yüreğini yufkalaştırmayı bilirler.
Sürekli yukarı doğru uzattıkları küçük pembe burunlarıyla, hep yalvarır gibi
bakan uykulu gözleriyle, pelüş bir oyuncağı andıran parlak yumuşacık
tüyleriyle, içlerinde sanki sürekli küçücük bir motor çalışıyormuş edası veren
mırıltılarıyla gelir ve açık buldukları her kalbin en sıcak köşesine
kıvrılıverirler.
***
Köyde, yaylada,
şehirde hep insanların yakınında, yanında bulunmak en büyük endişesidir
kedilerin. Nankörlüklerine dair koparılan onca şamataya, haklarında çıkarılan
onca olumsuz deyime rağmen bu iftiralara, dedikodulara küsüp insanlardan
uzaklarda bir yerlerde yaşamayı düşünmezler asla. Hatta ne sebeple olursa
olsun, sahiplerinden, evlerinden ayrı düştüklerinde, rivayete göre yıldızlara
bakarak fersah fersah uzakta olsalar bile günler haftalar sonra yeniden
bulurlar evlerini, sahiplerini.
Kediler
duymazdan gelseler de arkalarından söylenen sözleri bazı insanlar sırf bu
söylentiler yüzünden rahatsız, tedirgin olur kedilerin varlığından. Neyse ki
çoğunluk, bolluktan bereketten bir işaret sayar kedilerin varlığını, huzur ve
güven duyar onların bulunduğu ortamlarda.
***
Kedi;
yalnızların ve suskunların dostudur en fazla ve belki de bu yüzden şairlerin,
yazarların, âlimlerin yanında, evinde olmazsa olmazlardandır. Kitap raflarının
aralarında, çalışma masalarının kenarında kendilerine bir yer bulup, dinler,
okur ve anlar gibi izler sahibini. Bu dostluğun verdiği ayrıcalıkla, şiirlere,
hikâyelere, romanlara kolayca sızar ve sayfalar arasında nazla, gururla usul
usul dolaşırlar. Onlarca edebiyatçının, sanatçının kucaklarında kedileriyle
çekilmiş fotoğrafları, kedilerin kendilerine sahip seçmekte ve onları
etkilemekte ne kadar mahir olduklarının da bir belgesidir aslında.
Tıpkı bebekler,
çiçekler gibi kedilerin de resimleri elden ele gezer kartpostal olur,
çerçevelenip duvarlara asılır. Zaten kedi; biraz hareket eden salon bitkisi ve
biraz da miyavlayan çiçektir…
İnsanlar
değişir, şehirler değişir, hayatlar değişir fakat kediler her çağa, her mekâna
ayak uydurmayı başarırlar. Bir yer sofrasında sininin altında da karnını
doyurmayı becerir büyük şehirlerin çöp kutularının içinde de… Marketlerden
alınan mamalarla besleniyorken de ansızın bir sineğin peşine takılıp saatlerce
oyalanır dağ başında bir çiftçi kulübesinde yaşıyorken de.
***
Benim
küçük bir kedim vardı
Ahmak bir ayak ezdi
Ahmak bir ayak ezdi
(Asaf Halet)
Kah küçük ve
sevimli bir dost, kah mağrur bakışlı bir kahraman, kah lüzumsuz işlerle
etrafındakileri eğlendiren canlı bir oyuncak, kah ettiği kabahatin farkında bir
ağır suçlu… Evcil hayvandan öte evin
bir ferdidir kedi. Yiyecekten içecekten onun da nasibi ayrılır. Evin en sıcak
ve sakin köşesi tartışmasız hep ona aittir. Evden uzaklaşsa gitse yokluğu
hissedilir, yeri boş kalır ki öleceğini hissettiği vakit sırf sahibine o hüznü
tattırmamak için yaşadığı yerden uzaklaşıp ıssız mekânlarda öldüğü rivayet
edilir.
Mutluluklarını,
sevgilerini, hüzünlerini hülasa hiçbir hissini gizlemeyi beceremez kediler
insanlar her vakit dillerinden anlamasalar da.
Kesilmiş
kulağına, koparılmış kuyruğuna, çıkarılmış gözüne rağmen, her sabah başka bir
hemcisinin cesedini asfalt yollarda gördüğü halde bizden umudunu kesmeyen, kendisine uzatılan her elde dostluk arayan
belki de tek mahlûktur kedi.
Birbirlerinden
pek hoşlanmasalar da tıpkı serçeler gibi kediler de süsüdür şehirlerin.
Ne kadar dünya
telaşıyla kaçmaya çalışsanız da onlardan, yaşadıkça birikir kedileri sevmek
için bahaneleriniz.
Olmadık
yerlerde hafif, sevecen mırıltılarla yanınıza gelir, ayaklarınıza sürünür,
peşinize takılır yahut ağlar gibi bir sesle pencerenizin önünde, kapınızın
eşiğinde sizi bekler günlerce. Kovarsınız gitmez, süt verirsiniz içmez… Her dilden anlayan Süleyman olmadığınızı
bile bile yüzünüze, gözlerinizin içine bakar daima. Gözlerinden bellidir
konuşmak arzusu. Hüzünlü ve naif kıssalar getirmiştir size uzak iklimlerden
eski çağlardan. Kalbinizin kapısını aralayıp da bir kez dinlemeye başladıysanız
bir kediyi; ömür boyu anlatır size Nuh’un gemisini, Ebu Hureyre’yi, sırtındaki
mührü, Hz. Muhammed’in evindeki uykusunu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder