12 Temmuz 2020 Pazar

çay

biriniz birkaç yıldız taksın gökyüzüne / biriniz çay hazırlasın”

(Mevlâna İdris)

Siz ne zaman fark ettiniz onun ehemmiyetini?

Lise yıllarında, kalbinizin ritmini yakalamaya çalıştığınız arkadaş ve dost meclislerinde mi, yoksa geçmek bilmeyen saatleri birbirine uladığınız askerlik günlerinde mi? Belki kıramayacağınız birilerinin ısrarı ile dahil olduğunuz bir sohbet meclisinde, belki de sabaha kadar ders çalışmak zorunda kaldığınız uzun bir kış gecesinde… Belki de halen onun sizi götürdüğü diyarların, size açtığı kapıların farkında değilsiniz.

Hayatımızın kıyısına sessiz sedasız ilişen ve ancak kendisinden uzak düştüğümüzde kıymetini anlayabildiğimiz, tıpkı aşk gibi üç harflik bir kelimedir çay. Ve tıpkı aşk gibi ne vakti vardır bir bardak çayın ne sebebi ne de mevsimi.

Çay gelir, bütün makamlar, sıfatlar terk eder gider sahibini.

***

“vadilerden renkli yağmurlar gibi gelir / içtiğimiz çay”

(Sezai Karakoç)

Günler çay dolu bardaklarla kovalar birbirini, mevsimler çay dolu bardaklarla döner durur.

İlkbaharda güneşin ışıkları çiçeklerin yapraklarında nasıl kendi rengini bulursa, çay bardağının yüzünde dahi bambaşka bir ışıltıya dönüşür. Çay değil de bir yudum sabah aydınlığı, bahar tazeliğidir ruha dolan çay dolu bardaklardan. Ümit ve şükür çayın üzerinde buğudur, usul usul çayın ve ümidin sahibine yükselir.

Güneşin kavurduğu, sineklerin dahi kanatlarının kımıldamadığı yaz öğlelerinde buzlu suların, soğuk meşrubatların veremediği serinliğe bir bardak sıcak çayın araladığı kapıdan ulaşılır. Çay öyle bir kapıdır ki önünde durduğunuz vakte göre kâh serinliğe açılır kâh sıcacık iklimlere.

Mevsim sonbaharsa şayet, güneşin solgun yüzü düşer çay dolu bardaklar üzerine. İçtiğiniz çay ne kadar sıcak olursa olsun, uçuşan sarı yapraklar, yağmur çağıran bulutlar her yudumda faniliğin tadını bırakır damağınızda.

***

“Biraz çay soğuklarda / Ne kadar acı şu dünya”

(Behçet Necatigil)

Çayın ekmek kadar değerli, su kadar aziz olduğunu çoğunuz erkenden havanın karardığı uzun kış gecelerinde tecrübe etmişsinizdir. Ki o gecelerde çaydan bahanelerle yakın uzak cümle dostların kapıları çalınır, sohbet meclisleri kurulur. Bulutlar yaklaşır yeryüzüne sırf bu sohbetlerden nasibini almak için. Dağlara taşlara sükutun gölgesi düşer, ırmaklar durgunlaşır. Çaydan söze, sözden kalbe ince ince dokunur nakışları hikmetin, hakikatin.

Saatler, takvimler hükmünü yitirir,  zaman unutulur, dünya durur çayın sonsuz ırmaklardan bardaklarla doldurulduğu sohbetlerde.

Çayın demini alması ne birkaç dakikalıktır ne birkaç saatlik… Çay asırdan asıra, diyardan diyara dolaşırken hem süzülür hem alır demini, rengini. Ondan uzak duranlar, farkında olmasalar da telafisi nâmümkün bir ziyanın içindedirler.

***

“ama bu kente gelirsen unutma beni ara,

sana bir çay ve temiz yaralar ısmarlarım”

(Osman Konuk)

Dostlarla bir bardak çay içebilmek hatırına köylerin, kasabaların, şehirlerin gerilerde bırakıldığı da olur, otobüslerin, trenlerin kaçırıldığı da. Uykusuz ve uzun kış gecelerinin kâh mihmanı kâh mihmandarıdır çay dolu bardak. Onunla ısınır soğuk odalar, muhabbetler renklenir, dostluklar tazelenir. Dostluklar, muhabbetler gibi yalnızlıklar da onunla büyür kalbin en kuytu kenarında.

Bazen yağmurun, bazen usul usul başlayan karın tam ortasında düşer aklınıza onun yokluğu bir kıymık gibi. Gecenin en karanlık yerinde kendine çağırdığı da olur, ilk ışıklarıyla da sabahın sizi uyandırdığı da.

Çay hem ümittir hem hüzün hem gurbettir hem sıla.  Ressam için adı konulmamış bir renktir çay, şair için sessiz bir mısra.

Günün hangi vakti olursa olsun, bazen her yudum başka bir şükre dönüşür dudaklarınızda. Bardak parmaklarınızın arasında camdan bir tespih gibi dolaşır. Uzar gider göğe doğru bardağınızın üzerinden harfler, şekiller. Bir çocuk masumiyeti gelir, misafir olur yüzünüze.

***

“Es-sohbetü bilâ çay

Ke’s-semai bilâ ay”*

Çay olmadan bardağın bir mana ifade etmemesi gibi, bardak olmadan da çay bir mana ifade etmez. Masalar, ocaklar, mekânlar ya onunla değer bulur ya da değerine değer katar.

Yeryüzünün en bahtiyar bardağıdır çay dolu bardak. Zira bardağın yüzünü yalnızlığın, sevdanın, gurbetin rengine bezeyen yalnızca çaydır. Sihirli bir küreye benzer çay dolu bardak çoğu zaman. İçinde geçmişin karanlık dağları, geleceğin aydınlık ovaları ve koyu bir kalemle yazılmış kaderin harfleri dalgalanır durur. Onun misafir olduğu masadan tıpkı kırgınlıklar, kızgınlıklar gibi ağrılar, acıların dahi uzaklaştığı olur. Abartı değildir onunla şifa bulması bazı dertlerin.

***

“çay içiyoruz

mutlu bir sessizlik içinde”

(Cevat Çapan)

Tamam olan eksiğimiz, yarım kalan uykumuz, tazelenen ömrümüzdür bir bardak çay.

Öylesine vefalı bir dosttur ki o, hani uzak kalıversek kendisinden, unutur gibi olsak dünya telaşından, varamayacak olsak yanına, o bulduğu ilk fırsatta hatırlatır kendisini ve çıkar karşımıza. En zor, dar vakitlerde dahi bir yolunu bulup ulaşır bize. Ne kendisini tatsız bulup da şeker katanlara darılır, ne içine karanfil, tarçın atanlara. Ne yanına limon koyanlara küser ne de plastik, kâğıt bardaklarla sunanlara. Şehirlerarası otobüs yolculuklarında, terminallerde, istasyonlarda, uğultulu okul kantinlerinde, boğucu hastane koridorlarında, bir çay bahçesinde, kahvehanede bekleyişin karanlık duvarları onunla yıkılır, onun buğusuyla uçar gider başımızın telaşı, gönlümüzün darlığı. Onunla demlenir dünya, demlenir hayat.

Onun buğusuyla ulaşır göklere ahımız.

Bir bardak çayın kadrini, değerini bilmeyenler sohbetin, muhabbetin, dostun kadrini kıymetini de bilmez. Dönen çay bardaklarının sesleriyle süslenmeyen meclislerde dostluğun, yârin, yâranın izlerini aramak nafiledir.

Nerede kiminle hangi mevsimde, vakitte içiliyor olursa olsun, çay her meclisin öznesi, iyiliğin, sadeliğin hayatın resmidir.

Hayatımızın kıyısına sessiz sedasız ilişen ve ancak kendisinden uzak düştüğümüzde kıymetini anlayabildiğimiz, tıpkı aşk gibi üç harflik bir kelimedir çay ve tıpkı aşk gibi ne vakti vardır bir bardak çayın ne sebebi ne de mevsimi.

 

 

semerkand, haziran, 2013

*(Çaysız sohbet, aysız gökyüzüne benzer.)