Bilhassa
havanın erkenden karardığı soğuk kış akşamları evinize adım attığınızda önce
onun yokluğu karşılıyor sizi biliyorum. Onun yokluğunu düşünüp mutsuz oluyor,
onunla geçen koca bir maziyi tebessümle yâd ediyorsunuz zihninizde, kalbinizde.
Onu hatırladığınız andan itibaren senelerdir evinize uğramayan bir dostun sıcak
hasreti sarıyor tüm benliğinizi ve birden etrafınızdaki her şey tuhaf bir
sessizliğe gömülü, ustaca hazırlanmış bir dekora dönüşüyor. Usul usul
çocukluğunuz ya da ilkgençliğiniz tutuyor hareketsiz kalan elinizden ve sizi
bahçeli, küçücük müstakil evinize götürüp dışarıda uğuldayan soğuğa küçücük
çıtırtılarla karşılık vermeye çalışan sobanızın kenarına bırakıveriyor… Ne
yaşıyorsanız orada, o sobanın başında yaşıyorsunuz işte. Dünya orada dönüyor,
gün orada başlayıp orada bitiyor. Tebessümlere, sohbetlere ondan bir sıcaklık
siniyor ve kederler hüzünler kaybolmasa da uzaklaşıyor onun yanı başında.
Yıllar sonra
yokluğunda anlıyorsunuz onun; oraya, odanın ortasına değil de huzurun ve durgun
bir hayatın tam ortasına kurulu olduğunu.
***
Eğer sobalı bir
evde büyüdüyseniz, sobaya dair hatıralarınız asla küllenmez zihninizde. İlk
zamanlar canınızı yakan sizi inciten acı hatırlardan bile yıllar sonra tatlı
bir sıcaklık yayılır kalbinizin odalarına.
Kim bilir kaç kez elinizde kolunuzda küçücük küçük yanık izleri bırakmıştır da yine de ona
küsmemişsinizdir. En sevdiğiniz kazağınızı, her gün kullandığınız eldiveninizi
ve daha kendisine sırf kurutsun diye emanet ettiğiniz pek çok eşyanızı
elinizden almasına da ses çıkarmamışınızdır çoğu zaman biliyorum. Hatta son
anda elinden kurtardığınız bir eşofmanla yahut önlükle bir yıl okula gidip
gelme mahcubiyetini size yaşatan da odur ancak yine de ona kızamamışsınızdır
bir kez zira ya üzerinde kar, buz erittiğiniz zamanların intikamına
yormuşsunuzdur onun bu hallerini ya da doymak bilmeyen midesine
gönderdiklerinizin fazlalığına.
Kâh sizi
etrafına toplayan kocaman bir oyuncağa dönüşmüştür kah şefkatli, sıcak bir
anne, baba kucağına… Kâh uzun bir kış gecesi ejderhalarla dolu hayal sinemaları
izletmiştir size evin tavanına vuran ışıklarıyla kâh hüzünlü ninniler
fısıldamıştır kulağınıza uyku tutmayan gecelerde uyumanız için.
Yemeğiniz onun
üzerinde pişmiştir, çamaşırınız onun yanında kurumuş, çayınızı o sıcak tutmuştur.
Onun fırınında annenizin pişirdiği ve bir ömür tadını unutamadığınız ekmeğin
kokusuyla açmışsınızdır bazı sabahlar gözlerinizi güne, onun üzerinde güğümlerle kaynayan sularla
çimdirmiştir sizi anneniz kocaman sac bir leğenin içinde hastalanmayasınız
diye. Nereden size musallat olduğunu bilemediğiniz kış hastalıklarını
battaniyelere sarınıp, minderlere uzanarak ancak onun kıyısında başınızdan
savabilmişsinizdir. Ezan seslerinin
havada donduğu soğuk sabah namazı vakitlerinde onun size sakladığı ılık su ile
almışınızdır abdestinizi. Elektriklerin ansızın kesildiği uzun kış akşamlarında
kim bilir kaç şarkı, kaç türkü tutmuşsunuzdur pilli radyonuzu dinlerken onun
yanı başında.
***
Kimimizin
kuzineli uzun sobaların başında kaldı çocukluğu, kimimizin içi tuğlalı yüksek
sobaların kıyısında, kimimizin ise kocaman odalarda tezek ve çalı ile
doyurulmaya çalışılan küçücük sac sobaların önünde…
Kabanın,
kazağın, ayakkabının, yorganın, battaniyenin; hatta odanın, evin değerini
sobamızdı bize öğreten. Dış kapının anahtar deliğinin tokmak gibi buz bağladığı
ayazlarda; odunu, kömürü, evi barkı olmayanları düşünüp, onlar için dua etmek
inceliğini de sobamız işledi çocuk kalplerimize.
Avuçlarımızın
içinden iğneyle çıkardığımız kıymıkların acısını unuttuysak da onun için odun
kırmaya çalışırken kör keserlerin ellerimizde açtığı yaraların izleri silinmedi
yıllar yılı.
Gençlik
yıllarımızda sahibine gönderemediğimiz mektupları, kendimizden dahi
sakladığımız şiirleri ve bazen unutmak istediğimiz fotoğrafları teslim ettiğimiz
en büyük sırdaşımızdı sobamız. Ne bir cümlesi duyuldu başkası tarafından ona
emanet edilen mektupların ne bir kelimesi…
***
Elbette yalnız
evlerimizin, odalarımızın vazgeçilmezi değildi o. okullarımızda, kış boyu
gocuklarla oturulan kırık pencereli sınıflarda da Şırnak’ın, Cizre’nin
haritadaki yerini öğrenmeden önce kömürünü öğrendik böğrü delik deşik sobaların
başında. Öğretmenimizden aferinler almak
için kaç kez suni teneffüs yaptık küçücük ciğerlerimizle, iki büklüm yorgun,
yaşlı sobalara. Kaç kez kararmış ellerimizde çıra ve is kokusuyla döndük suları
kesik okullarımızdan evlerimize…
Büyüklerin yeni
yürümeye başlayan kardeşlerimize onu gösterirken niçin “uf”, “cıs” gibi
kelimeler söylediklerini ancak acı tecrübelerden sonra anlayabildik ve fen bilgisi
derslerinde yapamadığımız deneyleri onun sayesinde yaptık; kolonyanın
yanabileceğini, ilaç şişelerinin patlayabileceğini bize o öğretti.
Belki de en
mühimi, bir evin bacasının tütmesinin ne demek olduğunu onunla yaşadık, onunla
bildik.
***
Şimdilerde ne
evlerde ne okullarda, bazen usul usul uzaklaşan hurdacı arabalarının üzerinde
bazen eski eşya alıp satan dükkânların önünde rastlıyorum en çok sobalara.
Belli ki halen anlayabilmiş değiller ansızın kapı önüne bırakılmalarının
nedenini. Yüzleri çizik çizik, kapakları paslanmış olsa da halen yanlarından
geçen sokak kedilerine tebessüm ediyor gibiler. Her birinin yüzünde ayrı
hikaye, her birinin kalbinde başka başka ayrılıklar. Yerlerini yadırgadıkları
her hallerinden belli, hepsinin bakışında aynı keder, duruşunda aynı
tedirginlik ve ümitsizlik.
***
Evde onun
yokluğundan oluşan boşluğu yıllardır dolduramıyorsunuz biliyorum. Ne kanepeler,
ne masalar koydunuz onun yerine ama hiç biri yakışmadı oraya. Onu evinizden
uzaklaştırdığınızdan beri sanki yemeklerinizin tadından, huzurunuzdan ve
çayınızın sıcağından bir şeyler uzaklaştı, gitti onunla siz de farkındasınız.
Sobanız olmadığı için artık minderleriniz de terk etti evinizi. Yıllardır
kibrit almıyor, eski defterlerinizi, kâğıtlarınızı biriktirmiyorsunuz o evinizde
olmayınca. Hiçbir şeyin varlığı, onun yokluğunu unutturmuyor, halen mandalina,
portakal yediğinizde kabuklarını çöpe atmaya kıyamıyorsunuz. Halen patates
kızartmasına alışamadınız ve közlenmiş patateslerin tadını arıyorsunuz her
seferinde. Bazı geceler uyumaya çalışırken kulaklarınızda kapağı kırık, dibi
kireçli güğümlerden gelen ninnilerle uzak diyarlara gitmek istiyorsunuz. Odun
kokusu duymak, dışarıdan getirdiğiniz bir avuç karın, önce nasıl suya, sonra
buhara dönüştüğünü tekrar tekrar seyretmek istiyorsunuz. Elektirikli, gazlı
sobalar plastik meyveler gibi görünüyor gözünüze. Farkında değilsiniz; ama
girdiğiniz her kapıyı sıkı sıkı kapatıyorsunuz ve tüm sıcaklığına rağmen
evinizin zaman zaman kazakla dolaşıyorsunuz odalarda.
Unutmaya,
yerini doldurmaya çalışmamız boşuna… Hiçbir şey tutmayacak onunun yerini. Dört
mevsimin üçünde evlerimizin en güzel köşesini süsleyen o kara gözlü, nazlı kış
güzeli, önüne bırakıldığı kapıdan bir daha asla içeri girmeyecek…
1 yorum:
Kaleminizin duygu yoğunluğu çocukluk ve ilk gençlik yıllarında soğuk kış günlerinde bizi etrafında toplayan sıcacık gülüşleri ile hatıralarımıza renk katan dostumuzu unutulmaya mahkum ettiğimizin resmini duvarımıza asmış. Geriye dönüp baktığımızda bizi bugüne hazırlayan hayat serüvenimizin tam ortasında yer almaktadır. Kimliğimizi oluşturan sıcacık dokunuşlar hep onun ateşinde pişmiş. Elinize ve gönlünüze sağlık hocam
Yorum Gönder