Önce ayrılıklar ayrıldı dünyamızdan, hemen ardından hasret terk etti kalbimizin ovalarını. Anadan, babadan, oğuldan, memleketten, dosttan, yârdan uzağa düşmenin sızısını duymaz oldu ruhlarımız. Sözlüklerde kaldı gurbetin, acizliğin, yoksunluğun, kimsesizliğin anlamı. Iraklar yakın oldu, yabanlar aşina ve özlemler bitti, gurbetler bitti.
Ahşap çerçeveleri ile odaları süsleyen solmuş resimlerin, bir bayram münasebeti ile uzak şehirlerden yollanmış kartpostalların izleri silindi duvarlardan. Çoğumuz için değeri kalmadı işlenmiş mendillerin, içli şiirlerin, manilerin, dağların yücesine baktıran türkülerin.
Önce ayrılıklar ayrıldı dünyamızdan ve en sonunda mektuplar. Hasretin olmadığı dünyada mektuplar neye yarar? Saklanmaktan, okunmaktan yorulan ama eskimeyen mektuplar; hamaylı gibi döşte aylarca taşınan mektuplar...
Yalnızca kağıt, kalem, zarf ve puldan ibaret değildi muhakkak mektuplar. Mektup; zarfa konularak yollanan can parçası, çaresizliğin nişanesi, biraz göz nuru ve çokça yürek sızısıydı. Mektup, mahrem sığınağıydı imkansızlığımızın. Yolu beklenen, gelmeyince hüzünlendiren, gelince sevindiren, önce satır satır, cümle cümle okunan; ardından kelime kelime, harf harf ruha dokunan ümitlerin iksiriydi mektup. Sesini taşıyamasa da sahibinin, konuşurdu mektuplar gönderilen kişiyle başka bir dil, başka bir mecaz ile. Yalnızca selam, kelam, hâl, hatır değildi mektuplarla gönderilen, alınan. İçimizdeki dünyanın aralanan kapısı, açılan penceresiydi mektuplarda sıralanan her cümle, her kelime. Mektup bizden uzaklaştıkça kendimizden, kendimizle baş başa kalmaktan uzaklaştık, kendimizi seyretmekten beyaz sayfalar üzerinde yahut bir başkasının ruhunu dinlemekten mahrum kaldık.
***
Mektup selam söyle benden sılaya
(Sivas Türküsü)
Sözün, takatin, sabrın, dünyanın bittiği yerde başlar mektup ve okuyan kadar yazana dahi bir teselli, bir merhem yaşamanın açtığı derin yaralar için. Mektup, bütün eksikliklerimizi, yarımlıklarımızı karşımıza alıp kanatmak kendimizi, deşmek yaralarımızı; bir büyülü ayna bir başkasını seyreder gibi seyrettiğimiz kendimizi. Mektup, dünya köprüsünden geçerken karşıya, altımızdan akıp giden zamanı durdurup başka bir mekana, kalbe sığınma arzusu; yüklerimizi üzerimizden bırakma isteği bir süreliğine olsa da. Uzletin köşesinde, kimseye anlatılamayacak ve tarifi yapılamayacak ağırılar sardığında kalbimizi, etrafımızdaki her şeyin kenarına düştüğümüzde, sesimiz bile bize yabancılaştığında, kelimeler gündelik anlamından sıyrılarak özüne döndüğünde içimizde, kağıt ve kalemin büyülü çağrısına edilen icabet mektup. Belki de bu yüzden ya gecenin en karanlık yerinde yazılır mektuplar yahut kimselerin görmediği sessiz bir kenarda. Kimseler görmesin isteriz mektup yazarken yüzümüzdeki, ellerimizdeki, bakışlarımızdaki efsunu zira mektup kadar mektubun içi kadar mektup yazmak da mahrem bir hâldir.
Elbette konuşmak da hafifletir yükünü insanın, dertleşmek, yürümek de. Bir türkünün nağmesine kapılmak, bir şiirin ahengine boyanmak, bir hayalin kanadına tutunmak teselli vermez olduğunda içimizdeki fırtınaya, sığındığımız son dulda kıyı, son limandır mektup. Konuşmanın değil, susmanın; ağlamanın değil yutkunmanın ülkesidir mektup yazdığımız mekan.
Kervanlar dolusu hediye neyse uzaklardan gelen, satırlar dolusu mektup da odur bekleyen için. Yazılmak ve okunmak değildir mektubun her zaman muradı; ulaşmak haber taşımak da değildir bir diyardan bir diyara. Mektup; çiçek gibi, ağaç gibi canlıdır; nefes alıp verir, büyür, serpilir, çoğalır, çiçek açar ama solsa da yazıları kurumaz. Kokusu, ruhu, kalbi de varsa mektupların bu yüzdendir. Kalemin mürekkebinden, kağıdın rengine; harflerin şeklinden, cümlelerin sıralanışına kadar hep bir şeyler saklar, sezdirme çabasını taşır mektup ki yazılandan ziyade yazılmayan, söylenenden ziyade söylenemeyen çoğaltır mektubu, değerli kılar. Kendine susup başkasına konuşmanın adıdır mektup bazen. Mektup, gerçekten dokunmasıdır bir kalbin başka bir kalbe ve ruhların sarılması en çok mektuplarla mümkündür belki de. Mektupta yazılı olanlar değil, mektubun kendisidir aslolan. Mektup; kalbin, ömrün bir parçasıdır zarfa konularak yollanan.
Harflerin sesli, sesiz, ünlü ya da ünsüz diye ayrılmadığı ancak noktanın virgülün dahi tek tek sayıldığı, okuyanına ve yazanına göre değişen özge bir alfabesi, lisanı vardır mektupların. Kelimelerin anlamının sonsuzluğuna, yazının söz gibi uçup gitmeyeceğine bizi en çok inandıran mektuplardır belki de. Gece okunduğunda anlattığı başkadır mektupların, gündüz okunduğunda başka ve kelimeleri her okunduğunda yer değiştirir, libas değiştirir. Yazanın parmak izi, okuyanın içinde çiçeklenen gizidir mektuplar.
Sabrı, beklemeyi, hasreti tanısak da yaşarken; tahammülü ve ümidi bize mektuplar öğretir. Kalemin ve kağıdın azizliğini mektuplar fısıldar bütün acılardan geçip de vurduğunda sükunetin sahiline ruhumuz. Fakirin, zenginin; sultanın, kölenin eşitlendiği ender makamlardandır bir mektubun eşiği. Titreyen parmaklarla bir mektuba başlamak, bir zarfı açmak heyecanla, umutla yahut beklenmeden gelen bir mektubun büyüsüne kapılmak ve bir mektup geç kaldığında endişeye kapılmak hâlen hayatta olduğumuzun, hayata inandığımızın ispatıdır biraz da.
Dünyaya uğramışlığımızın, hâlden hâle boyanmışlığımızın anısı ve eskimeyen gerçeğidir mektuplar; ellerimizle, kalbimizle dokunabileceğimiz. Mektup; dünyamızdan dünyaya düşen mahrem bir gölge ve kederimizin, sevincimizin, ümidimizin, hayal kırıklığımızın mahcup şahidi, bizi bizden sonrakilere taşıyan büyülü bohça.
***
Kalemin kağıda işlediği kalp oyası, zarflarla diyardan diyara uçan, sahibine varıp varamayacağı bile meçhul ürkek bir güvercindi mektup kim tarafından kime gönderilmiş olursa olsun. Kiminin ucu yanmış ayrılığın ateşinden kiminin kenarında kurumuş birkaç damla gözyaşı... Yazanın parmağıyla, bakışıyla işlenmiş diye her harf, her cümle; koklanırdı, katlanıp zarfının içinde saklanırdı, açılıp tekrar tekrar okunurdu. Vefanın uzakta parlayan solgun yıldızı, sevginin ve ümidin karanlık köşelerde solmayan çiçeğiydi mektup birilerine gönderilse de gönderilmese de.
***
Kime yazıyorsun bu mektubu? Elinde hiçbir adres yok...
(Cemil Meriç)
Kendine yazdığın ve okuduğun uzun bir mektuptu kalbin, rutubetli bir sandığa kilitli. Adını ve adresini unutarak okudun hiçliğini ömrünün kıyısında. Kelimeler, cümleler işledin yazgına acının oyasından, vakitsiz yağmurlarla yazıları birbirine karışan. Varlığından bir nişan, yokluğundan bir mecaz saydığın özlemlerin ve boğazına düğümlenen çığlığın mezarı oldu rüzgara bıraktığın her sayfa. Dilin varmıyor söylemeye, elin uzanamıyor artık kaleme. Yazdığın mektupları kıyısız bir denize bıraktın, yazamadığın mektupların dalgasında boğulurken kalbin.