özel sayı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
özel sayı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Temmuz 2020 Pazar

sühan dergisi hakkında hüseyin kaya ile mülakat

konuşturan: selçuk küpçük

 

SÜHAN iki ayda bir yayınlanan bir edebiyat dergisi ve Sivas’ta şair Hüseyin Kaya editörlüğünde çıkıyor. Hüseyin Kaya Sivas’ın ve genel anlamda da dergi dünyamızın damarlarına kan pompalıyor aslında. Geçmiş yıllarda farklı dergi tecrübelerine de sahip olan Kaya’nın bir süre evvel Lamure Yayınlarından ilk şiir kitabı da çıktı. SÜHAN ilk sayılarında şiir/edebiyat merkezli bir dergi iken ilerleyen sayılarında salt deneme metinlerine yönelerek kendisine özgün bir yer edindi. Yeni çıkan 15. sayısı da “İstasyon” temalı denemelerden oluşan bir dosya bütünlüğü sunuyor. Bu anlamda Hüseyin Kaya ile dergisini ve duruşunu konuştuk. Özellikle derginin şiirden uzaklaşma gerekçeleri bence yeni tartışmaları beraberinde getirecek gibi gözüküyor.

Sühan içerik anlamında bir dönüşüm yaşadı ve şiir/edebiyat dergisi iken salt deneme dergiciliğine yaslanan bir yayın politikası sürüyor artık. Bu dönüşümün gerekçeleri nelerdi?

 

Memlekette metrekareye düşen şair sayısı her geçen gün artarken şiir sayısı ters bir orantı ile azalıyor. Şiirde bir kırılma dönemi –fetret de diyebiliriz- yaşadığımızı artık tartışmak bile lüzumsuz. Bu has şiirin tükendiği anlamına elbette gelmiyor ancak güzel şiir çok az yazılıyor. Ayda yılda hakiki bir şiir yayımlayabilmek için, sayfalar dolusu “meşk” kırıntılarını yayımlayamayacak kadar kıymetlidir Sühan sayfaları. Bunun böyle olduğunu ancak derginin birinci senesinden sonra anlayabildik.

Şiir yayımlamak ve müteşairan ile uğraşmak hakikaten ömür törpüsü bir iş. Yazdıkları sanki çok kıymetli metinlermiş gibi sayfa beğenmezler, sıra beğenmezler… Kafa ağrıtırlar hasılı. Çoğu hastalıklı ve ne dediği belli olmayan metinler… açıkça söyleyecek bir şeyi yoktur zaten çoğunun. Söyleyecek şey çok aslında ama mevzuu dışına çıkmak istemiyorum. Zaten dergi çıkarmak sıkıntılı bir iş, bir de bunlara katlanmamak için böyle kökten bir çözüm bulduk. Dergi zaten kapaksız, resimsiz, reklamsız ve renksiz gibi vasıflar taşıyordu bazılarının gözünde, şiirsiz de olsa olur, diye düşündük ve oldu.

Deneme kaçışı olmayan bir tür. Şiir gibi geveleseniz de ortaya bir şeyler çıkmıyor ya da bunun kıymetli şeyler olduğunu ima edip kendi kendinize havaya giremiyorsunuz. Okur ile araya perde koyup da konuşmuyorsunuz yani. İşte bunlar ve bunlara benzer birçok nedenler yüzünden Sühan’a şairler yalnızca nesir kapısından girebiliyor.

Başlangıçta yine farkına varmadığımız bir husus da kendiliğinden geldi sonraki süreçte. Memlekette hikaye, öykü, şiir dergileri çıkmış şimdiye kadar ama “deneme” dergisi bu güne değin var olmamış hiç. Neden bu Sühan olmasın, diye içimizden geçti, halen de geçmekte. Sühan’a bu durum da farklı bir yol çizdi.

 

Sühan’ın çıkış süreci nasıl yaşandı peki ?

 

Bizler az çok gençlik yıllarımızda dergicilik işleriyle uğraşmış insanlarız. Ancak o yıllardaki uğraşlar hep “heves” olarak kalır bilirsiniz. Birçok sebepten yaşını doldurmadan sona erer bu dergiler. Artık büyümüştük az da olsa ama yine heyecan vardı. Bunu bir şekilde gün yüzüne çıkarmak gerekiyordu yoksa onlarca “yitik ağabey”lerin sonuna benzeyecekti sonumuz. Ömür tez geçiyor, hayat sürekli üstümüze geliyordu. Boyun büküp dergahına odun taşıyacağımız ya da postuna oturup kelamını dinleyeceğimiz büyüklerimiz ya uzaktı bizden ya da biz onlardan uzaktaydık. Mevcut dergilerin neredeyse tamamı “çete” usulüyle çalışıyordu ve verdiğiniz selam dahi “rüşvet” kabilinden değilse alınmıyordu. -Halen de böyledir.- Bize ait bir hayat belirtisi olsun dedik. Durmak ihanettir dedik kendi kendimize ve başladık. İlk sayıdan sonra sanki tüm şartlar Sühan için hazırlanmış gibi devamı geldi… öyle de gidiyoruz.

 

Kapanmış dergileri konu edinen dosyanız hariç hayatımızın içinde yer alan ama özgül ağırlığını fark edemediğimiz oyuncak, yenge, istasyon gibi temaları merkez alan dosyalar sundunuz. Sühan edebiyat dergiciliğimiz açısından kendisine özgün bir yer aralayan deneme dergiciliği yaparken, aynı zamanda kalıcı dosya konuları ile deneme yazarlarını ve yazacak olanları tahrik ediyor. Ben bunun şahsen hem dergi, hem de yazarlar için kazanımlı bir süreç olduğunu gözlemliyorum. Bu konuda neler söylemek istersin..

 

Otuz yaşıma yaklaştığımda anladım ki aslında bize hep ters ya da uzun yolu göstermiş birileri ve aynı kişiler sanki yalnız benim değil, şiirin, romanın, denemenin hatta dergilerin önüne bir yol gösterici edasıyla geçmiş, nasıl bunları bir uçurumdan aşağı yuvarlarım ya da hangi ormanın karanlıklarında kaybolmalarını sağlarım gibi art niyetli düşüncelerin hesabını kitabını yapmış, biz de yıllar yılı hep o hesap üzre yola devam etmişiz…

Edebiyatta bilhassa şiirdeki asıl sıkıntı bu bence. Sühan olarak herkesin gözü önündeki konuyu işaret ediyoruz ve herkes yazabiliyor bunu. Üfürmeden, uçmadan, ayakları yerde yazıyor yazarlarımız ve dikkat çeken, kendini okutan, çoğalan, çoğaltan metinler sayılar çıkıyor ortaya. İlginç değil mi yazarlarımızın gözleri, görünmeyen bir kafdağının ardını süzmeye sonra anlatmaya çalışıyor, ama en güzel manzarayı ayaklarıyla ezip geçiyorlar yıllar yılı farkında olmadan.

Sühan bence bu noktada hacminden büyük bir iş başardı, başarıyor. Yazarlar dergide yazmasa bile “yenge”, “dede”, “oyuncak”, “istasyon” temalarını taşıdılar bile köşelerine sessiz sedasız. Benim için, dergimiz için çok önemli bu durum.

İkinci sayınızdan itibaren meşhur Recai Güllaptan sürekli yazarınız oldu. Recai Güllaptan’ın Sühan içerisindeki konumu, işlevi, anlamı nedir. Hatta yeni çıkan 15. sayınızda asıl ismi ile yer aldı Bunu şunun için soruyorum: A. Turan bey günümüz Türk şiirinin bitmişliğini savunan bir yazı yayınlamıştı. Sühan da sanırım bu vakte denk düşen sayılarından itibaren şiirden uzaklaşarak hiç şiir yayınlamamaya başlamıştı.

İkinci sayıya kadar Recai üstat ile ve dolayısıyla A. Turan hocamız ile, aynı şehirde yaşıyor olmamıza rağmen tanışmış değildim. Adını bilir, kitaplarını takip eder, uzaktan da tanır idim ancak bir kez dahi ru be ru görüşmüşlüğümüz, muhabbet etmişliğimiz yoktu. Sühan vesilesiyle üstada kendimi tanıtma fırsatım oldu sonrası kendiliğinden geldi. Halen on yıl evvel kapısının çalmamış olmanın pişmanlığını duyuyorum zaman zaman; lakin sohbet de “nasip” ile demek ki. Sühan ve şahsım için, Recai Güllapdan da, A.Turan Hoca da büyük bir nimettir, ağabeydir, üstattır. Bu iki isimden biri varsa dergide -kendi adıma söylüyorum- sağıma soluma bakmadan karşıya bakabiliyorum. Recai üstadımız için derginin; derginin “içinde” ifadesi uygun olmayabilir. O ağabeylik yapıyor, doğru bildiği yönü işaret ve ima ediyor. Bunu yaparken de etkilemiş olmamak için çokça çaba sarf ettiğinin farkındayım. Gördüğü olumsuzlukları da aynı şekilde ifadelendiriyor. A.Turan Alkan’ın şiir ve şair hususundaki görüşleri her geçen gün birileri tarafından daha benimseniyor ve farklı cümlelerle yeni bir “buluş” gibi sürülüyor edebiyat dergilerine. O, çok zaman önce de “şairler ve şiir aleyhinde” yine bir yazı yazdıydı ve “gençleri şiirden korumalıyız” bile dediydi. Onu ve kast ettiği meseleleri anlamayan bilhassa şuaradan bazı zevat esiyor, yağıyor gürlüyor, bir süre sonra bakıyorum üstat ile aynı şeyleri başka cümlelerle orda burada yazıyor, röportajlarda söylüyor…

Ben kendisinin “şiir ve şair” hususundaki görüşlerine sonuna kadar katılıyorum. Şiir kitabım çıkmış olsa bile katılıyorum. Bu derin bir mevzuudur izahı sayfalar tutar, hem gerek de yok, onca “okuma yazma” bilmeyen şaire ikinci bir hedef olmaya. A.Turan Bey ima etmedi, söylemedi, istemedi ama beni etkilemiş olması hasebiyle dergi de etkilemiş olmalı şairler ve şiir hususundaki görüşlerinden. -İsterseniz buna etkilenme değil de hakikati görme, gösterme diyelim.- Sühan’da şiir neşrini bıraktığımız andan itibaren dergi yükselişe geçti. Her dergide adını görüp mutlu olan ve ne dediği anlaşılmayan tuhaf müteşair taifesi kendilerine bu kapıdan ekmek çıkmayacağını anlayınca tası tarağı topladı ve başka kapılara yöneldi. Bundan sonra Sühan için yeni bir okur ve yazar camiası oluştu. Demek ki haklı üstat…

Tecrübe edenler iyi bilir, bir edebiyat dergisinin editörünü en çok şairler(!) yıpratır, hatta bazı dergileri batırmak, kapatmak için özel çaba harcar bu tür insanlar. Sayfa beğenmezler, köşe beğenmezler, font beğenmezler, yanlarındaki önlerindeki arkalarındaki isimlerden rahatsız olabilir ve zaman zaman küsebilirler olmadık sebeplerden dolayı… Tüm sıkıntılar yetmiyormuş gibi dergi editörü bir de bu türden sıkıntılar yaşar, ona bu sıkıntıları yaşatırlar. Şiir yayımlamayarak hem bu sıkıntıları en az düzeyde yaşıyoruz…

 

Ben edebî kamplaşmaların olmamasını dilesem de ne yazık ki pratikte böyle bir kırılma / ayrışma mevcut. Sühan’ın son sayılarında benim de yakından tanıdığım ve sosyalist düşünce geleneğinden gelen ve bugün kendisini anarşist olarak tanımlayan şair/eleştirmen Halim Şafak da yer alıyor. Hatta bu durum biliyorsun bir edebiyat grubunda tartışma konusu dahi olmuştu. Sen ne diyorsun bütün bunlar karşısında..

 

Sühan aklıbaşında, ayakları yerde bir dergidir. Horoz fıkrasını bilirsin, “ben polemiğe girmem, işimi yaparım” demiş ya hani, o hesap bizimki de… ucuz ve lüzumsuz kamplaşmalar, çeteleşmeler ve bunların bir bardak suda koparmaya çalıştığı fırtınalar, komik tartışmalar çok gerimizde bizim. “Sühan” ismini birileri arkaik bulsa da yirmi yıl sonrasının dergisini çıkarıyoruz biz burada. Bunu zaman gösterecek.

 

Milli Gazete, 14.10.2006