konuşturan:
selçuk küpçük
SÜHAN iki ayda
bir yayınlanan bir edebiyat dergisi ve Sivas’ta şair Hüseyin Kaya editörlüğünde
çıkıyor. Hüseyin Kaya Sivas’ın ve genel anlamda da dergi dünyamızın damarlarına
kan pompalıyor aslında. Geçmiş yıllarda farklı dergi tecrübelerine de sahip
olan Kaya’nın bir süre evvel Lamure Yayınlarından ilk şiir kitabı da çıktı.
SÜHAN ilk sayılarında şiir/edebiyat merkezli bir dergi iken ilerleyen
sayılarında salt deneme metinlerine yönelerek kendisine özgün bir yer edindi. Yeni
çıkan 15. sayısı da “İstasyon” temalı denemelerden oluşan bir dosya bütünlüğü
sunuyor. Bu anlamda Hüseyin Kaya ile dergisini ve duruşunu konuştuk. Özellikle
derginin şiirden uzaklaşma gerekçeleri bence yeni tartışmaları beraberinde
getirecek gibi gözüküyor.
Sühan içerik
anlamında bir dönüşüm yaşadı ve şiir/edebiyat dergisi iken salt deneme
dergiciliğine yaslanan bir yayın politikası sürüyor artık. Bu dönüşümün
gerekçeleri nelerdi?
Memlekette
metrekareye düşen şair sayısı her geçen gün artarken şiir sayısı ters bir
orantı ile azalıyor. Şiirde bir kırılma dönemi –fetret de diyebiliriz-
yaşadığımızı artık tartışmak bile lüzumsuz. Bu has şiirin tükendiği anlamına
elbette gelmiyor ancak güzel şiir çok az yazılıyor. Ayda yılda hakiki bir şiir
yayımlayabilmek için, sayfalar dolusu “meşk” kırıntılarını yayımlayamayacak
kadar kıymetlidir Sühan sayfaları. Bunun böyle olduğunu ancak derginin birinci
senesinden sonra anlayabildik.
Şiir yayımlamak ve
müteşairan ile uğraşmak hakikaten ömür törpüsü bir iş. Yazdıkları sanki çok
kıymetli metinlermiş gibi sayfa beğenmezler, sıra beğenmezler… Kafa ağrıtırlar
hasılı. Çoğu hastalıklı ve ne dediği belli olmayan metinler… açıkça söyleyecek
bir şeyi yoktur zaten çoğunun. Söyleyecek şey çok aslında ama mevzuu dışına
çıkmak istemiyorum. Zaten dergi çıkarmak sıkıntılı bir iş, bir de bunlara
katlanmamak için böyle kökten bir çözüm bulduk. Dergi zaten kapaksız, resimsiz,
reklamsız ve renksiz gibi vasıflar taşıyordu bazılarının gözünde, şiirsiz de
olsa olur, diye düşündük ve oldu.
Deneme kaçışı
olmayan bir tür. Şiir gibi geveleseniz de ortaya bir şeyler çıkmıyor ya da
bunun kıymetli şeyler olduğunu ima edip kendi kendinize havaya giremiyorsunuz.
Okur ile araya perde koyup da konuşmuyorsunuz yani. İşte bunlar ve bunlara
benzer birçok nedenler yüzünden Sühan’a şairler yalnızca nesir kapısından
girebiliyor.
Başlangıçta yine
farkına varmadığımız bir husus da kendiliğinden geldi sonraki süreçte.
Memlekette hikaye, öykü, şiir dergileri çıkmış şimdiye kadar ama “deneme”
dergisi bu güne değin var olmamış hiç. Neden bu Sühan olmasın, diye içimizden
geçti, halen de geçmekte. Sühan’a bu durum da farklı bir yol çizdi.
Sühan’ın çıkış
süreci nasıl yaşandı peki ?
Bizler az çok
gençlik yıllarımızda dergicilik işleriyle uğraşmış insanlarız. Ancak o yıllardaki
uğraşlar hep “heves” olarak kalır bilirsiniz. Birçok sebepten yaşını
doldurmadan sona erer bu dergiler. Artık büyümüştük az da olsa ama yine heyecan
vardı. Bunu bir şekilde gün yüzüne çıkarmak gerekiyordu yoksa onlarca “yitik
ağabey”lerin sonuna benzeyecekti sonumuz. Ömür tez geçiyor, hayat sürekli
üstümüze geliyordu. Boyun büküp dergahına odun taşıyacağımız ya da postuna
oturup kelamını dinleyeceğimiz büyüklerimiz ya uzaktı bizden ya da biz onlardan
uzaktaydık. Mevcut dergilerin neredeyse tamamı “çete” usulüyle çalışıyordu ve
verdiğiniz selam dahi “rüşvet” kabilinden değilse alınmıyordu. -Halen de
böyledir.- Bize ait bir hayat belirtisi olsun dedik. Durmak ihanettir dedik
kendi kendimize ve başladık. İlk sayıdan sonra sanki tüm şartlar Sühan için
hazırlanmış gibi devamı geldi… öyle de gidiyoruz.
Kapanmış
dergileri konu edinen dosyanız hariç hayatımızın içinde yer alan ama özgül
ağırlığını fark edemediğimiz oyuncak, yenge, istasyon gibi temaları merkez alan
dosyalar sundunuz. Sühan edebiyat dergiciliğimiz açısından kendisine özgün bir
yer aralayan deneme dergiciliği yaparken, aynı zamanda kalıcı dosya konuları
ile deneme yazarlarını ve yazacak olanları tahrik ediyor. Ben bunun şahsen hem
dergi, hem de yazarlar için kazanımlı bir süreç olduğunu gözlemliyorum. Bu
konuda neler söylemek istersin..
Otuz yaşıma
yaklaştığımda anladım ki aslında bize hep ters ya da uzun yolu göstermiş
birileri ve aynı kişiler sanki yalnız benim değil, şiirin, romanın, denemenin
hatta dergilerin önüne bir yol gösterici edasıyla geçmiş, nasıl bunları bir
uçurumdan aşağı yuvarlarım ya da hangi ormanın karanlıklarında kaybolmalarını
sağlarım gibi art niyetli düşüncelerin hesabını kitabını yapmış, biz de yıllar
yılı hep o hesap üzre yola devam etmişiz…
Edebiyatta bilhassa
şiirdeki asıl sıkıntı bu bence. Sühan olarak herkesin gözü önündeki konuyu
işaret ediyoruz ve herkes yazabiliyor bunu. Üfürmeden, uçmadan, ayakları yerde
yazıyor yazarlarımız ve dikkat çeken, kendini okutan, çoğalan, çoğaltan
metinler sayılar çıkıyor ortaya. İlginç değil mi yazarlarımızın gözleri,
görünmeyen bir kafdağının ardını süzmeye sonra anlatmaya çalışıyor, ama en
güzel manzarayı ayaklarıyla ezip geçiyorlar yıllar yılı farkında olmadan.
Sühan bence bu
noktada hacminden büyük bir iş başardı, başarıyor. Yazarlar dergide yazmasa
bile “yenge”, “dede”, “oyuncak”, “istasyon” temalarını taşıdılar bile
köşelerine sessiz sedasız. Benim için, dergimiz için çok önemli bu durum.
İkinci sayınızdan
itibaren meşhur Recai Güllaptan sürekli yazarınız oldu. Recai Güllaptan’ın
Sühan içerisindeki konumu, işlevi, anlamı nedir. Hatta yeni çıkan 15. sayınızda
asıl ismi ile yer aldı Bunu şunun için soruyorum: A. Turan bey günümüz Türk
şiirinin bitmişliğini savunan bir yazı yayınlamıştı. Sühan da sanırım bu vakte
denk düşen sayılarından itibaren şiirden uzaklaşarak hiç şiir yayınlamamaya
başlamıştı.
İkinci sayıya kadar
Recai üstat ile ve dolayısıyla A. Turan hocamız ile, aynı şehirde yaşıyor
olmamıza rağmen tanışmış değildim. Adını bilir, kitaplarını takip eder, uzaktan
da tanır idim ancak bir kez dahi ru be ru görüşmüşlüğümüz, muhabbet
etmişliğimiz yoktu. Sühan vesilesiyle üstada kendimi tanıtma fırsatım oldu
sonrası kendiliğinden geldi. Halen on yıl evvel kapısının çalmamış olmanın
pişmanlığını duyuyorum zaman zaman; lakin sohbet de “nasip” ile demek ki. Sühan
ve şahsım için, Recai Güllapdan da, A.Turan Hoca da büyük bir nimettir,
ağabeydir, üstattır. Bu iki isimden biri varsa dergide -kendi adıma söylüyorum-
sağıma soluma bakmadan karşıya bakabiliyorum. Recai üstadımız için derginin;
derginin “içinde” ifadesi uygun olmayabilir. O ağabeylik yapıyor, doğru bildiği
yönü işaret ve ima ediyor. Bunu yaparken de etkilemiş olmamak için çokça çaba
sarf ettiğinin farkındayım. Gördüğü olumsuzlukları da aynı şekilde
ifadelendiriyor. A.Turan Alkan’ın şiir ve şair hususundaki görüşleri her geçen
gün birileri tarafından daha benimseniyor ve farklı cümlelerle yeni bir “buluş”
gibi sürülüyor edebiyat dergilerine. O, çok zaman önce de “şairler ve şiir
aleyhinde” yine bir yazı yazdıydı ve “gençleri şiirden korumalıyız” bile
dediydi. Onu ve kast ettiği meseleleri anlamayan bilhassa şuaradan bazı zevat
esiyor, yağıyor gürlüyor, bir süre sonra bakıyorum üstat ile aynı şeyleri başka
cümlelerle orda burada yazıyor, röportajlarda söylüyor…
Ben kendisinin “şiir
ve şair” hususundaki görüşlerine sonuna kadar katılıyorum. Şiir kitabım çıkmış
olsa bile katılıyorum. Bu derin bir mevzuudur izahı sayfalar tutar, hem gerek
de yok, onca “okuma yazma” bilmeyen şaire ikinci bir hedef olmaya. A.Turan Bey
ima etmedi, söylemedi, istemedi ama beni etkilemiş olması hasebiyle dergi de
etkilemiş olmalı şairler ve şiir hususundaki görüşlerinden. -İsterseniz buna
etkilenme değil de hakikati görme, gösterme diyelim.- Sühan’da şiir neşrini
bıraktığımız andan itibaren dergi yükselişe geçti. Her dergide adını görüp
mutlu olan ve ne dediği anlaşılmayan tuhaf müteşair taifesi kendilerine bu
kapıdan ekmek çıkmayacağını anlayınca tası tarağı topladı ve başka kapılara
yöneldi. Bundan sonra Sühan için yeni bir okur ve yazar camiası oluştu. Demek
ki haklı üstat…
Tecrübe edenler iyi
bilir, bir edebiyat dergisinin editörünü en çok şairler(!) yıpratır, hatta bazı
dergileri batırmak, kapatmak için özel çaba harcar bu tür insanlar. Sayfa
beğenmezler, köşe beğenmezler, font beğenmezler, yanlarındaki önlerindeki
arkalarındaki isimlerden rahatsız olabilir ve zaman zaman küsebilirler olmadık
sebeplerden dolayı… Tüm sıkıntılar yetmiyormuş gibi dergi editörü bir de bu
türden sıkıntılar yaşar, ona bu sıkıntıları yaşatırlar. Şiir yayımlamayarak hem
bu sıkıntıları en az düzeyde yaşıyoruz…
Ben edebî
kamplaşmaların olmamasını dilesem de ne yazık ki pratikte böyle bir kırılma /
ayrışma mevcut. Sühan’ın son sayılarında benim de yakından tanıdığım ve
sosyalist düşünce geleneğinden gelen ve bugün kendisini anarşist olarak
tanımlayan şair/eleştirmen Halim Şafak da yer alıyor. Hatta bu durum biliyorsun
bir edebiyat grubunda tartışma konusu dahi olmuştu. Sen ne diyorsun bütün
bunlar karşısında..
Sühan aklıbaşında,
ayakları yerde bir dergidir. Horoz fıkrasını bilirsin, “ben polemiğe girmem,
işimi yaparım” demiş ya hani, o hesap bizimki de… ucuz ve lüzumsuz
kamplaşmalar, çeteleşmeler ve bunların bir bardak suda koparmaya çalıştığı
fırtınalar, komik tartışmalar çok gerimizde bizim. “Sühan” ismini birileri
arkaik bulsa da yirmi yıl sonrasının dergisini çıkarıyoruz biz burada. Bunu
zaman gösterecek.
Milli Gazete,
14.10.2006