milli gazete etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
milli gazete etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Temmuz 2020 Cumartesi

sühan'dan sivas özel sayısı


Milli Gazete, Kültür Sanat

 

27 Ekim, 2007

 

Özel sayılarıyla dikkat çeken Sühan dergisi son sayısında Sivas a yer veriyor. Orta boy bir kitap hacminde olan dergide, Sivaslı yazarların yanında Sivaslı olmayan fakat hayatlarında bu şehre dair izler bulunan pek çok yazar da yer alıyor

Edebiyat dergiciliği sahasında kendine yeni bir kulvar açarak beş yıldır yoluna devam eden Sühan, "Sivas" özel sayısıyla okuyucusunun huzuruna çıktı. Hüseyin Kaya editörlüğünde, üst üste çıkardığı özel sayılarla, dergicilikte kendi tarzını yerleştiren Sühan, yayın merkezi olan şehre dair de bir özel sayı yapmış oldu. Dergi daha önce; Gavur Dostlarımız, Kapanan Edebiyat Dergilerinin Hikayeleri, Yenge, Oyuncak, Dede ve İstasyon özel sayılarıyla, farklı kesimlerden büyük ilgi görmüş ve edebiyat dünyasına taze bir soluk getirmişti.

Sivas, Sühan ın 17. sayısının konusu oldu. Orta boy bir kitap hacminde olan Sivas Özel Sayısında, Sivaslı yazarların yanında Sivaslı olmayan fakat hayatlarında bu şehre dair izler bulunan pek çok yazar da yer alıyor. A. Turan Alkan, Beşir Ayvazoğlu, Berat Demirci, Müjgân Üçer, Kadir Üredi, Hüseyin Kaya, Turan Karataş, Mustafa Balel gibi Sivaslı kalemler, Sadık Yalsızuçanlar, Mehmet Cangir, Metin Önal Mengüşoğlu, Halim Şafak, Nazım Hikmet Polat, Nihat Dağlı, Mehmet Aycı gibi aslen Sivaslı olmayıp Sivas ı bir şekilde tanıyan kalemlerle Sühan ın sayfalarında buluşuyor. Herhangi bir dergide bir araya gelmesi zor görünen bir yazar kadrosu Sühan ın Sivas özel sayısında bir araya gelmiş bulunuyor. Derginin sayfalarını çevirdiğinizde, böyle bir sayının sıradan bir şehir için değil Sivas gibi özellikli bir şehir için mümkün olabileceğini anlıyorsunuz. Sivas ın sosyo, kültürel ve tarihi özelliklerini her yazar kendi penceresinden ele alıyor; tasvir ediyor, eleştiriyor,  tahlil ediyor çoğu zaman da "aah" ediyorlar.

 

"yenge"lere özel sühan

Geçtiğimiz günlerde13. sayısını "yenge" özel sayısı olarak yayımlayan Sühan dergisi, okurları ve yazar eşleri tarafından ilgiyle karşılandı. Giriş yazısında derginin bu sayısının bazı yengelerin bizzat isimlerine gönderildiği belirtilirken asıl niyet ve samimiyetin aslında bu davranışta aranması gerektiğini belirten Hüseyin Kaya, bu sayıya türlü bahanelerle yazı vermeyenlerin isimlerini ilan etmeyişlerini de aynı samimiyet ve iyi niyete bağlamaya çalışmış. Yine sunuş yazısında cevap hakkı doğan yengelere dergi sayfalarının her zaman açık olduğu da belirtilmiş. Dergi  Dede-Torun sayısı da hazırlayacak.

Kim demiş edebiyat hayatın dışında diye. Sühan dergisi şair ve yazarların yanı sıra onların eşlerine de tercüman olmuş son sayıda. Hazırlanan "Yenge" sayısı, Sühan ın Anadolu dan edebiyata etki gücünü de ortaya koyuyor. Dergide yaklaşık yirmi yazar eşinin kendi dünyasındaki yerini, tanışma ve evlenme hikayelerini, iyi ve kötü günlerini anlatıyorlar kendi üsluplarınca. Bazı yazarların müstear isimle yazdıkları yazılarda ise genelde aile hayatına ait olumsuzluklar dile getirilmeye çalışılmış. Berat Demirci nin kaleme aldığı "Medeni Hal Hanesini Tahkik Zımnındadır" başlıklı yazısı, yazarın iç dünyasından hareketle "aile", "eş" ve "aşk" mevhumlarına derin açılımlar getiriyor. Berat Demirci nin yazısının peşinden dergiye ilk kez misafir olan Metin Önal Mengüşoğlu ise "Emsalsiz Sevda" başlıklı yazısında, eşiyle yaşadığı sıkıntılı günleri, kederli yılları samimi ve hisli bir üslupla ifade ediyor. Yine derginin ilk kez misafiri olan Halim Şafak, "Melehat Bahsi" başlığı taşıyan yazısıyla dergiye; üslup ve muhteva itibariyle yenilik getiren isimlerden en bahse değer olanı. Derginin bu sayısında genellikle yazıların başlıkları yazar ve yazı hakkında yeterince malumat veriyor aslında. Mustafa Muharrem in "Çekemez Kelime Gemileri O nun Kalbini", Mehmet Aycı nın "Ona Rağmen Azizim?" ve Hüseyin Kaya nın "Aşk Bir Kıyl ü Kaal İmiş Ancak" başlıkları bunlardan bazıları. Hüseyin Akın, "yaşantısında evli,  düşünce ve duygularında bekâr biri" olarak başladığı yazısında özelden genele bir şairin aile ve ev hayatında yaşama ihtimali olan sıkıntıları kendi üslubuyla dile getirmiş. Ethem Baran ve Fuat Çiftçi yine Sühan da ilk kez yazan isimlerden. Dergi, Mustafa Uçurum, Yüksel Enderin, Mustafa Oğuz, Bahri Doğan, Adem Turan, Recep Ş. Güngör, Reşit G. Kalkan, Tekin Şener, Hayrettin Orhanoğlu, İdris Ekinci, M. Said Türkoğlu isimleriyle devam ediyor.

Berat Demirci ve Metin Önal, Mustafa Muharrem, Sait Türkoğlu ve Mustafa Oğuz yazılarında, aile sorumluluğunun bilincine vurguda bulunurken, diğer yazarların neredeyse tamamı üstü kapalı ya da açıkça "edebiyat"ı önceleyen bir üslup kullanmışlar ve buna bağlı olarak ortaya çıkan, yahut çıkabilecek mutsuzlukları ifade etmeye çalışmışlar. Bir grup yazar ise görünen o ki, "ne şiş yansın ne kebap" düşüncesiyle mevzuyu anlamamış gibi davranarak masalımsı, aşıkane metinlerle katılmışlar "yenge" sayısına. Recai Güllapdan üçüncü yılında da Sühan ı yalnız bırakmamış. Üstad her zamanki sayfalarında; "Yenge Edebiyatına İştirak Bâbında Bir Garib Rü yetimi Takdim Edeyorum" başlıklı yazısıyla tiryakilerini bekliyor. Giriş yazısında derginin bu sayısının bazı yengelerin bizzat isimlerine gönderildiği belirtilirken asıl niyet ve samimiyetin aslında bu davranışta aranması gerektiğini belirten Hüseyin Kaya, bu sayıya türlü bahanelerle yazı vermeyenlerin isimlerini ilan etmeyişlerini de aynı samimiyet ve iyi niyete bağlamaya çalışmış. Yine sunuş yazısında cevap hakkı doğan yengelere dergi sayfalarının her zaman açık olduğu da belirtilmiş.

Takip edenlerin hatırlayacağı üzre yaklaşık bir yıldır Sühan da şiir yayımlanmıyordu. Sühan bu yıl da şiir yayımlamayacağını yine sunuş yazısında ilan etmiş. Sühan, galiba edebiyat tarihimizin ilk "deneme" dergisi olma yolunda ilerliyor?

Tüm sayıların muhtevasına www.suhandergisi.com adresinden ulaşabilirsiniz.

 

17 Ocak 2006

Milli Gazete

Kültür-Sanat


20 Temmuz 2020 Pazartesi

türkü söyle kitap oku

cevat  akkanat

 

Âşık Veysel’in gönülleri göynüten bir türküsü var: “Çırpınıp içinde döndüğüm deniz...” diye başlayıp giden…

“Çırpınıp içinde döndüğüm deniz

Dalgalanır çoşar ürüzgârından

Mevce gelip cûş eden aşkımız

Ah çektikçe kaynar gelir derinden…”

Türkünün tamamını dinlemeyi, tabii ki Âşık Veysel’in sesinden, size bırakıyoruz. Biz, gönül tellerini birbirine çarpan bu dizelerin edebî âlemde nasıl ömür sürdüğüne bakacağız!

Sanatlar arası bir geçişkenlikten bahsediyoruz; müzikten edebiyata, türküden denemeye, daimi bir yolculuk…

Herhangi bir sanat eserini yeniden üretmek farklı bir sancıyı giyinmek anlamı taşır. Sancının birkaç sebebi vardır: Kaynak metin yahut kişiyle özdeşleşmek, onu yaşayıp aşmak, o kişi veya metinle bir şekilde hemhal olmuş kişilerin ezberiyle mücadele etmek vb…

Geleneği yenilemek, özgün bir kimlikle yeniden üretmek diyoruz biz buna…

Hüseyin Kaya, Âşık Veysel’in bir türküsünün ilk dizesini alıp, kitabına ad olarak seçeceğini söylediğinde, tamam demiştim, bu senin denemelerin için yüzde yüz isabetli bir seçim… Hüseyin Kaya’nın bizim görüşümüze de müracaat etmesi, bu tercihte bizi ne kadar pay sahibi kılar bilemeyiz, fakat eser yayınlandıktan sonra, sayfaları arasında göz gönül keyfini sürdükçe, şöyle diyoruz: Bereketlendi dünyamız. Halimiz vaktimiz, engin bir canlılıkla hem kederlendi hem şenlendi! Evet, şimdi bir kitabın adında yaşıyor Âşık Veysel’in türküsü: Hüseyin Kaya’nın deneme kitabında…

Çırpınıp İçinde Döndüğüm Deniz (Ötüken Yayınları-2011) dört bölümlük bir deneme kitabı: “Hüseynim Geçiyor Gençlik Çağları!”, “Havada Kar Sesi Var”, “Ömrümüzün Rüyası” ve “Bir Şehirden Gidememek”…

Eseri okudukça bu bölümlerin hayatın farklı kompartımanlarına denk düştüğünü görmemeniz mümkün değil. Yani bir nevi otobiyografik sunumlar yapıyor Hüseyin Kaya… Bu sunumlarını sadece zaman üzerinden gerçekleştirmiyor, eşyayı ve mekânı da katıyor araya; pek tabii olarak kimi olaylarla birlikte duygu, düşünce ve hayalleriyle harmanlayarak…

Bu harmanlama içinden daha somut halleri seçmeli… Buyuralım, hep beraber bakalım, Hüseyin Kaya neleri yazmış: Çocukluk manzaralarını, kış güneşinin gönlü avutan yansısını, baba kokusuyla iç içe geçmiş oğul kokusunu, hayatın içine girilen yaşamaları, okul çağlarında kitaplık kolunda olunan kitap kurtluğunu, kırları şenlendiren nevruz kuzulatma oyununu, bozkırda kuruyan ırmağı, tiryakisi olunan yazarları, dedeyle akran yaşanan ömrün ilkbaharını, açılan ve kapanan dergilerin aziz hatıralarını, ayrılıkları, yolculukları, güzleri, kışları, çiçek dilini, bahar şarkısını, oyun bahçesini ve daha nice şeyleri yazmış…

Hüseyin Kaya’nın Çırpınıp İçinde Durduğum Deniz’de yaslandığı tek kültür adamı Âşık Veysel değil. Onunla birlikte onlarca tarihi kimlik eserin sayfaları içinde size el ediyor. Kimi zaman bir ara başlık içinde, kimileyin gizli bir iz şeklinde satır aralarında… Bunlardan bir kısmını saysak fena olmaz sanırım: Meselâ kitabın ilk bölümüne ad olan başlık bir Çorum Türküsü’dür. Bu çeşit kullanımları seviyor olmalı Hüseyin Kaya, zira Bâkî’den Fuzulî’ye, Turabî’den Yahya Bey’e, Ziya Osman Saba’dan Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya… Hayır, bu böyle geçiştirilmemeli, yazar kimlerden el aldıysa tek tek belirtilmeli.

İşte o şanlı ve şöhretliler kadrosu: Cengiz Aytmatov, James Cllarence Mangan, Ömer Seyfettin, Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin, Kemal Sayar, Keçecizade İzzet Molla, Necati, Fasih, Şehriyar, Saint Exupery, Herman Hesse, Tolstoy, Bukovski, Nietzsche, Goethe, Tagore, Attar, Hafız, Andre Gide, Rilke, Eliot, Dostoyevski, Puşkin, Oscar Wilde, Kafka, Borges, Paul Auster, Balzac, Hölderlin, Nerval, Gorki, Hugo, Salome, Vasnocelos, Muhibbi, Nâbî, Cinâni, Mevlana İdris, Karacaoğlan, Usulî, Cemil Meriç, Arif Nihat Asya, Faruk Nafiz Çamlıbel, Yahya Kemal, Vâsıf, Cahit Sıtkı Tarancı, Cenap Şehabettin, Attila İlhan, Turgut Uyar, Halil Cibran, Erdem Bayazıt, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sezai Karakoç, Sedat Umran, Asaf Halet Çelebi, Edip Cansever, Metin Altıok, Rıza Tevfik, Cafer Turaç, Tuğrul Tanyol, Can Yücel, Özdemir Asaf…

Hüseyin Kaya, Çırpınıp İçinde Döndüğüm Deniz’in bir yerinde “Hayret eden, şaşırabilen çocuklardık. Gördüğümüz, duyduğumuz garip şeyleri dikkatle izler, dinler ve her şeyden kendimizce anlamlar çıkarmaya çalışırdık” diyor. Bu ifadelerden ben, yazarın türküsünü bitirmeyeceğini, yeni türkülere doğru yol alacağını çıkarıyor, Hüseyin Kaya’nın yeni denemelerini bekliyorum…

 milli gazete, 26 temmuz 2012

 


19 Temmuz 2020 Pazar

sühan dergisi hakkında hüseyin kaya ile mülakat

konuşturan: selçuk küpçük

 

SÜHAN iki ayda bir yayınlanan bir edebiyat dergisi ve Sivas’ta şair Hüseyin Kaya editörlüğünde çıkıyor. Hüseyin Kaya Sivas’ın ve genel anlamda da dergi dünyamızın damarlarına kan pompalıyor aslında. Geçmiş yıllarda farklı dergi tecrübelerine de sahip olan Kaya’nın bir süre evvel Lamure Yayınlarından ilk şiir kitabı da çıktı. SÜHAN ilk sayılarında şiir/edebiyat merkezli bir dergi iken ilerleyen sayılarında salt deneme metinlerine yönelerek kendisine özgün bir yer edindi. Yeni çıkan 15. sayısı da “İstasyon” temalı denemelerden oluşan bir dosya bütünlüğü sunuyor. Bu anlamda Hüseyin Kaya ile dergisini ve duruşunu konuştuk. Özellikle derginin şiirden uzaklaşma gerekçeleri bence yeni tartışmaları beraberinde getirecek gibi gözüküyor.

Sühan içerik anlamında bir dönüşüm yaşadı ve şiir/edebiyat dergisi iken salt deneme dergiciliğine yaslanan bir yayın politikası sürüyor artık. Bu dönüşümün gerekçeleri nelerdi?

 

Memlekette metrekareye düşen şair sayısı her geçen gün artarken şiir sayısı ters bir orantı ile azalıyor. Şiirde bir kırılma dönemi –fetret de diyebiliriz- yaşadığımızı artık tartışmak bile lüzumsuz. Bu has şiirin tükendiği anlamına elbette gelmiyor ancak güzel şiir çok az yazılıyor. Ayda yılda hakiki bir şiir yayımlayabilmek için, sayfalar dolusu “meşk” kırıntılarını yayımlayamayacak kadar kıymetlidir Sühan sayfaları. Bunun böyle olduğunu ancak derginin birinci senesinden sonra anlayabildik.

Şiir yayımlamak ve müteşairan ile uğraşmak hakikaten ömür törpüsü bir iş. Yazdıkları sanki çok kıymetli metinlermiş gibi sayfa beğenmezler, sıra beğenmezler… Kafa ağrıtırlar hasılı. Çoğu hastalıklı ve ne dediği belli olmayan metinler… açıkça söyleyecek bir şeyi yoktur zaten çoğunun. Söyleyecek şey çok aslında ama mevzuu dışına çıkmak istemiyorum. Zaten dergi çıkarmak sıkıntılı bir iş, bir de bunlara katlanmamak için böyle kökten bir çözüm bulduk. Dergi zaten kapaksız, resimsiz, reklamsız ve renksiz gibi vasıflar taşıyordu bazılarının gözünde, şiirsiz de olsa olur, diye düşündük ve oldu.

Deneme kaçışı olmayan bir tür. Şiir gibi geveleseniz de ortaya bir şeyler çıkmıyor ya da bunun kıymetli şeyler olduğunu ima edip kendi kendinize havaya giremiyorsunuz. Okur ile araya perde koyup da konuşmuyorsunuz yani. İşte bunlar ve bunlara benzer birçok nedenler yüzünden Sühan’a şairler yalnızca nesir kapısından girebiliyor.

Başlangıçta yine farkına varmadığımız bir husus da kendiliğinden geldi sonraki süreçte. Memlekette hikaye, öykü, şiir dergileri çıkmış şimdiye kadar ama “deneme” dergisi bu güne değin var olmamış hiç. Neden bu Sühan olmasın, diye içimizden geçti, halen de geçmekte. Sühan’a bu durum da farklı bir yol çizdi.

 

Sühan’ın çıkış süreci nasıl yaşandı peki ?

 

Bizler az çok gençlik yıllarımızda dergicilik işleriyle uğraşmış insanlarız. Ancak o yıllardaki uğraşlar hep “heves” olarak kalır bilirsiniz. Birçok sebepten yaşını doldurmadan sona erer bu dergiler. Artık büyümüştük az da olsa ama yine heyecan vardı. Bunu bir şekilde gün yüzüne çıkarmak gerekiyordu yoksa onlarca “yitik ağabey”lerin sonuna benzeyecekti sonumuz. Ömür tez geçiyor, hayat sürekli üstümüze geliyordu. Boyun büküp dergahına odun taşıyacağımız ya da postuna oturup kelamını dinleyeceğimiz büyüklerimiz ya uzaktı bizden ya da biz onlardan uzaktaydık. Mevcut dergilerin neredeyse tamamı “çete” usulüyle çalışıyordu ve verdiğiniz selam dahi “rüşvet” kabilinden değilse alınmıyordu. -Halen de böyledir.- Bize ait bir hayat belirtisi olsun dedik. Durmak ihanettir dedik kendi kendimize ve başladık. İlk sayıdan sonra sanki tüm şartlar Sühan için hazırlanmış gibi devamı geldi… öyle de gidiyoruz.

 

Kapanmış dergileri konu edinen dosyanız hariç hayatımızın içinde yer alan ama özgül ağırlığını fark edemediğimiz oyuncak, yenge, istasyon gibi temaları merkez alan dosyalar sundunuz. Sühan edebiyat dergiciliğimiz açısından kendisine özgün bir yer aralayan deneme dergiciliği yaparken, aynı zamanda kalıcı dosya konuları ile deneme yazarlarını ve yazacak olanları tahrik ediyor. Ben bunun şahsen hem dergi, hem de yazarlar için kazanımlı bir süreç olduğunu gözlemliyorum. Bu konuda neler söylemek istersin..

 

Otuz yaşıma yaklaştığımda anladım ki aslında bize hep ters ya da uzun yolu göstermiş birileri ve aynı kişiler sanki yalnız benim değil, şiirin, romanın, denemenin hatta dergilerin önüne bir yol gösterici edasıyla geçmiş, nasıl bunları bir uçurumdan aşağı yuvarlarım ya da hangi ormanın karanlıklarında kaybolmalarını sağlarım gibi art niyetli düşüncelerin hesabını kitabını yapmış, biz de yıllar yılı hep o hesap üzre yola devam etmişiz…

Edebiyatta bilhassa şiirdeki asıl sıkıntı bu bence. Sühan olarak herkesin gözü önündeki konuyu işaret ediyoruz ve herkes yazabiliyor bunu. Üfürmeden, uçmadan, ayakları yerde yazıyor yazarlarımız ve dikkat çeken, kendini okutan, çoğalan, çoğaltan metinler sayılar çıkıyor ortaya. İlginç değil mi yazarlarımızın gözleri, görünmeyen bir kafdağının ardını süzmeye sonra anlatmaya çalışıyor, ama en güzel manzarayı ayaklarıyla ezip geçiyorlar yıllar yılı farkında olmadan.

Sühan bence bu noktada hacminden büyük bir iş başardı, başarıyor. Yazarlar dergide yazmasa bile “yenge”, “dede”, “oyuncak”, “istasyon” temalarını taşıdılar bile köşelerine sessiz sedasız. Benim için, dergimiz için çok önemli bu durum.

İkinci sayınızdan itibaren meşhur Recai Güllaptan sürekli yazarınız oldu. Recai Güllaptan’ın Sühan içerisindeki konumu, işlevi, anlamı nedir. Hatta yeni çıkan 15. sayınızda asıl ismi ile yer aldı Bunu şunun için soruyorum: A. Turan bey günümüz Türk şiirinin bitmişliğini savunan bir yazı yayınlamıştı. Sühan da sanırım bu vakte denk düşen sayılarından itibaren şiirden uzaklaşarak hiç şiir yayınlamamaya başlamıştı.

İkinci sayıya kadar Recai üstat ile ve dolayısıyla A. Turan hocamız ile, aynı şehirde yaşıyor olmamıza rağmen tanışmış değildim. Adını bilir, kitaplarını takip eder, uzaktan da tanır idim ancak bir kez dahi ru be ru görüşmüşlüğümüz, muhabbet etmişliğimiz yoktu. Sühan vesilesiyle üstada kendimi tanıtma fırsatım oldu sonrası kendiliğinden geldi. Halen on yıl evvel kapısının çalmamış olmanın pişmanlığını duyuyorum zaman zaman; lakin sohbet de “nasip” ile demek ki. Sühan ve şahsım için, Recai Güllapdan da, A.Turan Hoca da büyük bir nimettir, ağabeydir, üstattır. Bu iki isimden biri varsa dergide -kendi adıma söylüyorum- sağıma soluma bakmadan karşıya bakabiliyorum. Recai üstadımız için derginin; derginin “içinde” ifadesi uygun olmayabilir. O ağabeylik yapıyor, doğru bildiği yönü işaret ve ima ediyor. Bunu yaparken de etkilemiş olmamak için çokça çaba sarf ettiğinin farkındayım. Gördüğü olumsuzlukları da aynı şekilde ifadelendiriyor. A.Turan Alkan’ın şiir ve şair hususundaki görüşleri her geçen gün birileri tarafından daha benimseniyor ve farklı cümlelerle yeni bir “buluş” gibi sürülüyor edebiyat dergilerine. O, çok zaman önce de “şairler ve şiir aleyhinde” yine bir yazı yazdıydı ve “gençleri şiirden korumalıyız” bile dediydi. Onu ve kast ettiği meseleleri anlamayan bilhassa şuaradan bazı zevat esiyor, yağıyor gürlüyor, bir süre sonra bakıyorum üstat ile aynı şeyleri başka cümlelerle orda burada yazıyor, röportajlarda söylüyor…

Ben kendisinin “şiir ve şair” hususundaki görüşlerine sonuna kadar katılıyorum. Şiir kitabım çıkmış olsa bile katılıyorum. Bu derin bir mevzuudur izahı sayfalar tutar, hem gerek de yok, onca “okuma yazma” bilmeyen şaire ikinci bir hedef olmaya. A.Turan Bey ima etmedi, söylemedi, istemedi ama beni etkilemiş olması hasebiyle dergi de etkilemiş olmalı şairler ve şiir hususundaki görüşlerinden. -İsterseniz buna etkilenme değil de hakikati görme, gösterme diyelim.- Sühan’da şiir neşrini bıraktığımız andan itibaren dergi yükselişe geçti. Her dergide adını görüp mutlu olan ve ne dediği anlaşılmayan tuhaf müteşair taifesi kendilerine bu kapıdan ekmek çıkmayacağını anlayınca tası tarağı topladı ve başka kapılara yöneldi. Bundan sonra Sühan için yeni bir okur ve yazar camiası oluştu. Demek ki haklı üstat…

Tecrübe edenler iyi bilir, bir edebiyat dergisinin editörünü en çok şairler(!) yıpratır, hatta bazı dergileri batırmak, kapatmak için özel çaba harcar bu tür insanlar. Sayfa beğenmezler, köşe beğenmezler, font beğenmezler, yanlarındaki önlerindeki arkalarındaki isimlerden rahatsız olabilir ve zaman zaman küsebilirler olmadık sebeplerden dolayı… Tüm sıkıntılar yetmiyormuş gibi dergi editörü bir de bu türden sıkıntılar yaşar, ona bu sıkıntıları yaşatırlar. Şiir yayımlamayarak hem bu sıkıntıları en az düzeyde yaşıyoruz…

 

Ben edebî kamplaşmaların olmamasını dilesem de ne yazık ki pratikte böyle bir kırılma / ayrışma mevcut. Sühan’ın son sayılarında benim de yakından tanıdığım ve sosyalist düşünce geleneğinden gelen ve bugün kendisini anarşist olarak tanımlayan şair/eleştirmen Halim Şafak da yer alıyor. Hatta bu durum biliyorsun bir edebiyat grubunda tartışma konusu dahi olmuştu. Sen ne diyorsun bütün bunlar karşısında..

 

Sühan aklıbaşında, ayakları yerde bir dergidir. Horoz fıkrasını bilirsin, “ben polemiğe girmem, işimi yaparım” demiş ya hani, o hesap bizimki de… ucuz ve lüzumsuz kamplaşmalar, çeteleşmeler ve bunların bir bardak suda koparmaya çalıştığı fırtınalar, komik tartışmalar çok gerimizde bizim. “Sühan” ismini birileri arkaik bulsa da yirmi yıl sonrasının dergisini çıkarıyoruz biz burada. Bunu zaman gösterecek.

 

Milli Gazete, 14.10.2006