aşık veysel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
aşık veysel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Temmuz 2020 Cumartesi

hatıra defterimde nevruz çiçeği

hüseyn kaya

Şimdilerde rastlayıversem bir yerlerde tanıyabilir miyim onu bilmiyorum zira çocukluğumda sadece birkaç kez görebildiğim nazenin yüzünü ancak hayal meyal hatırlıyorum.

Onun misafir olduğu kerpiçten evlerin küçücük pencerelerinden güneş başka türlü selamlar içeridekileri ve gökyüzünün maviliği başka türlü görünürdü. Yaşamaya, dünyaya ve ümide dair adı konulamamış çok şey vardı onun gelişinde. Onun görünüşüyle birlikte tüm kederler unutulur, yeni bir güne başlamanın sevinci aydınlatır, yumuşatırdı ayazın kavurduğu esmer yüzleri. Kuşlar onu görmeden dillenmez, tüm çiçekler önce onu beklerdi açmak için.

Bir çobanın azık bohçasında, bir çocuğun üşümüş küçücük parmakları arasında, bazen de bayırlarda gençliğini arayan yalnız bir ihtiyarın buruşuk ellerinde muştularla getirilirdi köye. Onun bulunuşu, getirilişi tüm işleri yarıda bıraktıran bir haberdi.

Papatya, gül, nergis, çiğdem, zambak… Hepsinin bir türküsü, şarkısı, şiiri vardır da nevruz en unutulmuşudur çiçekler arasında. İnsanların vefasızlığına rağmen yine de küsmez nevruz ve her bahar açar sessizce ıssız yamaçlarda. Bilir ki, o yüzünü güne dönmeden bahar gelmez, ibibikler ötmez, yeryüzü yeşermez. Tüm çiçeklerin rengi önce onun yapraklarında selamlar dünyayı.

***

Nevruz gülü kar çiçeği çıkanda

Ağ bulutlar köyneklerin sıkanda

(Şehriyar)

Anadolu’nun pek çok köyünde olduğu gibi çocukluğumun geçtiği köyde de nevruz günü, takvimlerin işaret ettiği, beklenilen bir gün olmaktan öte nevruz çiçeğinin bayırda görüldüğü gün olarak bilinirdi ve yaşlılar nevruzun çıkıp çıkmadığını havanın durumundan anlarlardı. Nevruz gününün merasimi ve karşılanışı umumi bir şenlik olmadan öte her evin kendi imkânlarıyla gerçekleştirdiği mütevazı ve sakin bir kutlamadan ibaretti.

Niçin olduğu bilinmezdi; ama nevruz gününün habercisi nevruz; mübarek, hürmet edilesi bir çiçekti bu yüzden olsa gerek çoğunlukla sultan nevruz diye bahsedilirdi ondan. Onu bulup getiren kişi, etrafına çocukları toplar ve meraklı gözler önünde, nevruzlar kuzulatılırdı. Nevruz gövdeye yakın yerinden başparmakla işaret parmağı arasında yüzükoyun bir biçimde çevrilir bu esnada kuzula kuzunu yiyim / dere tepe düzünü yiyim diye başlayan tekerlemeler söylenir, bu sözler ta ki nevruzun içindeki küçük nevruz düşünceye kadar tekrarlanırdı. Küçücük zihinlerimizle, ilk seferinde nevruzun içinden düşen bu minik nevruzun nereden düştüğünü kavrayamaz ve onu büyülü bir çiçeği seyreder gibi seyrederdik. Küçük nevruz yaprağının yere düşüş şekline göre o yılki küçükbaş hayvanların erkeğinin mi dişisinin mi çok olacağı hakkında tahminler yürütürdü nevruzu kuzulatan kişi. Şayet evde bebek bekleyen bir gelin varsa bu tahminlerden elbette o da nasibini alırdı. Büyükler, bilhassa yaşlılar bu oyunu oynarken öyle sevecen ve çocukça bir tavır takınırlardı ki kış boyu seyretmek zorunda kaldığımız asık ve kavruk suratlar birdenbire değişir berraklaşırdı.

Nevruz günü, belki de adı konulmamış bu bayram sevinci yüzünden en çok çocukların üzerine düşülür, büyüklerimiz o gün bir başka severlerdi bizi. Nevruz kuzulatmayla başlayan oyun o gün, gaz lambalarının loş aydınlığında gece yarılarına kadar sürerdi. Nevruz günü çocuklar da büyükler gibi adamdan sayılır ya da büyükler de çocuklarla çocuk olurlardı.

Diğer evlerde durum nasıldı bilmiyorum ancak bizim evde nevruz yemeği hazırlamak adettendi. Nevruz yemeğine dışarıdan birileri davet edilmez,  hane halkı kendisi için hazırlardı bu yemeği. Evde, eli ayağı tutan büyük küçük herkese bir vazife verilirdi bu yemeğin hazırlığı esnasında. Tandır yakmadan tutun, çay için tatlı su getirmeye kadar kişi sayısınca vazife çıkarılır ve verilen vazifeler büyük bir keyifle yerine getirilirdi. Süzme bulgur pilavı, patates mıhlaması, hoşaf, sini bağlaması düğün ve bayramlar dışında ancak nevruz yemeğinde bir arada bulunurdu.

Nevruzun ertesi günü yeni bir yıla başlar gibi başlanırdı işe güce. Nevruzdan önce bilhassa, biraz da baharı göremeden dünyadan göçme endişesi taşıyan aceleci ihtiyarlarca tekrarlanan bu yıl da yaz gelir mi acep, şeklindeki ifadeler nevruz günün ertesinde unutulur ve artık yazın geleceğine kimsenin şüphesi kalmazdı.

***

Nevruz der ki ben nazlıyım

Sarp kayalarda gizliyim

(Aşık Veysel)

Nevruz gününden sonra bulunan nevruz çiçekleri de ilk görülenle aynı itibarı, saygıyı görür, bazen genç kızların saçları arasında süs olur bazen çocuklar tarafından toplanıp köy öğretmenine uzatılırdı mahcup bakışlarla. Zaten nevruz çiçeğinden az bir zaman sonra, kısa bir süre toprağı süsleyip ardından kayboluveren çiğdem boy verirdi bayırlarda. Ki köylerde görev yapmış her öğretmenin kitaplarından birisinin arasında eli ayağı çamur içinde, yüzleri al al çocukların armağanı, kurumuş bir nevruz çiçeği ya da çiğdem mutlaka vardır.

Şehre taşındıktan sonra hiç nevruz yemeği yenmedi evimizde yalnızca eski nevruz günleri zikredildi arada bir.

Şimdilerde bir yerlerde rastlayıversem ona, hatıraların ve hatıra defterimin arasından seçip de yüzünü, tanıyabilir miyim onu, bilmiyorum.


20 Temmuz 2020 Pazartesi

türkü söyle kitap oku

cevat  akkanat

 

Âşık Veysel’in gönülleri göynüten bir türküsü var: “Çırpınıp içinde döndüğüm deniz...” diye başlayıp giden…

“Çırpınıp içinde döndüğüm deniz

Dalgalanır çoşar ürüzgârından

Mevce gelip cûş eden aşkımız

Ah çektikçe kaynar gelir derinden…”

Türkünün tamamını dinlemeyi, tabii ki Âşık Veysel’in sesinden, size bırakıyoruz. Biz, gönül tellerini birbirine çarpan bu dizelerin edebî âlemde nasıl ömür sürdüğüne bakacağız!

Sanatlar arası bir geçişkenlikten bahsediyoruz; müzikten edebiyata, türküden denemeye, daimi bir yolculuk…

Herhangi bir sanat eserini yeniden üretmek farklı bir sancıyı giyinmek anlamı taşır. Sancının birkaç sebebi vardır: Kaynak metin yahut kişiyle özdeşleşmek, onu yaşayıp aşmak, o kişi veya metinle bir şekilde hemhal olmuş kişilerin ezberiyle mücadele etmek vb…

Geleneği yenilemek, özgün bir kimlikle yeniden üretmek diyoruz biz buna…

Hüseyin Kaya, Âşık Veysel’in bir türküsünün ilk dizesini alıp, kitabına ad olarak seçeceğini söylediğinde, tamam demiştim, bu senin denemelerin için yüzde yüz isabetli bir seçim… Hüseyin Kaya’nın bizim görüşümüze de müracaat etmesi, bu tercihte bizi ne kadar pay sahibi kılar bilemeyiz, fakat eser yayınlandıktan sonra, sayfaları arasında göz gönül keyfini sürdükçe, şöyle diyoruz: Bereketlendi dünyamız. Halimiz vaktimiz, engin bir canlılıkla hem kederlendi hem şenlendi! Evet, şimdi bir kitabın adında yaşıyor Âşık Veysel’in türküsü: Hüseyin Kaya’nın deneme kitabında…

Çırpınıp İçinde Döndüğüm Deniz (Ötüken Yayınları-2011) dört bölümlük bir deneme kitabı: “Hüseynim Geçiyor Gençlik Çağları!”, “Havada Kar Sesi Var”, “Ömrümüzün Rüyası” ve “Bir Şehirden Gidememek”…

Eseri okudukça bu bölümlerin hayatın farklı kompartımanlarına denk düştüğünü görmemeniz mümkün değil. Yani bir nevi otobiyografik sunumlar yapıyor Hüseyin Kaya… Bu sunumlarını sadece zaman üzerinden gerçekleştirmiyor, eşyayı ve mekânı da katıyor araya; pek tabii olarak kimi olaylarla birlikte duygu, düşünce ve hayalleriyle harmanlayarak…

Bu harmanlama içinden daha somut halleri seçmeli… Buyuralım, hep beraber bakalım, Hüseyin Kaya neleri yazmış: Çocukluk manzaralarını, kış güneşinin gönlü avutan yansısını, baba kokusuyla iç içe geçmiş oğul kokusunu, hayatın içine girilen yaşamaları, okul çağlarında kitaplık kolunda olunan kitap kurtluğunu, kırları şenlendiren nevruz kuzulatma oyununu, bozkırda kuruyan ırmağı, tiryakisi olunan yazarları, dedeyle akran yaşanan ömrün ilkbaharını, açılan ve kapanan dergilerin aziz hatıralarını, ayrılıkları, yolculukları, güzleri, kışları, çiçek dilini, bahar şarkısını, oyun bahçesini ve daha nice şeyleri yazmış…

Hüseyin Kaya’nın Çırpınıp İçinde Durduğum Deniz’de yaslandığı tek kültür adamı Âşık Veysel değil. Onunla birlikte onlarca tarihi kimlik eserin sayfaları içinde size el ediyor. Kimi zaman bir ara başlık içinde, kimileyin gizli bir iz şeklinde satır aralarında… Bunlardan bir kısmını saysak fena olmaz sanırım: Meselâ kitabın ilk bölümüne ad olan başlık bir Çorum Türküsü’dür. Bu çeşit kullanımları seviyor olmalı Hüseyin Kaya, zira Bâkî’den Fuzulî’ye, Turabî’den Yahya Bey’e, Ziya Osman Saba’dan Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya… Hayır, bu böyle geçiştirilmemeli, yazar kimlerden el aldıysa tek tek belirtilmeli.

İşte o şanlı ve şöhretliler kadrosu: Cengiz Aytmatov, James Cllarence Mangan, Ömer Seyfettin, Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin, Kemal Sayar, Keçecizade İzzet Molla, Necati, Fasih, Şehriyar, Saint Exupery, Herman Hesse, Tolstoy, Bukovski, Nietzsche, Goethe, Tagore, Attar, Hafız, Andre Gide, Rilke, Eliot, Dostoyevski, Puşkin, Oscar Wilde, Kafka, Borges, Paul Auster, Balzac, Hölderlin, Nerval, Gorki, Hugo, Salome, Vasnocelos, Muhibbi, Nâbî, Cinâni, Mevlana İdris, Karacaoğlan, Usulî, Cemil Meriç, Arif Nihat Asya, Faruk Nafiz Çamlıbel, Yahya Kemal, Vâsıf, Cahit Sıtkı Tarancı, Cenap Şehabettin, Attila İlhan, Turgut Uyar, Halil Cibran, Erdem Bayazıt, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sezai Karakoç, Sedat Umran, Asaf Halet Çelebi, Edip Cansever, Metin Altıok, Rıza Tevfik, Cafer Turaç, Tuğrul Tanyol, Can Yücel, Özdemir Asaf…

Hüseyin Kaya, Çırpınıp İçinde Döndüğüm Deniz’in bir yerinde “Hayret eden, şaşırabilen çocuklardık. Gördüğümüz, duyduğumuz garip şeyleri dikkatle izler, dinler ve her şeyden kendimizce anlamlar çıkarmaya çalışırdık” diyor. Bu ifadelerden ben, yazarın türküsünü bitirmeyeceğini, yeni türkülere doğru yol alacağını çıkarıyor, Hüseyin Kaya’nın yeni denemelerini bekliyorum…

 milli gazete, 26 temmuz 2012

 


9 Temmuz 2020 Perşembe

âşık veysel dinlenir, hüseyin kaya okunur

cevat akkanat

 

Âşık Veysel’in “Çırpınıp içinde döndüğüm deniz…” türküsü şimdi Hüseyin Kaya’nın kitabının adında yaşıyor..

 Âşık Veysel’in gönülleri göynüten bir türküsü var, “Çırpınıp içinde döndüğüm deniz…” diye başlayıp giden… Şimdi bir kitabın adında yaşıyor bu türkü: Hüseyin Kaya’nın deneme kitabında… Şöyle diyordu Âşık Veysel: “Çırpınıp içinde döndüğüm deniz/ Dalgalanır çoşar ürüzgârından/ Mevce gelip cûş eyleyen aşkımız/ Ah çektikçe kaynar gelir derinden…”

Türkünün tamamını dinlemeyi, tabii ki Âşık Veysel’in sesinden, size bırakıyoruz. Biz, gönül tellerini birbirine çarpan bu dizelerin edebî âlemde nasıl ömür sürdüğüne bakacağız! Sanatlar arası bir geçişkenlikten bahsediyoruz; müzikten edebiyata, türküden denemeye daimî bir yolculuk…

Hüseyin Kaya o denizde

Herhangi bir sanat eserini yeniden üretmek farklı bir sancıyı giyinmek anlamı taşır. Sancının birkaç sebebi vardır: Kaynak metin yahut kişiyle özdeşleşmek, onu yaşayıp aşmak, o kişi veya metinle bir şekilde hemhal olmuş kişilerin ezberiyle mücadele etmek, vb… Geleneği yenilemek, özgün bir kimlikle yeniden üretmek diyoruz biz buna…

Hüseyin Kaya, bir türküsünün ilk dizesini alıp, kitabına ad olarak seçeceğini söylediğinde, “tamam” demiştim, “bu senin denemelerin için yüzde yüz isabetli bir seçim…” Hüseyin Kaya’nın bizim görüşümüze de müracaat etmesi, bu tercihte bizi ne kadar pay sahibi kılar bilemeyiz, fakat eser yayınlandıktan sonra, sayfaları arasında göz ve gönül keyfini sürdükçe, şöyle diyoruz: Bereketlendi dünyamız. Halimiz vaktimiz, engin bir canlılıkla hem kederlendi hem şenlendi!

Hüseynim geçiyor gençlik çağları

Çırpınıp İçinde Döndüğüm Deniz (Ötüken Yay., İst., 2011, 184 s.) dört bölümlük bir deneme kitabı: “Hüseynim Geçiyor Gençlik Çağları!”, “Havada Kar Sesi Var”, “Ömrümüzün Rüyası”, “Bir Şehirden Gidememek”… Eseri okudukça bu bölümlerin hayatın farklı kompartımanlarına denk düştüğünü görmemeniz mümkün değil. Yani bir nevi otobiyografik sunumlar yapıyor Hüseyin Kaya…

Bu sunumlarını sadece zaman üzerinden gerçekleştirmiyor, eşyayı ve mekânı da katıyor araya; pek tabii olarak kimi olaylarla birlikte ve duygu, düşünce ve hayalleriyle harmanlayarak…

Bu harmanlama içinden daha somut halleri seçmeli… Buyuralım, hep beraber bakalım, Hüseyin Kaya neleri yazmış: Çocukluk manzaralarını, kış güneşinin gönlü avutan yansısını, baba kokusuyla iç içe geçmiş oğul kokusunu, hayatın kıyısından içine girilen yaşamaları, okul çağlarında kitaplık kolunda olunan kitap kurtluğunu, kırları şenlendiren nevruz kuzulatma oyununu, bozkırda kuruyan ırmağı, tiryakisi olunan yazarları, dedeyle akran yaşanan ömrün ilkbaharını, açılan ve kapanan dergilerin aziz hatıralarını, ayrılıkları, yolculukları, güzleri, kışları, çiçek dilini, bahar şarkısını, oyun bahçesini ve daha nice şeyleri…

Bir kültür atlası

Hüseyin Kaya’nın Çırpınıp İçinde Durduğum Deniz’de yaslandığı tek kültür adamı Âşık Veysel değil. Onunla birlikte onlarca tarihî kimlik eserin sayfaları içinde size el ediyor. Kimi zaman bir ara başlık içinde, kimileyin gizli bir iz şeklinde satır aralarında…

Bunlardan bir kısmını saysak fena olmaz sanırım: Meselâ kitabın ilk bölümüne ad olan başlık bir Çorum türküsüdür. Bu çeşit kullanımları seviyor olmalı Hüseyin Kaya, zira Bâkî’den Fuzulî’ye, Turabî’den Yahya Bey’e, Ziya Osman Saba’dan Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya… Hayır, bu böyle toptancı üslubuyla geçiştirilmemeli, yazar kimlerden el aldıysa tek tek belirtilmeli.

İşte o şanlılar şöhretliler kadrosu: Cengiz Aytmatov, James Cllarence Mangan, Ömer Seyfettin, Refik Halit, Reşat Nuri, Kemal Sayar, Keçecizade İzzet Molla, Necati, Fasih, Şehriyar, Saint Exupery, Herman Hesse, Tolstoy, Bukovski, Tolstoy, Nietzsche, Goethe, Tagore, Attar, Hafız, Andre Gide, rilke, Aliot, Dostoyevski, Puşkin, Oscar Wilde, Kafka, Borges, Paul Auster, Balzac, Hölderlin, Nerval, Gorki, Hugo, Salome, Vasnocelos, Muhibbi, Nâbî, Cinâni, Mevlana İdris, Karacaoğlan, Usulî, Cemil Meriç, Arif Nihat, Faruk Nafiz, Yahya Kemal, Vâsıf, Cahit Sıtkı, Cenap Şehabettin, Attila İlhan, Turgut Uyar, Halil Cibran, Erdem Bayazıt, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sezai Karakoç, Cahit Sıtkı, Afşar Timuçin, Sedat Umran, Asaf Halet, Edip Cansever, Metin Altıok, Rıza Tevfik, Cafer Turaç, Tuğrul Tanyol, Can Yücel, Özdemir Asaf…

Bu türkü bitmez

Hüseyin Kaya, Çırpınıp İçinde Döndüğüm Deniz’in bir yerinde “Hayret eden, şaşırabilen çocuklardık. Gördüğümüz, duyduğumuz garip şeyleri dikkatle izler, dinler ve her şeyden kendimizce anlamlar çıkarmaya çalışırdık.” diyor. Bu ifadelerden ben, yazarın türküsünü bitirmeyeceğini, yeni türkülere doğru yol alacağını çıkarıyor, Hüseyin Kaya’nın yeni denemelerini bekliyorum.

 Cevat Akkanat, Âşık Veysel dinledi, Hüseyin Kaya okudu

 

kaynak: dunyabizim.com