ahmet haşim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ahmet haşim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Temmuz 2020 Pazartesi

türkü söyle kitap oku

cevat  akkanat

 

Âşık Veysel’in gönülleri göynüten bir türküsü var: “Çırpınıp içinde döndüğüm deniz...” diye başlayıp giden…

“Çırpınıp içinde döndüğüm deniz

Dalgalanır çoşar ürüzgârından

Mevce gelip cûş eden aşkımız

Ah çektikçe kaynar gelir derinden…”

Türkünün tamamını dinlemeyi, tabii ki Âşık Veysel’in sesinden, size bırakıyoruz. Biz, gönül tellerini birbirine çarpan bu dizelerin edebî âlemde nasıl ömür sürdüğüne bakacağız!

Sanatlar arası bir geçişkenlikten bahsediyoruz; müzikten edebiyata, türküden denemeye, daimi bir yolculuk…

Herhangi bir sanat eserini yeniden üretmek farklı bir sancıyı giyinmek anlamı taşır. Sancının birkaç sebebi vardır: Kaynak metin yahut kişiyle özdeşleşmek, onu yaşayıp aşmak, o kişi veya metinle bir şekilde hemhal olmuş kişilerin ezberiyle mücadele etmek vb…

Geleneği yenilemek, özgün bir kimlikle yeniden üretmek diyoruz biz buna…

Hüseyin Kaya, Âşık Veysel’in bir türküsünün ilk dizesini alıp, kitabına ad olarak seçeceğini söylediğinde, tamam demiştim, bu senin denemelerin için yüzde yüz isabetli bir seçim… Hüseyin Kaya’nın bizim görüşümüze de müracaat etmesi, bu tercihte bizi ne kadar pay sahibi kılar bilemeyiz, fakat eser yayınlandıktan sonra, sayfaları arasında göz gönül keyfini sürdükçe, şöyle diyoruz: Bereketlendi dünyamız. Halimiz vaktimiz, engin bir canlılıkla hem kederlendi hem şenlendi! Evet, şimdi bir kitabın adında yaşıyor Âşık Veysel’in türküsü: Hüseyin Kaya’nın deneme kitabında…

Çırpınıp İçinde Döndüğüm Deniz (Ötüken Yayınları-2011) dört bölümlük bir deneme kitabı: “Hüseynim Geçiyor Gençlik Çağları!”, “Havada Kar Sesi Var”, “Ömrümüzün Rüyası” ve “Bir Şehirden Gidememek”…

Eseri okudukça bu bölümlerin hayatın farklı kompartımanlarına denk düştüğünü görmemeniz mümkün değil. Yani bir nevi otobiyografik sunumlar yapıyor Hüseyin Kaya… Bu sunumlarını sadece zaman üzerinden gerçekleştirmiyor, eşyayı ve mekânı da katıyor araya; pek tabii olarak kimi olaylarla birlikte duygu, düşünce ve hayalleriyle harmanlayarak…

Bu harmanlama içinden daha somut halleri seçmeli… Buyuralım, hep beraber bakalım, Hüseyin Kaya neleri yazmış: Çocukluk manzaralarını, kış güneşinin gönlü avutan yansısını, baba kokusuyla iç içe geçmiş oğul kokusunu, hayatın içine girilen yaşamaları, okul çağlarında kitaplık kolunda olunan kitap kurtluğunu, kırları şenlendiren nevruz kuzulatma oyununu, bozkırda kuruyan ırmağı, tiryakisi olunan yazarları, dedeyle akran yaşanan ömrün ilkbaharını, açılan ve kapanan dergilerin aziz hatıralarını, ayrılıkları, yolculukları, güzleri, kışları, çiçek dilini, bahar şarkısını, oyun bahçesini ve daha nice şeyleri yazmış…

Hüseyin Kaya’nın Çırpınıp İçinde Durduğum Deniz’de yaslandığı tek kültür adamı Âşık Veysel değil. Onunla birlikte onlarca tarihi kimlik eserin sayfaları içinde size el ediyor. Kimi zaman bir ara başlık içinde, kimileyin gizli bir iz şeklinde satır aralarında… Bunlardan bir kısmını saysak fena olmaz sanırım: Meselâ kitabın ilk bölümüne ad olan başlık bir Çorum Türküsü’dür. Bu çeşit kullanımları seviyor olmalı Hüseyin Kaya, zira Bâkî’den Fuzulî’ye, Turabî’den Yahya Bey’e, Ziya Osman Saba’dan Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya… Hayır, bu böyle geçiştirilmemeli, yazar kimlerden el aldıysa tek tek belirtilmeli.

İşte o şanlı ve şöhretliler kadrosu: Cengiz Aytmatov, James Cllarence Mangan, Ömer Seyfettin, Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin, Kemal Sayar, Keçecizade İzzet Molla, Necati, Fasih, Şehriyar, Saint Exupery, Herman Hesse, Tolstoy, Bukovski, Nietzsche, Goethe, Tagore, Attar, Hafız, Andre Gide, Rilke, Eliot, Dostoyevski, Puşkin, Oscar Wilde, Kafka, Borges, Paul Auster, Balzac, Hölderlin, Nerval, Gorki, Hugo, Salome, Vasnocelos, Muhibbi, Nâbî, Cinâni, Mevlana İdris, Karacaoğlan, Usulî, Cemil Meriç, Arif Nihat Asya, Faruk Nafiz Çamlıbel, Yahya Kemal, Vâsıf, Cahit Sıtkı Tarancı, Cenap Şehabettin, Attila İlhan, Turgut Uyar, Halil Cibran, Erdem Bayazıt, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sezai Karakoç, Sedat Umran, Asaf Halet Çelebi, Edip Cansever, Metin Altıok, Rıza Tevfik, Cafer Turaç, Tuğrul Tanyol, Can Yücel, Özdemir Asaf…

Hüseyin Kaya, Çırpınıp İçinde Döndüğüm Deniz’in bir yerinde “Hayret eden, şaşırabilen çocuklardık. Gördüğümüz, duyduğumuz garip şeyleri dikkatle izler, dinler ve her şeyden kendimizce anlamlar çıkarmaya çalışırdık” diyor. Bu ifadelerden ben, yazarın türküsünü bitirmeyeceğini, yeni türkülere doğru yol alacağını çıkarıyor, Hüseyin Kaya’nın yeni denemelerini bekliyorum…

 milli gazete, 26 temmuz 2012

 


22 Haziran 2020 Pazartesi

akşam ağrısı

Altın kulelerden yine kuşlar

Tekrarını ömrün eder i’lan

(Ahmet Haşim)

Eğer mevsimlerden yaz ise önce kuşlardan alırız haberini akşamın.

Telaşlı cıvıltılarını üzerimize dökerek binbir heyecan ve endişe içinde habire konar kalkarlar yuvalarının bulunduğu ağaçlara, saçaklara. Bazen çığlığı bazen ağlayışı andıran sesleriyle kim bilir neler söyler neler niyaz ederler… Böcekler kuşların tedirginliğini abartılı bulurlar biraz; fakat onlar da kendilerini alamazlar bu telaştan, heyecandan. Mahcup bir ilahinin ürkek nağmelerini terennüm ediyor gibidirler taşların, çiçeklerin, otların duldasında. Irmakların, dalgaların bile sesi değişir bu vakitlerde. Gün boyu gölgesinde misafir ağırlayan ağaçlar, rüzgârın ipekten saçlarını hisseder hissetmez yapraklarında, unutuverirler tüm yorgunluklarını. Son ile başlangıç arasında, ölümü ve yeniden dirilişi bir kez daha yaşatır akşam, gün boyu yürüyüp de kendine ulaşan herkese.

***

Güneş çekildi demin,

Doğdu bir renk akşamı.

(Necip Fazıl Kısakürek)

En ruhsuz şehirlerde bile akşamın rengi rahmetten bir örtüye dönüşür; caddelerin, çarşıların gürültüleri, sokak lambaları ve kocaman ışıklar, bu örtünün altında kalır. İlla evimize ulaşmak, evimizde olmak, sevdiğimiz herkesi yakınımızda bilmek arzusu bürür içimizi.

Yeryüzü gölgelenir ve yorulan, ağırlaşan kalpler hızlı okunan bir ezanın dirilten sesiyle ebedi yurduna duyduğu hasretle titremeye başlar. Tez vakit sonra telaş ve endişe biter. Sanki bir eşikten geçilir, bir kapı kapanır her şeyin üzerine. Kuşlar susar,  böcekler susar, ezan biter, pencerelerin perdeleri çekilir… Kuşlar yuvalarında derin bir sükûta bürünür, babalar omuzlarında günün ve dünyanın yorgunluğuyla evlerine ulaşır. Biter hasreti pencere önünde bekleyen küçücük çocukların. Annelerin ömrü biraz daha eskir mutfaklarda. Aceleci yıldızlar gökyüzünün tamamen kararmasını beklemeden kınalı keklikler gibi suya iner. Ay bir kandil olur asılır gökyüzüne. Kimi çiçekler uykuya dalarken gün boyu güneşle söyleşmenin verdiği yorgunlukla, sarmaşıklar ve gündüz yüzünü göstermeye utanan bütün mahcup çiçekler gözlerini ovuşturarak uyanır sessiz sedasız. Akşam olur, şairin kalemine can gelir, kalbine gün doğar.

Akşam olur, bir sayfası daha çevrilir ömür defterinin.

***

Akşam, içime düşen korku, pişmanlık, hile.

Varamadığım deniz, suyu çekilen ırmak.

(Ziya Osman Saba)

İkindinin ağabeyi gecenin küçük ve hüzünlü kardeşidir akşam, her güneş batımında aheste dokunuşlarla çalar ruhumuzun kapısını.

Öteki vakitlere benzemez o, ne öğlen kadar durgun ne de gece kadar sessizdir. Her şeyi önce sadeleştirir sonra kendi renginden bile uzaklaştırarak dinginleştirir ve uçurur gecenin pencerelerine. Gün, uzak tepeler arasından kaybolup giderken usul usul ya da ufku kızıla boyayarak gömülürken sulara, eskittiğimiz tüm günlerin hüznü fısıldamaya başlar faniliğimizi.

Yalnız giden günün hüznü değildir bu demlerde ruha dolan, elimizden kalbimizden kayıp düşen ne varsa hepsinin yokluğu alevden libaslarla geçer zihnimizden birer birer.

Gölgemizin bile bize ait olmadığını bu demlerde anlarız. Ayaklarıyla kalbimize tutunarak siyah kanatlarını dalga dalga yeryüzüne yayan alaca bir kuştur belki de akşam dediğimiz.

***

Akşam kapanınca perde perde,

Bir hatıra zevki var kederde.

(Yahya Kemal Beyatlı)

Birbirinin aynı gibi peş peşe gelip geçseler de akşamların asla biri ötekine benzemez hakikatte; zira her gün doğan gün bir başkadır ve her akşam batan gün bir başka... Akşamını hissetmediğimiz, yaşamadığımız günler aslında yaşanmamış günlerimizdir. Aynı durgun sularda ritmi yavaşlasa da kalbimizin, sızlayan daima başka başka köşeleridir.

Yoksulluk bu vakitlerde bir yara olduğunu hissettirir kendisini sırtında taşıyan, gurbet, ayrılık bu vakitlerde oturur insanın içine. Hastanelerde, hapishanelerde yahut yatılı okulların koğuşlarında akşam; şiirlerin, türkülerin kolunda gelir ağır aksak…

Oruçlu için bir günün değil sabırla surları önünde beklenen bir şehrin fethidir akşam vakti.

Yalnızlıklar, ayrılıklar ve diğer bütün insani acılar gibi hastalıklar bile bu vakitte daha bir başka hatırlatır kendini.  Tekrarı yoktur yaşanan acıların, ağrıların; ya eksiktir biraz daha her şey bir önceki akşamdan ya fazla.

Günün sonbaharıdır akşam.

Yaşadığımız her günün akşamı; içinde bizim de olduğumuz bir fotoğraftır ve ebediyen kalır dünyanın zihninde.

***

Sabahın derdi akşama kavuşmaktır daima ve yürür durmadan akşama ulaşmak için. Akrep ve yelkovan birbirini akşam olsun diye kovalar, dünya akşama ulaşmak için döner bir kez daha ve gün içinde bütün yollar düğümlenmiştir akşama. Akşamdan önce bitirmek isteriz işlerimizi ve akşam olmadan gelsin isteriz beklediklerimiz uzaklardan. Akşamın duruluğunu kendimize, sevdiklerimize, sevdiğimiz şeylere ayırmak isteriz.

Günün vardığı son duraktır akşam, susma ve bekleme ve çokça tefekkür etme durağı. Akşamın ardından yeni bir sefer başlar bambaşka vakitlere. Gün boyu peşinde koştuğumuz serabın hakikate döndüğü yerdir akşam, nasıl ölüm kendisinden başka her şeyi anlamsız kılıyorsa misafir olduğu mekânlarda akşam da bazen öyle anlamsız kılar gün boyu peşinde savrulduğumuz ümitleri, hayalleri ve elmaslarımız cam parçalarına döner avuçlarımızda.

***

Gün Akşamlıdır

Güneş doğuyor ve batıyor, gün başlıyor ve bitiyor; galiba her gün yeniden dirilen ve ölen; başlayan ve biten biziz. Saatler, günler, haftalar mevsimler değil kapımızdan gelip geçen bizim parçalarımız. Habire kendimizi buluyor tekrar yitiriyoruz saatlerin tik taklarında, takvimlerin savrulan yapraklarında, günün aydınlığında ve akşamların alacakaranlığında. Akşamın siyah tülü bizden koparak düşüyor yeryüzüne. Bu yüzden her gün batımında, ufukta yahut dağların arasında kalbimiz kan revan.