Bizler zayıfız, tek
silahımız geceleri ceylanları kaçıracak kadar güçlü kelimelerdir
(Saint Exupèry)
Bir
otobüs yolculuğunda istemeyerek de olsa muhabbete başladığınız yan koltuk
arkadaşınız, lise öğrencisiyken dersiniz boş geçmesin için öylesine sınıfınıza
gelen herhangi bir öğretmen, her gün işe giderken aynı caddede, aynı yerde
karşılaştığınız yüzünü ezberlediğiniz ama adını bilmediğiniz bir insan; vakti
gelince hayatınızı rayından çıkaracak, kurulu düzeninizde ihtilaller
yapabilecek bir role sahip olabilir şahsi tarihinizde. Kadere teslimiyet,
kaderin hep anlık ve ölçülemeyecek kadar ince hesaplarla ve hızla işleyişi
içindir biraz da.
Siz büyük
idealler ve hesaplar peşindeyken hep sonradan farkına vardığınız küçük
ayrıntılar, karşılaşmalar, tanışmalar yön verir hayatınıza ki, karşılaştığınız
ve dünyanızda değerli bulduğunuz her şey, neyi aradığınızın habercisi, kendi
hallerinizin size sunulmuş bir resmidir aslında.
Ömrünüzün hangi
yaşını yürüyorsanız yürüyün, hayat; sonu, asla yürüyenleri tarafından
bilinmeyen, hep uzaklardaymış gibi
görünen bir yol gibi uzar gider ufka doğru. Onca kalabalığa, gürültüye rağmen
bazen kendi adımlarınızın sesinden başka sesi duymaz, kendinizden başka bir
canlının nefesini işitemezsiniz yeryüzünde. Önünüzde upuzun kendi gölgeniz ve
diliniz lal; bir ses bekler, bağırmaya çalışır bağıramazsınız. Ayaklarınız yere
çivilenmiş gibidir. Gökyüzünden, ufuklardan, ötelerden bir ses gelsin,
dilinizin ve ayaklarınızın bağını çözsün, size efsunlu sözler söylesin
istersiniz. Bir define haritası arar gibi kitap kokan mekânlarda arar
durursunuz bu sesi, efsunu.
İlerde
tiryakisi olacağınız bir yazarın ilk kitabını da küçücük sebepler içinde
önünüze getirir kader. O kitapta yazılı her şeye inanmak, aldanmak
istersiniz. Yeni filizlenen aşklar
gibidir bu okumalar. Sayfalar boyu kendinizden bir şeyler bulmak, kendinizi
ifade eden cümleler yakalamak, bir yazara yakınlaşmak ve onu sevmek için
yeterli sebeplerdir.
Gün gelir artık
okunacak kitabı kalmaz tutkuyla bağlandığınız yazarınızın. Bu defa hayatının
izini sürersiniz. Dostlarını, aşklarını, nasıl yazdığını ve öldüğünü merak
etmeye başlarsınız. Değiştirir sizi, size hükmetmeye başlar okuduğunuz
kitapların ruhu. Bir zaman sonra dünyaya bakan gözlerinizin yalnızca birisi
size aittir, diğerinden yazarınız, yazarınızın kahramanları bakmaya başlar.
Hayatı, dünyayı tek başınıza yorumlayamazsınız. Ömrünüzün en güzel çağlarını
bırakırsınız geride bu hal ile.
Bütün
ırmakların durduğu, yıldızların matlaştığı ve rüzgârın donduğu, ağaçların
yapraklarının taş kesildiği bir vakitte ansızın saat on ikiyi vurur. Bir
rüyadan uyanır gibi uyanırsınız hayata. Gözünüzü açtığınızda evinizde, eşinizin
karşısındasınızdır ve odalarınızdan çocuk sesleri yükselmektedir. Sonra ara ara
banka yahut fatura kuyruğunda bazen bir büyük mağazada taksit öderken
rastlarsınız kendinize. Büyü biter, şarkılar biter, şiirler biter…
Şairler kadar
yazarların da yalancı hatta gönül hırsızı olabileceği düşüncesi kemirir
ruhunuzu bazen.
***
İçimde dışarı çıkmak isteyen bir şey vardı, ben
onu yaşamaya çalışıyordum yalnızca... Neden böylesine güçtü bu?
(Herman Hesse)
Tıpkı sevdaya
tutulmanın bir zamanı, yaşı olduğu gibi bazı yazarlara, şairlere tutulmanın da
yaşı, zamanı olmalıdır zira onlar da tıpkı aşk gibi dalgınlıktan kapıları
ardına kadar açık unutulmuş kalplerin misafiridirler. Mesela; Herman Hesse’yi,
ilkgençlik yıllarında, hayata adım atacağınız yaşlarda ya okumamalısınız ya da
yılda en fazla bir iki kitabını okumalısınız. Aynı durum Bukovski, Tolstoy ve
Nietzsche için de geçerlidir.
Hermann Hesse,
hayatıma Yabancı Bir Gezegenden Tuhaf
Haberler kitabıyla girdiğinde lise son sınıftaydım ve karanlığın bir adım
önündeydim. Bir vakitler hayranı olduğum çoğu yazarın efsunu bitmişti ve sona
doğru gittiğimi biliyordum. Hesse’nin hikâyelerini, severek ancak kendimi
kaybetmeden bir çırpıda bitirdim. Neticede bir yazar daha tanımış, bir kitap
daha geride bırakmıştım, o kadar. Kısa zaman sonra Siddartha geçti elime.
Siddartha ile Hesse’nin şimdiye kadar okuduğum yazarlardan farklı olduğu fikri
oluştu bende ve bu fark doğrudan diğer kitapların eşiğine götürdü bıraktı beni.
Siddartha’daki olayların yaşanabilirliği zihnimde şüpheler uyandırmakla
birlikte el yordamıyla tanımaya çalıştığım tasavvufla örtüşen sesler vardı
kitapta ve karışmıştı kafam.
Aynı aylarda
Peter Camenzind’i buldum. Hesse’nin cahil ruhumu sarsışı ve beni peşine
düşürüşü asıl bu kitaptan sonra oldu.
Hesse
kahramanlarından birinin uyuşturan ve kendine bağlayan sesi bir kez gönlünüzde
açık bir kapı bulmuşsa, artık siz uyanıncaya kadar bütün kahramanlarının uğrak
mekânıdır ruhunuz. Çoğu başarısız, ümitsiz; ama bir o kadar dirayetli
kahramanlar olanca rintlikleri ve eşsiz aşkları ile kah ressam, müzisyen kah
şair olur kendilerinden bir şeyler bırakarak geçerler ömrünüzün eşiğinden.
Geride altı çizilmiş satırlar, kitaplığınızın bir bölümünü oluşturan Hesse
kitapları ve ömrünüzden heba olmuş bir mevsim kalır.
Demian, Narziss
ve Goldmund, Bozkırkurdu… Tam da Hesse büyüsünden uyanacakken; Çarklar
Arasında, ardından; Knulp… Knulp’tan sonra, bir daha Hesse kitaplarına
yanaşmamaya karar verdim zira üniversiteye başlamıştım, okuduklarımın etkisiyle
okulu ve hayatı umursamıyor, kendime zoraki mutsuzluklar buluyor hatta
başarısız olmak için çaba sarf ediyor bir yandan ailemi üzmemeye çalışıyordum.
Babamı ve annemi daha çok seviyor ancak kendimi hayatın kıyısına doğru
sürüklüyordum ağır usul. Okulu bırakmaktan, evden kaçmaktan yahut Çarklar
Arasında’nın kahramanı Hans’ın sonu gibi bir sondan beni alıkoyan yine
Hesse’nin kalbime üflediği aile sevgisi oldu galiba. Fakat onun
kahramanlarından ruhuma sinen bitkinlik, uyuşukluk, teslimiyet aylarca yanımda
bir gölge gibi dolaştı durdu.
***
Yoksa hayat bu
gözyaşlarını, bu sevinçleri ebediyen benden uzaklaştıracak kadar ağır izler mi
bıraktı ruhumda ve kala kala bir tek anılar mı kaldı?
(Tolstoy)
Kitapların
kapısına hangi niyetle gittiğiniz önemlidir şüphesiz. Bazı yazarlar sanki
aralarında gizli bir anlaşma yapmışlar gibi halis niyetli okurlarını
birbirlerinin kapısına gönderir dururlar. Tam da birinden ayrılıp evinize,
kendinize, hayata dönecekken ötekinin eşiğinde bulursunuz kendinizi.
Hesse’den uzaklaşırken
Tolstoy’un kapısında buldum kendimi. Tolstoy’u tanımasaydım, yazarların da pek
çok şair gibi yaşamadıkları, yaşayamadıkları hakikatlerin, hissiyatın tüccarı
olduklarına kanaat getirebilir hatta okumanın gereksiz olduğu sonucuna
varabilirdim.
Tolstoy’un,
Çocukluk ve Ergenlik Yılları’nı biraz da kendimden bir şeyler bulma çabası ile
okudum fakat Hesse’nin lirizmi, ahengi ve büyüleyiciliği yanında itiraf etmek
gerekirse Tolstoy soğuk ve kuru gelmişti. Tolstoy’un diğer kitaplarından önce Çocukluk ve Ergenlik Yılları’nı okumanın
yanlış bir tercih olduğunu kimse söylemedi o yıllarda. Yazarın okuduğum ikinci
kitabı İtiraflarım’dı. Soğuk bir
başlangıçtı benim için. Belki de bu başlangıç yüzünden yazarın daha sonra
okuduğum romanlarında hikâyelerinde kahramanları bir kenara bırakıp sayfalar
boyunca Tolstoy’un sesini duymaya çalıştım.
Kazaklar’ı
okurken Olenin üniforma giymiş Tolstoy’un ta kendisiydi. Din hakkındaki
görüşleriyle, insanlara ve tabiata bakışıyla Olenin’i bir kenara bırakıp
Tolstoy’u dinledim, biraz daha yakından tanıdım kitabın sonuna kadar.
Tolstoy bunu
bilinçli yapıyordu galiba. Çünkü bir
yandan İtiraflarım’da kendini asmamak
için evinde ip namına ne varsa hepsini bir dolaba nasıl kilitlediğini, kendini
vurmamak avlanmayı nasıl bıraktığını anlatıyor, bir yandan da Anna Karenina’da Levin’e aynı şeyleri yaşatıyordu. Roman boyunca Levin’in Kitti’den sakladığı intihar düşüncesini, kendisi de eşinden
saklamaya çalışıyor, saklayabileceğini sanıyordu.
Tolstoy’un
tiksinerek ayrıldığı üniversite tahsilini Diriliş’in
kahramanı Nehuldof da kendini köylülere adamak için yarıda bırakmıştı. Anna
Karenina’da; Levin, Harp ve Sulh’ta;
Piyer Bezuhov ve Prens Andrey, Diriliş’te
Nehuldof… Tolstoy yalnızca isimleri değiştiriyor ancak kelimelerle tüm
kahramanlarına aynı yüzü, kendi yüzünü çiziyordu. Evet, Tolstoy bunu kasıtlı olarak yapıyordu.
Hesse’den daha
uzun ve samimi sürdü Tolstoy okumaları.
İvan İlyiç’in Ölümü, Kroyçer Sonat,
Yaşayan Ölü, Hacı Murat gibi kitaplarının türlü çevirileri mevcuttu piyasada ve
fazla çaba harcamadan bulunabiliyordu kitapçılarda.
Hayat
Üzerine Düşünceler ve Din Nedir?
İsimli eserlerinin basıldığını öğrenince bu kitapların kitapçılara inmesini
beklemeden yayınevinden mektupla isteyecek kadar yazdıkları lüzumlu bir yazar
olmuştu benim için o yıllarda Tolstoy. Türkçesi yalnızca birkaç kez basılan Halk İçin Hikayeler’i Sivas’ta
bulamayınca İstanbul’a, Ankara’ya giden arkadaşlara ısmarladığımı hatırladıkça
halen tebessüm ederim kendi kendime.
Hesse’den
kaçarken Tolstoy’a tutulmaktı bu; ama olsundu.
Bir yazarı
yakından tanımak ya da tanıyanlardan dinlemek; genellikle o yazardan soğutur
okurunu; fakat Tolstoy’u ve kişiliğini Romain Rolland’dan, Gorki’den okudukça
ona olan muhabbetim biraz daha arttı.
İhtiyarlığında
birkaç kez tecrübe ettiği ve sonuncusunda başardığı evden kaçma teşebbüsleri,
içli günlükleri, eşine yazdığı hüzünlü mektuplar, aile geçimsizlikleri hülâsa
romanlarına sızdıramadığı ömrünün son demlerinin bir filmi neden yapılmadı
yahut romanı neden yazılmadı bilemiyorum.
Tolstoy’u da
Hesse gibi dostlar listesine eklediğimde halen öğrenciydim ve Goethe’nin
Werther’inde altını çizecek satırlar arıyordum. Onca sevimliliğine ve vakarına
rağmen Goethe’ye içim ısınmadı. Werther etkileyici bir kahramandı; ama
hikayesinde beni bunaltan, bana ters gelen bir şeyler vardı. Faust da Goethe hakkındaki düşüncelerimi
değiştirmedi. Werther’in intiharını da tıpkı hikayesi gibi kabullenemedim
yıllarca ve Goethe’yi onun katili gibi düşündüm nedense. Goethe’nin yetmiş dört yaşında iken on dokuz
yaşında bir kıza âşık olduktan sonra düştüğü halleri öğrendiğimde, kitaplarını
kitaplığımın en gözden uzak raflarına dizmeye başlamıştım bile.
Uzak Denizlerde Yorgun
Gemiler
Hesse ve
Tolstoy’dan başka inanmak, seline kapılmak istediğim iki yazar daha oldu;
Tagore ve Exupèry. Tagore’un Hilmi
Kitabevi’nce çoğu 1930-40 yılları arasında basılmış kitaplarının bir kısmına
ulaştıysam da parıltılı sözler ve altı çizili sayfalardan başka bir şey kalmadı
ondan geriye.
Öğrencilik
yıllarımın sonlarına doğru Exupèry hastalığı zuhur etti. İnsanların Dünyası’nı,
Kale’yi, Güney Postası’nı, Gece Uçuşu’nu, Küçük Prens’i defalarca farklı farklı
çevirilerden okudum; lakin dostum
diyemedim hiçbir zaman bu kitapların yazarına. Onun çok yükseklerden
seslendiğini düşünüyor, kitaplarını her okuyuşumda irkiliyor çarpılıyor,
kendime çeki düzen verme ihtiyacı hissediyordum. Ölümüne dair okuduğum çeşitli
rivayetler onu daha da kıymetlendirdi dünyamda. Kendimi kaybetmekten ziyade
kendime gelmek istediğimde okudum Exupèry’i. Attar, Hafız, Mevlana gibi huzura
çağıran bir rengi vardı sesinin. Kale ve İnsanların Dünyası halen ara sıra
kapısını çaldığım, okumaktan usanmadığım en kıymetli kitaplarımdandır.
Andre Gide,
Rilke, Eliot, Dostoyevski, Puşkin, Oscar Wilde, Kafka, Borges, Paul Auster,
Balzac, Tagore, Hölderlin, Nerval… Daha ismini hatırlayamadığım bir sürü gâvur
yazarın kapısından geçti yolum ya da onlar gelip geçtiler benim ömrüm içinden.
Dar Kapı, gerçekten büyüleyici bir kitaptı o yaşlarda benim için ancak zaman
Alissa ve Jerome’un hikâyelerinin üzerindeki parıltıyı çoktan kararttı. Hugo’ya
dair yalnızca derin bir saygı kaldı içimde.
Gançarov sıkıcıydı, Dosto; Suç ve
Ceza ve Beyaz Geceler dışında hep
tatsız tuzsuz. Rilke fazlaca hercai, Salome ve Nietzsche ile verdiği o pozu
gördüğümden beri değersiz. İstirati; kaygısız, Bukovski; ahlaksız ve serseri,
Vasnocelos; sıkıntısız zamanlarda muhabbet edilebilecek bir arkadaş… Hepsiyle
söyleştim günlerce, saatlerce fakülte bahçelerinde, bitmek bilmeyen uzun
yolculuklarda, kış gecelerinde. Dost sıcaklığı değilse de arkadaş yakınlığını
belki de sadece onlarla hissettim, tanıdım.
Benzerini Arayan
Kırgın Yürek
Aynı selde
sürükleniyorken aynı ağaç köküne sarılmak, aynı çölde ilerlerken mataranızdaki
son yudum suyu yanındakine sunmaktır dostluk. Dost; paylaşılandır. Kendinize
dahi söyleyemediğiniz hakikatleri ona anlatır, yüzüne bakamadığınız yaraları
ona gösterirsiniz yalnızca. Aynı yangının alevlerini yüzünüzde hissettiğiniz,
aynı zehrin acısını damarlarınızda bildiğiniz, kalbi kalbinizle aynı ritimde
atan kişidir dost.
Hesse ve
Tolstoy’la böyle bir yakınlık duydum galiba. Her ikisi de önce deli bir ırmağın
ortasına çektiler ergen ruhumu sonra ellerini uzattılar.
Güzel ve
bahçelerde kuş sesleri arasında gökyüzüne, çiçeklere şarkılar söyleyen öteki
yazarlar, şairler sanki dingin vakitlerde sesi, selamı özlenen arkadaşlar gibi.
Onları karanlık ormanlarda, bulanık ırmaklarda yanınızda göremezsiniz.
Bütün ırmaklar
duruldu yaşım ilerledikçe. Evimin ve kalbimin bütün pencereleri kapıları
kilitli artık.
Buradayım.
Saatin on ikiyi
vurduğu yerde.
hüseyn kaya